Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

Türkler, Kürtler ve Osmanlılar


Senyour

Önerilen İletiler

Kurt-esraf.jpg

 

KÜRT SORUNU İÇİN OSMANLI TECRÜBESİBinlerce yıldır Ortadoğu"da yaşayan bir halk olan Kürtlerin, Türklerle olan ortak tarihini anlamak için 16. yüzyılın başlarına, Yavuz Sultan Selim devrine uzanmak gerekiyor. Osmanlı devletinin sınırlarını doğuya doğru genişleterek Ortadoğu"nun büyük bir bölümüne hakim olan Yavuz Selim"in karşılaştığı en büyük tehlike Safavilerdi. Liderleri Şah İsmail, sürekli olarak Anadolu"daki isyanları körüklüyor ve Osmanlı için askeri bir tehdit oluşturuyordu. 1514 tarihli Çaldıran Savaşı ile Yavuz, Safavi tehlikesini önemli ölçüde püskürttü. O zamana kadar Safavilerden rahatsız olan Sünni Kürt ve Türkmen aşiret beyleri, bu savaşta Osmanlı ordusuna büyük destek verdi.

Bu, Osmanlı ile Kürt beyleri arasında doğal bir ittifakın oluşması anlamına geliyordu. Ancak Çaldıran savaşı, Güneydoğu Anadolu"nun Osmanlı tarafından fethedilmesi anlamına gelmiyordu. Savaştan sonra da bölge, aralarında herhangi bir birlik olmayan Kürt beylerinin egemenliği altında ve Safavi tehlikesine açık kalmıştı. Savaştan sadece iki yıl sonra bu sorun da halledilecek ve Kürtlerin yaşadığı bölgeler Osmanlı toprağı haline gelecekti. Bunu sağlayan en önemli aktör ise "İdris-i Bitlisî" adlı Kürt din âlimidir.

Yirmi yıl kadar Akkoyunlu devletinin hizmetinde çalışan İdris-i Bitlisî"nin babası soylu Kürt ailelerinden Mevlânâ Şeyh Hüsameddin El Bitlisî"ydi. İdris, Kürtçe gibi Türkçeyi de çok iyi biliyordu. Sühreverdi tarikatına bağlıydı. Akkoyunlu Türkmen devletinin başkenti Diyarbakır iken, burada hükümdar Uzun Hasan Beğ"in sarayında şehzadelerin hocası ve katip olarak çalışmıştı. Şah İsmail, Tebriz"i fethederek Akkoyunlu devletini yıkınca İdris de İstanbul"a gelip II. Bayezid"le görüştü. Padişah bu Kürt din âlimine büyük saygı gösterdi ve onu Osmanlı sarayında tarih yazıcılığıyla görevlendirdi. İdris, Osmanlı"nın ilk sekiz padişahının hayatını anlatan Heşt Behişt (Sekiz Cennet) adlı ünlü eserini burada yazarak Sultan"a sundu.

Sultan Bayezid"in yerine Yavuz Selim tahta geçince, İdris, yeni sultanın Doğu siyasetinin danışmanı oldu. Yavuz"la birlikte Çaldıran seferine katıldı, savaş sonunda Osmanlı egemenliğine geçen Tebriz"de bir süre kalarak Ulu Cami"de halka vaazlar verdi. 1516 yılında, Şah İsmail"in Doğu ve Güneydoğu Anadolu"yu yeniden istila etme hazırlığında olduğu ortaya çıktı. Şah, Çaldıran savaşında öldürülen komutanı Mehmed Han"ın yerine onun kardeşi Karahan"ı tekrar Anadolu"ya gönderdi. Bu komutan Diyarbakır ve çevresini kuşatma altına aldı.


Osmanlı'ya Sığınan Kürt Beyleri

Bu tehlike karşısında, bölgedeki Kürt aşiretlerinin beyleri bir araya gelerek Osmanlı"ya katılma kararı aldı. Bu talebi de "Ariza" adlı bir metinde anlattılar. "Ariza"yı Kürt beylerini temsilen Sultan"a götüren kişi İdris-i Bitlisî"den başkası değildi. İdris, ayrıca, kendisinin Farsça kaleme aldığı İstimaletname"de "Bilad-ı Ekrad" yani "Kürt beldeleri" hakkında bilgiler verdi. Yavuz Sultan Selim, kendisine başvuran Kürtlerin isteğini geri çevirmedi ve bu "bendeleri" Safavi tehdidinden kurtarmaya karar verdi. Yavuz"un emriyle, Konya Beylerbeyi Hüsrev Paşa, İdris-i Bitlisi"nin manevi desteğiyle 10 bin kişilik bir gönüllü ordusu topladı ve Diyarbakır"ı Safavilerden kurtardı. Safavi kumandanı Karahan, Mardin"e kaçtı. Osmanlı ordusu, Mardin üzerine yürüdü sonuçta bu kenti de aldı.

