Misafir birce Gönderi tarihi: 6 Mart , 2008 Paylaş Gönderi tarihi: 6 Mart , 2008 Bedirhan Gökçe'yle şiirin ve şairin bugünkü yerini ve değerini konuştuk. Bedirhan Gökçe'yle röportaj yapmaya gidiyorum. Kulağımda Yedi Karanfil’den Fazilet, dinleye dinleye yürüyorum. “Çok güzel sorular sormalıyım ki çok güzel cevaplar karşısında utanıp kalmamalıyım” diye de söylenip duruyorum. Gün akşama doğru dört nala koşuyor, bense Bedirhan Gökçe’nin sorularıma vereceği cevabı merak ediyorum. O iyi bir yorumcu olduğu gibi, iyi de insan. Röportaj bitince bunu daha iyi anlıyorum! Röportaj: Muaz Kalaycı, Genel Yayın Yönetmeni Redakte: Tuğba İskeçe Sizce şiirin okura karşı sorumluluğu nedir ve son dönem Türk şiirinin okura karşı sorumluluklarını yerine getirdiğini düşünüyor musunuz? Şiirin bir sorumluluğu olmaz olsa olsa şairin sorumluluğu olur. Her yazan kendine yazar bir kere, her yazan kendine ve kendini yazar… Kendinde bulduğu şeyi ortaya koyar, okur da onun içinde ne kadar kendini bulursa o şiir o kadar yaşar. Bir şair sorumluluk duygusuyla yazar mı yazmaz mı sanatçı bu tür şeylerin baskısı altında yaşamayı sevmez. Sanatçı hür yaşamak ister, yazmak istediğini hür anlatmak ister. Bu yüzden de bazı toplumsal değerleri dikkate alarak yazar. Eğer militarist bir şair değilse, eğer bir isyanı yoksa bu tür tavırlara dikkat eder. Zaten diğer duruş da onun duruşunu gösterir. Bu yüzden de “okura karşı sorumluluğu var mıdır?” sorusuna yanıt verecek olursak her iş yapanın insana karşı bir sorumluluğu vardır zaten. Karşıda anlamını bulduğu sürece ve anlam yüklendiği sürece bu anlam bulur ve yaşamaya devam eder. Bu yüzden de “bu sorunun moda mod cevabı şudur” diyemeyeceğim. Karşılığını bulmayan, anlamını bulmayan ve kabul görmeyen hiçbir iş zaten iş olarak kalmaz. Ha keza şair yazar, Bedirhan Gökçe de okur, dinleyen de beğendiğini alır. ŞAİR TARİHE NOT DÜŞER Dünyada kan gövdeyi götürüyor. Bir tarafta açlık diğer tarafta lüks yaşamlar…vs Dünyada tüm bunlar olurken şiir nerede duruyor, nasıl duruyor, nasıl durmalı? Şiir burada elbette isyanda durur. Şiirin kendi iç dünyasında zaten militarist bir yapı vardır. “Suskunsa şairi bir milletin, Düşmüştür içine devasız illetin” diye sevgili Mehmet Çetin’in bir şiiri var. Bir de Mehmet Emin Yurdakul bir şiirin de derki; “Bırak beni haykırayım, susarsam sen matem et!” Şairleri haykırmayan bir millet sevenleri toprak olmuş öksüz çocuk gibidir. Şair sadece yaşadığı devrin fotoğrafını çeker. Bazen geçmişten örnekler sunar ve belki de birilerinin kitaplarca anlatamadığı şeyleri iki mısranın, bir kıtanın içerisinde anlatır. Şairin duyarsız olması mümkün değil. Yani ne açlığa duyarsız kalabilir, ne de dünyadaki zulme duyarsız kalabilir. Neden birilerinin pervasızca yemesine içmesine duyarsız kalsın ki şair! Zaten yazmaya başladığı andan itibaren yüreği ve kalemi ona böyle bir görevi biçmiştir. Örneğin “Adam kavgada belli olur” albümümdeki “Kerkük çığlığı” şiirini okumamın sebebi budur. Kerkük’te yaşanan dramı anlatır. İnsan balık hafızalıdır ve tarihi zaman içinde unutur. Dün Bosna’da, Kosova’da yaşananları nasıl unuttuysa bu millet yarın da unutacaktır ve şair burada unutulmamak adına tarihe bir not düşer. Bu yüzden de şair etkilenir, şiir de etkilenir, millet de orda anlamını bulur ve belki de sanatlar içerisin de kayıtsız kalamayan tek sanat burada şiirdir. Alıntı Yoruma sekme Diğer sitelerde paylaş Daha Fazla Paylaşım Siteleri
