Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

AKP'YE KAPATMA DAVASI AÇILDI


Misafir meraba

Önerilen İletiler

Sebep???

Yola devam diyebilmek için mi???

 

 

sorduğunuz sebebin gerekçesi alıntıladığınız cümlemin üst tarafının tamamıdır...Yetkilerini genişleten bir Anayasa Mahkemesi; Yarın kanunları ben yapacağım derse Meclisin yerine geçmiş olur...O yetkilere baktığınızda kanunlarını kendi yapmakta olduğu anlaşılmaktadır...Yarın Hükümet etmeyeceğini nereden bileceğiz...

 

Nuh Gönültaş-Bugün

 

Haydi siz de bizim kaygılarımızı giderin!

 

Gerginliğin tarafı kim? Bu sorunun bir anlamı kaldı mı! Bir tarife göre (Bu tarifi Milliyet'in yayın yönetmeni Sedat Ergin dün bir haber kanalında yaptı) kendisini laik olarak niteleyen, kentli, iyi eğitimli, gelir seviyesi yüksek ve halkın yüzde 30'unu oluşturan bir kesim, AK Parti'nin samimi olduğuna inanmıyor ve laikliğin elden gideceğine ikna olmuş durumda.

 

Bu yaklaşıma göre Başbakan bir adım atmalı ve bu kesimi ikna etmeli. Bu nasıl olacak o da belli değil. Resme tersinden bakalım. Halkın yüzde 70'lik bir kesimi de var. Bu kesimin içinde bazılarının sandığı gibi sadece çobanlar yok. Ülkenin yine kentli, iyi eğitim görmüş, meslek sahibi, gelir seviyesi yüksek bir kesimi bu yüzde 70'in içinde. Onlar da ülkenin Ergenekon çetesi marifetiyle, hukuk darbesiyle, al takke-ver külah ilişkileriyle istikrarsızlığa doğru sürüklendiğini, bunun kasıtlı olarak yapıldığını, AK Parti'ye kapatılma davası açılmasının bu sürecin ilk adımı olduğunu düşünüyor.

 

"Başörtüsüne özgürlük" gibi basit bir özgürlük talebinin bile kapatılma davasının bahanesi olarak ilan edilmesine içerliyorlar. "Ülkenin gerçek sahibi biziz" ve "laiklik de laiklik" muhabbetinden bıktı bu kesimler. Bu yüzde 70'lik kesimin kaygılarını kim giderecek?

 

Niçin onlar için kimse bir adım atmıyor? Onları temsil eden partiler, niçin kapatılmak isteniyor?

 

"Mağdur"u oynamak herkesin işine geliyor olabilir. Ama bu mağduriyet edebiyatı da kabak tadı vermedi mi? Bunu her iki taraf için de söylüyorum. Madem birbirimizin kaygılarını gidereceğiz, o zaman herkes elini taşın altına sokmalı değilm mi?

 

Ama şaibeli bir "367" kararı ortada dururken, kim nasıl ve ne şekilde Anayasa Mahkemesi'ne güvenebilir?

 

Yüksek Mahkeme'ye duyulan bu güvensizliği izale etmek için ne yaptınız ki bugüne kadar? Birileri bunun da cevabını versin. "Mahkemeye güvenin" diyorsunuz. İyi de... Siz bu milleti saf mı sandınız? Dün ulusalcı kesimin bazı neferleri, ağız birliği etmişçesine "Başbakan'ın üslubunun yumuşadığını" falan manşetlerine taşıdı. Peki, biz yüzde 70 olarak şunu soruyoruz:

 

Ne bileyim ben bunun altında bir arazi işi olmadığını? Size güvenemiyoruz. Her işinizin altında bir çapanoğlu olduğunu düşünüyoruz. Hadi giderin bizim de kaygılarımızı... Samimi olduğunuzu ispatlayın... Başkalarını samimiyet testine tuttuğunuz yetmedi mi?

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

  • Cevaplar 364
  • Tarih
  • Son Cevap

Bu Başlıkta En Çok Gönderenler

Bu Başlıkta En Çok Gönderenler

öyle bir hale geldiler ki artık cürretleri boylarını aşıyor.

 

Anayasa mahkemesine dur denilsinmiş! Parti kapatmak zorlaşsınmış!

 

Mahkemelere güveni olmayanlar br partiye umut ve güven bağlıyor ya inanılır gibi değil...

 

Ama şaşırmamak lazım, birilerinin kafasının içinde gezenle dillerine vurdukları % 100 aynı değil... Yollarına devam edebilmek için parti kapatılması zorlaştırılmalı, anayasa mahkemesi durdurulmalı... Peki o partiler ülkenin zararına çalışırsa milleti ve devleti kim koruyacak?

 

Millet vekili dediğimiz adamlar kaldır parmak indir parmak onlara mı güveneceğiz? TBMM bugün milletin meclisi değildir... Milletin yararına bir şeye imza atmadılar geldiklerinden beridir.