Bu tarihten itibaren, Diyarbakır ve Mardin Osmanlı topraklarına dahil edildiği gibi, İdris"in Yavuz Selim adına bölgenin Kürt-Türk beyleriyle anlaşması sayesinde Bitlis, Urmiye, İtak, İmadiye, Cizre, Eğil, Hizran, Garzan, Palu, Siirt, Hısn-ı Keyfa (Hasankeyf), Meyyafarikin ve Cezire-i İbn Ömer gibi toplam 25 mıntıka barışçı yollarla Osmanlı idaresine bağlandı. Bu üstün başarılarından dolayı Yavuz Selim, İdris-i Bitlisî"yi ödüllendirdi. Kendisine bir ferman göndererek Diyarbakır bölgesini ona "temlik" olarak verdi. Ayrıca merkezi Diyarbakır olan ve Yavuz Selim"in 1516 yılında yeni kurduğu "Arab Kazaskerliği" kendisine bahşedildi. Böylece İdris-i Bitlisi Osmanlıların en büyük siyasi rütbelerinden biri olan kazaskerlik rütbesiyle taltif edilmiş oldu.


Uzun Osmanlı Yılları

Bölge Osmanlı"ya bağlandıktan sonra Kürt aşiret ve beyliklerine otonomi tanındı. Kurulan "Diyarbekir Vilayeti" bünyesinde 11 sancak Türk idarecilerine, 8 sancak yerli (Kürt) beylere verildi. Osmanlı"nın idari sisteminde en büyük birim "vilayet" idi. Tek bir Diyarbekir vilayeti tüm Güneydoğu Anadolu"yu içine alıyordu. Vilayetin altında livalar, onun da altında sancaklar vardı. 1520 yılındaki bir Osmanlı belgesinde, "Vilayet-i Diyarbekir" başlığı altında 9 liva, bunların da altında 28 "Ekrad sancağı" (Kürt sancağı) sayılıyordu. 1526 yılına ait bir belgede ise, "Diyarbekir Vilayeti Livaları" başlığı altında önce 10 Osmanlı sancağı, sonra da Vilayet-i Kürdistan başlığı altında "Ekrad sancakları" denilen 17 sancak sayılmıştı.

Belgeleri yorumlayan tarih profesörü Ahmet Akgündüz, Diyarbekir vilayeti içindeki sancakların 35"i geçtiğini; bunların 16"sının tımar düzenine tâbi klasik Osmanlı sancakları olduğunu; kalanların ise "yurtluk-ocaklık" ve "hükümet" diye de tasnif edilen "Kürdistan vilayeti livaları" olduğunu söylüyor. Bunun anlamı, söz konusu Kürt bölgelerinin belirli bir otonomiye sahip olduklarıdır. Bu düzende Kürtler kendi hayatlarını sürdürdü. Bu durum onlara kimliklerini koruma imkanı verdiği gibi, feodal düzenin sürmesini kolaylaştıran bir hukuki düzen de getirmiş oldu.


Türklerle Kürtlerin Kaynaşması

Osmanlı tarihi bakımından belirtilmesi gereken bir diğer olgu da, Kürtler ile Türklerin kaynaşmış olmalarıdır. Kürtlerin tarihi konusundaki en önemli uzmanlardan biri olan David McDowall, The Kurds adlı kitabında bu hususun altını çiziyor: "Kuşku yok ki, geç dönemde, bazı Arap ve Türkmen aşiretleri kültürel anlamda Kürtleştiler. Kürt ve Türkmen kabileleri bir arada yaşadı, bazı durumlarda birbirleri ile karıştı, bazı Türk liderler Kürtleri cezbetti veya bunun tam tersi oldu." David McDowall"a göre, aynı şekilde çok sayıda Kürt, özellikle Müslüman ordularında profesyonel asker olanlarla, Türk veya Arapların yoğun yaşadığı bölgelere göçen köylüler ve aşiretler, Kürt kimliklerini kaybetti.

Kürtler için Osmanlı ordusunun ilgi çekici olduğunu dile getiren David McDowall, Kürtlerin sabit ordunun süvarileri arasında Türklerin yanında yer aldığını söylüyor. Kürtlerin en önemli katkısının, özellikle merkezden uzaktaki birliklerde olduğunu hatırlatan McDowall, 1630"ların ortalarında İran"a yapılan bir Osmanlı seferinde Hakkari ve Mahmudi Kürtlerinin ana ordunun önünde yer aldığını, Bitlis"ten gelen piyadelerin ise arka birlikleri oluşturduğunu belirtiyor.


Bedirhan Efsanesinin Aslı

Kürtler arasında, 1840"lardan itibaren bazı isyanlar baş gösterdi. Kürt tarihinde önemli bir yere sahip olan Bedirhan ailesine, bu isyanlardaki öncü rolü sebebiyle hâlâ pek çok Kürt milliyetçisi tarafından efsanevi anlam yüklenir. Halbuki, ne Bedirhan ailesinin isyanlarında ne de o dönemdeki diğer Kürt kalkışmalarının herhangi birinde milliyetçi motif yoktu. Bunlar, 1839 yılındaki "Gülhane Hatt-ı Hümayunu" ile başlayan Tanzimat dönemine tepki olarak gelişmiş hareketlerdi. Osmanlı, Tanzimat"la birlikte, daha önce geniş bir otonomi verdiği bölgeleri merkeze sıkı biçimde bağlamaya çalışıyordu. Buna tepki gösteren yerel liderler de ayaklanıyordu. Bunların kimisi Kürt, kimisi de Türkmen"di.