Misafir birce Gönderi tarihi: 6 Mart , 2008 Paylaş Gönderi tarihi: 6 Mart , 2008 KURAN-I KERİM’İN İNİŞİNDE BİLE ŞİİRSEL BİR KAVGA VAR Şiirlerinizde duygusal bir yoğunluk görünüyor. Duygusal ağırlık taşıyan şiirlerin, olaylar karşısında da aşırı duygusal kalma ihtimali yok mu? Aşırı duygusallık, şiirin olaylar karşısında somut bir duruş sergilemesine engel değil midir? Şiir bir sonuç bildirgesi değildir. Şiir, insanlara bir şeyleri haykırır. Siz buna ama uyarsınız ama uymazsınız. Şiir, yazılı tarih içerisine geçen bir genelge değildir. Yazılı tarih içerisine düşmüş bir nottur, gönül notudur. Haliyle şiir bir duygudur ve duygusal bir not düşmek zorundadır. Ama bu duygusal notun yine karşı taraftaki anlamını bulmasıyla harekete geçer. Dünya tarihine, İslam tarihine baktığımız zaman Kuran-ı Kerim’in inişinde bile şiirsel bir kavga var. İslamiyet öncesi Kâbe’nin duvarlarına asılan şiirlerle birlikte ayetler gelmeye başladığı zaman insanlar diyor ki; “Bu normal bir beşer kelamı, bu normal bir insan sözü olamaz. Bunları bir insan yazamaz”. O dönem içerisinde şiirleri kapışıyorlar ve şiirlerin kapışıldığı yerde inen ayetlerdeki şiirsel güç öyle bir yüksek noktada ki, belagat öyle bir üst noktada ki orda ki bütün şiirleri alt üst ediyor. Şiirin her dönem insan üzerinde etkisi vardır. İnsanoğlu var olduğu sürece insanın iç dünyasını haykıran, feryat eden bir duruşudur şiir. Bu yüzden de o ne kadar duygusal anlatılırsa anlatılsın duygusal bir şiir olarak kalmaz. Mutlaka karşılığını bulur. Bazen kavimler, bazen insanlar bir şiir yüzünden birbirine girer. Tarihte olmuştur bu. HERKES ŞİİR OKUMAZ, ŞİİRİ YORUMLAMAK DA ÖNEMLİ Son yıllarda şiirin okunmaktan çok dinlendiğine şahit olduk. Bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz? Sizce şiir dinleyicilerinin şiir okuyucusundan farkı ya da farkları ne? Şiir dinlemek mi, şiir okumak mı? Şiir okumak farklı kesimin işidir. Herkes şiir okumaz. Zaten okumayan bir milletiz. Ama şiir okunulabilirliklerin içinde en kolay ve en basitidir. En uzun şiiri okumak insanın beş dakikasını alır. Ama şiirleri biz okuduğumuz zaman çoğu dinleyiciden şu sözleri duyuyoruz: “Ben bu şiiri yıllardır okurum ama ilk defa anlamını yakaladım” Yani şiirin bir de güzel anlatımı var. Özdemir Asaf diyor ki; “Bir şiiri anlamasan da olur, Ama onu kötü okuma ne olur” Bir şiiri iyi okuyup şiirin hakkını verdiğiniz zaman Erdem Beyazıt’ın ifadesiyle şiirin her bir mısrası tankın paletleri gibi geçer insanın üzerinden. O duyguyu verdiğiniz zaman anlamını bulur. Şiiri bu noktadan yakaladıktan sonra dinleyici de bu şiiri okumaya başlayacaktır. İyi bir şiiri iyi bir