 

Bu düşünceye sahip adamlardan biride Ankara Belediye başkanı Melih Gökçek, belediyenin borçlarını ödemeyen bu adam kapı kapı erzak dağıtmaya başlamış... Devlete vergi ödemeyi kabul etmeyen ama yoksullaştırılmış halkı sadakaya muhtac edip devlete inancını sarsan kişilere güven duymalarını sağlayan bir imaj kullanıyorlar... dindar adam profili çizip işi gücü olmayan ve asli görevi o vatandaşa iş yaratmak olan devletin yönetimine talip kişiler çok şeytani bir planla karşımızdalar...

 

Şimdi bazı maskeler yavaş yavaş düşüyor maskeler düştükçe ortaya çok çirkin suratlar çıkıyor... Yollarına devam edebilmek için her türlü karanlık işi yapacak cürretede sahip kişilikler... Anayasa mahkemesi ve askeri zan altında bırakıp önlerinde ki engelleri aşmak istiyorlar... Ya sonra?

 

Onu görmeye fazla zaman kalmadı...

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

öyle bir hale geldiler ki artık cürretleri boylarını aşıyor.

 

Anayasa mahkemesine dur denilsinmiş! Parti kapatmak zorlaşsınmış!

 

Mahkemelere güveni olmayanlar br partiye umut ve güven bağlıyor ya inanılır gibi değil...

 

Ama şaşırmamak lazım, birilerinin kafasının içinde gezenle dillerine vurdukları % 100 aynı değil... Yollarına devam edebilmek için parti kapatılması zorlaştırılmalı, anayasa mahkemesi durdurulmalı... Peki o partiler ülkenin zararına çalışırsa milleti ve devleti kim koruyacak?

 

Millet vekili dediğimiz adamlar kaldır parmak indir parmak onlara mı güveneceğiz? TBMM bugün milletin meclisi değildir... Milletin yararına bir şeye imza atmadılar geldiklerinden beridir.

 

************ dediklerim olmuş mu? Yoksa ben yalan mı söylüyorum cevap verin...

 

Cüretleri* boylarını aşıyormuş...Bu yoz, yavan, denge dışı tarzı bir kenara bırakıp söylediklerimin aksini ispat etmeye çalışsanız daha anlamlı olur...Söylediklerime karşı bir antiteziniz yoksa; Yok bir partiye güveniyorlarmış da, yok milletin meclisi değilmiş de...

 

Bu tip yaklaşımlarla birşeyi ispatlamıyor aksine sadece bıktırıcı oluyorsunuz. Bu şekilde bir tartışmanın da ehemmiyeti yok. Tartışma tez-antitez şeklinde olur...

 

*************

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

öyle bir hale geldiler ki artık cürretleri boylarını aşıyor.

 

Anayasa mahkemesine dur denilsinmiş! Parti kapatmak zorlaşsınmış!

 

Mahkemelere güveni olmayanlar br partiye umut ve güven bağlıyor ya inanılır gibi değil...

 

Ama şaşırmamak lazım, birilerinin kafasının içinde gezenle dillerine vurdukları % 100 aynı değil... Yollarına devam edebilmek için parti kapatılması zorlaştırılmalı, anayasa mahkemesi durdurulmalı... Peki o partiler ülkenin zararına çalışırsa milleti ve devleti kim koruyacak?

 

Millet vekili dediğimiz adamlar kaldır parmak indir parmak onlara mı güveneceğiz? TBMM bugün milletin meclisi değildir... Milletin yararına bir şeye imza atmadılar geldiklerinden beridir.

 

Bu düşünceye sahip adamlardan biride Ankara Belediye başkanı Melih Gökçek, belediyenin borçlarını ödemeyen bu adam kapı kapı erzak dağıtmaya başlamış... Devlete vergi ödemeyi kabul etmeyen ama yoksullaştırılmış halkı sadakaya muhtac edip devlete inancını sarsan kişilere güven duymalarını sağlayan bir imaj kullanıyorlar... dindar adam profili çizip işi gücü olmayan ve asli görevi o vatandaşa iş yaratmak olan devletin yönetimine talip kişiler çok şeytani bir planla karşımızdalar...

 

Şimdi bazı maskeler yavaş yavaş düşüyor maskeler düştükçe ortaya çok çirkin suratlar çıkıyor... Yollarına devam edebilmek için her türlü karanlık işi yapacak cürretede sahip kişilikler... Anayasa mahkemesi ve askeri zan altında bırakıp önlerinde ki engelleri aşmak istiyorlar... Ya sonra?

 

Onu görmeye fazla zaman kalmadı...

 

Sayın sardunyam.

 

19. yüzyıl pozitivizmini İnsanlara yutturamıyorsunuz artık (sosyal demokrat diye) kral çıplak, Atatürk'ün arkasına saklanıp İnsanlara olmadık hakaretleri yapmak "İLERİCİLİKMİDİR" ce haş pe ve şürekalarının bu ülkeye yaptığı hayırlı bir işi yazarmısınız ve yahut inandığınız her ne ise "EVRENSEL" bir kabulü varmıdır "DEMOKRASİ" gelecek...