Tanzimat süreci ile Osmanlı idarecileri, merkezi yönetimi güçlendirmek, etkili biçimde vergi toplamak ve kuvvetli ordular kurmak niyetindeydi. O dönemde pek çok eyalette vergi Osmanlı memurları tarafından değil, yerel yöneticiler tarafından toplanıyor, bunlar da topladıkları verginin ancak bir kısmını merkeze aktarıyordu. Merkezin güçlenmesi için etkili bir bürokratik yapının kurulması ve bu yolla eyaletlerin kontrol altına alınması gerekiyordu. Bu işi en iyi başaran kişi, devleti 1876-1909 yılları arasında yöneten Sultan II. Abdülhamid oldu.

abdulhamid2.jpg

 

Hamidiye Alayları ve Abdülhamid"in Kürt politikası

Sultan II. Abdülhamid, devletin Müslüman halklarını bir arada tutmaya büyük önem verdi. Doğudaki Ermeniler arasında gelişen fanatik milliyetçi çeteler, Abdülhamid"in bu bölgeye özel bir şekilde eğilmesine vesile oldu. Abdülhamid"in getirdiği çözümün çatısını da "Hamidiye Alayları" oluşturdu. Abdülhamid"in ismine kurulan bu alaylar, Güneydoğu"daki Kürt aşiretlerinden adam devşirilerek bölgeyi Osmanlı devleti adına korumak amacıyla kurulan yarı askeri birliklerdi. Giderek büyüyen Rus tehdidine ve Ermeniler arasındaki milliyetçi örgütlenmeye karşı güvenlik unsuru olan Hamidiye Alayları, aynı zamanda Kürtlerin devlete olan sadakatlerini pekiştirmek gibi bir amaç da taşıyordu.

Aslında alaylar, Sultan Abdülhamid"in Kürtleri devlete daha da ısındırmak ve bağlılıklarını artırmak için yürüttüğü kapsamlı projenin parçasıydı. Projede Kürt önde gelenlerinin çocuklarının İstanbul"da eğitilmesi, bölgeye gönderilen din adamları yoluyla "Osmanlı" bilincinin güçlendirilmesi gibi unsurlar da vardı. İstanbul"da "aşiret mektepleri"nin açılması, bölgedeki medreselere maddi destek verilmesi bu projenin ayaklarını oluşturuyordu. Abdülhamid, ayrıca, yöreye gezici öğretmenler ve vaizler göndererek halkın eğitimine de önem verdi.

Prof. Dr. Ercüment Kuran, Kürt aşiret reislerinin çocuklarının askeri okullarda okutulması ve bunlardan Harbiye mektebinden mezun olanlarının nizamiye ordusuna tayin edilmesinin önemine işaret eder ve hükmünü "Doğu Anadolu halkının devletle bütünleşmesinde Abdülhamid"in hizmeti büyüktür" şeklinde verir. Askeri bir misyonu da yerine getiren alaylar, doğudaki Rus destekli Ermeni çetelerine karşı koyar, gerilla tipi savaş verir.


Kürtlerin Milliyetçiliğe Yüz Çevirişi

Milliyetçilik, modern çağda doğan bir olgu. Modernizm öncesi dönemde, milliyetçilik yoktu. İnsanlar kendilerini şu veya bu milletin bir ferdi olarak değil, bağlı oldukları siyasi otoritenin (çoğunlukla bir kralın, padişahın veya derebeyinin) tebaası ve ait oldukları dini cemaatin bir parçası olarak görüyordu. Osmanlı tarihinde, devletin son birkaç on yılı sayılmaz ise kayda değer bir milliyetçilik bulmak mümkün değil. 19. yüzyıl sonlarında Osmanlı devletinin tebaası, kendini daha çok dinî temelde tanımlıyordu. Kürtler, kendilerini "Kürt"ten ziyade "Müslüman" olarak görüyordu.

Jön Türk hareketiyle birlikte Kürt entelektüeller tarafından başlatılan milli bilinç oluşturma çabaları geniş Kürt kitleleri üzerinde etkili olmadı. The Kurds adlı kitabın yazarı Derk Kinane"ye göre Kürt ağaları, hanları, şeyhleri bu modern Kürtlerin milliyetçi çabalarından hiç etkilenmedi. Çünkü, onları "dinsiz ve devrimci fikirlerin taşıyıcısı" olarak gördü ve kuşkuyla değerlendirdi. Kuşkuyla bakılanlar arasında elbette Türk milliyetçileri de vardı. 1909 yılında Sultan Abdülhamid"e karşı düzenlenen Jön Türk darbesinden ve bunun ardından iktidarı ele geçiren milliyetçi kadrodan rahatsız oldular. Yine de bu huzursuzluklar isyana dönüşmedi ve Kürtlerin Osmanlı devletine olan sadakati sürdü.

