Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

İŞKENCE!nedir?İŞKENCE'siz yapamıyormuyuz?


Yayamaz Kayımca

Önerilen İletiler

bende hesapladım nasıl canlar aldığınızı nasıl onurları,alileri ve volkanları (bunlar benim şehit olan arkadaşlarım) ve diğerleri nasıl öldürdüğünüzü anlamak için empati gerek diyorsun sende hangi empati var ölüm diyince sadece kendi ölülerin kendi cenazelerin bizdekiler nedir peki...

 

hani bir laf vardır ateş edilmeyecek silah yoktur nişanı gözlemeye göz gerek, söylenmeyecek söz yoktur doğruyu söylemeye yürek gerek

 

al size empati o zaman...doğunun kendisinde yaşadın bende yaşadım yaşattım...

 

Sadec şehit olan Volkan mıydı?

 

Yapmayın dostum Jihat'da şehit oldu.

 

Doğuda yaşamadınız,yaşasaydınız bu kadar öfkeli olmazdınız.

 

Yaşasaydınız,Kürtleri yaşananların tek sorumlusu olarak görmezdiniz.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

  • Cevaplar 96
  • Tarih
  • Son Cevap

Bu Başlıkta En Çok Gönderenler

Sadec şehit olan Volkan mıydı?

 

Yapmayın dostum Jihat'da şehit oldu.

 

Doğuda yaşamadınız,yaşasaydınız bu kadar öfkeli olmazdınız.

 

Yaşasaydınız,Kürtleri yaşananların tek sorumlusu olarak görmezdiniz.

 

onur uzman çavuştu hatta netten bakabilirsin onur ozan ilgen ....

ali ve volkan öğretmen ....

 

Jihat dediğin kişi halktan birisi mi bilmiyorum halktan birisi ise teröristmi değil mi onuda bilmiyorum çocuk mu yetişkin mi onuda bilmiyom ama sen biliyorsun bak yukarıya yazdım....

doğuda yaşamadığımı nerden biliyorsun nüfus takip belgemi sen mi tuttun ????

 

PKK yı bir Türkün desteklemesi özelliklede doğuda bana mantıklı gelmiyor be mavi....

 

yani sana da helal olsun askerin şehitliğinde bile haklılık payı çıkardın ya...

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

onur uzman çavuştu hatta netten bakabilirsin onur ozan ilgen ....

ali ve volkan öğretmen ....

 

Jihat dediğin kişi halktan birisi mi bilmiyorum halktan birisi ise teröristmi değil mi onuda bilmiyorum çocuk mu yetişkin mi onuda bilmiyom ama sen biliyorsun bak yukarıya yazdım....

doğuda yaşamadığımı nerden biliyorsun nüfus takip belgemi sen mi tuttun ????

 

PKK yı bir Türkün desteklemesi özelliklede doğuda bana mantıklı gelmiyor be mavi....

 

yani sana da helal olsun askerin şehitliğinde bile haklılık payı çıkardın ya...

 

Sevgili arkadaşım,Volkan ve Jihad dedim...isimlerden yola çıkarak halkları örnek verdim;

 

Dedim ki sadece Türk olan Volkan değil Kürt olan Jihat'da bu ülke için şehit olmuştur.

 

Mecaz-ı Mürsel diyelim biz buna.

 

PKK ile Kürt halkını ayırabilsek,ne dediğim daha iyi okunacak!

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Sevgili arkadaşım,Volkan ve Jihad dedim...isimlerden yola çıkarak halkları örnek verdim;

 

Dedim ki sadece Türk olan Volkan değil Kürt olan Jihat'da bu ülke için şehit olmuştur.

 

Mecaz-ı Mürsel diyelim biz buna.

 

PKK ile Kürt halkını ayırabilsek,ne dediğim daha iyi okunacak!

 

benim o açıklamayı yapmak taki kastım sana veridğim örnekteki kişiler devlet görevlsi biri asker.Senin verdiğin isim ne iş yapıyor dağa çıkan bir terörist ise onu kalkıp ta bu insanlara bir tutamassın

 

yok halktan biri ise orda ölen insanlardan bahsetmiyoruz çünkü masumca öldürülen binlerce Türk,Kürt,arap... diğerleri var

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

  • 2 hafta sonra...
benim o açıklamayı yapmak taki kastım sana veridğim örnekteki kişiler devlet görevlsi biri asker.Senin verdiğin isim ne iş yapıyor dağa çıkan bir terörist ise onu kalkıp ta bu insanlara bir tutamassın

 

yok halktan biri ise orda ölen insanlardan bahsetmiyoruz çünkü masumca öldürülen binlerce Türk,Kürt,arap... diğerleri var

 

Dağa çıkan değil,asker olan JİHAD!

 

Demek istediğim,Jihadlar da bu ülke de onlarda vatanları için asker!

 

Ölen insanlar hadsiz hesapsız.Öldürülen mevkiye göre kutsal.Tek diyeceğim,zavallıyız.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

İşkence ülkemizde yasak ama uygulanıyor mu.Tartışılır ancak unutmayalım ki arkasından insan hakları var diyerek koşulan avrupada yada amerikada Türkiyede işkencenin 4 katı vardır.BUnu artı parantez belirteyim.Bizdeki hukuk sisteminin buna bir kılıf bulamaması bizde hakkaten işkence yasak olup yapan kişilerin bir şeyler sadetinin arkasına geçerek işkence yapmasından kaynaklanır.

 

Avrupa'da Türkiye'deki işkencenin 4 katı olduğunu nereden çıkardın ? Bu bilgiyi ve kaynağını bizle de paylaşır mısın ?

 

 

İşkence yapılmalı mı yapılmamalı mı.Tabi ki yapılmamalı ama bazen gerek duyulan bir çözüm sayarım.Babamın bir sözü vardır.Karşıda ki şerle geliyorsa sende hayırla gitmeyeceksin.Bu sözün çarpıtılmasın lütfen vben insanlara saldırın üstüne gidin demiyorum.Suçlu psikolojisi çok farklıdır.Bakın ayrık otu illet bir ottur.Siz çeker yolarsınız ama genede çıkar.AMa öyle bir ayrık otune denk gelirsiniz ki çekersiniz gelmez, kurusun deseniz kurumaz, çareyi elinize keseri alıp dibini dövmeye başlayıp kökünden kopararak çıkarmakta bulursunuz.Yani zor kullanırsınız kendi elinizdeki imkan sizin durumu çözmeye yetmez.

 

Dünya'da sistematik işkence uygulayan ülkeler mi? Yoksa uygulamayan ülkeler mi suçla mücadele de daha başarılıdır ?

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Metin Göktepe

 

 

8 Ocak 1996’da öldürüldü Metin Göktepe. Kolluk güçleri önce “duvardan düştü” dedi. Ailesi, arkadaşları, gazetesi, meslektaşları, emek ve demokrasi güçleri katillerin peşine düştü.

 

 

Metin Göktepe olayı bugüne kadar çeşitli yönleriyle yazıldı, kitap oldu ve Türkiye’de egemen güçlerle gazeteciler arasındaki ilişki benzer biçimde sürdüğü sürece de yazılmaya devam edecek.

 

Sevgi ve saygıyla andığım çalışma arkadaşım, değerli dostum Metin’in kişisel özellikleri ve insani yönüne dair, konuyu takip edenler açısından genel bir izlenimin şu ana kadar oluşmuş olduğunu da varsayarak, bu yazıda iki temel yön üzerinde durulacak.

 

Bunlardan ilki, iki sınıf arasındaki çelişki ve bölünmenin Metin Göktepe gerçeği özelinde kendisini somut bir biçimde göstermiş olmasıdır.

 

Marksizmin devlet tahlili, devletin bir sınıfın diğer sınıf üzerinde baskı ve egemenlik aracı olduğu gerçeği Metin Göktepe olayında bütün çıplaklığıyla görülmüştür.

Metin Göktepe’nin her gazetenin ve gazetecinin ilgi göstermeyeceği bir haberi, Ümraniye Cezaevi’nde katledilen iki devrimci tutuklunun cenaze törenini izlemek istemesi, onun gazeteciliğinin sınıfsal özü, sınıfsal seçiciliğinden bağımsız değerlendirilemez. Yine cenazenin gerçekleştiği Alibeyköy’e gelindiğinde karşılaşılan polis barikatını aşmak konusunda Metin’in diğer gazetelerdeki arkadaşlarına nazaran daha inatçı davranması da yine onun gazetecilik anlayışının dolaysız bir sonucudur.

Çalıştıkları holding medyasının “baron” yöneticilerinden farklı bir gazetecilik duyarlılığına sahip olduklarını bildiğimiz muhabirler, basın kartlarında yazılı olan gazetelerin adı nedeniyle Metin’in yaşadığı sondan kurtulurken, Metin “Evrensel muhabiri” olduğu için özel bir muameleye tabi tutulmuştur.

 

Çünkü Evrensel, o cenaze törenine katılanlar için toplu gözaltı emrini vermiş olan dönemin İstanbul Emniyet Müdürü Orhan Taşanlar ve yardımcısı Kemal Bayrak’ın, hınç duyduğu bir sınıfın çıkarlarını savunan bir gazetedir.

 

Metin’i gözaltına almış olan Çevik Kuvvet mensupları da varlık nedenlerini, Metin’in çıkarlarını savunduğu sınıfın eylem ve kalkışmalarına karşı “düzeni korumak” olarak görmektedirler. Tam da bu nedenle, buna uygun bir politik seçicilikle o üniformanın içine sokulmuşlardır. Aslında alt sınıflardan gelen, ancak egemen sınıfların çıkarına göre inşa edilmiş bir düzenin devamını zora dayalı olarak sürdürmek görevini gönüllü olarak yapacak kadar kendi sınıfına yabancılaşmış olan bu kişiler, şekillendirildikleri faşist mevzuatın da etkisiyle Metin’i katledecek kadar dövmekte bir sakınca görmemişlerdir. Arkalarındaki tarihsel gerçeklik de onları bu konuda rahat ve özgüvenli olmaya koşullamaktadır. 1990’ların başlarından Metin’in katledilmesine kadar geçen süreçte arka arkaya katledilen onlarca gazetecinin faillerinin hiçbirinin bulunup cezalandırılmamış olması bu özgüveni zaten tarihsel bir hak olarak onlara vermiştir.

 

Ancak atladıkları bir nokta, onların “derin” eylemdaşlarına kıyasla şehrin ortasında, göz önünde eylemlerini gerçekleştirmiş olmaları ve suçüstü yapılmaya çok elverişli bir durumda bulunmalarıydı. Elbette bu tespit, aşağıda da değineceğimiz gibi, başka bir dizi etkenle birlikte ele alınmadığı takdirde, Metin’in katillerinden en azından bir kısmının cezalandırılmasını sağlayan kararlı ve örgütlü mücadelenin neferlerinin emekleri ve başarıları atlanmış olacaktır.

 

Metin katledildikten sonra dönemin yetkililerinin yaptıkları ilk açıklamanın, “duvardan düşerek öldü” biçiminde olması da yine aynı sınıfsal refleks bağlamında yerli yerine oturtulabilir ancak.

 

Ve gelişen örgütlü baskı karşısında dönemin başbakanının, aranan sanık polisler için “teslim olacaklar, ancak can güvenliklerinden korkuyorlar” biçimindeki açıklaması da yine aynı sınıfsal refleksin bir başka tezahürüdür.

 

Metin’in davasının, kitlesel örgütlü takibi kırmak için ilden ile sürülmesi ve açık sorumlulukları bulunduğu halde Taşanlar ve yardımcısının korunması da aynı sınıfsal zincir içinde değerlendirilmelidir.

 

Tüm bunlar alt alta konulduğunda, Metin’in gözaltına alınıp öldürülmesinden katil polislerin yargılanması konusunda yargı bürokrasisinde görülen gönülsüzlüğe kadar her biri, iki sınıf arasındaki büyük fotoğrafın içindeki küçük birer karedir.