Kısa ve öz...

Dayatmalar olmayacak...

Nede olsa 21. yüzyıl bilgi çağı...

Vede artık hiç bir şey gizli kalmıyor,her şey meydanda...

Kalmayacakta...

Siz devam edin biz kaç kişiyiz olayına ve para kazandırın "KÖNTÜR" olarak yiğidim aslanıma...

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

AKP nin kapatilmasina karsi cikan Avrupa birligi!! buyrun ne karar aliyor!

 

AB Mahkemesi'nden PKK Kararı

PKK'nın AB terör örgütleri listesinde yer alması kararı bozuldu.

 

Avrupa Birinci Derece Mahkemesi, terör örgütü PKK'nın Avrupa Birliği terör örgütleri listesine konulması kararını geçersiz buldu.

 

Avrupa Birliği'nin ikinci büyük yargı organı olan mahkeme, terörizmle mücadele kapsamında terör örgütünün mali kaynaklarının dondurulmasına imkan tanıyan kararı bozdu.

 

Mahkeme, Avrupa Birliği Konseyi kararının, yeterli nedene dayanmadığına ve Birlik hukukuna uygun olmadığına karar verdi.

 

Karar çerçevesinde, terör örgütleri listesinin üye ülkelerce gözden geçirilmesi gündeme gelmiş oldu.

 

Erdoğan: "Detaylı Bilgi Geldikten Sonra Açıklamayı Yaparız"

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ise İsveç'teki temasları sırasında kararı değerlendirdi.

 

Erdoğan, "Detaylarıyla bilgisi gelmiş değil. Dolayısıyla, bilgiler tam net geldikten sonra gerekli açıklamayı yaparız" dedi.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

BÜTÜN DÜNYA AYAKTA IMIS!! neden?Cünkü AKP ye kapatma davasi acilmis ve Anayasa mahkemeside bunu kabul etmis...

 

Böyle yaziyor,VAKIT,ZAMAN,YENI SAFAK,BUGÜN,STAR ve bunlar tarzi gazeteler ve bunlarin uzantisi TV Kanallari.

 

Dünya'yi ne ilgilendiriyor Türkiye'nin ic isleri?AKP de bundan nemalaniyor,akin arkanda tüm dünya var der gibi davraniyor,o dünyayi tanimasak neyse!

AKP nin;Amerikayla,Almanyayla,Fransayla,Hollandayla bir akrabaligimi var yoksa,yoksa AKP kapanirsa cikarlari gidecek diyemi korkuyorlar.Yoksa Türkiyenin satisiyarida kalacak diyemi endiseleniyorlar..

Bize karsi tüm dünyanin ayaklandigi dönemleri biz cok yasadik,Birnci dünya harbinde,Kibris harbinde,PKK ile mücadelede hep karsimizda bize karsi ayaklanan dünya vardi,simdide AKP icin ayaklanmislar,o kadar seviyorsunuz AKP yi alin bagriniza basin bizim ihtiyacimiz yok,o zaten Türkiye Cumhuriyeti icin parti vede iktidar olmadi sizin icin oldu.

 

 

saygilarla

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

o zaten Türkiye Cumhuriyeti icin parti vede iktidar olmadi sizin icin oldu.

 

evet

 

o nedenle milyonlarca Avrupalı seçim zamanı Türkiye'ye gelip, yurdun bütün otellerini doldurdular ve AKP ye oy verip, memleketlerine döndüler, böylece parti ikinci kez oylarını arttırarak seçildi !

 

tabi bunlarada bir teori ve senaryo bulunur hemen !

 

 

saygılar

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Bize karsi tüm dünyanin ayaklandigi dönemleri biz cok yasadik,Birnci dünya harbinde,Kibris harbinde,PKK ile mücadelede hep karsimizda bize karsi ayaklanan dünya vardi,simdide AKP icin ayaklanmislar,o kadar seviyorsunuz AKP yi alin bagriniza basin bizim ihtiyacimiz yok,o zaten Türkiye Cumhuriyeti icin parti vede iktidar olmadi sizin icin oldu.

 

 

saygilarla

 

:blink:

AKP ve 1.dünya savaşında bize karşı savaşan ülkeleri mukayese etmek oldukça ilginç bir benzetme olmuş politika...

Bu bir savaş çağrısımı? :)

Peki bu partiye oy veren şu siz dediğin % 47 kimlerdi Uganda'lılarmı?

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

:blink:

AKP ve 1.dünya savaşında bize karşı savaşan ülkeleri mukayese etmek oldukça ilginç bir benzetme olmuş politika...

Bu bir savaş çağrısımı? :)

Peki bu partiye oy veren şu siz dediğin % 47 kimlerdi Uganda'lılarmı?