Kürtlerin Osmanlı"ya sadakatinin en çarpıcı göstergesi, 1912"den 1918"ye kadar aralıksız devam eden kanlı savaş yıllarıdır. Trablusgarp, Yemen ve Balkan Savaşları ile Birinci Dünya Savaşı"nda pek çok Kürt, Osmanlı ordusunda görev aldı. David McDowall, düzenli orduda görev yapmaya karşı evrensel bir gönülsüzlük olmasına rağmen binlerce Kürt"ün silah altına girdiğini belirtiyor. Kürtler tüm bu savaşlarda, resmi dili Türkçe olan Osmanlı devleti adına savaşmıştı. Peki bu sadakat nereden geliyordu? McDowall"a göre, en önemli faktör Müslüman kimliğiydi.


Kurtuluş Savaşı"nda Kürtler

Atatürk"ün Kurtuluş Savaşı"nda gösterdiği en büyük başarılarından biri, Anadolu"daki farklı unsurları ortak bir dava için birleştirmesiydi. Bunu da, tıpkı Sultan Abdülhamid gibi, söz konusu unsurların ortak kimliğine vurgu yaparak gerçekleştirdi. Bu kimlik özellikle de Kürtlere hitap ediyordu. Mustafa Kemal Paşa, 1916 yılında Diyarbakır"da 16. Ordu"da görev yapmış, bu sırada pek çok önemli Kürt aşiret lideri ile yakınlık kurmuştu. Nitekim Samsun"a çıktıktan sonra "doğu vilayetleri"nden aldığı sinyallere güvenerek, Kürt vilayetlerindeki bazı önde gelen isimlere, örneğin Cemil Paşazade Kasım Bey"e, Milli Mücadele konusunda bilgilendiren ve yardımlarını talep eden telgraflar gönderdi. Zaten Kürt aşiretleri de, "din ve vatan uğrunda açılacak mücadeleye katılmaya hazır olduklarını" Kazım Karabekir Paşa"ya bildirmişlerdi.

Mustafa Kemal Paşa, telgraflarında kullandığı "anasır-ı İslam" yani "İslam unsurları" kavramına Milli Mücadele boyunca büyük vurgu yaptı. 1 Mayıs 1920 tarihli Meclis konuşmasında, "Meclis-i alinizi teşkil eden zevat yalnız Türk, yalnız Çerkes, yalnız Kürt, yalnız Laz değildir. Fakat hepsinden mürekkep (oluşan) anasır-ı İslamiye"dir, samimi bir mecmuadır" diyerek milletin bu unsurlardan oluştuğunu açıklamıştı. Bu politika Kürtler arasında olumlu etki meydana getirdi.


Sevr'i Protesto Eden Aşiret Liderleri

Anadolu"da bunlar olurken, Avrupa"da ise başka bir gelişme yaşandı. Osmanlı mirası üzerinde paylaşım kavgasının verildiği Sevr Konferansı"na, milliyetçi entelektüellerden oluşan bir grup Kürt temsilci de katıldı. Başlarında Osmanlı ordusunda görev yapmış bir Kürt olan Şerif Paşa vardı. Amaçları Ermenilerle anlaşarak bir "Kürt Devleti" kurmak için Avrupalı devletlerden onay almaktı. Ağustos 1920"de imzalanan Sevr Antlaşması"nın 62. maddesi, "Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı bölgelere yerel otonomi" verilmesini öngörüyordu. 64. madde ise "Kürt halkları"nın "Türkiye"den bağımsızlık elde etmeleri"nin yolunu açıyordu.

Ne var ki "Jön" Kürtler, Avrupalı diplomatlardan aldıkları desteğin bir benzerini güneydoğu Anadolu"da bulamadı. Kürtler arasında bu habere duyulan şiddetli tepki, Paris"e bir seri telgrafın yollanmasına sebep oldu. Bu telgraflarda Kürtlerin Türklerden ayrılmak istemediği, iki halkın soy ve din itibarıyla kardeş olduğu savunuluyordu. Erzincan"dan 10 ayrı Kürt aşiret lideri, Fransız Yüksek Komiserliğine, Şerif Paşa"nın hareketlerini protesto eden bir telgraf yolladı. Benzer telgraflar Ocak 1920"de, Milli Misak"ın kabulünden iki gün önce, Osmanlı Parlamentosu"na da yollandı. Mart 1920"de İslami dayanışmayı vurgulayan ve Kürtlerle Türkleri ayırma çabalarına karşı çıkan bir deklarasyon, 22 Kürt aşiretinin lideri tarafından imzalandı.

Dönemin Vakit gazetesinde Bediüzzaman Said-i Nursi, Ahmet Arif ve Mehmet Sıddık, Kürtler adına yayınladıkları ortak yazıyla, Türklerin ve Kürtlerin birlikte maruz kaldıkları Rus ve Ermeni terörüne atıfta bulunarak, Şerif Paşa"yı şiddetle kınıyorlardı. Kısacası sonradan ulusal hafızamızda "sendrom" olarak yerini alacak olan Sevr Antlaşması"nı protesto edenler arasında Kürtler ön saftaydı. Kürtlerin Milli Mücadele"ye verdiği destek sonuna kadar sürdü. Urfa ve Maraş"ın düşman işgalinden kurtarılmasında önemli roller üstlendiler.