 

Metin Göktepe olayının gösterdiği ikinci büyük gerçek ise adalet ve basın özgürlüğü gibi kavramların sınıfsal içeriğine dairdir. Genel bir bakışla var olan düzendeki adalet sisteminin “mülkün temeli”ni teşkil ettiği ve mülksüz sınıfların açık mağduriyetleri karşısında bile son derece gönülsüz olduğu bir gerçektir. Ancak bir sınıfın diğer sınıfa karşı baskısı karşısında, ezilen sınıfın direnişi ve düzeni değiştirme mücadelesi de yine bu sosyal gerçeklik içinde olmakta, yargı süreci alttan gelen baskıyla alışık olmadığı bir kararı almaya mecbur bırakılabilmektedir.

 

Dolayısıyla “devlet katleder, yargı da üstünü örter” anlayışı, bir mücadele süreciyle değişime zorlanmadığı sürece nihilize bir kanıksamadan öte bir anlam taşımayacaktır. Göktepe davasının gösterdiği ikinci büyük gerçek de budur: Biz sahip çıkarsak, katiller yargılanabilir.

 

Metin’in katledildiği gün toplu gözaltı emrini veren ve Göktepe davasının derinleşmemesi için özel bir gayret gösteren dönemin İstanbul Emniyet Müdürü Orhan Taşanlar’ın bu olayda yargılanıp mahkum edilememiş olması da iki sınıf arasındaki çatışma ve mücadele düzeyinin, henüz bunu sağlayacak boyutta olmaması nedeniyledir.

 

Tüm bunlarla birlikte Metin Göktepe olayında, gözaltında katletme eylemi nedeniyle bir grup polisin cezalandırılıp hapis yatmış olması, başından itibaren bu davanın peşini bırakmayan basın emekçileri, ailesi, Metin’in kurucu üyelerinden biri olduğu partisi, avukatları ile emek ve demokrasi güçlerinin başarısıdır.

 

Katledilişinin 13. yılında Metin’i sevgi ve saygıyla anarken, adaletin ancak, mülksüzlerin, mülk sahiplerinin düzenine karşı ciddi ve örgütlü bir direnç gösterebildiği durumda, ezilenler için de işleyebileceğini asla unutmamak gerekiyor. Ve adalet AB’den ya da başka bir yerden gelecek, kağıt üzerindeki maddelerin içinde duran ve ihtiyaç duyanların imdadına yetişecek olan bir şey değildir. Adalet, demokrasi ve basın özgürlüğü ancak mücadele edilerek kazanılabilir şeylerdir ve kazanıldıktan sonra da, “harcamakla bitmeyecek büyük bir miras” gibi bir kenarda durmazlar. Sınıflı bir dünya da, hayat da, adalet de ezilen emekçi yığınlar ve onların temsilcileri için asla cömert değildir. Ancak mücadele edilerek ve mücadele edildiği kadar kazanılabilir. Kalıcılığı da bu mücadelenin sürekliliğine bağlıdır. Metin Göktepe gerçeğinin öğrettiği en önemli gerçeklerden biri budur.

 

Fatih POLAT

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Ister fiziksel olsun ister ruhsal iskence her hemen hemen cogu Ulke'de var ve hepte vardi...

Iftara amla araciyla kullanilmis iskence ....yada piskolojik...

 

Suanki dusuncem cogumuz iskenceye karsiyiz diyoruz ama merak ediyorum eger iskence edilen kisi "dusmansa" ve cevaplari tek iskence yaparar alacaginizi bilseniz ulkenizi korumak icin yaparmiydiniz ???

 

Benim problemim insanlar nekadar kotu olursa olsun gozumde halen insandir ve o kisiye iskence gozumun onunda yapilsa yada ben yapmis olsam fiziksel o aciyi cekerken bende ruhsal cekerdim bu aciyi.

 

Iskence'siz yapamiyormuyuz diye sorulmus: bence hep bir yol vardir ve iskencisis yapilir ama insan oglu kolay yol varken neden zor yollu secsin ki ? -_-

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Ister fiziksel olsun ister ruhsal iskence her hemen hemen cogu Ulke'de var ve hepte vardi...

Iftara amla araciyla kullanilmis iskence ....yada piskolojik...

 

Suanki dusuncem cogumuz iskenceye karsiyiz diyoruz ama merak ediyorum eger iskence edilen kisi "dusmansa" ve cevaplari tek iskence yaparar alacaginizi bilseniz ulkenizi korumak icin yaparmiydiniz ???

 

Kalınlaştırdığım cümle, hollywood filmlerinin klişesidir. Böyle savaş ya da istihbarat dünyasının anlatıldığı kıytırık filmler olur. Bir idealist asker ya da fbi ajani vardır. Birde rambovari . Rambovari olanı hep eleştirir idealist olan. O da ona hayatın gerçeklerini falan gösterir. Artık hollywood'un bile rağbet etmediği bayatlamış bir klişedir.

 

İşin gerçeği, işkencenin temel bilgi sağlama yöntemi olduğu devirler geçeli 30-40 yıl olmuştur. Günümüz sorgu teknikleri, çapraz sorgulama, tanık koruma programı, uzman psikolog sorguçlar, uykuda sorgulama ve daha bizim bilmediğimiz nicesi gibi. Ki bu tekniklerle günler içinde sonuç alıp suçla etkin mücadele eden ülkeler vardır. Tam zıttında ise, yaygın ve sistematik olarak temel sorgu ve bilgi alma aracının işkence olduğu bunun yanında suçla mücadelede sınıfta kalan. Ve suç cenneti olan ülkeler vardır. Tablo tam olarak böyledir. Her ülkeye tek tek bakarsak.

 

Bugün ülkemizde dahil olmak üzere tüm dünyada. İşkence istihbarat amacıyla değil, suç yıkma, cezalandırma amacıyla kullanılır yaygın olarak. ABD'li askerlerin Ebu Greyb cezaevindeki mahkumlara yaptıkları işkencelerin, istihbarat, bilgi sağlama vs ile uzaktan yakından bir alakası var mıdır? Hayır. Tamamen aşağılamak, sindirmek, bezdirmek, cezalandırmak, üstünlüğünü kabul ettirmek için yapılan işkenceler. Yani oradaki mahkumların hapis cezalarının bir parçası olarak kullanılmakta. Engin Ceber'in cezaevinde işkence sonucu öldürülmesinin istihbarat veya bilgi sağlamakla bir alakası var mıdır? Gardiyanlar sorgu elemanları mıdır ?

 

Ülkemizde bir kaç yıl öncesine kadar işkence ne için vardı ? Ya faili bulunamayan bir suçu ünlü fıkraya konu olduğu gibi. Yakaladığın birine döve döve, eze eze kabul ettirip, ifade imzallattırıp mahkemeye sevketmek için. Ya da muhalif statüsünde olanları sindirmek , yıldırmak için. Yani yasaların öngörmediği bir ceza ile cezalandırmak için.

 

Benim problemim insanlar nekadar kotu olursa olsun gozumde halen insandir ve o kisiye iskence gozumun onunda yapilsa yada ben yapmis olsam fiziksel o aciyi cekerken bende ruhsal cekerdim bu aciyi.

 

Bir ikincisi neye göre kötü ? Kime göre kötü ? İşkencenin mağdurları hep kötüler midir ? Güney Afrika'da apartrheid rejimi altında aylarca süren işkencelerden geçirilen siyahi kanaat önderleri şimdi bakanlık yapmaktadır. Bir tanesi ise ömür boyu devlet başkanı ilan edilmişti (Nelson Mandela). Portekiz'de Salazar iktidarının son günlerini yaşarken cezaevlerin fiili işkence gören birçok kişi, üç gün sonra Salazar devrilince salıverilip yeni kurulan mecliste milletvekili oldu. Yirmiyıl önce bu ülkede cezaevinde tırnakları çekilen kimseler şimdi parti genel başkanı. İster siyasi ister adli, zorla karakolda üstlerine suç yıkıldığı mahkemede ortaya çıkan binlerce kişi olduğu gibi, kimbilir kaç tane masum insan ülkemiz cezaevlerinde yatmaktadır?

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Ister fiziksel olsun ister ruhsal iskence her hemen hemen cogu Ulke'de var ve hepte vardi...

Iftara amla araciyla kullanilmis iskence ....yada piskolojik...

 

Suanki dusuncem cogumuz iskenceye karsiyiz diyoruz ama merak ediyorum eger iskence edilen kisi "dusmansa" ve cevaplari tek iskence yaparar alacaginizi bilseniz ulkenizi korumak icin yaparmiydiniz ???

 

Benim problemim insanlar nekadar kotu olursa olsun gozumde halen insandir ve o kisiye iskence gozumun onunda yapilsa yada ben yapmis olsam fiziksel o aciyi cekerken bende ruhsal cekerdim bu aciyi.

 

Iskence'siz yapamiyormuyuz diye sorulmus: bence hep bir yol vardir ve iskencisis yapilir ama insan oglu kolay yol varken neden zor yollu secsin ki ? -_-

 

Yani ulusal çıkar söz konusu olunca insani haklar güme mi atılacak canım :(

 

İşkence ulusal çıkara yarayan ise Devlet nedir o zaman,devlet nerede durmalı ve devletin amacı ne?

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

 

Bugün ülkemizde dahil olmak üzere tüm dünyada. İşkence istihbarat amacıyla değil, suç yıkma, cezalandırma amacıyla kullanılır yaygın olarak. ABD'li askerlerin Ebu Greyb cezaevindeki mahkumlara yaptıkları işkencelerin, istihbarat, bilgi sağlama vs ile uzaktan yakından bir alakası var mıdır? Hayır. Tamamen aşağılamak, sindirmek, bezdirmek, cezalandırmak, üstünlüğünü kabul ettirmek için yapılan işkenceler. Yani oradaki mahkumların hapis cezalarının bir parçası olarak kullanılmakta. Engin Ceber'in cezaevinde işkence sonucu öldürülmesinin istihbarat veya bilgi sağlamakla bir alakası var mıdır? Gardiyanlar sorgu elemanları mıdır ?

 

[/b]

Dedinize katiliyorum ama iskencenin bir yonude karsindakini kucuk dusultmek degilmidir buda psikolojik iskencesi ve evet bunu yapan amerikali askerler bilgi saglamak icin yapmadilar karsilarindakini hic gostermek istediler ve kucuk dusulerek kendilerinin ' gucunu' gostermek istediler..

 

Bir ikincisi neye göre kötü ? Kime göre kötü ? İşkencenin mağdurları hep kötüler midir ? Güney Afrika'da apartrheid rejimi altında aylarca süren işkencelerden geçirilen siyahi kanaat önderleri şimdi bakanlık yapmaktadır. Bir tanesi ise ömür boyu devlet başkanı ilan edilmişti (Nelson Mandela). Portekiz'de Salazar iktidarının son günlerini yaşarken cezaevlerin fiili işkence gören birçok kişi, üç gün sonra Salazar devrilince salıverilip yeni kurulan mecliste milletvekili oldu. Yirmiyıl önce bu ülkede cezaevinde tırnakları çekilen kimseler şimdi parti genel başkanı. İster siyasi ister adli, zorla karakolda üstlerine suç yıkıldığı mahkemede ortaya çıkan binlerce kişi olduğu gibi, kimbilir kaç tane masum insan ülkemiz cezaevlerinde yatmaktadır?

 

Iskenceyi kotu gozle bakiyorum sadece politikle yapilandan bahs etmedim ama belki tam anlatamadim ama iskence halen yapiliyor insandan insana ve cogu Ulke imza atmis olsalarda iskenceye karsi ve insan haklarini bizlere durmadan anlatsalarda iskence devam ediyor onu demek istedim :)

 

Yani ulusal çıkar söz konusu olunca insani haklar güme mi atılacak canım :(

 

İşkence ulusal çıkara yarayan ise Devlet nedir o zaman,devlet nerede durmalı ve devletin amacı ne?

hayir insan haklari gume atilmamasi lazim ama bu yapmiyorlar demek degildir .