Ben dünya ülkeleri ayakta diye yazanlara cevap yazdim sayin Süheda,AKP ye karsi savas cagrisi yapmadim,biz dünya ükelerinin bize karsiayakta oldugundan bahsettim eger bu bir savassa biz bu savaslari vok gördük.AKP ye oy veren yüzde 47 üzerinde artik fazla tartisma geregi duymuyorum,bugün bilerek bilmeyerek Atatürk ilke ve inkilaplarina Laiklige,üniter yapiya karsi olan,devletin yapisini dinci bir yapiya cevirmeye calisan Türkiyenin sömürgelestirilmesi icin can atan kim varsa istisnalar disinda hepsi AKP ye oy vermistir.Bu ülkede Kürt sorunu vardir,Türkiyeli kimligi üst kimlik olacak diyen bir adamin partisine oy verenlerin kimler olduklari benim icin pekte önmeli degildir.

 

 

saygilarla

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Avni Özgürel

 

AKP nasıl kurtulmaz?

 

 

Arslanla tilki ormanda geziyorlarmış. Arslan 'Canım birini dövmek istiyor' deyince tilki yakınlarından geçmekte olan tavşanı işaret etmiş: 'Al, döv!..' Arslan kibirli.. 'İyi de bunu bahanesiz yapmak şanıma yakışmaz... Bana bahane lazım' deyince tilki 'Tasalandığın şeye bak, bundan kolay ne var, bana bırak' deyip tavşanı çağırıp 'Senin niye şapkan yok' diye sormuş, sonra tavşanı pata küte dövüp rahatlamışlar. Aradan birkaç gün geçmiş, gezerlerken arslan gene birini dövmek istediğini söylemiş. Bakmışlar aynı tavşan orada. Çağırmışlar, yine 'Senin niye şapkan yok' demişler, yine dövmüşler. Uzun zaman devam etmiş bu durum. Bir gün arslanın canı yine birini dövmek istemiş. Her zamanki gibi tavşanı çağırmışlar. Ama arslan bu kez 'Yahu hep aynı bahaneyle dövmeyelim' diye hormurdanınca tilki 'Tamam, ben ayarlarım' deyip yaklaşmış tavşana: 'Git bize yoğurt getir!.' demiş.. Tavşan yanlarından uzaklaşırken arslan 'Ne yapmak istiyorsun' dercesine tilkiye bakmaya başlamış. 'Merak etme sen.. Kaymaklı yoğurt getirirse, niye kaymaksız getirmedin diye; kaymaksız getirirse, niye kaymaklı getirmedin diye döveriz' demiş tilki. Arslanın hoşuna gitmiş bu fikir. Ama tam o sırada tavşan dönüp 'Yoğurt kaymaklı mı olsun, kaymaksız mı' deyince tilki ne yapacağını şaşırmış. Öfkeyle 'Gel lan buraya!...' diye bağırıp yanına çağırmış tavşanı: 'Senin niye şapkan yok!..' Girişmişler pata küte!..

 

AKP elbette tavşan masumiyetinde değil. Ama kapatma davasının toplumda uyandırdığı hisse uygun bir hikâye bu..

 

Zira geçmişte yani 1971'de Milli Nizam Partisi'nin kapatılması davası sürecinde, daha sonra 1998'de Refah Partisi'nin kapatılmasıyla ilgili davada yaşananlar herhalde 'Senin niye şapkan yok'tan pek farklı olmadı. Dolayısıyla o dönemde Anayasa Mahkemesi'nin izlediği yola, yaşanan sürece bakıp bugün ne olacağını tahmin etmek mümkün. Yasa koyucu 'Laiklik karşıtı eylemlerin odağı olmak' suçunun subut bulması için bu iddianın partilerin yetkili organları veya yönetim sorumluluğunu üstlenmiş kişilerinin fiil ve beyanlarına dayanılarak yerel mahkemelerde açılmış davalar sonucu 'Kesinleşmiş mahkeme kararları'na dayanmasını talep ederken, MNP ve RP davalarında Anayasa Mahkemesi buna gerek olmadığı düşüncesiyle Siyasi Partiler Yasası'nın ilgili maddesini iptal ettikten sonra kapatma kararı vermiş; ya da önce kendi kuruluş ve yargılama usullerini belirleyen yasanın bir maddesini iptal edip ardından kapatma kararı almıştı. Bunları unutmak mümkün değil.

 

Keza Anayasa'nın başlangıç bölümü dahil üç maddesine, Siyasi Partiler Kanunu'nun pek çok maddesine aykırı filleri dolayısıyla, yani son derece ağır bir suçlamayla kapatılan Milli Nizam Partisi'nin yöneticileri hakkında, ne ceza davası açıldığını ne de herhangi bir sorumlusunun siyasetten yasaklaması yoluna gidildiğini, Necmettin Erbakan'ın rahatça yurtdışına çıkıp İsviçre'ye yerleştiğini de unutmamak lazım.

 

AKP'ye gelince, şayet hakkında kapatma kararı çıkarsa, yasanın aradığı 'Laiklik karşıtı eylemlerin odağı olmak' fiilinin öznesi 'eylem'lerinden dolayı değil 'söylemlerinden' dolayı, yetkili organlarınca alınmış kararlardan dolayı değil, gazetelerde yer almış beyanlar ve haberlerden dolayı kapatılmış olacak.