Benzer işbirliği Lozan görüşmeleri sırasında da yaşandı. Lozan"da Avrupalı devletler Kürtlerin "azınlık" olduğunda ısrar edince, İsmet Paşa "Türkler ve Kürtler Türkiye Cumhuriyeti"nin ana unsurlarıdır. Kürtler bir azınlık değil bir millettir; Ankara Hükümeti hem Türklerin hem de Kürtlerin hükümetidir" diyerek karşı çıktı. Meclis"teki Kürt vekiller de İsmet Paşa"ya tam destek verdi. Bitlis milletvekili Yusuf Ziya Bey, 3 Kasım 1922"de Meclis kürsüsünden yaptığı konuşmada, Sevr"i bir "paçavra" olarak niteledi, Türk-Kürt kardeşliğini vurguladı. Bir sonraki celsede ise, Bitlis, Erzurum, Kastamonu, Mardin, Muş, Siirt, Urfa, Pozan, Diyarbakır ve Van milletvekillerinin hepsi, Türklerle Kürtlerin tek bir kütle olduğunu belirten ortak bir açıklamaya imza attı.


Kürt Meselesinin Doğuşu

Peki Osmanlı"ya büyük sadakat gösteren, Milli Mücadele"ye canla başla destek veren, Sevr"i protesto edip Lozan"da "Türklerden ayrılmak istemeyiz" diyen Kürtler arasından nasıl oldu da bir "Kürt sorunu" doğdu? Bu sorunun cevabı, bir yönüyle Kürt milliyetçiliği ile ilgili. Osmanlı devletinin son döneminde ortaya çıkan Kürt milliyetçiliği her ne kadar geniş kitleleri etkilemese de varlığını sürdürdü; cumhuriyet döneminde, özellikle de tek parti döneminde büyüdü. Atatürk"ün milliyetçilik anlayışı, hiç kimsenin etnik kökenine önem vermeksizin, "Türküm" diyen herkesi eşit vatandaş kabul etme esasına dayalıydı. Ancak uygulama her zaman böyle olmadı. Tek parti döneminde kimi bürokratlar, etnik temelli bir Türk milliyetçiliği geliştirdi.

Kürt sorununun kırılma noktası ise, 1925 baharında patlak veren Şeyh Said isyanı oldu. İsyan, Kürtler arasında çok sınırlı bir destek buldu; Bediüzzaman Said Nursi gibi önde gelen Kürt din adamları isyana karşı çıktı. Ama isyanı bastırmak ve "kökünden halletmek" için başlatılan Takrir-i Sükun döneminde sert yöntemlere başvuruldu. Bu tarihten itibaren 1930"ların sonuna kadar "bölge"de hemen her yıl ayaklanma yaşandı. Türkler ve Kürtler arasındaki birliği sağlayan Müslüman kimliğine yapılan vurgunun azalması sorunun çözümünün en etkin yolunu da ortadan kaldırmış oldu.


Kazım Karabekir"in Alternatif Projesi

Acaba Şeyh Said isyanı sonrasında daha farklı bir "doğu politikası" uygulanabilir miydi? Kurtuluş Savaşı"nın kahramanlarından Kazım Karabekir Paşa, farklı bir politika geliştirmiş ve önermişti. İsmet İnönü hükümetinin "Takrir-i Sükun" politikalarındaki sertliği eleştiren Karabekir, temeli eğitim ve ekonomik entegrasyona dayalı alternatif bir proje sunmuştu. Proje 4 temele dayanıyordu: 12 yaşından küçük çocukları gece yatılı mekteplerine almak; Hamidiye Alayları"nın devamı olan Aşiret Süvari Fırkaları"nı tarımsal müfrezeler haline getirerek bunları tarımsal kalkınma ve yol çalışmalarında üretici hale getirmek; bölgedeki din adamlarını, Kürtçeyi de iyi bilen üniversite mezunu hocalar ve hukukçular ile harmanlamak. Böylece, bölge insanının dini temelden kopmadan modern bir eğitim almasını sağlamak; özellikle Van Gölü havzasından başlamak üzere, bölgedeki diğer aşiret unsurlarını küçük parçalara ayırarak yerel kalkınmada çalıştırmak, bölgedeki Ermeni propagandalarını ve Kürtçülük hareketlerini etkisiz hale getirmek için üst kültürlü, temsil yetenekli, çevresindeki yerli halka sosyal hayatta ve üretimde örnek olacak Türk kanalları açmak.

Karabekir, Kürtlerin dini hassasiyetlerini gözetecek, onları modern eğitimle tanıştırırken bir yandan da üretime teşvik edecek ve böylece ülke geneliyle ekonomik entegrasyonlarını artıracak çözüm öneriyordu. 1926 yılında Meclis tarafından bölgeye gönderilerek durum hakkında rapor hazırlaması istenen Bursa Milletvekili Emin Bey de "sıkı yönetim yerine ılımlı, yumuşak bir politika uygulanması, Sultan II. Abdülhamid"in bölgede uyguladığı politikalara ağırlık verilmesini" öneriyor ve "güvenliği sağlamak için bölgede bulunan silahlı kuvvetlere yapılacak masrafın yarısı kadar bir masrafla bölgeye önemli hizmetler götürülebileceğine" dikkat çekiyordu.