 

 

Daha once yazildimi iskence turleri bilmiyorum ama paylasmak istedim...

 

İşkence türleri

 

* Fiziksel işkence, azap vermek için fiziksel acıyı kullanır, ki bu da en bilinen işkence biçimidir.

 

* Psikolojik işkence, azap vermek için psikolojik acıyı kullanır ve daha az bilinir, çünkü etkileri çoğunlukla başkalarınca görülemez. Nesnesi konumundakinin zihinsel, duygusal ve psikolojik hallerinde acıya sebep olmak için fiziksel olmayan yöntemler kullanır. Nelerin psikolojik işkence oluşturduğuna dair uluslararası bir fikir birliği olmadığından, sıklıkla bunlara göz yumulur, inkar edilir yahut başka türlü adlandırılır. Buna rağmen, kurbanı olanlarca işkencenin en salt biçimi olduğu söylenmiştir.

 

* Psikiyatrik işkence, siyasî, dinî ya da ailevî sebeplerle "akil" insanlara işkence etmek için psikiyatrik teşhisleri ve bunlara ilintili olarak yapılan tedavileri kullanır. Bu Sovyet Rusya'da siyasî esirlere karşı oldukça sık kullanılan bir yöntemdi. Daha yumuşak biçimleri ABD ordusunda -başka yönlerden akil olsa da- emirlere karşı gelen subaylara karşı uygulanmıştır. Bu tür "sorun çıkaran" üyelerden sakınan kimi dinî grupların da, sahte akıl hastalığı teşhisleri koyarak söz konusu üyeyi devamlı bir ayıplama altında tutmaya dayalı bir tür psikiyatrik işkence kullanmaya çabaladıkları olmuştur.

 

* Farmakolojik işkence, azap vermek ve işkencecinin amaçlarına boyun eğdirmek için kurban üzerinde psikotropik ve/veya diğer tür kimyasallar kullanır.

 

* Por-no-işkence terimi, kurbanı videoya kaydedilen veya başkalarınca seyredilen bir ortamda açık cinsel ilişkiye zorlayarak, soruşturma, cezalandırma yahut tecavüz amaçlı olarak bilinçli fiziksel ve/veya zihinsel acıya maruz bırakma olarak tanımlanabilir. bkz.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

işkencesiz yapamayız ki, bunu istediğiniz gibi açabilirsiniz neden.. eğitimde bir yere kadar insanın içinde varsa kötülük bunu bir şekilde ıslah etmek gerek, bir şey olmalı ki buda caydırıcı olsun. en basiti çocukken hepimiz annemizden mutlaka sopa yemişizdir :) kimi akıllanmıştır kimide daha fazla azmıştır, çaremidir peki ? boşuna dememişler dayak cennetten çıkmadır diye ;)

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

..............

 

 

Iskenceyi kotu gozle bakiyorum sadece politikle yapilandan bahs etmedim ama belki tam anlatamadim ama iskence halen yapiliyor insandan insana ve cogu Ulke imza atmis olsalarda iskenceye karsi ve insan haklarini bizlere durmadan anlatsalarda iskence devam ediyor onu demek istedim :)

 

hayir insan haklari gume atilmamasi lazim ama bu yapmiyorlar demek degildir .

 

 

.......

 

Evet,sevgili dostum.Bugün bu insanlık dışı ayıp hala devam ediyor.Bunun adına sadece işkencilik diyorlar üstelik.Hayır bunun adı işkence değildir,bunun adı vahşettir.

 

Ulusal çıkar,işkence...

 

Ulus'un çıkarı,kendi insanını yok etmekte mi yatar?

 

Cyrano bakın neler yazmış,ABD tipi senaryolar bunlar.ULUSAL ÇIKAR ANLAYIŞLARI(SENARYOLARI) ZATEN IRAK'TA ÇOK GÜZEL KENDİSİNİ GÖSTERİYOR.EBU GARİH'TE MESELA...

 

BİZİM ÜLKEMİZDE İŞKENCENİN HADDİ HESABI YOKTUR.En son adı olan kurban CEBER...Adı olan diyorum,adı olmayanlar nerde?

 

Nedir bu ya,hangi adalet,hangi denetim.

 

Kusura bakmasın kimse,ben o adaletlerini alır başlarına yıkarım.Var mı öyle çekip bir köşeye,had bildirmek.

 

Evet,Angelcim;bizim ülkemiz de diğer ülkelerde hala işkence denilen ayıp diz boyu.Ama sanılmasın ki hesapları sorulmayacak.Onların hesabını benim inandığım varlık alacak.Ben bunun için inanıyorum,hesabı sorulmalı,hesabı sorulacak...

 

sevgiler.

 

işkencesiz yapamayız ki, bunu istediğiniz gibi açabilirsiniz neden.. eğitimde bir yere kadar insanın içinde varsa kötülük bunu bir şekilde ıslah etmek gerek, bir şey olmalı ki buda caydırıcı olsun. en basiti çocukken hepimiz annemizden mutlaka sopa yemişizdir :) kimi akıllanmıştır kimide daha fazla azmıştır, çaremidir peki ? boşuna dememişler dayak cennetten çıkmadır diye ;)

 

Hayır dostum...dayak cennetten çıkma falan değil.İnsan var karşımızda,terbiye edeceğimiz bir *** değil.

 

saygılar.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

  • 1 ay sonra...

12 Eylül ve İşkence Gören Kadınlar

 

 

 

"Bedenime dokunmaları korkunçtu"

 

12 Eylül kadınları çok örseledi, ama onlar işkenceler, tacizler ve tecavüzler hakkında fazla konuşmadı.

 

19'unda işkenceyle tanışan Nimet Tanrıkulu, 26 yıl sonra yaşadıklarını ve gördüklerini anlattı...

 

Bugün 12 Eylül'ün 26. yılı. Askeri yönetim sağcı/solcu ayrımı yapmadan 650 bin kişiyi gözaltına aldı.

98 bin 404 kişi 'örgüt üyesi olmak'tan yargılandı.

Onbinlerce insanın sorgusu çok ağır işkenceler altında yapıldı. 171 kişinin 'işkenceden öldüğü' belgelendi.

12 Eylül'de kadınlar da işkencenin her türünü yaşadılar.

 

 

12 Eylül'ü nerede karşıladınız?

 

Bakırköy'deki evimizdeydim. Sendikacı bir yakınım bir süre önce darbe olacağını söylemişti ama inanmak istememiştik. O dönem üniversiteye hazırlanıyordum. O sabah sokağa çıktığımızda her köşe başını asker tutmuştu. Eve dönüp radyoyu açtığımızda ürperdik. Hasan Mutlucan, kahramanlık türküleri söylüyor, anonslar yapılıyordu. Ailece çok tedirgindik. 68 kuşağından 12 Mart'ta çok ağır şeyler yaşamış yakınlarımız vardı. Denizlerin asılmasını, Mahirlerin öldürülmesini yaşamıştık. Dersimliyiz, toplumsal gelişmeyi izleyen, toplumsal sorunlara kayıtsız kalmayan, Karaoğlan sevdalısı bir aile...

 

Sizin siyasetle ilişkiniz ne boyuttaydı?

 

Bakırköy Ticaret Lisesi'ne başlarken sola sempati duyuyordum. Ama kimseyle ilişkim yoktu. Lise birinci sınıftayken faşistler benimle konuşmak istediler. Bense etrafımda devrimcileri arıyordum. Kısa bir süre sonra da solcularla ilişki kurdum. Bir süre sonra Marksist bir örgüte sempati duymaya başladım.

 

Ne zaman gözaltına alındınız?

 

1981'in 4 Mayıs'ı, sabaha karşı geldiler, çok kalabalıklardı. Babam kapıyı açtı, beni sordular. Babam 'Evde yok' dedi. 'O zaman sen bizimle geleceksin' dediler. Babam hızlı hızlı giyindi, bütün konuşmaları duyuyordum. O arada polislerden biri odama girerek 'Adın ne?' dedi. 'Nimet' deyince hepsi birden içeri daldılar. Bana hakaret etmeye başladılar, evin içinde bir telaş vardı. Annem ve kız kardeşlerim ağlıyordu. Tipleri ve davranışları çok ürkütücüydü. Beni beşinci kattan merdivenden ite kaka indirdiler. Sonra bir polis merkezine götürdüler. Buranın Gayrettepe olduğunu sorgu anında öğrendim. Üzerimdeki kemer, ayakkabı bağı gibi şeyleri çıkarmamı söyleyip beni aynalı bir odaya aldılar. Babacan görünen polis beni sorguya çekmeye başladı. Randevularımı soruyordu. "Sabah 9'da dershaneye gidecektim' cevabıma çok tepki gösterdiler, itip kakmaya başladılar... Sonra başka bir yere götürüp gözlerimi bağladılar. Gözlerimi bağlamadan önce oradaki kalasları, ipleri, manyetoyu gördüm. Beni askıya bağlayıp yukarıya doğru çektiler. Bu filistin askısıymış. Hiç ilgimin olmadığı şeyleri soruyorlardı. Askıdayken elektrik verdiler.

 

İşkencenin en korkuncu hangisiydi?

 

Bedenime dokunmaları bana çok korkunç geldi. Üstümü çıkarmaya çalıştılar. Epey bir itiş kakış oldu. İşkence sırasında benden bekledikleri tavrı göremiyorlardı. 'Tiyatrocu karı' diye bağırıyorlardı. Konuşmuyorum ya, rol yapıyorum sandılar. İşkencenin ne olduğunu yaşayınca daha iyi anlıyorsun. Sonra beni karanlık bir odaya koydular, orada benim gibi sorgudan geçmiş, işkenceden kafası gözü yarılmış, ayakları şiş insanlar vardı. Kafamı kaldırdığımda kolu kelepçeyle kaloriferin demirine bağlı, bir battaniyenin üzerinde oturan genç bir adam gördüm. Bu genç adam yakalanırken kurşun yarası almış. Bağırsakları bir poşetin içinde duruyordu. Hastanede olması gereken o kişi orada, işkencehaneydi ve o orada sürekli işkence çığlıkları dinliyordu. Orada içinizi ister istemez bir korku kaplıyor. Kimse 'Korkmadım' demesin. İşte böyle geçen 45 gün...

 

Kim bilir nelere tanıklık ettiniz.

 

İşkenceyi sadece fiziki işkence olarak görmemeli. Sorgu odalarında, hücrede kalmanız bile bir işkence. Saatlerce meydan dayağından geçtik. Beş saat sürekli dayak yediğimi hatırlıyorum, artık baygın yatıyorsunuz... Sorgu seansları dışında da her geçen tekme atıp sürüklüyor. Ağza alınmayacak küfürler ediyorlardı. Ölümüne tanık olduğum insanlar oldu orada. Nurettin Yedigöl bunlardan biri. Sonradan öğrendiğime göre cesedini yok etmişler. Bugün adı 'kayıplar listesi'nde. Sorguda kafasına çivi çakılarak öldürüldü. Meşhur 'bambulu oda' dediğimiz bir oda vardı. Orada biri çırılçıplak vaziyette oturuyordu. Kendinde değildi... Onun o görüntüsü hâlâ belleğimde capcanlı durur. Sonra Metris Cezaevi'ne götürüldüm.

 

Metris'te neler yaşadınız?

