Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

Manda Sütü.......


Yayamaz Kayımca

Önerilen İletiler

Akıl ve bilime ilginin artabilmesi için bazı yenilikler yapmalı. Anlatırken ağlayıp zırlasak mı acaba? Nasıl olsa örgütçülüğü adam devşirmekle aynı zanneden dünyanın en gözü yaşlı ho-caefendileri bizden yetişme. Hayır, televizyonlarda epeyce taklitleri de çıkmaya başladı, hangi kanalı açsan acayip iddialı isimleri olan programlar var. Bakıyorsun ismine "çapraz ateşleme", "kırmızı tabure" gibi şeyler. Tamam! diyorsun, alacaklar konuk ettikleri adamı ortaya, biri sağdan çakacak, öbürü soldan bindirecek, gizli saklı bir şey kalmayacak. Program başlıyor, bir müzik var fonda Allah, Allah!.. Davullar vuruyor, trompet cazırdıyor, ziller çan çan inletiyor ortalığı. Işıklar yanıyor stüdyoda, melek yüzlü sunucu mütebessim bir ifade ile oturuyor kocaman bir koltukta. Yanında da kendisi gibi ama daha teslimiyetçi bakan bir başkası, yardımcı gibi bir şeyler. Konuşuyor yumuşacık bir sesle ekrana bakarak, "Saayın seyirciler, bu akşam "dört yandan ateş" programımızda kıymetli hocamız Sayın Zırıldak Sulugöz konuk olarak bizi şereflendiriyor. Sayın hocam, lütfettiniz bizleri kırmadınız yoğun işleriniz arasında irşad adına faydalı olmak maksadı ile buralara kadar koştunuz. Acaba, zahmet bu-yurmazsanız bizi şu anda ekranları başında izleyen milyonlarca seyircimize nikâhtan sonra gelinin eşeğe binmesinin uğurlu bir hal olup olmadığını anlatabilir misiniz? Yahut inancımızda uğurun yeri var mıdır? Sayın Hocam, bu sualin cevabını pek çok izleyicimiz sizin himmet saçan mübarek ağzınızdan duymak istiyor efendim, buyurunuz efendim".

 

AKIL VE DOGMA, GERÇEK VE ÇARPITMA

 

Ulan bu ne şimdi? Davullar ne oldu? Trompet nereye gitti? En önemlisi dört yandan ateşlemeyi kim yapacak? Derken ve daha sorunun sorulma şekline de, sorunun kendisine de alışamamışken cevap geliyor. Programa konuk olarak katılan ama oraların sahibiymiş gibi oturan hoca (!?), önündeki bardaktan biraz su içiyor, dudaklarını hafifçe yalıyor. Lü-tufkâr bir ifade ile ağır ağır konuşmaya başlarken kamera yaşlı gözlerine yakınlaşıyor. Daha "eşek" demeden ilk damla gözyaşı süzülüveriyor hocanın nurlu yanağına, "gelin" dediği anda haykırış, "uğur" dediği anda da höykürüş başlıyor. Program böyle sürüp gidiyor. Yani sevgili BirGün okurları ne yalan söyleyeyim insan bu kadar hürmeti de bir parça kıskanmadan edemiyor be! Yani şimdi şu yazdıklarımı helada okuyan, kahvaltı sofrasında üstüne yumurta damlatarak şöylece göz gezdiren yüzlerceniz var biliyorum. Hiç kusura bakmayın, bu böyle gitmez! Biz de bilim sayfası olarak artık tarzımızı değiştiriyoruz. Bundan tezi yok, ağlaya sızlaya anlatacağız, bilimin değil sululuğun, aklın değil dogmanın, gerçeğin değil çarpıtmanın yanında olacağız. Yükümüzü doğrultacağız. Biz sevgili Ateş Hırsızı Selçuk Candansayar ile birlikte, babamızın değil kendimizin alacağı, jakuzili yatlarda sömürdüğümüz paraları en kısa zamanda inşaaaal-lah yerken bu kez sevinçten ağlayacağız...

 

Planım son derece basitti ve Ateş Hırsızı'na da en kısa zamanda konuyu açacaktım ama gelin görün ki beceremedim. Çünkü vicdan denen tohumu içimizde öyle derin bir yere atmışlar, akıl ve bilim ile öyle çok beslemişler ki, ne yapsak sökemiyoruz. Üstelik nasıl dallanmış budaklanmışsa namussuz, geçenlerde Akçakoca'da katıldığımız Dostluk Yardımlaşma Vakfı'nın eğitim çalışmalarında pırıl pırıl gençlerin tertemiz yüreklerinde bir de büyüyüp çiçek açtığını gördük. Keratalar hiç de sözüm ona sunucular gibi teslimiyetçi falan değiller, karşımıza oturup bizleri pohpohlayacaklarına, her söylediğimizi öne arkaya sallanan başları ile onaylayacaklarına, soruyorlar da soruyorlar. İnsan hakları ve bilimin ilgisini soruyorlar, adalet ve aklı sorguluyorlar, örnek istiyorlar, yayın istiyorlar, itiraz ediyorlar, antitez sunuyorlar. Bütün gün çalışıyor akşama da kızlı erkekli dostça, kardeşçe halay çekiyorlar. Ve biz gerçekten ağlıyoruz onlara baktıkça, fark etmesinler, neşeleri kaçmasın diye sessizce, içimize ağlıyoruz. Umudumuzdan, sevincimizden ağlıyoruz.