yorumdan duyan dinleyici onu mutlaka bulup bir de kendi gözleriyle okumak ister. …İNSANLARIN HAYAL DÜNYALARINI YIKABİLİRDİK! Son yıllarda şiirlere klipler çekiliyor. Çekilen kliplerin okurun hayal dünyasına bir müdahale olduğunu düşünüyor musunuz? Elbette düşünüyorum. Bu sadece şiirlere değil şarkılara çekilen klipler için de geçerli. Konulu şiirler var, konusuz şiirler var. Mesela bizim “Sol Yanım Acıyor Anne” de şiirin içinde bir konu var. Biz bu şiire çektiğimiz klipte anneyi göstermedik. Herkes kendi dünyasından bir anne koysun istedik. Eğer klipte bir anne oyuncu oynatsaydık belki de insanların hayal dünyalarını yıkacaktık. Kiminin annesi sarı saçlıdır, kiminin kara saçlıdır. Kiminin saçı kapalıdır, kiminin annesi köylüdür. Kimi batılıdır, kimi doğuludur. Bir anne portresi çizemezdik. Baba ve çocuk rolünü Türk standartlarında bir baba ve çocuğa oynattık. Ben bu noktada da izleyiciyi çok yönlendirdiğimize inanmıyorum. http://www.turkish-media.com/forum/index.p...mp;#entry675082 Alıntı Yoruma sekme Diğer sitelerde paylaş Daha Fazla Paylaşım Siteleri
Misafir birce Gönderi tarihi: 6 Mart , 2008 Paylaş Gönderi tarihi: 6 Mart , 2008 AŞK, İMKANSIZI İSTER Aşk ve şiir… Son dönemde neredeyse tüm sanat alanlarında, ortaya konan eserlerde aşkın her geçen gün biraz daha fanileştirildiğine şahit oluyoruz. En azından biz böyle düşünüyoruz. Aşk ve şiir… Bu konuda siz ne düşünüyorsunuz? Ağustos ayında oruç tutan bir adamın içtiği suyla bir kış mevsiminin ortasında elinin altında sürekli su dolu bardakla su içmesinin arasındaki fark neyse dünden bugüne aşkın ve aşığın durduğu durumda budur. Siz birine âşık olacaksınız, onun saçının perçemine şiir yazacaksınız. Çünkü bir tek saçının perçemini görebiliyorsunuz. Sevdiğinizi bir tek bakkala giderken, çeşme başında suya giderken, pazara giderken görüyorsunuz. Uzaktan evinin penceresinin perdesine şiir yazıyorsunuz çünkü orayı görüyorsunuz ve onun arkasında onun olduğunu biliyorsunuz. Hep böyle bir uzaklık var ama ne zaman ki bu aradaki uzaklıklar kısalmaya başlıyor, ne zaman ki insanı ilişkilerdeki vuslat dediğimiz yelpaze daralmaya başlıyor, yani bugün seviyorsun ertesi gün görüşüyorsun, beş gün mesajlaşıyorsun, altıncı gün el ele yan yana diz dize geliyorsun… işte o zaman aşk çıkar aradan, çünkü aşk i imkansızı ister, aşk zoru ister… Cep telefonu ortamın da mesajlaşmalar, yüz yüze görüşmeler, çok çabuk el tutmalar, çok çabuk sarılmalar insanın o aradaki vuslatını, hayal dünyasını ortadan kaldırıyor. Yani bir paketin içinde ne var diye düşünmek başka bir şey, o paketi açıp içindekini görmek başka bir şey. Paketin içini hayal etmeli, onu başka bir yere koymalı. Bu devir de neden bir tane Kerem çıkmıyor dağları delsin? Aşk, imkansızlıklara ulaşılmasının zoruyla oluşan çok sıcak bir duygudur. İmkansızlık bittiği andan itibaren harareti söner. ŞİİR, MİLİTARİST DUYGUYA ÇOK YATKINDIR Şiirin sosyal ve ahlâki bir görevi olduğunu düşünüyor musunuz? Şiir bir ideolojinin taşıyıcısı olmalı mı? Ahlaki bir görev taşıdığına inanırım. Bütün