 

Kaldığımız yerde siyasi davadan tutuklanmış çok sayıda kadın vardı. Herkes ağır işkencelerden geçmişti. Metris'te bazı tartaklamalar dışında fiziki şiddeti çok yaşamadık, ama komutanların ve gardiyanların hitapları, davranışlar kötüydü. Sağlıksız koşullarda kalıyorduk. Cezaevine gittiğimde ciddi sağlık sorunları yaşıyordum. Sorguda çenem çıkmış, sol kolumda kısmi bir güç kaybı vardı. Saçımın büyük bir kısmını kaybetmiştim. Daha sonra saçlarımın bir kısmı yerine gelmedi. Çenem ve kolum için doktor talebinde bulunduğumda beni askeri hastaneye götürdüler. Orada sadece bir ağrı kesici verdiler. İşkence kayıtlara geçmesin diye doktor raporu vermediler. 12 Eylül döneminde doktorların işkencelere bizzat katıldığı, işkence mağdurlarına rapor vermediği üzerinde hiç durulmadı. Gözaltında alındığım davadan beş yıl yargılandım, sonuçta beraat ettim. Eve gelince kendimi çok yalnız hissettim. 'Geride bıraktığım insanlar hâlâ işkence görüyorlar ve biz hiçbir şey yapamıyoruz' duygusunu çok ağır yaşadım. Bizi rejimi değiştirmek istemekle suçladılar. Oysa kendileri bir gece geldiler, terörü durduracağız bahanesiyle ülkeyi karanlığa boğdular. Rejimi kendileri değiştirdiler.

 

78'liler girişiminde gönüllü olarak çalışıyorsunuz. Amaçlarınız neler?

 

Bizim kuşak çok ağır bedeller ödedi. Bunun mutlaka konuşulması ve yüzleşmemiz gerekir. 78'liler Girişimi, 78'liler arasında dayanışmayı sağlamak amacıyla yola çıktı, dayanışmayı geliştirmenin tek yolu, 12 Eylül'ün toplumsal sonuçlarıyla mücadele etmek. Mücadelemiz ürünlerini veriyor. Yasal değişiklikle kuşağımızın önündeki yasaklar kaldırıldı. Şimdi ise darbecilere dokunulmazlık zırhı sağlayan 15. maddenin kaldırılması için mücadele yürütüyoruz. Darbeciler, adı geçici ama kendi kalıcı olan bir maddeyle hâlâ korunuyorlar. Darbeciler yargılanıp o dönemin gizli kalmış olayları, insan hakları ihlalleri açığa çıkarılmadan toplum olarak adalet duygusunu yaşayamayız. 12 Eylül mahkûm edilmeden gerçek anlamda demokrasinin yaşanması da mümkün değil. Dünyanın birçok ülkesinde darbeciler yargılandı. Türkiye'de ise bu yapılmadığı gibi üniversitelerde darbecilere nişanlar verildi.

 

 

Neden kadınlar 12 Eylül döneminde kendilerine uygulanan tacizler ve tecavüzler hakkında konuşmuyorlar?

 

Kadınlar konuşmuyor, çünkü toplumsal değerlerin baskısı bunu engelliyor.

 

İçinde yaşadıkları aile ve sosyal çevre tarafından dışlanma endişesi yaşıyorlar. Ayrıca bazıları çocuklarını koruma duygusuyla geçmişte yaşadıklarını dile getirmiyorlar. Ama belki bundan da önemlisi, üstünden uzun süre geçmiş olmasına rağmen 12 Eylül'le ve yaşanmışlıklarıyla yüzleşmeye hazır değiliz. 12 Eylül'ü kadınlar çok ağır yaşadı. Bugün toplumda kadına uygulanan şiddetten söz ederken dönüp 12 Eylül'e bakmak gerekiyor.

 

12 Eylül'le birlikte toplumda genel bir şiddet kültürü gelişti. Bu kültür kadınları çok daha fazla mağdur durumda bıraktı, diyebiliriz. Sorguda kadınlara yönelik korkunç taciz ve tecavüz olayları oldu. Bekâreti işkence kurbanına karşı kullandılar. Size dokunmaları korkunç bir şey, hiç atlatılamayacak bir travma... Şişeyle, copla yapılan tecavüz olayları yaşandı. Tanık olduğum çok olay var. Cinselliğinizle ilgili tehditte bulunuyorlar. Bir kadın arkadaşım anlatmıştı; eşine elektrik verdikleri manyeto kablosunun bir ucunu da onun bedenine bağlamışlardı. Böylesi korkunç şeyler yaşandı.

 

 

Yargıtay 8. Ceza Dairesi Onursal Başkanı M. Naci Ünver, darbe günlerinde Mamak'ta 2. No'lu Sıkıyönetim Mahkemesi'nde hâkim olarak görev yaptı. Ünver, Mamak günlerini anlattı:

 

“12 Eylül sabahı darbe haberini televizyonda haberlerde öğrendim. Yargıtay'a gittim, bir yargı kuruluşunun etrafı askerlerce sarılmıştı. Hukuk devleti adına beni yaralayan bir durumdu bu. Böyle bir darbenin olacağı bekleniyordu, çünkü ülke tam bir kaos içine sürüklenmişti. 12 Eylül'ün gerekçesindeki haklılığı tartışılır, ama uygulaması çok farklı oldu. Totaliter bir rejimin acımasız uygulamalarını gördük. Darbeden üç ay sonra 1981 Ocak ayında Mamak'ta görevlendirildim. Bu, istemediğim bir görevdi. Beni stresli günlerin beklediğini, bir gün darbecilerle aramın bozulacağını kesin biliyordum, çünkü ben hukukun üstünlüğüne inanan biriyim. Buna karşın her halükarda sıkıyönetim mahkemelerinin de bir hukuku olduğunu, mademki Türkiye'de yürürlükteki yasalar uygulanıyor, bunu olağanüstü bir olguya dönüştürmenin bir anlamı olmadığını hem dile getirdim, hem de uygulamalarımda savundum. Örneğin Sadun Aren'in mahkumiyetine değil beraatına karar verdik.

 

Yönetimle aramı bozan işkenceci polislerin davaları oldu. Benim bu davalardaki ödünsüz tutumum askerleri kızdırdı. İşkence davalarında etraftan gelen ricacılar beraat ettirmemi istiyorlardı. Ben de kendilerine dosyadaki kanıtlar ne diyorsa ona göre karar vereceğimizi söylemiştim. Birçok polis şefinin ve DAL grubundan birçok kişinin davaları karar aşamasına geldiği sabah elime bir yazı tutuşturarak 'Yargıtay'daki görevinize iade edildiniz' dediler. İki yıl üç ay kaldım Mamak'ta. Benden sonraki yargıçlar işkenceci polislere beraat kararı verdiler, ama Askeri Yargıtay bu kararı mahkûmiyet yönünde bozdu. Beni en çok etkileyen şey gözaltından gelen, tutuklama istemiyle sevk edilen kişilerin işkence görmüş olmalarıydı. Emniyet'ten koltuk değneği ve bacağı alçıyla gelenler oldu, durumlarını tutanağa geçiriyordum.

 

Temel hak ve özgürlüklerin yanı sıra örgütlenme özgürlüğü, yargı bağımsızlığı ve yargıç güvencesini aldı götürdü 12 Eylül Anayasası. 'Devlet her şeyi yapar, devlete karşı itirazı olan ezilir' anlayışını getirdi.”

 

 

 

İşkence onur kırıcı birşeydir kadına sonuçta canlıya yapılan hertürlü işkencenin savunması olamaz....bu konuyu dünyada kadının yerine ekliyim dedim ama okadar malzeme varki eklenecek okadar yer varki!!!burası olsun dedim..

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

İşkence görmüş insanların ileriki yaşamları boyunca ölene dek bunun acısını içlerinde duyduklarını biliyorum, ve hepsi bu sebeple ciddi depresyon halindeler, 12 Eylül döneminde işkence gören insanlardan bazılarının sonradan kekeme olduğu, bazılarının akıl sağlığını yitirdiği, bazılarının intihar ettiği biliniyor, 12 Eylül bu ülkenin yüz karasıdır, işkence yapan insanların en az bir seri katil kadar tehlikeli, cani ve ruh hastası olduklarını düşünüyorum... Normal bir insan başka bir insana her ne sebeple olursa olsun işkence yapamaz, bunu devlet eliyle yapanlara söyleyecek çok şey var...

 

Bugün iddia olduğu halde darbe planları yaptıkları varsayılanlar olmadık bir şekilde yargılanıyor, onur kırıcı davranışlara maruz bırakılıyor bir başka çeşit işkence yapılıyor... Fakat nedense 12 Eylül dönemi ve sanıkları yargılanamıyor...

 

Bu faşizan uygulamaların, bu insanlık onurunu zedeleyen davranışların 21. Yüzyılda bu ülkede hala uygulanıyor olması ayrıca üzücü ve korkutucu...

 

Ergenekon tertibince tutuklu yargılanan Sevgi Ererenol onca talebine rağmen hala erkeklerle aynı koğuşta tutulmaktadır ve psikolojik işkence altındadır...

 

İşkencecileri lanetliyorum...

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

İşkence görmüş insanların ileriki yaşamları boyunca ölene dek bunun acısını içlerinde duyduklarını biliyorum, ve hepsi bu sebeple ciddi depresyon halindeler, 12 Eylül döneminde işkence gören insanlardan bazılarının sonradan kekeme olduğu, bazılarının akıl sağlığını yitirdiği, bazılarının intihar ettiği biliniyor, 12 Eylül bu ülkenin yüz karasıdır, işkence yapan insanların en az bir seri katil kadar tehlikeli, cani ve ruh hastası olduklarını düşünüyorum... Normal bir insan başka bir insana her ne sebeple olursa olsun işkence yapamaz, bunu devlet eliyle yapanlara söyleyecek çok şey var...

 

Bugün iddia olduğu halde darbe planları yaptıkları varsayılanlar olmadık bir şekilde yargılanıyor, onur kırıcı davranışlara maruz bırakılıyor bir başka çeşit işkence yapılıyor... Fakat nedense 12 Eylül dönemi ve sanıkları yargılanamıyor...

 

Bu faşizan uygulamaların, bu insanlık onurunu zedeleyen davranışların 21. Yüzyılda bu ülkede hala uygulanıyor olması ayrıca üzücü ve korkutucu...

 

Ergenekon tertibince tutuklu yargılanan Sevgi Ererenol onca talebine rağmen hala erkeklerle aynı koğuşta tutulmaktadır ve psikolojik işkence altındadır...

 

İşkencecileri lanetliyorum...

 

 

 

:excl::clover:

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

AB, "Kopenhag kriterleri elden gitti mi" telaşında.

 

Düğmeye basan, Washington Post'un 2 Kasım'daki manşeti.

 

Amerikan Merkezi İstihbarat Örgütü'nün (CIA) yakaladığı terör zanlılarını, halen bir Doğu Avrupa ülkesindeki gizli merkezde sorguladığını ve bu merkezin benzerlerinin son yıllarda başka Avrupa ülkelerinde de işletildiğini duyuran haber doğruysa, AB'ninki yerinde bir telaş.

 

Zira, bu gizli merkezler hangi gerekçeyle kurulmuş ve nasıl kullanılıyor olursa olsun, Sovyet dönemindeki "gulag" sistemini çağrıştıran hukuk dışı bir yanları var. Gizliliğin, "yasaların denetiminden uzaklık" ile eş anlamlı olduğuna; bu merkezlerdeki sorgu ve tutukluluk koşullarının, ABD sınırları içinde "illegal" sayılacağına; Avrupa özelinde ise, hem ilgili ülkelerin yasalarının, hem de Kopenhag Kriterleri'nin çiğnendiğine pek kuşku yok.

 

AB de şimdi bu konuda 25 üyesi ile Türkiye dahil 4 aday üyesini dürtüklüyor. Avrupa Komisyonu'nun adalet ve içişlerinden sorumlu sözcülerinden Friso Roscam Abbing, 29 ülkenin hükümetlerinden açıklama beklediklerini bildirdi. Avrupa Konseyi'nin İnsan Hakları Komiseri Alvaro Gil-Robles ise, daha yüksek perdeden konuşarak, iddiaların aktif biçimde soruşturulmasını istedi.

 

 

"Kara tesisler"

 

Deneyimli gazeteci Dana Priest'in, adı saklı ABD'li yetkililere dayandırdığı haber, Bush yönetimince yalanlanmadı.