 

Açıkçası ben dava nasıl sonuçlanacak diye merak içinde değilim.. Ancak şundan eminim ki, farkında olmasak da yaşadığımız süreçte muhtemelen sistemin son sıçramasının tanıkları konumundayız. İlk bakışta bu süreçte yargının hırpalandığını görmek üzüntü veriyor elbette; ama bu da değişimin tam o noktada başlanması gerektiğini düşünmeye vesile olur belki.

 

Anayasa Mahkemesi'nin yetkileri arasında bulunmayıp kendi kendine ihdas ettiği 'yürütmeyi durdurma' yetkisinin, yüksek mahkemeye şirin görünme çabasındaki AKP'nin hazırladığı anayasa taslağında yer aldığını bilerek söylüyorum bunu..

 

Not: Geçtiğimiz akşam bir TV kanalının spor programında Hıncal ağabey, Galatasaray taraftarlarının ruh haline ilişkin değerlendirme yaparken 'Herkese madem görünür gelecekte benim şampiyon olma ümidim yok, bari Fenerbahçe'nin yenilgisini isteyip onun kaybıyla sevineyim duygusu hakim' dedi. Bu değerlendirme bence aynen Türkiye siyasetinin tablosunu da yansıtıyor.. CHP'nin neye sevindiğine bakın, ne demek istediğimi anlayacaksnız...

 

RADİKAL

 

Enteresan, hoş, anlamlı, geleceği ışık tutacak bir yazı...Anayasa Mahkemesi kapatılmak mı istiyor diye boşuna sormuyorum...Halkın bir kısmının gözünde kapatılsa daha hayırlı olur düşüncesi uyanmıştır şu anda...

 

Ben ise, seçim şeklinin değişmesi ve hukuk jargonuna daha uygun bir yapının teşekkül etmesi gerektiğini düşünüyorum...

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Yenişafak'tan Salih Tuna'nın mizansen dolu iki yazısını alıntılıyorum...Bu yazılardan ikincisi özellikle çok manidar...Ancak, AKP'nin kapatılmasıyla halkın oyuna filan değinmedim ben bu zamana kadar. %47 oy almış bir parti kapatılır mı da demedim...

 

Hala da demiyorum, tersini de söylemiyorum. Benim ilgilenmediğim bir konu ancak hukuk'un siyasallaşabileceğini hep söyledim. Sizi buraya tıkan güç böyle istiyor diyen bir yargıya sahip olduğumuz dönemleri okudum. Hal böyle olunca; yargının nelere bulaşabileceği hakkında bazı bilgilere bazı çıkarsamalara sahibim. Hele de militan demokrasi, militan hukuk anlayışına sahip yargının neleri yapabileceğini...vs. vs...

 

Fordçu laiklik, militan hukuk ve demoş

 

Okuyanlar bilirler; geçen hafta, ele avuca gelsin diye cismanileştirmeyi hayal ettiğimiz demokrasiye, faraza, bir adam muamelesi çekmiş, ağzımıza geleni söylemiştik.

 

 

Mezkur yazıyı özetleyerek bugünkü yazımın kıta sahanlığına tecavüz etmek istemem. Lakin şu kadarcığını da hatırlatmazsak olmaz:

 

 

“Millet iradesi, diyerek, halkın kanına giriyor, kıytırık bir iddianame yiyince de anında tırsıyorsun!..”

 

 

Hulasa, buna benzer ifadelerle demokrasiye bir hayli sitem etmiştik.

 

 

Aklına gelen başına gelsin, diye kim beddua ettiyse artık, geçen gün rüyama girdi.

 

 

Öyle bitmez tükenmez kabus gibi bir rüya ki, Allah düşmanımın başına vermesin.

 

 

Malumunuz, rüyalar, sipariş veya davet usulü olmadığı için neden, niçin, nasıl diye hesap soramazsın. Yani, hiç bir şekilde itiraz edemez, bahtına çıkana katlanmak zorunda kalırsın.

 

 

Denilir ki; en uzun rüya 12 saniye sürer, ama, bazen bir asra bedel olur.

 

 

Uzun metraj halinde 'Renkli-Türkçe' gördüğüm “demokrasi rüyası” da aynen böyle; nerdeyse bir asır sürdü.

 

 

Neyse, lafı uzatmayalım.

 

 

Hatırladığım kadarıyla demokrasiyle şöyle tanıştık:

 

 

Nişantaşı'nda, Ihlamur Yolu üzerinde çevirdiğim bir taksi sert bir fren yaparak tam önümde durdu.

 

 

Arka koltuğa oturdum. “Taksim'e…” dedim. Lakin kime diyorum? Şoför yok!

 

 

“Nereye kayboldu bu adam?!...” gibilerinden etrafa bakayım demeye kalmadan, taksi hareket etmeye başladı.

 

 

Allah'ım bu nasıl iştir! Bu taksiyi kim sürüyor?!

 

 

“Nereye götürüyorsun lan beni; dur, ineceğim!..” şeklinde çaresizce haykırdım.