sanat dallarının taşıdığına inanırım. Toplumuna ters düşen, toplumun değerlerini hiçe sayan, bir kesimi yok gören bir sanatın ben sanat olduğuna inanmıyorum. Kendi durduğun yeri belirginleştirirsin, altını çizersin, değerlerinin sesini daha farklı seslendirebilirsin ama bu bir başkasının varlığını yok kabul etme ya da hiç kabul etmeme anlamını içermez. Şiir, röportajın başında dediğim gibi militarist duyguya çok yakındır. Bu yüzden de çok rahat o kılıfa girer. Ancak şahsen senelerdir bu ülkede şiir programı yapan ben Bedirhan Gökçe olarak bunun olmamasına özen gösterdim. Şiir çok güzelse bunun Nazım Hikmet tarafından, Necip Fazıl tarafından yazılmış olmasına bakmadım. Şiirin şiirsel gücünü paylaştım. Şiirin etkileyiciliğini paylaştım. Bu yüzden şiir ideolojiye çok yatkındır ama olmalı mıdır? Bence hayır. MSN DENİLEN YAZIŞMA ORTAMI AR PERDESİNİ KALDIRDI Bugünün şiiri 80 sonrası olarak adlandırılıyor. 80 sonrası Türk şiiri edebiyatımıza neler kazandırdı, neleri kaybettirdi? Ben buna 80 sonrası bile demem, özel televizyonlar sonrası derim. O da 90 sonrasına gelir. Bu milletin değerleri içerisinde kendisini var eden ahlaki değerleri vardı ve bu milletin ahlaki değerleri ne yazık ki televizyonla beraber kaldırıldı. İnternet ortamı ve msn denilen o yazışma ortamı oluştuktan sonra ar perdesi tamamen kalktı. İnsan, sevdiğine sevdiğini gözlerinin içine baka baka hayatta söyleyemezken yazarak çok rahat söyleyebiliyor. İNTERNET KONTROLSÜZ BİR ORTAM Köy kent ilişkisini ortadan kaldıran televizyon ve internet ortamı öyle bir hal aldı ki; millet ne köylü kalabildi ne kentli olabildi. Aileler, çocukları Anadolu kültürü yaşasın isterken çocuk şehrin kültürü içerisinde büyümeye başladı ve baba oğul, ana kız arasında ki ayrımlar netleşmeye başladı. Ama 2020 itibari ile zaten şehir kültüründe yetişmiş ve ahlaklı kalabilmiş insanların çocuklarının çok daha aydın olacağına inanıyorum. Bu yüzden de 80 sonrası değil 90 sonrası özel televizyonların oluşmasıyla beraber sadece şiir değil sanat çok ciddi yara almıştır. Ben bu ülkenin değerleri içerisinde yükselmek adına magazin programları içerisinde görünmemeye inadına dikkat ettim. Ha belki magazin programlarında boy gösteren insanların tanınma açısından 10 sene gerisinden geliyorum ama sağlam ve idealist bir yere geldiğime inanıyorum. Üniversitelere gidip bu gençleri gördüğüm zaman diyorum ki; “Evet boşuna değil, bu gençler de bu çizgiden gelecekler” Alıntı Yoruma sekme Diğer sitelerde paylaş Daha Fazla Paylaşım Siteleri
Misafir birce Gönderi tarihi: 4 Mart , 2009 Paylaş Gönderi tarihi: 4 Mart , 2009 Şair Mustafa Özçelik, şair Nurettin Durman'ın sorularını yanıtladığı söyleşide yeni kuşakların yönelim tarzlarının şiirimizin önünü tıkadığını savundu. Yeni kuşaklar, ya tamamen toplumcu ya da tamamen bireyci bir şiire yöneldiler ve bu durum bence şiirimizin önünü tıkadı. Böylece yeni şiir, biçime takılıp kaldı. Toplumdan, kültürümüzden, medeniyetimizden koptu. Bu yüzden onlarca isim şiir yazdı ama bir varlık gösteremediler. Sevgili