İsmet İnönü hükümetlerinin uyguladığı politikalar ise, "radikal devrimcilik" vizyonuna göre şekillenmişti. Bu vizyonda ekonomiye ve yerleşik kültürel değerlere fazla önem verilmiyor, sorunun Kürtlere Türk kimliğini kabul ettirmek ve tepkileri bastırmakla çözümleneceği umuluyordu. Ancak bu politika ters tepti. Muhafazakar Kürtleri Türk kimliğine kazandırmak, ancak ortak dini ve kültürel değerler ekseninde yürütülecek politikayla mümkün olabilirdi. Bunun aksi bir çizgide oluşturulan Halkevleri, Köy Enstitüleri gibi projeler başarılı olamadı.

Dr. Hüseyin Koca"nın ifadesiyle "halk zaten sınırlı olan eğitim imkanlarından "çocuklarımız gavurlaşacak" diye faydalanmak istemedi." Oysa, Dr. Koca"ya göre, "Kazım Karabekir Paşa"nın ziraat projesine kulak verilseydi, sosyal bütünleşme sağlanabilecekti."

Tek parti döneminden sonra gerek Demokrat Parti döneminde, gerekse Anavatan Partisi iktidarında bir takım olumlu adımlar atıldı. Ancak, bu adımlar başarılı olamadı ve sorun günümüze kadar büyüyerek geldi. Şimdi, yeni bir dönemin başında kapsayıcı projelere ihtiyaç olduğu anlaşılıyor. Yanı başında Irak gibi istikrarsız bir yapının olduğu bir dönemde Türkiye"nin, tıpkı Osmanlı zamanında olduğu gibi ülkede yaşayan bütün unsurları ortak manevi değerlere dayalı, kardeşlik duygusuyla kucaklayacak politikaları hayata geçirmesi gerekiyor.

NOT*:Kürt sorunu yeniden Türkiye'nin gündeminde. Başbakan Erdoğan Şemdinli'de halka hitap ederken "Türk 'Türküm', Kürt 'Kürdüm', Laz 'lazım', Boşnak 'Boşnağım' diyecek, ama hepimizi birleştiren üst kimlik Türkiye Cumhuriyeti Vatandaşlığıdır" dedi. Bu sözlere CHP Genel Başkanı Deniz Baykal'dan sert tepki geldi. Tepkiler devam edecek. Edebilir de. Ama bağnazca veya hamasetle değil. Çünkü onyıllar boyunda inkar ettiğimiz Kürt sorununu artık bir şekilde çözmek ve bunun için de mutlaka özgürce tartışmak gerekiyor.

Soru özetle şu: Türkiye'nin Kürt vatandaşları, ülkemiz içinde nasıl konumlandırılacak; bölücülüğe prim vermeyen bir barış ve beraberlik formülü nasıl bulunacak?

Bunun cevabına ışık tutabilecek bir olgu ise, Türklerin ve Kürtlerin Osmanlı İmparatorluğu bünyesinde asırlar boyu kardeşçe ve hatta tek bir "millet" bilinciyle yaşamış olmaları. Bugüne ilham verebilecek çok önemli bir tecrübe bu. Bu konuda geçtiğimiz yıl Aksiyon dergisinde yayınlanmış bir araştırmamı, konunun önemi ve güncelliği nedeniyle, arşivlerden çıkarmakta yarar gördüm.

NOT**: Bu araştırma, "Türk Solu" adlı ırkçı/faşist dergide yer alan, "Kürt sorunu yok, Kürt istilası var!" başlıklı, gözü dönmüş bir Kürt düşmanlığı içinde kaleme alınmış ve tümüyle uydurma bilgilere dayalı "makaleye" de bir cevap niteliğindedir.

Mustafa AKYOL

November 23, 2005

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

  • 11 ay sonra...

Kürdistan, Rusya ve Osmanlı Devleti

 

ALİ HAYDAR KOÇ

 

Ondokuzuncu yüzyılda çatışmalı bir biçim alan Osmanlı-Rus ilişkilerini belirleyen en önemli siyasal faktör, iki devletin Kürt topraklarına tamamiyle hakim olma düşüncesi oluşturuyordu. Osmanlı devletinin şiddet kullanarak Kürdistan’ı merkezi yönetime bağlama anlayışı ile Rusya’nın,1826’dan sonra Kürdistan topraklarına yakın ilgi duyması, Ortadoğu’da siyasal güç elde etmeye şalışan İngiltere, Fransa ve Almanya’ya karşı, Kürdistan’ın Fırat-Dicle havzasına sahip olma istemi, Kürdistan’da yaklaşık ikiyüzyıldır devam eden toplumsal huzursuzluğun oluşmasına sebep olmuştu. Kürdistan’daki toplumsal huzursuzluğun ve iskan etme siyasetinin ilk belirgin özelliklerini Osmanlı devleti ile Rusya arasında 1828-1829’da Kürdistan topraklarında yapılan savaşta görmekteyiz. Rusya ve Osmanlı devleti bu savaşın bir devamı olarak görülen 1877-1878 savaşında da Kürt topraklarına hakim olmak için mücadele etmişlerdi. Bu savaı sonucunda Osmanlı Devleti ile Rusya, Almanya, İngiltere, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu ve Fransa'nın katılımı ile 1878’de Berlin kongresi gerçekleştirilmişti.