 

Ama kime? Benden başka kimse yok ki?

 

 

Kapıya davrandım, açılmıyor. Sanki kaynak yapılmış milim kımıldamıyor. Var gücümle tekrar zorladım; imkanı yok, olmuyor.

 

 

İşin garip tarafı, güzergâh doğru; taksi, Taksim yolunu tutmuş gözüküyor.

 

 

Tam Elmadağ'dan geçerken, baktım olacak gibi değil, ıslık çalmak niyetine, kendi kendime geyik çevirerek korkumu biraz olsun azaltayım, dedim:

 

 

“Biliyor musun? Buralar bir zamanlar hıyar tarlasıydı…”

 

 

“Hâlâ öyle…” dedi, bir ses.

 

 

Kim *** bu?!

 

 

Yanımda oldukça şişko ve albino bir adam oturmuş bana bakıyor.

 

 

Yüzümden kan çekilmiş; baştan ayağa titriyorum; dişlerim zangır, zangır birbirine vuruyor.

 

 

“Sen de kimsin?..” diye soracağım, soramıyorum.

 

 

Bu adam kim; ne zaman, nerden, nasıl binmiş?!

 

 

Neden sonra, bütün cesaretimi toplayıp, “Bu taksinin şoförü sen misin?” diye sordum. “Öyle olsa arka koltukta işim ne?” dedi, “Hem taksi gidiyor, görmüyor musun?”

 

 

Hay görmez olaydım; evet gidiyor, ama nereye?

 

 

“Bakınız beyefendi” dedim, son bir gayretle, “Bu taksiyi ben tuttum; lütfen iner misiniz?..”

 

 

Son derece sakin bir şekilde, “Ben de aynı şeyi iddia edebilirim” dedi, “Buna kim karar verecek?..”

 

 

Şoföre soralım, diyeceğim, şoför yok.

 

 

Tıslarcasına, “Ben ineyim o zaman, sen devam et.” dedim.

 

 

“Nereye devam edeyim?” diye sormaz mı!

 

 

O kadar hayret ettim ki, “Gideceğin yeri bana mı soruyorsun?” diye çıkışmasaydım, ağzım uzun süre açık kalacaktı.

 

 

“Uzatmayalım” dedi, elini dostça uzatarak, “Tanışalım; ben demokrasi…”

 

 

Eline baktım, ince, uzun, çok uzun parmakları vardı.

 

 

“Yeni Şafak'ta 2 Nisan Çarşamba 2008 tarihli yazında, hakkımda ileri geri konuşmuştun; işte karşındayım ne diyeceksen yüzüme karşı söyle şimdi…” dedi.

 

 

Taksiden inince ayakkabılarının olmadığını fark ettim.

 

 

Ne yalan söyleyeyim; nedenini sormadım.

 

 

Takdir edersiniz ki, rüyada her şey sorulmuyor. (Belki de, yalınayak dolaşmakla, her ayakkabıya uygun ayağım var, demeye getiriyordur.)

 

 

Demokrasiyle işte böyle tanıştık ve çok geçmeden o kadar samimi olduk ki; o bana, “Salihciğim..” şeklinde hitap ediyor, ben ona, “Demoş” diyordum.

 

 

“Demoş” dedim, “Gel sana yemek ısmarlayayım…”

 

 

Bir şartla kabul etti:

 

 

Lokantayı o seçecek, parayı ben ödeyecektim.

 

 

Anlaştık.

 

 

Daha önce hiç bilmediğim bir lokantaya gittik.

 

 

Vicdansız Demoş doymak nedir bilmiyordu. Kaç tabak yemek yedi sayamadım.

 

 

Çok kıllı ve sarkık gür bıyıklı lokantacı gelip de, “Lütfen şuna bir son verir misiniz; diğer müşterilere yemek kalmıyor!..” diye nazikçe uyarmasaydı, daha ne kadar yerdi kim bilir?

 

 

Sağdan, soldan, Aysun Kayacı'dan lafladık. Lafın bi yerinde, “Valla Demoş” dedim, “insanları saymayı değil de tartmayı esas alsaydın belki Aysun haklı çıkardı…”

 

 

Demoş güldü.

 

 

Niye gülüyorsun, aklına yine nasıl bir cinlik geldi, diye sordum.

 

 

“Dağdaki çoban ağırlık bakımından Aysun'a fena basar.” dedi. “Ne de olsa çok zayıf bir kadın…”

 

 

“Galiba yanlış anladın Demoş.” dedim, “Ağırlık, dediğim, müktesebat ağırlığı yani…”

 

 

Birden ciddileşti ve yüzüme uzun, uzun baktıktan sonra sesine bariton bir hava vererek, “Biz seçimden, oydan bahsediyoruz, ÖSS yerleştirme sınavından falan değil…” dedi.

 

Daha sonra gezdik, dolaştık.

 

 

İstiklal Caddesi'nde volta atarken “Fortçu Laiklik” ve “Militan Hukuk” ile karşılaştık.

 

 

Rüyamım kabus kısmı; işkence ve sorgu faslı tastamam buradan itibaren başladı.