şair bakıyorum uzun zamandır şiir yayınlamıyorsunuz. Yeni şiir kitabı da yok piyasada epeydir. Ne oluyor sevgili şair. Şiirden koptunuz mu? Yoksa şiir mi sizden uzaklaştı. Biliyorsunuz şiir çok kıskanç, çok bencil bir sevgilidir. Onu biraz incittiniz mi hiç acımaz canınıza okur. Hemen küser çekip gider, kayıplara karışır. Böyle bir kaygı içinde nedir şimdiki şiir haliniz ? Bir şair olarak siz de iyi bilirsiniz ki, şiirden kopmak öyle kolay bir hadise değildir. Fakat şairlerin de zaman zaman içine çekildikleri, şiir yazmadıkları yahut yazsalar bile yayımlamadıkları dönemler vardır. Ben de böyle bir süreci yaşadım son yıllarda... En son şiir kitabım 2002'de yayımlandı. O günden bu yana dergilerde 20 şiirim yayımlandı. Bir o kadar da tamamlanmış fakat yayımlanmamış şiirim var. Böyle bir tablo karşısında sanırım şiirden koptuğum söylenemez. Yani şiirden koptuğumu düşünmüyorum. Sadece az yazıyor ve az yayımlıyorum. Nesir yazmak şiirime 'iklim' bulmakla ilgili Yıllardır yazıyorsunuz. Birçok ismi Mavera dergisinde tanıdığım gibi sizi de Mavera dergisinde yayımlanan şiirlerinizle tanımış oldum. Kitaplar yayınladınız. Okullarda, Üniversitede ders verdiniz. İyi bir Türkçe ile yazıyorsunuz büyük bir imkân olarak. Buradan bakınca son yıllarda şiir sizde ikinci plana düşmüş ve daha çok inceleme araştırma kitaplarına yönelmiş oldunuz. Daha önceki yıllarda yazmış olduğunuz çocuklara yönelik kitaplarınızı ayrı tutarsak; Yunus Emre, Nasreddin Hoca ve Mehmet Akif üzerine kitaplar hazırladınız ve diğer bazı çalışmalar içindesiniz bildiğim kadarıyla. Bu ilginin bu yakınlaşmanın sebebini anlatır mısınız ? Son yıllarda nesir çalışmalarına ağırlık verdiğim doğrudur. Bu şiirden kopuş anlamına gelmediği gibi şiiri ikinci plana atmak anlamına da gelmiyor. Doğrusu, nesir yazmayı seviyorum ama nesre ağırlık vermek bu sevginin yanı sıra şiirime bir "iklim" bulma meselesiyle de ilgilidir. Sadece şiir yazarak bir kültür-sanat yapısı kurabilmek bana mümkün görünmüyor. Eğer şiir bir dünya görüşüne yaslanması gereken bir tür ise bunun denemeyle, biyografiyle kısacası başka tür eserlerle de beslenmesi, zenginleştirilmesi gerekir diye düşünüyorum. Şiir, tek başına çok büyüleyici bir iklim... Kimi zaman insanı tarihten, coğrafyadan, toplumdan koparabiliyor. Bu durumda nesir, şairin ayaklarını yere basmasını sağlıyor bence... Şiirin vazgeçilmez bir yakıcılığı vardır bir şair için. Türkçe şiirin yenileşme sürecinde, yani daha net bir yaklaşımla Cumhuriyet'e girişte ve devamında nasıl bir sistem, tavır ve çıkış yolu göstermek istemiştir şiir. Siz de önemli kitaplar yayınladınız. Ayrıca Türkçenin değişim ve gelişim imkânlarını da göz önünde bulundurarak ve gelişen bu süreçte sizin şiirinizin de varmak istediği yeri bize açıklasanız diyorum. Şairin sesine kimler, nasıl kulak verir bu ayrı bir konudur ama; özellikle geçiş dönemlerinde bir "yol göstericilik" yaptığı muhakkaktır. Bizim çok ciddi bir gelenek sorunumuz, geleneğe yabancılaşma sorunumuz var. Tabi bu sorun aynı zamanda "çağdaş" olmakla da birlikte düşünülmesi gereken bir sorundur. Ben, çağın şairi olmanın gelenekle kurulacak bağla yakından ilgili olduğuna inanan biri olduğum için bu çizgide eser verenlerin yolunu izlemeye çalıştım. Bu noktada önümüzdeki en önemli imkân bana göre Sezai Karakoç şiiriydi. Edebiyat, Mavera, Yedi İklim, Düş Çınarı... gibi dergilerde yazan pek çok şair gibi ben de bu zincire eklemlenmek istedim. Bunu ne ölçüde başardığımı benim söylemem doğru olmaz ama niyetim ve gayretim bu yolda oldu. Karakoç şiiri, daha genel anlamda Diriliş düşüncesi medeniyetimizin çağdaş manada bir ihya ve inşa faaliyeti idi. Fakat sonradan başka kanallar açıldı ve yeni kuşaklar, ya tamamen toplumcu ya da tamamen bireyci bir şiire yöneldiler ve bu durum bence şiirimizin önünü tıkadı. Bir İkinci Yenidir tutturdular, Sezai Karakoç'u bile ona eklemleyerek benimsediler. Biçimsel olarak bu akım bir yenilik ifade edebilir ama bu akımın şairlerinin bir "öz" meselesi yoktu. Böylece yeni şiir, biçime takılıp kaldı. Toplumdan, kültürümüzden, medeniyetimizden koptu. Bu yüzden onlarca isim şiir yazdı ama bir varlık gösteremediler. Alıntı Yoruma sekme Diğer sitelerde paylaş Daha Fazla Paylaşım Siteleri
Misafir birce Gönderi tarihi: 4 Mart , 2009 Paylaş Gönderi tarihi: 4 Mart , 2009 Medeniyet kaygılı şiir 80'lerde bitti Şiirin gelişiminde bir de akımlardan söz edilir olmuştur hep. Hececiler, Garip, İkinci Yeni, Toplumcu şiir. Şiire toptancı bir bakış açısı ve duyarlığı ile mi bakılmalı, yoksa dönemleri ile mi dikkate almalı şiiri ? Ayrıca sözü edilmekte olan 80 şiiri ve sonrası var. Bana daha çok bir iktidar mücadelesini çağrıştıran bu sahiplenmeleri veya bu bölümlenmeleri nasıl yorumlamak icap eder ? Şairi tümüyle çağından, benzer anlayışla eser verdiği topululuklardan da tümüyle ayrı düşünemeyiz. Fakat; şair, her ne kadar bir akıma, gruba nispet edilebilir olsa bile sonuçta şiir ferdi bir hadisedir. Bu yüzden her şair, kendi ikliminde kendi şiirini kurar ve kurmalıdır. Sonra benzer anlayıştaki şairlerle bir koro oluşturabilir. 80 sonrası şiir ise, dil, işçilik, biçim bakımından birtakım yenilikler ortaya koymuş olsa bile meseleye bütün olarak bakıldığında bir "köksüzlük"ü çağrıştırıyor bence...Ne oldu sonuç, ona bakalım. Tabir caizse estiler, gürlediler, önceki oluşumları ve birikimleri inkâr ettiler. Ortaya kalıcı örnekler koyamadılar. Çoğu ilk kitaplarından sonra unutulup gittiler. Medeniyet kaygılı şiir, bana göre seksende bitti. Kendinin bitmesi bir yana Sezai Karakoç'un açtığı yatağa gençlerin ulaşmasını da engelledi. Nitekim bu arkadaşların idollerine bakacak olursak bu durum daha iyi anlaşılabilir. Hiç birinin referansında bir Yunus Emre, bir Fuzuli, bir Mehmet Akif yok. Varsa yoksa İkinci yeni şairleri... Bu tam anlamıyla bir yabancılaşma ve reddi-miras tavrı bence... Kişileri bağlayan ortak değerler yoksa bölünmeler de kaçınılmaz olur. Yazı hayatınızda birçok dergide yazdınız, dergilere destek verdiniz, dergi çıkardınız. Hali hazırda yayınlanmakta olan dergilerimizin yayın