 

Berlin kongresinde alınan kararlarda Rusya, İngiltere, Fransa ve Almanya Kürtlere karşı ortak hareket ederek, Kongrenin önemli şartlarından biri olan 61. madde ile Kürdistan’daki Hiristiyan azınlıkların korunması adı altında, Osmanlı devletinden Kürtleri baskı altına alması isteniyordu. O dönemlerden sonra Rus adına 1890’lardan sonra Kürdistan’ın Van, Erzurum ve Bitlis Vilayetlerinde uzun yıllar Konsolosluk görevlerinde bulunan General Mayewski, ülkesine yolladığı bir raporda şu bilgileri aktarmaktadir:“ Ermeni köylüleri daimi surette Kürt hücumuna maruz gibi zannedilmemeli. Çünkü eğer hakikatı hal böyle olsaydı, şimdiye kadar hiç bir Ermeni köyünün havalide yaşamaması lazım gelirdi.. Halbuki Ermeni köyleri her zaman için Kürt köylerinden daha zengin...” (Rus General Mayewski’nin Doğu Anadolu Raporu, Van ve Bitlis Vilayetleri Askeri İstatistiki). Bu rapor aynı zamanda Berlin kongresinde şart olarak ileri sürülen 61. maddenin geçersizliğine de işaret etmektedir. Berlin kongresi ile Kürtler ilk defa uluslararası düzeyde bir antlaşmada teyid edilerek, baskı altına alınmaya çalışılıyordu. Örneğin: Şeyh Ubeydullah Kürt milli hareketi (1880) ile Kürtler bir yönüyle Berlin kongresi kararlarına karşı olduklarını ilan etmişlerdi. Kongrede, Kürtlere karşı alınan kararlarda ortaklık eden devletler, 1880 Kürt milli hareketini de Osmanlı devletine yardım ederek, uluslararası ortak çıkarları gereği, bastırdılar.

 

19.yy’ın sonuna kadar Rusya zaman zaman Kürtleri destekliyor gibi görünmüşse de, sonuç itibariyle Kürtleri siyasal .çıkarlarında malzeme olarak kullandığı ortaya çıkmaktadır. Rus General Mayewski, konsolos sıfatıyla Kürdistan’ı dolaşarak, Kürtler hakkında topladığı bilgileri, Rusya’ya rapor ediyordu. Bu raporlarda Kürtlere yönelik olumsuz propagandaların da yapıldığı ortaya çıkmaktadır. Örneğin: Mayewski bir raporunda şunları not etmektedir: “Kürtlere dair bir kimse ömründe bir şey okumuş ise bunda ilk defa gözüne çarpan şey, Kürtler hırsızdır, eşkiyadır, yağma ile geçinir adamlardır. Hakikaten Kürtler aralarına girmek isteyen her türlü yabancıya dostça muamele etmezler. Bu terbiye Kürtlerin havasındandır. Osmanlı hükümetinin müsaadesi ve himayesi olmaksızın Kürtlerin arasına girmek isteyen her Avrupalının encami hayır olmayacağını evvelce kattiyen bilmelidir...“ (Rus General Mayewski’nin Doğu Anadolu Raporu, Van ve Bitlis Vilayetleri Askeri İstatistiki). Van, Bitlis ve Erzurum’da konsolos olarak çalışan General Mayewski’nin Kürt raporlarını bir bütün olarak ele aldığımızda, Rusya’nın 19.yy’in sonu ile 20.yy’ın başında Kürtlere karşı izlediği siyasi anlayışın temel nedenlerinin anlaşılmasında önemli bilgiler aktarmaktadır. General Mayewski’nin hazırladığı Kürt raporlarında geçen tarihi bilgiler, aynı zamanda Rusya’nın da Kürdistan’da yüzyıllara yayılan siyasal güçsüzlüğün, toplumsal sefaletin ve huzursuzluğun oluşmasında pay sahibi olduğu ortaya çıkmaktadır.

 

Siyasal Kürt tarihinin dış boyutunu yakından ilgilendiren dönemlerden biri de, 1912-1914 yılları arasında Osmanlı devleti ile Rusya arasında çatışma zeminine dayanarak gelişen diplomatik ilişkilerin, Kürdistan boyutunda ortaya çıkan siyasal sonuçları oluşturmaktadır. Rusya, Balkan savaşlarından sonra Osmanlı devleti ile tamamiyle Kürdistan topraklarını ilgilendiren Yeniköy antlaşmasının ön hazırlıklarını başlatmıştı. Bu antlaşmanın hazırlıklarından haberdar olan Almanya, İngiltere ve Fransa, Rusya’ya karşı rahatsızlıklarını dile getirerek, Kürdistan’da kendilerinin de çıkarlarının olduğunu ve onun için ortak kararlar alınması gerektiği biçimindeki düşüncelerini Osmanlı ve Rus hükümetlerine bildirdiler. Ayrıca Kürdistan’daki ıslahat meselesinin 1895’te yarım kalan projenin de dahil edilmesi, dile getirilmişti. Bu konuda 1913’te Yeşilköy konferasında adı geçen devletlerin elçileri bir araya gelerek, Kürdistan’daki siyasi paylaşım uygulamaları ile ıslahatlar konusunda anlaşmışlardı. Rusya’nın temsilcisi Mandelstam’ın diğer ülkelerin de görüşünü alarak hazırladığı rapora bağlı kalınarak, 8 Şubat 1914’te Rusya elçisi Goulkevitsch ile Osmanlı Sadrazamı Said Halim paşa Şark ıslahat projesi biçiminde ortaya çıkan antlaşmayı imzaladılar.