 

 

Gelgelelim, yerimizi hayli aştık; yarına kaldı.

 

 

Şimdilik, “Fortçu Laiklik” in o çok kıllı lokantacı adamdan başkası olmadığını söyleyeyim de, rüyanın devamını anlatacağım yarınki yazıya bigane kalmayın.

 

 

 

 

 

Demoş ve adamlarıDünkü yazımda, daha önce bir adam şeklinde cismanileştirerek sitem etiğim demokrasinin, şişko ve albino kılığında rüyama girdiğini anlatmıştım.

 

Zat-ı âlileriyle garip bir şekilde müşerref olmuş, çok geçmeden "Demoş" diyebilecek kadar samimiyeti ilerletmiştik. Rüyamda tabii.

 

İmdi, o acayip rüyanın en heyecanlı ve kasvetli kısmından devam edebiliriz.

 

Demoş ile birlikte güle oynaya İstiklal Caddesi'nde volta atarken, birden o çok kıllı ve ağzı görülmeyecek kadar sarkık gür bıyıklı lokantacıyı fark etmiştim. (Hani dünkü yazımda bahsettiğim lokantanın sahibi.)

 

Lokantacı nerdeyse ışınlanırcasına Demoş'un arkasında, bitişik nizam vaziyette belirmişti.

 

Sivri uçlu uzun dilini, Demoş'un kulağının taa östaki borusuna kadar sokarak bir şeyler fısıldadığını görünce, "Ne var, ne istiyor?.." diye sordum.

 

Omuzlarını suhuletle silkerek, "Hiiiç" karşılığını verdi. "Bana doğruyu söyle Demoş!" dedim, "Bu adamla tanışıyor musunuz?"

 

İsteksizce, "Ben onsuz yapamam ki!" diyerek kestirip attı.

 

Demoş'un yüzüne hayretle bakarken, aklıma nedense, Bukowski'nin, bir adamı 'küçülterek' münasebetsiz yerinde taşıyan kadın kahramanı geldi. (Niye geldiyse?!)

 

Bu nasıl "onsuz yapamam" yüzsüzlüğüdür birader; hemi de güpegündüz!..

 

Arkasından ayrılmayan lokantacıyı işaretle, Demoş'a sordum:

 

"Peki, kim bu adam?"

 

Kulamparanın yakışıksız kaçacağını düşünerek, 'adam' sözcüğünü tercih ettiğimi anladığı halde, hiç umursamadı.

 

"Laiklik…"

 

Laiklik mi?!..

 

Hâlâ anlamadın mı, dedi, Demoş, sana lokantada bir mesaj vermeye çalışmıştık.

 

Dilimin ucuna, mesajı siz veriyorsunuz ama kredi kartımın son limitine kadar hesabı ben ödüyorum, demek geldi, vazgeçtim.

 

Vay Demoş vaay, demek öyle ha!

 

Sonra…Birden…Parçalı ışıkla aydınlatılan devasa bir salonda buldum kendimi. Öyle bir yer ki; şato desem değil, saray desem değil. (Malumunuz, lineer bir çizgide ilerlemeyen rüyaların kurgusundan sual olunmaz.)

 

Saçımdan topuğuma kadar ürperdim.

 

Demoş'a ve Fordçu Laiklik'e yalvardım: "Bırakın beni, evime gideyim, küçük çocuklarım var; eşim akşama gelirken süt ve çocuk bezi almayı unutma demişti; lütfen, n'olur, bırakın!.."

 

Yeşilcam marifeti bir kötü adam kahkahası yankılandı salonda.

 

Karanlıklardan süzülerek önümüze dikilen simsiyah cüppeli yarma gibi bir adam, "Kitabın hiçbir maddesinde çocuk bezi ve süt geçmiyor..." diyerek bir kahkaha daha attı.

 

Belli belirsiz titrek bir sesle, "Demoş" dedim, "Kim bu yarma?"

 

"Militan Hukuk" karşılığını verdi.

 

Eyvah! Bu nasıl haldan bilmez, vicdansız hukuk!

 

Dan Brown'un, "Da Vinci Şifresi"nde tasvir ettiği müzenin salonuna benzer bir salondan ilerleyerek, Michael Radford'un "Flawless" filmindeki elmas baronlarının çelik oval kapısına benzer bir kapının önüne geldik.

 

Anadan üryan bir görevli, Fordçu Laiklik'ten aldığı şifreyle kapıyı açtı.

 

İçeri girdik.

 

Ellerimi bağladılar ve "sorgu aleti" tesmiye ettikleri şeffaf bir koltuğa oturttular.

 

Demoş'a, "Suçum ne? Hukuk diye bişiy var; ayıp oluyor ama ha…" yollu serzenişte bulundum.

 

Lakin, Militan Hukuk kallavi cüssesiyle aramıza girince, Demoş görünmez oldu.

 

Kaldım mı Militan Hukuk'la baş başa!

 

Gayriihtiyari mırıldandım: "Allah'ım yardım et!.."