 

Mutlulukla eve dönüş yolunda çok sevdiğim bir köye uğruyoruz, tam da kahvaltı saati, mis gibi tavşan kanı demlenmiş çaydan önce bembeyaz bir kaymak konuveriyor tepsiye. Birdenbire yıllardır görmediğim bir dostu fark ediyorum tadında. Bu unutulmuş lezzetin sebebi köyün hemen çıkışında homurdanarak karşımıza çıkıyor. Koskocaman kara gözlü bir manda, önümüzde ağır ağır yürüyor. Mandalar başlarını ileri uzatarak yürür, daha yük taşımadan taşıyormuş gibi dururlar. Önümüzdeki kara gölgeyi tartsak rahat 600 kilo gelir. Mandaların 350 kilodan 1 tona kadar olanlarına rastlanabilir Anadolu'da. Manda sütü inek sütüne göre daha beyazdır. BEMBEYAZ. Çünkü mandalar besin ile aldıkları karoteni karaciğerlerinde A vitaminine çevirirler. Böylece sütlerinde karoten yerine A vitamini bulunur, bu da sütün daha beyaz olmasına neden olur. İşte tebeşir kadar beyaz eşsiz kaymağın sırrı budur. Dünyada en çok manda Hindistan, Çin, Tayland ve Pakistan'da bulunur. Ülkemizde 1930'larda yarım milyon olan sayıları 1970'lerde bir milyonun üzerine çıkmıştır. Sonra her nedense tarıma ait pek çok şey gibi onlar da kaybolmaya başlar. Yerlerini yurtdışından ithal Holstein inekleri alır ya da alsın diye uğraşılır.

 

AZ YER, ÇOK ÇALIŞIR

 

Manda zorlu hayvandır. Az yer, çok çalışır, çok yük taşır, az hastalanır. İnek sütünde yağ oranı yüzde 3.75 iken, manda sütünde bu oran ortalama yüzde 8'dir. Dünyada yaşayan memeli hayvanlar içinde en yağlı süt, yüzde 48 ile yunuslardadır. Yunus sağması haliyle bir parça zor olduğundan kullanılabilecek en yağlı ve protein miktarı en yüksek süt (ren geyiklerini saymazsak) mandalardan elde edilir. Mandaların hayatta en keyif aldıkları şey yüzmektir. Başları su akımına karşı, bütün vücutları suya gömülmüş halde akar suda yatmaya bayılırlar. Hatta yüklü bile olsalar bir yerlerde su görünce dayanamazlar. Etleri çok makbul değildir, yalnızca genç malakların eti biraz para eder. Yaşlı olanları etleri sert ve koyu renklidir. Geçmişte en çok Kocaeli, Zonguldak, Samsun, Sinop ve Amasya gibi sahil yörelerinde rastlanırlardı. Yakında ancak müzelerde içi doldurulmuş halde görürüz artık.

 

Manda sütünden Türkiye'de lüle adı verilen meşhur kaymak, halis tereyağı, yoğurt ve peynir yapılır. Hindistan'da Ghee adı verilen yağ ve Chakka denilen bir başka ürün fukaranın has besinidir. Özellikle Sicilya ve bazı Macar peynirleri manda sütünden imal edilir ve dünyaca tanınır. Mısırlılar Zabady adı verilen bir çeşit yoğurt yapar.

 

Memleketimizde bazıları hile yaparak manda sütüne inek sütü karıştırıp öyle satar, böylece sütün içimi kolaylaşır ama rengi eskisi gibi olmaz. Hileli sütün peyniri de bir halta benzemez, kaymağı da, yoğurdu da. Suluzırtlak hocaları hatırlatır bana hileli süt, külliyen yalandır ama yutması kolaydır, bakarsan süttür lakin beyazlıktan ve saflıktan eser yoktur. Sorarsan besleyicidir derler gelin görün ki farelerin sütü bile daha faydalıdır. Ama ne yaparsak yapalım bunları pazarlayan hilekârlar her zaman mevcuttur.

 

Kaynaklar:

 

Adam, R. C. Manda Sütü. Ege Ünv. Matbaası. 1975.

 

İzmen E. R. ve Spöttel W. Anadolu Mandalarının Süt Verimleriyle Sütlerinin Terkibi. Ankara Y. Ziraat Enstitüsü. 1937.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Katılın Görüşlerinizi Paylaşın

Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.

Misafir
Maalesef göndermek istediğiniz içerik izin vermediğimiz terimler içeriyor. Aşağıda belirginleştirdiğimiz terimleri lütfen tekrar düzenleyerek gönderiniz.
Bu başlığa cevap yaz

×   Zengin metin olarak yapıştırıldı..   Onun yerine sade metin olarak yapıştır

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Önceki içeriğiniz geri getirildi..   Editörü temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.