 

CIA'nın yakaladığı bazı El Kaide üyelerini sorgulanmak üzere Mısır, Ürdün ve Fas'ın istihbarat yetkililerine teslim ettiği zaten önceden biliniyordu. Ayrıca Tayland'da ve Guantanamo'da tutukluları bizzat CIA görevlilerinin sorguladığı birer merkezin bulunduğu Amerikan basınına yansımış ve söz konusu iki merkez, biraz da bu haberler sayesinde kapatılmıştı.

 

Priest'in haberinde yeni olan ve ABD yetkililerince zımnen doğrulanan unsur ise, bazı Doğu Avrupa demokrasilerinin de bu merkezlere evsahipliği yapması.

 

Haberde, ilgili ülkelerde sadece devlet/hükümet başkanları ile istihbarat örgütü şeflerinin bilgisi dahilinde işletilen bu merkezlerin ABD Kongresi'nce finanse edildiği, ancak Beyaz Saray'ın talimatı sonucunda, Kongre'nin konuyu açık oturumlarda ele almadığı belirtiliyor.

 

Amerikan gizli belgelerinde "black sites" (kara tesisler) diye adlandırılan bu merkezlerde, CIA görevlilerinin her türlü dış denetime kapalı koşullarda sorgu yaptıkları; tutukluluk halinin süresiz ve savunmasız devam ettiği de haberden anlaşılıyor.

 

 

"Hesabı verilir"

 

Washington Post, bu merkezlerin bulunduğu Doğu Avrupa ülkelerini, ABD'li yetkililerin talebi üzerine gizli tutuyor. Ancak Human Rights Watch örgütünün Washington Bürosu, CIA uçaklarının uçuş bilgilerine ulaşarak "kara tesislerin" olası ev sahiplerinin Polonya ve Romanya olduğunu saptadığını açıkladı.

 

Amerikan resmi tepkisi ise, Başkan Bush'un Ulusal Güvenlik Danışmanı Stephen Hadley'den geldi:

 

"Bu tür tesislerimizin olduğunu varsaysak bile, bunların gizliliği, buralarda (yasadışı uygulamaların) hoş görüleceği anlamına gelmez... İlkeleriniz, asıl kimse size bakmazken yaptıklarınızla sınanır. Başkan, gizli ya da açık her ortamda aynı ilkelerin uygulanmasında ısrarlı. Bu ilkelere uymayanlar, hesabını verir ve sorumlu tutulurlar." Meali şu:

 

"CIA görevlileri yurtdışındaki gizli merkezlerde sorgu yapıyor olabilir, ama Başkan'ın terör zanlıları dahil bütün tutuklulara işkenceyi yasaklayan genelgesi bu gizli merkezlerde de geçerlidir. Buralarda işkence yapılırsa, yapanlar yargılanır."

 

Bu argüman, "Atlantik aşırı işkence" şüphesini ortadan kaldırır mı? Yasalardan kaçarak kurulan denetimsiz merkezlerde işkence yapılmayacağının güvencesi ne olabilir?

 

Hadley'nin "ilkelerin kimse bakmazken sınanması" üzerine söyledikleri, ahlakın temeline işaret ediyor ama, bu temeli Bush yönetiminin sicili ile bağdaştırmak zor.

 

 

Cheney'nin talebi

 

Bir kere, işkencenin tanımını alabildiğine daraltma yanlısı, sorgulanana boğulma hissi veren "water-boarding" yöntemini bile mubah sayan bir yönetim bu. (Water-boarding konusunda, 24 Ocak 2005'te bu sütunda yayımlanan yazıma bakabilirsiniz.)

 

Dahası, Başkan Yardımcısı Dick Cheney'nin, CIA görevlilerini işkence yasağından muaf tutma talebi var.

 

Cheney, geçen hafta Cumhuriyetçi senatörlerle yaptığı toplantıda, "CIA görevlileri bu kurallara tabi olursa, terörü önleyemeyiz" demiş. Değindiği kurallar, ABD Senatosu'nda 9'a karşı 90 oyla kabul edildi ve tutuklulara "zorba, insanlık dışı ve alçaltıcı" muamele yapılmasını, her şart altında yasaklıyor. Eğer Cheney istediği "muafiyeti" Kongre'den kopartamazsa, Bush, bu kuralların da eklendiği askeri harcama yasasını veto edebilirmiş.

 

Bunları tartışan bir başkentin, üzerindeki "gulag" gölgesinden kurtulması kolay değil.

 

....YASEMİN CONGAR(Atlantik aşırı işkence!)

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Sevgili forumdaşlarım,

 

İşkence insanlık suçu dedik,sonrasında bu insanlık suçuna susarak ortak olduk...ortak olmamak için,sistematikleşen işkenceyi hep beraber okuyalım....

 

 

İşkence ve İsrail

 

İsrail işgal devleti işkenceyi kendi açısından hayati önem arz eden metot olarak görüyor. İsrail'in iç işkence mekanizması olarak bilinen Shin - Bet (ŞABAK)'ın genel müdürü General Ami Ayalon 1998'de konuyla ilgili bir rapor hazırlayarak İsrail Yüksek Mahkemesi'ne sundu. General Ayalon raporda İsrail iç güvenlik teşkilatının Filistinlilere işkence yapmadan edemeyeceğini, Shin - Bet soruşturmaları açısından işkencenin zorunlu olduğunu ileri sürdü.

 

İsrail, işkenceyi kanunlaştırmış bir rejimdir. İsrail'in hâlen yürürlükte olan kanunlarına göre iç istihbarat örgütü ŞABAK (Shin-Bet) elemanları Filistinli tutukluları itirafa, kendilerinden istenen bilgileri vermeye zorlamak amacıyla bedensel tacize yani işkenceye başvurabiliyorlar. ŞABAK elemanları bu haklarını (!) tabii ki sonuna kadar kullanıyorlar. İsrail'in ölüm mangaları olarak değerlendirebileceğimiz ŞABAK canavarlarının işkence uygulamaları altında çok sayıda Filistinli hayatını kaybetti.

 

İşin gerçeğinde "işkence" İsrail'de bir idam metodudur. İsrail kanunları görünüşte idamı yasaklıyor. Ama "işkence" yoluyla insanların öldürülmesine müsaade ediyor ve bu tür ölümleri "işkencenin dozunun biraz fazla kaçırılması" olarak değerlendirerek bu konuda açılan dava dosyalarının üzerine kül serpiyor. Giyotini gaddar bir idam şekli olarak kabul ettiğini iddia eden Avrupa ve ABD ise İsrail'deki ölüm mangalarının "işkence yoluyla idam" uygulamaları karşısında sessiz kalmayı, İsrail'in çıkarlarının korunması uğruna Filistin halkının ezilmesine göz yummayı tercih ediyorlar.

 

Normalde İsrail'in yazılı kanunlarında idam cezası bulunmamaktadır. Ama bilindiği üzere bu kanunlar sadece yahudiler için geçerlidir. Filistinlilere karşı ise idam cezası en vahşi şekliyle uygulanmaktadır. İsrail işgal devleti Filistinlilere yönelik idam cezalarını infaz konusunda iki farklı metodu kullanıyor: İç istihbarat örgütü olarak bilinen Shin-Bet elemanlarının gerçekleştirdiği işkence uygulamaları ve dış istihbarat örgütü olarak bilinen MOSSAD adlı cinayet şebekesine mensup elemanların gerçekleştirdiği suikastlar.

 

İşgalci siyonistlerin işkencelerinden sadece büyükler değil çocuklar da pay alıyorlar. Çocuklara da en vahşi ve ********* metotlarla işkence ediliyor.

 

İsrail kanunları Shin-Bet (ŞABAK) elemanlarının Filistinlilere soruşturma esnasında işkence yapmalarına izin vermektedir. Ancak İsrail rejiminin adamları sadece soruşturma esnasında işkence yapmakla yetinmiyorlar. Soruşturmaları bitmiş ve haklarında mahkeme kararı açıklanmış kişilere de öldüresiye işkence yapıyorlar.

 

Shin - Bet genel müdürü General Ami Ayalon Shin - Bet soruşturmalarındaki işkencelere herhangi bir sınırlama getirilmemesini istedi. Ayalon, mahkemedeki bazı yargıçların itiraz ettiği işkence metotlarının kendileri açısından, soruşturmalarda sonuca ulaşabilmek için hayati önem taşıdığını, soruşturmayı yürütenlerin kuvvetli şüphelerin olduğu durumlarda gerekli bilgileri alabilmeleri için bu metotlara yani bedensel yönden aşırı derecede sarsılmaya yol açan ve ölüme kadar götürebilecek tehlikeli etkiler bırakan işkence metotlarına başvurulmasının zorunlu olduğunu ileri sürerek: "Şiddetli bedensel sarsıntıya yol açan işkence metodunu terk etmemiz mümkün değildir" dedi.

 

İsrail vahşetinden pay alan çocuklardan biri. Siyonist vahşet zulüm ve işkencede çocuk büyük ayırımı yapmamaktadır.

 

Filistinlilere işkence edenler sadece ŞABAK elemanları değil. Bunun yanı sıra işgalci askerler de çeşitli şekillerde bu insanlara işkence ediyorlar. İsrail ordusuna bağlı bir araştırma merkezinin, Batı Yaka bölgesinde görevlendirilmiş olan İsrail askerleri arasında gerçekleştirdiği bir araştırma sonucunda, bu askerlerin % 46'sının, insanlara akıl almaz derecede işkence ve bedensel taciz yapıldığına şahit oldukları ortaya çıktı. Araştırma sonuçlarına göre bu uygulamalar İsrail askerleri tarafından Filistinlilere karşı çoğunlukla önemli bir gerekçe gösterilmeden yapılıyordu.

 

İsrail'deki insan hakları örgütlerinden Betselim'in Mart 1995'te yayınladığı bir raporda intifadanın başladığı Aralık 1987'den Şubat 1995'in sonuna kadarki süre içinde 35 Filistinlinin işkence altında hayatını kaybettiği ifade ediliyordu. Betselim'in verdiği bilgiler İnsan Hakları İçin Uluslararası Dayanışma Kurumu tarafından da doğrulandı. Şubat 1995'ten sonra işkence altında can verenlerin sayısı giderek arttı.

 

İnsanlık tarihi boyunca idam cezaları çeşitli şekillerde uygulanmıştır. Ortaçağ Fransa'sında genellikle kiliselerin etkinliği altında olan mahkemelerin verdiği idam kararlarının infazı giyotin denilen aletle gerçekleştirilirdi. Günümüzde bu işlem bazı ülkelerde idama mahkum edilen kişinin asılması, bazı ülkelerde kurşunlanması, bazı ülkelerde elektrik şokuna tabi tutulması suretiyle gerçekleştiriliyor. İdam kararlarının infazında başvurulan daha başka metotlar da var. İsrail rejimi ise idam etmek istediği kişileri herhangi bir mahkeme kararına gerek duymadan ve üstelik işkence yoluyla idam etmeyi tercih ediyor.

 

İsrail, işkenceyi yasaklayan tüm uluslararası anlaşmalara imza attığı halde, başta BM olmak üzere bu anlaşmaların uygulanmasını gözetleme görevini üstlenmiş uluslararası kuruluşlar işkenceyi yasallaştıran siyonist işgal rejimine hiçbir baskı yapmıyorlar.

 

Filistinlilere işkence edenler sadece ŞABAK elemanları değil. Bunun yanı sıra işgalci askerler de çeşitli şekillerde bu insanlara işkence ediyorlar.

 

Askerlerin tutuklama esnasında yaptıkları işkence ve aşağılama uygulamalarına bir diğer örnek. Uluslararası kurumların sessizliği işgalci siyonistleri bu konuda daha da cesaretlendirmektedir.

 

Siyonist vahşetin mağdurlarından yine bir çocuk. Bu çocukların birçoğu askerlerin sokak saldırılarında kötü muameleye ve işkenceye maruz kalmaktadırlar.