politikalarını nasıl buluyorsunuz ? Günümüz edebiyat dergileri işlevlerini yerine getiriyorlar mı? Yoksa her dergi kendine bir hâkimiyet alanı mı açmak istiyor. Dergiler arasında bir rekabet var mıdır ? Bu hep böyle mi olagelmiştir, yoksa zaman zaman nükseden bulaşıcı bir şey midir edebiyat hayatında ? Dergilerin rekabet içersinde olmaları bir değer ifade ediyor mu acaba ? Ayrıca bir çeteleşmeden söz edilebilinir mi edebiyat piyasasında. Bir çeteleşme, gruplaşma varsa eğer bu şimdilerde mi olmaktadır yoksa hep böyle mi olagelmiştir. Dergiciliğin nasıl zor şartlarda yapıldığının gerek yazar gerekse kısa bir süre yayın yönetmeni olarak yaşadığım tecrübeden iyi biliyorum. Bu yüzden bu arkadaşlarımızın çabalarını takdir etmekle birlikte şunu da söylemek durumundayız ki, bu konuda işler uzun zamandır iyi gitmiyor. Dergilerin bir yayın politikasından söz etmek zor görünüyor. Dolayısıyla işlevlerini tam anlamıyla yerine getirdiklerini söylemek iyimserlik olur. Seslerimizi bir "koro"ya dönüştüremiyoruz. Her dergi kendi adasında bir "beylik" oluşturmaya çalışıyor. Yahut niyet böyle olmasa bile sonuç böyle oluyor. Rekabet kötü bir duygu değil ama iş çeteleşmeye gelince bu durum maalesef var. Bu durum yeni değil şüphesiz... Ama dergi çıkarmanın kolaylıkları, usta-çırak ilişkilerinin olmayışı, edebiyatın "edeb"ini ortadan kaldırmış gibi... Ortaya bir şey koymak yerine ortaya bir şey koymuş olanlara saldırarak kendilerine bir alan açmak isteyenler, edebiyat ortamını şekillendirmeye çalışıyorlar. Fakat su gidiyor, kum kalıyor. Değerli olan her zaman değerlidir çünkü. Modernizm hastalığının hiçbir kutsalı yok ! 80'li yıllar dergileri bizi heyecanlandırırdı. Heyecanla bekler, arar, soruşturur ve bir yerde sevgiyle açardık sayfalarını. Hele şiirimiz, yazımız varsa daha bir şevklenirdi içimiz. Günümüz dergilerinde böyle bir heyecan sezilmiyor. Hadi biz yaşımız itibariyle durulduk diyelim. Bu heyecansızlık durumunu gençlerde de görmek mümkün. Neden böyle oldu. Bu heyecansızlık sorunu nerden kaynaklanıyor ? Bu bir modernizm hastalığı olabilir mi acaba ? Ya da internet dergiciliğinin ortaya saldığı virüs mü edebiyat hayatına kasteden ? Evet, heyecan kayboldu. Bu durumun sosyal, siyasal sebepleri, toplumsal değişimle ilgili yönleri olmakla beraber, bence asıl sorun ortaya konulan ürünlerdeki nitelik problemi... Siz, buna modernizm hastalığı da diyebilirsiniz. Modernizm, bir yapının eskiyen taraflarını atıp onu canlı tutmak çabası değil... Bir köksüzlük... Hiçbir kutsalı yok... Dayandığı, beslendiği bir geleneği yok... Tam bir yabancılaşma... Bugünkü dergilerde görülen şiir örnekleri bu yabancılaşmanın ürünü... Sanki Servet-i Fünun devri yeniden geldi. Fecr-i Ati dirildi... Böylesine bu topraklardan, bu toprakların dünyasından uzak bir şiir yazılıyor. İnternet dergiciliği ise başlı başına bir felaket... Şiirinizi, yazınızı bir dergi yayımlamadı mı, ne gam, gönderirsiniz bir internet sitesine yayımlarsınız. Olmadı kendiniz bir site kurarsınız... Evet, bu durum edebiyat adına bir