 

Allah, dedim diye, Fordçu Laiklik elinin tersiyle ağzıma sert bir şekilde vurdu.

 

İsyan ettim; haykırdım:

 

"Avukatımı istiyorum…"

 

Kimse duymadı; Militan Hukuk'un o gıcık kahkahası arasında gümbürtüye gitti feryadım.

 

Zaman kazanmak için, demokratik, laik ve sosyal hukuk devleti, diskurundan bahsettikten sonra, "Hepiniz burada ama 'Sosyal' kardeş yok? O nerde?" diye sordum.

 

"Kapıda kaldı" dedi, Fortçu Laiklik. "Kapıdaki anadan üryan görevliydi o, fark etmedin mi?.."

 

Çaresizdim. Yapacak bir şeyim yoktu.

 

"Oylarımızla bu kumpas düzeninizi değiştireceğiz, göreceksiniz siz!..." şeklinde tehditler savurdum.

 

Demoş, Militan Hukuk'un arkasından, "Oyla düzen değişseydi, oy vermek yasaklanırdı…" dedi.

 

Militan Hukuk, "Gördün mü, nasıl da biliyor…" dedi, alaycı bir sesle.

 

Gördüm, dedim, gördüm!..

 

Böyle açık konuşun, ciğerimi yeyin. Ne öyle halk idaresi, malk idaresi diyerek kafa ütülüyordunuz!

 

Oyla düzen değişmez demek bu kadar güzel olur mu yahu...Oyla ne değişir...Seçmen niye oy kullanır...Bunlar soru değil...Soru şu: Michael Radford'un Flawless filminde başrollerde oynayan kadın kahraman filmin sonuna kadar niye o elması elinde tutmuştur ve sonunda o elmas ne olmuştur? Sanane elmastan diyen olabilir, olmasın kocaman bir elmastı...Elmas'ın sananesi olmaz...

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

  • 3 ay sonra...

Bu son soruya bir türlü cevap verilmedi...Ben de unutmuşum...Tarih bazen bazı şeyleri unutturuyor...

 

Beşer hafızası nisyan ile malül...Ya da daha usturuplu olarak "Hafıza-i beşer nisyan ile malüldür"

 

Beni yine yanılttı ve ters köşeye yatırdı Anayasa Mahkemesi...

 

Çok oluyorlar...

 

...

 

Hey gözünü sevdiğimin üç noktası...

 

Beni fıtık eden sanırım "Bu" Anayasa Mahkemesi...

 

Bundan sonra Anayasa Mahkemesinin başına "BU" sıfatını veya zamirini koymak zorundayız...

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Islerine gelince yargiyi severler islerine gelmeyince hepsi ihanet odagi olurlar,iste dinci ve AKP ci cevrelerin elindeki kozlar,Anayasa mahkemesi AKP kapatma davasini kabul etti ihanet odagi oldu cünkü Türk devletine karsi olanlarin kurdugu bir partinin kapanmasi söz konusuydu,Anayasa mahkemesi AKP yi kapatmadi simdi yargiya saygimiz coktur deniyor,diyenlerde ayni insanlar ayni kalemler,kapansaydi demokrasi bitmisti Türkiyede kapanmayinca demokrasi yine yirtmis oldu.Demokrasinin göstergeside AKP ile DTP.Yani ikiside Türk devletinin karsitlarinca kurulmus ve birisi türlüiki entrikalarla iktidar olmus bir parti.ikiside Türkiyenin kaderine oynayan Türkiyeyi rayindan cikarmaya calisan partiler,birisi bölücü digeri Laiklik düsmani,demokrasiyide arac yapmis kullaniyorlar.AKP daha düne kadar saskin ***** misali ne yapacaginin hesaplarini yapma telasindayken simdi ayaklari yere basmis ve borazan basilarida borazanciliga baslamistir.

 

 

saygilarla

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

  • 3 yıl sonra...

Silivri'de ki generaller serefli ve onurlu insanlardir onlari oraya gönderen güctür asil hain kesim.Cünkü ortada bir terör örgütü yoktur olmadigi yillardir artik dogal olarak ispat edilmistir,Türk ordusuna karsi kin dolu olanlarin hep yeni senaryolar yaratarak o serefli insanlari icerde tutma cabalarininda hesabi gün gelecek sorulacaktir.Silivri bir toplama Kampidir.Hitler'in toplama kamplarindan farki yoktur.

AKP'nin sabikali oldugu zaten biliniyor.Sabikali bir liderin partiside sabikali olur.Esyanin tabiati böyledir.

 

saygilarla

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Katılın Görüşlerinizi Paylaşın

Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.

Misafir
Maalesef göndermek istediğiniz içerik izin vermediğimiz terimler içeriyor. Aşağıda belirginleştirdiğimiz terimleri lütfen tekrar düzenleyerek gönderiniz.
Bu başlığa cevap yaz

×   Zengin metin olarak yapıştırıldı..   Onun yerine sade metin olarak yapıştır

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Önceki içeriğiniz geri getirildi..   Editörü temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.