 

İsrail işgal devletinin bütün vahşi uygulamalarına karşı BM ve yan kuruluşları tarafından İsrail'e baskı yapılmadığı gibi söze gelir bir soruşturma yapılması ihtiyacı bile duyulmamaktadır. Bu yüzden işgal rejiminin işkenceleri sadece gönüllü insan hakları kuruluşları tarafından sorgulanmakta, onların hazırladığı raporlarla gündeme getirilmektedir. Fakat ne yazık ki bütün bu kuruluşların çalışmaları da İsrail işgal devletini vahşi işkencelerden alıkoymaya yetmiyor.

 

ŞABAK işkenceleriyle ilgili raporlarda söz konusu örgütün elemanlarının tutukluları, uzun süre sert cisimlerin veya demir çerçevelerin üzerine oturtmak, bir buçuk metre derinliğinde ve yarım metre çapında fıçıların içine koyarak sabahın erken saatlerinden akşam geç saatlere kadar bu fıçılarda bekletmek, masura veya benzeri şeylerin üzerine oturtmak, husyelerinden bir yere bağlamak, aşırı derecede soğuk hava üfleyen vantilatörler karşısında saatlerce bekletmek suretiyle ve daha başka şekillerde işkence ettikleri dile getirildi.

 

BM teşkilatının ve onunla bağlantılı insan haklarından sorumlu uluslararası kuruluşların suskunluğu, çağımızın güçlü ülkelerinin de destekleri ise siyonist işgal rejimine işkence ve vahşet konusunda cesaret kazandırmaktadır. Bu yüzden siyonist vahşet işkence konusunda günden güne daha da ileri gitmekte, çocuk yaştakilere bile vahşi işkenceler yapmaktadır.

 

İsrail Yüksek Mahkemesi, şimdiye kadar çeşitli insan hakları kuruluşlarının işkencenin yasaklanması için açtıkları davaların tümünü reddetti. İsrail Yüksek Mahkemesi'nin bu red kararları işkencenin siyonist işgal devletinin anayasasına da uygun olduğunu gösteriyor. Üstelik İsrail yasaları, Filistinlilere herhangi bir suçlamadan dolayı değil, sadece bilgi alınabileceği ön yargısına veya zannına binaen işkence yapılmasına da izin veriyor. Bu ise insan haklarıyla ilgili tüm uluslararası anlaşmalara aykırı olduğu gibi hukukun uluslararası ilkelerinden sayılan "beraeti zimmet esastır" prensibine de ters düşmektedir.

 

Uluslararası Diyalogu ve Demokrasiyi Geliştirme İçin Girişim Kurumu (MIFTAH) Filistinli tutuklulara işkence eden İsrailli sorumluların sorgulanması için bir uluslararası ceza mahkemesi kurulması talebinde bulundu. Söz konusu bildiride ayrıca İsrail işgal devletinin işkence kurumu gibi çalışan Shin-Bet (ŞABAK) adlı örgütünün Filistinli tutuklular üzerinde uyguladığı vahşi işkenceler hakkında hazırlanan bazı raporlara ve bu raporların bazı bölümlerinin İsrail gazetelerinde yayınlandığına da dikkat çekildi. Bu raporlardan biri de İsrail devlet müfettişi Meryem ben Burat'ın 1988-1992 yılları arasındaki incelemelerine dayanan raporu. Bu raporda, uygulanan vahşi işkencelerden çeşitli örnekler sunuluyor.

 

Uluslararası Af Örgütü (Amnesty International)'nün hazırlayıp yayınladığı bir rapora göre İsrail işgal devleti Doğu Kudüs, Batı Yaka ve Gazze'yi işgal ettiği 1967 tarihinden buyana 700 bin Filistinliyi tutukladı ve bunların % 90'ına işkence etti. İsrail zindanlarına giren Filistinlilerden seçilen 477 kişi üzerinde Dr. Kute adında bir bilim adamının öncülüğünde özel bir araştırma yapıldı. Bu araştırma sonucunda, seçilenlerden % 95,8'inin işkence gördüğü tespit edildi.

 

Araştırma için seçilenlerin % 92,9'unun aşırı soğukta tutulduğu, % 76,7'sinin aşırı sıcağa maruz bırakıldığı, % 91'6'sının uzun süre ayakta tutulduğu, % 68'1'inin boğazlarının sıkıldığı ve boğulmakla tehdit edildikleri, % 77,4'ünün uzun süre aç bırakıldıkları, % 86'sının uzun süre tek kişilik hücrelere kapatıldıkları, % 71,5'inin uzun süre uykusuz bırakıldıkları, % 81,6'sının şiddetli şekilde etlerinin sıkıldığı, % 94,8'inin sözlü hakaretlere uğradıkları, % 90,6'sının değişik şekillerde tehdit edildikleri, % 70,2'sinin başkalarına yapılan işkenceyi seyretmek zorunda bırakıldıkları, % 66'sının haya yerlerinin sıkıldığı, % 13,4'ünün zararlı gazları teneffüs etmeye zorlandıkları, % 9,5'inin de başta elektriğe verme olmak üzere daha başka işkence uygulamalarına maruz bırakıldıkları tespit edildi. Ayrıca bunlardan % 28,1'ine kendi yakınlarının gözlerinin önünde işkence edildiği, % 27,9'unun eşlerine ve annelerine cinsel tecavüzde bulunulacağı tehdidinin yapıldığı, % 44,9'unun yakınlarının yanında dövüldüğü tespit edildi.

 

İsrail'in işkence uygulamalarından sadece işkence görenler değil, onların aile fertleri de ciddi şekilde olumsuz etkilenmektedirler. Ayrıca siyonistlerin işkence uygulamaları sadece bedensel işkencelerden ibaret kalmıyor, psikolojik işkence de önemli yer tutuyor. Bu işkencede kundaktaki bebeklere kadar bütün herkes hedef alınabiliyor.

 

İsrail: İşkenceyi Kanunlaştıran Devlet

 

İsrail, işkenceyi kanunlaştırmış bir rejimdir. İsrail'in hâlen yürürlükte olan kanunlarına göre iç istihbarat örgütü ŞABAK (Shin-Bet) elemanları Filistinli tutukluları itirafa, kendilerinden istenen bilgileri vermeye zorlamak amacıyla bedensel tacize yani işkenceye başvurabiliyorlar. ŞABAK elemanları bu haklarını (!) tabii ki sonuna kadar kullanıyorlar. İsrail'in ölüm mangaları olarak değerlendirebileceğimiz ŞABAK canavarlarının işkence uygulamaları altında çok sayıda Filistinli hayatını kaybetti. Tabii bu uygulamalar kanuna göre yapıldığından ölümler de bir tür "iş kazası" olarak görülüyor ve bu olaylardan dolayı kimse hakkında soruşturma açılmıyor. İsrail'deki insan hakları örgütlerinden Betselim'in Mart 1995'te yayınladığı bir raporda intifadanın başladığı Aralık 1987'den Şubat 1995'in sonuna kadarki süre içinde 35 Filistinlinin işkence altında hayatını kaybettiği ifade ediliyordu. Betselim'in verdiği bilgiler İnsan Hakları İçin Uluslararası Dayanışma Kurumu tarafından da doğrulandı. Şubat 1995'ten sonra işkence altında can verenlerin sayısı giderek arttı

 

Shin-Ben Genel Müdürü: "İsrail İşkence Yapmadan Edemez"

 

İsrail işgal devleti işkenceyi kendi açısından hayati önem arz eden metot olarak görüyor. İsrail'in iç işkence mekanizması olarak bilinen Shin - Bet (ŞABAK)'ın genel müdürü General Ami Ayalon 1998'de konuyla ilgili bir rapor hazırlayarak İsrail Yüksek Mahkemesi'ne sundu. General Ayalon raporda İsrail iç güvenlik teşkilatının Filistinlilere işkence yapmadan edemeyeceğini, Shin - Bet soruşturmaları açısından işkencenin zorunlu olduğunu ileri sürdü. General Ayalon, bu raporu Yüksek Mahkeme'nin 20 Mayıs 1998 Çarşamba günü düzenleyeceği ve işkence metotlarının tartışılacağı toplantıya bilgi vermek amacıyla hazırlamıştı.

 

İsrail işgal rejimi bazı uluslararası insan hakları kuruluşları ve BM yetkilileri karşısında da Filistinlilere işkence yapıldığını itiraf etti. Shin - Bet genel müdürü General Ayalon'un aşırı bedensel sarsıntıya yol açan işkence tarzlarına sadece kuvvetli şüpheler olması halinde başvurulduğunu iddia etmesine rağmen konuyu yakından inceleyenler çok basit şüpheler ve iddialar üzerine de bu tarz işkencelere başvurulduğuna dikkat çekiyorlar.

 

(alıntı)

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

...........

 

İşkence Sadece Soruşturma Esnasında mı Uygulanıyor?

 

Belirttiğimiz üzere İsrail kanunları Shin-Bet (ŞABAK) elemanlarının Filistinlilere soruşturma esnasında işkence yapmalarına izin vermektedir. Ancak İsrail rejiminin adamları sadece soruşturma esnasında işkence yapmakla yetinmiyorlar. Soruşturmaları bitmiş ve haklarında mahkeme kararı açıklanmış kişilere de öldüresiye işkence yapıyorlar. Örneğin en-Nakab çöl hapishanesinin Ensar - 3 bölümünde yatmakta olan Abdulkerim Kanazi adlı 24 yaşında bir Filistinli tutuklu çadırında ölü bulundu. İsrail kaynakları adı geçen tutuklunun bedeninde işkence izlerinin görüldüğünü bildirdiler. Verilen bilgilere göre Batı Yaka'nın Nablus şehrinden olan Abdulkerim Kanazi adlı genç, HAMAS mensubu olmaktan dolayı tutuklanmış ve bu yüzden üç yıl hapis cezasına çarptırılmıştı. Bu durum İsrail'in işkenceyi sadece soruşturmalardan sonuç almak için değil doğrudan doğruya bir idam metodu olarak kullandığını çok açık ve net bir şekilde ortaya koymaktadır.

 

ŞABAK Militanlarının İşkence Yetkileri Genişletildi

 

İsrail işgal devletinin işkence uygulamalarına bizzat İsrail'deki bazı insan hakları kuruluşları bile karşı çıktı ve ŞABAK militanlarının işkence yetkilerinin kaldırılması için İsrail Yüksek Mahkemesi'ne başvurdular. Ancak mahkeme başvuruyu reddetti, işgal yönetimi de tam tersini yaparak ŞABAK militanlarının işkence yetkilerini artırdı.

 

İsrail Yüksek Mahkemesi'ne 1994'ün sonuna doğru, iç istihbarat örgütü ŞABAK'ın elemanlarının Filistinli tutuklulara işkence yapmalarının yasaklanması için bir başvuru yapıldı. Ancak mahkeme açılan davayı reddetti. Mahkeme, söz konusu davayı açan İşkenceye Karşı Halk Konseyi'nin ŞABAK elemanlarının başvurduğu işkence metotlarından bazılarına itiraz için yeni bir dava açabileceğini açıkladı. Bu red olayından sonra İsrail hükümeti çıkardığı bazı hükümet kararlarıyla ŞABAK elemanlarının işkence yetkilerini artırdı. Bu durumda bazı işkence metotlarına itiraz için açılacak davaların da bir önemi kalmadı. Nitekim daha sonra bazı işkence metotlarına itiraz için açılan davalar da reddedildi. Örneğin yine İsrail Yüksek Mahkemesi, bir İsrail hukuk derneğinin Filistinlilere elektrik şoku verilerek işkence edilmesinin yasaklanması için açtığı davayı reddetti. İsrail genel savcısı bu davanın reddedilmesiyle ilgili açıklamasında, elektrik şokuyla veya diğer metotlarla yapılan işkencenin Filistinli savaşçıların planladığı birçok eylemin önüne geçtiğini ileri sürdü.