vahameti ifade ediyor. Unutmayalım, kökleri olmayan hiçbir çiçek yaşayamaz. Nitekim de öyle oluyor. Kendileri yazıp kendileri okuyorlar, bir tek mısraları bile gönüllerde karşılık bulmuyor. Çünkü aşksız, heyecansız şiirler... Kelime istifi... Yürekte değil zihinde yazılan tamamen kurgusal metinler... Biz aşkımızı kaybettik. Neyse bu bahsi fazla da uzatmaya lüzum görmüyorum. Son söz olarak söylemek istediğim şudur: Aşk yoksa heyecan da yoktur. Aşkın ve heyecanın olmadığı yerde de şiirin sözü edilemez. Bu aralar neler yapıyorsunuz ? Tezgâhta ne var ? Şiir var mı örneğin ? Az da olsa şiir yazıyorum. Tamamlanmış fakat henüz yayımlanma imkânı bulamayan bir şiir kitabım var. Nesir çalışmalarım sürüyor. Yunus Emre'nin Cumhuriyet dönemi ve sonrası aydınlarına, sanatkârlarına etkisini inceleyen bir dosya bitmek üzere... Alıntı Yoruma sekme Diğer sitelerde paylaş Daha Fazla Paylaşım Siteleri
Misafir Domuzbağı Gönderi tarihi: 4 Mart , 2009 Paylaş Gönderi tarihi: 4 Mart , 2009 Günümüzde kaybolan değer olarak tanımladığımız duyguların, dizginlenmeden ahenkli bir biçimde açığa çıkmasıdır şiir. Şiir söyleşi ve metafor sanatıdır. Duygu aktarımıdır. Ama olabildiğince özgür ve anlaşılır olması gereklidir. Şair, harcadığı her sözcüğünden sorumludur. Şiirin hakkını vermek içinse iyi bilgilenmek önemlidir. Şiirde okuru kızdırmamak, bıktırmamak ve bencil olmamak önem taşır. Şiir, sadece şairin yaşamından kesitler vermemeli, toplumsallaşmalıdır. Evrendeki tüm varlıklar şiirde canlanmalı. Okur kendini bulmalı şiirde. Düzgün şiirler ise yine okuyucunun yaşamından çıkar. Bence en güzel şiir, sözlüksüz okunanıdır. Bir bulmacayı çözecekmiş hissine kapıldığı an okur, kitabı elinden bırakır. Her türlü kirlenmenin yaşandığı evrende okura anlaşılır, tertemiz bir dille mesaj vermek hünerdir. Yapmacık yaklaşımları okur hemen anlar, onları asla kandıramazsınız. Sıcak, içten, samimi ifadelerle okur oluşturabilirsiniz ancak. Niteliksiz ürünleri okuyanlar bilinçsiz okurlar, nitelikli ürünleri okuyanlar bilinçli okurlar diye de ayıramayız. Okur buna kendisi karar verir. Duyarlı okurlar, farkında olmaksızın şairin iç dünyasını besler, bu dayanışma düzgün ürünlerin çıkmasına neden olur. Tüm evreni dizelere sığdırmak küçümsenemeyecek kadar zordur. Sığdırmak için, mantığı ve duyguyu aynı kefeye koymak gereklidir. Ki, bu da olanaksız gibi bir şeydir. Şiirde hem mantığı, hem duyguyu, hem de düşleri buluşturmak büyük beceri ister. Hele hele duyguyu aktarırken teknik yoksa her şey boşa gider. Sözümün özü şair, sözcüklerle kitabına çivi çakmalı. Bu çiviyi öyle bir biçimde çakmalı ki, yeri geldiğinde hem okuyucuyu, hem kendini asabilmeli... Saygılar... Alıntı Yoruma sekme Diğer sitelerde paylaş Daha Fazla Paylaşım Siteleri
Φ nestanbul Gönderi tarihi: 7 Nisan , 2014 Paylaş Gönderi tarihi: 7 Nisan , 2014 resim şiirden önce gelir! Alıntı Yoruma sekme Diğer sitelerde paylaş Daha Fazla Paylaşım Siteleri
Önerilen İletiler
Katılın Görüşlerinizi Paylaşın
Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.