 

İsrail Yüksek Mahkemesi, daha sonra mensuplarını bazı İsrail vatandaşlarının oluşturduğu "İşkenceye Karşı Genel Komite" adlı bir organizasyonun, İsrail iç istihbarat örgütü Shin-Bet elemanlarının işkencelerine maruz kalan İsa Ali Bettat adlı 24 yaşında bir Filistinli adına açtığı davayı da reddetti. Mahkeme başkanı Eharon Barak, Shin-Bet elemanlarının Filistinlileri birtakım itiraflara zorlamak için işkenceye devam edebileceklerini bildirdi.

 

(alıntı)

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

........

 

İsrail'in İşkence Uygulamalarından Örnekler

 

ŞABAK (Shin-Bet) elemanlarının uyguladığı işkence Batı Yaka'nın el-Halil kentinden Abdussamed Hasan Selman Harizat'ın canını aldı. 30 yaşındaki Abdussamed, HAMAS'ın hücrelerinden birine başkanlık ettiği iddiasıyla 22 Nisan 1995 Cumartesi günü ŞABAK elemanları tarafından el-Halil'deki evinden alınarak el-Meskubiyye tutukevine götürüldü. ŞABAK elemanları onun istedikleri bilgileri vermediğini görünce özel işkence eğitimi almış mangalarını çağırdılar ve kendilerine Abdussamed'e işkence yapmaları için işaret ettiler. İşkence mangaları onu özel işkence odasına alarak kafasından ve vücudunun diğer yerlerinden şiddetle dövmeye başladılar. Bir süre sonra durumunun kötüleştiğini görünce Kudüs Hedâsâ Ayni Kârim hastanesine naklettiler. Abal Ele adlı bir ŞABAK subayı da Abdussamed'in evine gidip babasıyla görüşerek sadece annesinin ve küçük kardeşinin Abdussamed'i görmek için yanına gidebileceğini bildirdi. Annesi derhal küçük oğlu Abdullah'ı alarak el-Meskubiyye tutukevine gitti. Ancak oradaki ŞABAK görevlileri oğlunun Hedâsâ hastanesinde olduğunu söyleyerek derhal hastaneye gitmesini istediler. Annesi hastaneye gittiğinde Abdussamed şuurunu kaybetmiş bir halde yatıyordu. Buna rağmen elleri ve bacakları bağlı olduğu gibi başında da bir asker bekletiliyordu. Annesi gözü yaşlı bir şekilde oğlunu cennete uğurlamak üzere başında bekledi ve Abdussamed 25 Nisan Pazartesi sabah saat altıda ruhunu teslim ederek ömrünün baharında dünyaya veda etti.

 

Abdussamed işkence altında hayatını kaybedenlerin ilki olmadığı gibi sonu da değildi. İşkence altında can veren diğer Filistinlilerin bazılarından aşağıda söz edeceğiz.

 

İsrail rejimi işkence ile öldürülenlerin bazılarının intihar ettiğini ileri sürmüştü. Ancak uydurduğu yalanın ortaya çıkmaması için vücutlarında otopsi yapılmasına da müsaade etmemişti. Abdussamed'in de daha önce geçirmiş olduğu bir hastalıktan dolayı ölmüş olabileceğini iddia etti. Fakat bu kez Betselim İnsan Hakları Örgütü Abdussamed'in vücudunda otopsi yapılması için bastırdı ve bu amaçla Amerikalı bir otopsi uzmanını yapılacak işlemleri murakabe etmesi için davet etti. Derken otopsi yapıldı ve 28 Nisan Cuma günü geç saatlerde açıklanan otopsi raporlarında Abdussamed'in daha önce geçirmiş olduğu herhangi bir hastalıktan dolayı değil kafasından şiddetli bir şekilde dövülmesi sebebiyle öldüğü duyuruldu. Harizat'ın işkence sonucu öldüğünün otopsi raporlarıyla ispat edilmesine ve daha sonra İsrail yönetiminin bunu kabullenmesine rağmen işkence yapanlar hakkında soruşturma bile açılmadı. Çünkü işkenceciler bu işi kanunlara uygun (!)" olarak yapmışlardı ve haklarında soruşturma açılmasına mahal yoktu.

 

Abdussamed de, intifadanın başladığı tarihten o güne kadar öldürülen kırka yakın Filistinli genç gibi yargısız bir şekilde ve üstelik bütün insanlığın reddettiği "işkence" metoduyla idam edilmişti. Avrupa ve ABD ise İsrail'deki ölüm mangalarının "işkence yoluyla idam" uygulamaları karşısında sessiz kalmayı, İsrail'in çıkarlarının korunması uğruna Filistin halkının ezilmesine göz yummayı tercih ettiler.

 

....

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

ve diğer örnekler...

 

....İşkence yoluyla öldürülen Filistinli gençlerden biri de Abdulfettah Rantisi'dir. Aslında Abdulfettah Rantisi'nin yargılanması işlemi bitmiş ve işgal mahkemesi onu ölümünden 1,5 ay önce yani Temmuz 1995'in sonlarında HAMAS'ın askeri kanadı durumundaki İzzeddin Kassam birliklerine mensup olmaktan dolayı 15 yıl hapis cezasına mahkum etmişti. Fakat işkence için görevlendirilenler mahkemenin sonuçlanmasından sonra da onun üzerindeki işkenceyi sürdürdüler ve sonuçta Abdufettah Rantisi, Eylül 1995'te ömrünün baharında siyonist zulmün zindanında hayata veda etti.

 

....Mahmud Abdullah Umran adında, 17 yaşında bir Filistinli genç tutuklu bulunduğu, Batı Yaka'nın Cenin kentindeki Fari'a hapishanesinde Ocak 1995 sonlarına doğru soruşturma esnasında uygulanan işkence yüzünden hayatını kaybetti. Mahkeme yönetimi Umran'ın intihar ettiğini ileri sürdü. Ancak ölüm raporunda ne zaman öldüğü hakkında bilgi verilmedi. Mahmud Abdullah Umran 26 Aralık 1994'te siyonist askerler tarafından evinden alınıp götürülmüştü ve tutuklandığı tarihten öldüğünün açıklandığı tarihe kadar kendisinden haber alınamamıştı. Olayla ilgili olarak HAMAS tarafından yapılan açıklamada, Umran'ın işkence sonucu hayatını kaybettiği ifade edildi ve ona 35 günden fazla bir süre işkence edildiğine dikkat çekildi.

8 Nisan 1995 tarihinde Dellâl Ma'zuz adlı 29 yaşında bir Filistinli Sarfend cezaevinde soruşturma esnasında uygulanan işkenceden dolayı hayatını kaybetti. Fakat İsrail rejimi Ma'zuz Dellâl'in hangi sebepten öldüğünün ortaya çıkmaması için bedeni üzerinde otopsi yapılmasına bile izin vermedi

 

....en-Nakab çöl hapishanesinin Ensar - 3 bölümünde yatmakta olan Abdulkerim Kanazi adlı 24 yaşında bir Filistinli tutuklu 16 Eylül 1995'te çadırında ölü bulundu. İsrail kaynakları adı geçen tutuklunun bedeninde işkence izlerinin görüldüğünü bildirdiler. Verilen bilgilere göre Batı Yaka'nın Nablus şehrinden olan Abdulkerim Kanazi adlı genç, HAMAS mensubu olmaktan dolayı tutuklanmış ve bu yüzden üç yıl hapis cezasına çarptırılmıştı.

 

 

....29 Ocak 1998 tarihinde Nidal Zekeriya Ebu Surur adlı bir genç uygulanan işkence yüzünden hayatını kaybetti ve bu olay Batı Yaka'nın Beytlaham şehrinde birkaç gün süren çatışmalara yol açtı.

 

 

....1994'te uluslararası insan hakları kuruluşlarına mektup yazmasından dolayı tutuklanan ve Askalan cezaevine konulan Ahmed İbrâhim kendisine karşı, 100 saat sürekli sandalyede oturtma veya günde 20 saat sürekli ayakta durdurma, midesine ve omurgalarına yarım saat süreyle şiddetle bastırma gibi işkence metotlarının uygulandığını dile getirdi. Ahmed İbrahim maruz kaldığı bu işkencelerin kendisinde felçliğe veya kısırlığa yol açabileceğini dile getirdi. O bütün bu işkencelere rağmen sağ kalabilmişti. Demek ki hayatlarını kaybedenler çok daha korkunç işkencelere tabi tutulmuşlardı.

 

 

....1995'in Aralık ayı sonunda, 38 yaşındaki Yusuf es-Sirkeci adlı bir Filistinli Askalan cezaevinde tutulduğu 45 günlük süre içinde kendisine işkence yapılmasından dolayı sağlık durumunun kötüleşmesi üzerine hastaneye kaldırıldı. Yusuf es-Sirkeci'nin işkenceden dolayı böbreklerinden birinin işlevini kaybettiği bildirildi. Nablus'taki Halid ibnu Velid camisinin imamlığını yapan Yusuf es-Sirkeci 1992 yılı sonunda Güney Lübnan'ın Mercu'z-Zuhr bölgesine sürgün edilen 415 Filistinlinin arasında yer almıştı.

 

....Zuheyr Libâde adlı 33 yaşında bir Filistinli de işkenceden dolayı bir bacağında kan toplanması ve böbreklerinden birinin işlevini yitirmesi üzerine Aralık 1995 sonunda Remle cezaevinin revirine kaldırıldı. Doktorlar Libâde'nin bacağında kan toplanmasının daha önce bir rahatsızlığından dolayı Bi'ru's-Sebu şehrindeki Suruka hastanesine kaldırıldığı sırada yatırıldığı divana sıkıca bağlanmasından ve uzun süre böyle bağlı kalmasından ileri geldiğini ifade ettiler. İşgal yönetimi 14 aydan beridir zindanda olan Libâde'yi 24 ay hapis ve üç bin dolar para cezasına mahkum etmişti.

 

 

....İsrail'in işkencesinden nasiplenenler sadece Filistinliler değil. Şubat 1998 başlarında "intihar saldırısı" hazırlığı içinde olduğu iddiasıyla tutuklanan ve hakkında soruşturma başlatılan Stewen Semirek adlı Alman Müslüman, kendisinin itirafları diye yansıtılan açıklamaların tümünün işkenceyle kabul ettirilmiş iddialar olduğunu söyledi. Almanya'nın ünlü Focus dergisi adı geçen Alman Müslümanla, tutuklu olduğu zindanla bağlantı kurarak bir telefon görüşmesi yaptı. Alman Müslüman Focus dergisine yaptığı açıklamada kendisine tutuklandıktan sonra: "Ya ölümü ya da önüne sürülen bu açıklamaları kabullenmeyi tercih edeceksin" şeklinde tehditte bulunulduğunu ve korkunç işkenceler yapıldığını, bu yüzden o açıklamaları kabullenmek zorunda kaldığını bildirdi.

 

...İşgal devletinin işkenceyle görevli elemanları, Batı Yaka'nın Beytlahm bölgesinden olan ve henüz 17 yaşında yani yasal yükümlülük yaşının altında bulunan Raid Mahlid el-Hımeri'yi kaldığı el-Meskubiye zindanında tek kişilik bir hücreye kapattılar. Üç gün süreyle onu burada bekleterek hiç kimseyle görüştürmediler. Sonra ŞABAK (Shin-Bet) elemanlarından sekiz kişi yanına girdi. Bu kişiler, el-Hımeri'yi önce ölümle tehdit ettiler. Sonra bedeninin değişik yerlerinde sigara söndürdüler. Yaptıkları işkenceler neticesinde kendilerinin önceden hazırlamış oldukları bir ifade metninin altına imza attırdılar. el-Hımeri zorla ve işkenceyle imzaladığı ifade metnini hiç okuma fırsatı bile bulabilmiş değildi. Shin-Bet'in elemanları bu kadarını yapmakla da yetinmediler, el-Himeri'ye altına imza attığı ifade metnini daha sonra inkar etmesi durumunda kendisini aynı hücreye yeniden kapatacaklarını ve aynı işkenceyi yeniden yapacaklarını bildirdiler. Buna ek olarak kendileri aleyhine herhangi bir şikayette bulunmamasını ve mahkemenin ertelenmesini istememesini bildirdi, aksi takdirde daha kötü işkencelere maruz kalabileceğini söylediler. Raid Mahlid el-Hımeri'ye yapılan bu işkenceleri Uluslararası İnsan Hakları Dayanışma Örgütü gün yüzüne çıkardı ve onun bedeninin değişik yerlerinde sigara söndürüldüğünü belgeleyen fotoğrafları da yayınladı. Adı geçen örgüt konuyla ilgili açıklamasında bu fotoğrafların, siyonist işgal devletinin işkencede nasıl sınır tanımadığını ve henüz çocuk yaşında kabul edilenlerin bile İsrail'in işkencelerinden nasiplerini aldıklarını açıkça gözler önüne serdiğini dile getirdi.

 

 

....İşgal kuvvetleri tarafından tutuklanan Adnan Ebu Tubâne, kendisinin tutuklandığı tarihten itibaren oldukça uzun bir süre uyumasına engel olunduğunu ve bu esnada elektrik şokundan dayağa kadar akla gelebilecek her türlü işkence uygulamalarına maruz bırakıldığını dile getirdi. Ebu Tubâne'nin avukatı da müvekkilinin aşırı elektrik şokundan dolayı kafasında şiddetli ağrılar olduğunu bunun yanı sıra kollarında ve bacaklarında uzun süre bağlı kalmaktan ileri gelen şişmeler meydana geldiğini ifade etti. Avukat, müvekkilinin soruşturma esnasında 64 saat sürekli uykusuz bekletildiğini dile getirdi.

 

 

....Abdurrahman el-Ahmer adında bir başka Filistinli Shin-Bet elemanlarının kendisine, uzun süre masaya veya sandalyeye bağlamak, omuzlarına ağır şeylerle vurmak, iki üç saat gibi uzun süre sırtına basmak suretiyle işkence ettiklerini dile getirdi.

 

İşkence bir insanlık suçudur...ortak olmayalım.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

ve diğer örnekler...

 

....İşkence yoluyla öldürülen Filistinli gençlerden biri de Abdulfettah Rantisi'dir. Aslında Abdulfettah Rantisi'nin yargılanması işlemi bitmiş ve işgal mahkemesi onu ölümünden 1,5 ay önce yani Temmuz 1995'in sonlarında HAMAS'ın askeri kanadı durumundaki İzzeddin Kassam birliklerine mensup olmaktan dolayı 15 yıl hapis cezasına mahkum etmişti. Fakat işkence için görevlendirilenler mahkemenin sonuçlanmasından sonra da onun üzerindeki işkenceyi sürdürdüler ve sonuçta Abdufettah Rantisi, Eylül 1995'te ömrünün baharında siyonist zulmün zindanında hayata veda etti.

 

....Mahmud Abdullah Umran adında, 17 yaşında bir Filistinli genç tutuklu bulunduğu, Batı Yaka'nın Cenin kentindeki Fari'a hapishanesinde Ocak 1995 sonlarına doğru soruşturma esnasında uygulanan işkence yüzünden hayatını kaybetti. Mahkeme yönetimi Umran'ın intihar ettiğini ileri sürdü. Ancak ölüm raporunda ne zaman öldüğü hakkında bilgi verilmedi. Mahmud Abdullah Umran 26 Aralık 1994'te siyonist askerler tarafından evinden alınıp götürülmüştü ve tutuklandığı tarihten öldüğünün açıklandığı tarihe kadar kendisinden haber alınamamıştı. Olayla ilgili olarak HAMAS tarafından yapılan açıklamada, Umran'ın işkence sonucu hayatını kaybettiği ifade edildi ve ona 35 günden fazla bir süre işkence edildiğine dikkat çekildi.

8 Nisan 1995 tarihinde Dellâl Ma'zuz adlı 29 yaşında bir Filistinli Sarfend cezaevinde soruşturma esnasında uygulanan işkenceden dolayı hayatını kaybetti. Fakat İsrail rejimi Ma'zuz Dellâl'in hangi sebepten öldüğünün ortaya çıkmaması için bedeni üzerinde otopsi yapılmasına bile izin vermedi

 

....en-Nakab çöl hapishanesinin Ensar - 3 bölümünde yatmakta olan Abdulkerim Kanazi adlı 24 yaşında bir Filistinli tutuklu 16 Eylül 1995'te çadırında ölü bulundu. İsrail kaynakları adı geçen tutuklunun bedeninde işkence izlerinin görüldüğünü bildirdiler. Verilen bilgilere göre Batı Yaka'nın Nablus şehrinden olan Abdulkerim Kanazi adlı genç, HAMAS mensubu olmaktan dolayı tutuklanmış ve bu yüzden üç yıl hapis cezasına çarptırılmıştı.

 

 

....29 Ocak 1998 tarihinde Nidal Zekeriya Ebu Surur adlı bir genç uygulanan işkence yüzünden hayatını kaybetti ve bu olay Batı Yaka'nın Beytlaham şehrinde birkaç gün süren çatışmalara yol açtı.

 

 

....1994'te uluslararası insan hakları kuruluşlarına mektup yazmasından dolayı tutuklanan ve Askalan cezaevine konulan Ahmed İbrâhim kendisine karşı, 100 saat sürekli sandalyede oturtma veya günde 20 saat sürekli ayakta durdurma, midesine ve omurgalarına yarım saat süreyle şiddetle bastırma gibi işkence metotlarının uygulandığını dile getirdi. Ahmed İbrahim maruz kaldığı bu işkencelerin kendisinde felçliğe veya kısırlığa yol açabileceğini dile getirdi. O bütün bu işkencelere rağmen sağ kalabilmişti. Demek ki hayatlarını kaybedenler çok daha korkunç işkencelere tabi tutulmuşlardı.

 

 

....1995'in Aralık ayı sonunda, 38 yaşındaki Yusuf es-Sirkeci adlı bir Filistinli Askalan cezaevinde tutulduğu 45 günlük süre içinde kendisine işkence yapılmasından dolayı sağlık durumunun kötüleşmesi üzerine hastaneye kaldırıldı. Yusuf es-Sirkeci'nin işkenceden dolayı böbreklerinden birinin işlevini kaybettiği bildirildi. Nablus'taki Halid ibnu Velid camisinin imamlığını yapan Yusuf es-Sirkeci 1992 yılı sonunda Güney Lübnan'ın Mercu'z-Zuhr bölgesine sürgün edilen 415 Filistinlinin arasında yer almıştı.

 

....Zuheyr Libâde adlı 33 yaşında bir Filistinli de işkenceden dolayı bir bacağında kan toplanması ve böbreklerinden birinin işlevini yitirmesi üzerine Aralık 1995 sonunda Remle cezaevinin revirine kaldırıldı. Doktorlar Libâde'nin bacağında kan toplanmasının daha önce bir rahatsızlığından dolayı Bi'ru's-Sebu şehrindeki Suruka hastanesine kaldırıldığı sırada yatırıldığı divana sıkıca bağlanmasından ve uzun süre böyle bağlı kalmasından ileri geldiğini ifade ettiler. İşgal yönetimi 14 aydan beridir zindanda olan Libâde'yi 24 ay hapis ve üç bin dolar para cezasına mahkum etmişti.

 

 

....İsrail'in işkencesinden nasiplenenler sadece Filistinliler değil. Şubat 1998 başlarında "intihar saldırısı" hazırlığı içinde olduğu iddiasıyla tutuklanan ve hakkında soruşturma başlatılan Stewen Semirek adlı Alman Müslüman, kendisinin itirafları diye yansıtılan açıklamaların tümünün işkenceyle kabul ettirilmiş iddialar olduğunu söyledi. Almanya'nın ünlü Focus dergisi adı geçen Alman Müslümanla, tutuklu olduğu zindanla bağlantı kurarak bir telefon görüşmesi yaptı. Alman Müslüman Focus dergisine yaptığı açıklamada kendisine tutuklandıktan sonra: "Ya ölümü ya da önüne sürülen bu açıklamaları kabullenmeyi tercih edeceksin" şeklinde tehditte bulunulduğunu ve korkunç işkenceler yapıldığını, bu yüzden o açıklamaları kabullenmek zorunda kaldığını bildirdi.

 

...İşgal devletinin işkenceyle görevli elemanları, Batı Yaka'nın Beytlahm bölgesinden olan ve henüz 17 yaşında yani yasal yükümlülük yaşının altında bulunan Raid Mahlid el-Hımeri'yi kaldığı el-Meskubiye zindanında tek kişilik bir hücreye kapattılar. Üç gün süreyle onu burada bekleterek hiç kimseyle görüştürmediler. Sonra ŞABAK (Shin-Bet) elemanlarından sekiz kişi yanına girdi. Bu kişiler, el-Hımeri'yi önce ölümle tehdit ettiler. Sonra bedeninin değişik yerlerinde sigara söndürdüler. Yaptıkları işkenceler neticesinde kendilerinin önceden hazırlamış oldukları bir ifade metninin altına imza attırdılar. el-Hımeri zorla ve işkenceyle imzaladığı ifade metnini hiç okuma fırsatı bile bulabilmiş değildi. Shin-Bet'in elemanları bu kadarını yapmakla da yetinmediler, el-Himeri'ye altına imza attığı ifade metnini daha sonra inkar etmesi durumunda kendisini aynı hücreye yeniden kapatacaklarını ve aynı işkenceyi yeniden yapacaklarını bildirdiler. Buna ek olarak kendileri aleyhine herhangi bir şikayette bulunmamasını ve mahkemenin ertelenmesini istememesini bildirdi, aksi takdirde daha kötü işkencelere maruz kalabileceğini söylediler. Raid Mahlid el-Hımeri'ye yapılan bu işkenceleri Uluslararası İnsan Hakları Dayanışma Örgütü gün yüzüne çıkardı ve onun bedeninin değişik yerlerinde sigara söndürüldüğünü belgeleyen fotoğrafları da yayınladı. Adı geçen örgüt konuyla ilgili açıklamasında bu fotoğrafların, siyonist işgal devletinin işkencede nasıl sınır tanımadığını ve henüz çocuk yaşında kabul edilenlerin bile İsrail'in işkencelerinden nasiplerini aldıklarını açıkça gözler önüne serdiğini dile getirdi.

 

 

....İşgal kuvvetleri tarafından tutuklanan Adnan Ebu Tubâne, kendisinin tutuklandığı tarihten itibaren oldukça uzun bir süre uyumasına engel olunduğunu ve bu esnada elektrik şokundan dayağa kadar akla gelebilecek her türlü işkence uygulamalarına maruz bırakıldığını dile getirdi. Ebu Tubâne'nin avukatı da müvekkilinin aşırı elektrik şokundan dolayı kafasında şiddetli ağrılar olduğunu bunun yanı sıra kollarında ve bacaklarında uzun süre bağlı kalmaktan ileri gelen şişmeler meydana geldiğini ifade etti. Avukat, müvekkilinin soruşturma esnasında 64 saat sürekli uykusuz bekletildiğini dile getirdi.

 

 

....Abdurrahman el-Ahmer adında bir başka Filistinli Shin-Bet elemanlarının kendisine, uzun süre masaya veya sandalyeye bağlamak, omuzlarına ağır şeylerle vurmak, iki üç saat gibi uzun süre sırtına basmak suretiyle işkence ettiklerini dile getirdi.

 

İşkence bir insanlık suçudur...ortak olmayalım.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Katılın Görüşlerinizi Paylaşın

Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.

Misafir
Maalesef göndermek istediğiniz içerik izin vermediğimiz terimler içeriyor. Aşağıda belirginleştirdiğimiz terimleri lütfen tekrar düzenleyerek gönderiniz.
Bu başlığa cevap yaz

×   Zengin metin olarak yapıştırıldı..   Onun yerine sade metin olarak yapıştır

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Önceki içeriğiniz geri getirildi..   Editörü temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.