 

Rusya’nın amaçlarından biri, dini farklılıkları kullanarak, Kürtlerin siyasi nüfuzlarını parçalamaktı. Örneğin: 12 Şubat 1914’te Tanin gazetesinde çıkan bir haberde şu bilgiler aktarılıyor: “…halbuki Ruslarla yapılan antlaşmada yedi vilayetin ismi zikrediliyordu. İkincisi polis ve Jandarma seçiminde eşitlik ilkesi esas alınacaktı. Yani adayların en kabiliyetlisini dinine bakılmaksızın alınacaktı. Oysa Rusların anlayışına göre eğer iki Müfettiş bunda bir mahzur görmezlerse, ahalisinin yüzde seksenden çoğu müslüman olan bir bölgede bile görevlilerin yüzde elli nispetinde Hıristiyan olmaları temin edilecekti. (Hikmet Bayur, Türk Inkilap Tarihi). Rusya’nın amacı Kürdistan’da ıslahatları gerçekleştirmek değil, çıkarlarına ulaşmak için, propağanda malzemesine zemin hazırlıyordu.

 

1828’den birinci dünya savaşının sonuna kadar Kürdistan topraklarına yakın ilgi duyan Rusya, Kürt toplumunun siyasi varlığını kabul etmeyerek, Kürtleri siyasal malzeme anlayışı içinde değerlendirerek, amacına ulaşmaya çalışıyordu.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

  • 2 hafta sonra...

Said-i Kürdi nami diger Said-i Nursi,Islam adina degil Kürtcülük adina eylemlere girismis birisidir.

 

"Said-i Kürdi,1908 yilinda Istanbul'a giderek Sultan Abdülhamid'e bi dilekce halinde Kürdistan'daki egitim sisteminin Kürt halkinin gereksinimlerine yanit vermedigini ve Kürdistan'in üc ayri yöresinde bazi egitim kurumlarinin acilmasi geregini iletmis,bu cesaretli cikisindan süphelenen saray cevreleri onu tutuklayip Toptasi Timarhanesine sevk etmislerdir."ROHAT-UNUTULMUSLUGUN BIR ÖYKÜSÜ:SAID-I KÜRDI s.36

 

Prof.Serif Mardin ise,onun Halife Sultan Abdülhamid'e karsi cesurca davrandigini ve Kürdistan'da yeni okullar ve Kahire'deki el-Ezher'e benzer bir üniversite'nin Van'da kurulmasini talep eden bir dilekce verdigini;Sultan'inda onu Toptasi Akil hastenesine yolladigini yazar.

Dönemin Seyhulislami Mustafa Sabri Efendi'de hem Said-i Kürdi'nin inanci üzerine hemde siyasi amaclari üzerine aleyhte kitap bile yazmistir.

Said-i Kürdi 31 Mart kalkismasina karismistir.Ittihadi Muhammedi Firka'sinin kuruculari Süheyl Pasa,Mehmet Sadik,Ferik Riza<Pasa,Dervis Vahdeti ve arkadaslarinin yaninda yer almistir.

Volkan gazetesinin 24 Subat 1324/9 Mart 1909 tarihli ve 68 Numarali sayisinda "Ey Ümmet-i Muhammed!Meyus Olmayiniz!"baslikli basyazisinda cemiyetin üc mahalde tesis edildigi belirtiliyor.Said-i Kürdi'nin üyeligi su satirlarla aciklanir:

 

"Kürd ulemasindan meshur Bediiüzzaman Molla Said-i Kürdi ibni Mirza hazretleri bu cemiyette bulunmaktadir.Su bir ay zarfinda bütün vilayat(vilayetler)ile muhaberemiz (haberlesmemiz)iyi bie ehemmiyeti haizdir."Burada Said-i Kürdi Kürtd vilayeti temsilcisi gibi sunulmaktadir.

Said-i Kürdi Kürdistan Teali cemiyetinin kurucularindandir.Ve ayni zamanda Kürtlerin haklari icin kurulmus olan Kürt Nesriyat Cemiyeti(Kürt Yayin Dernegi)nin de kuruculari arasindaydi.Said-i Kürdi ayni zamanda Müderrisler derneginin de üyesiydi ve yönetim kurulundaydi.Bu dernek daha sonra Teal-i Islam olarak (Islami yükseltme)olarak degistirildi.Kuvay-i Milliye karsiti bütün eylemleri bu dernek destekliyordu.Cemiyeti Ahmediye,1920 baslarinda Ingilizlerin destegi,Teali Islam ve Nigehban gibi kuruluslarin isbirligi ile kurulmus,Kuvay-i Milliyeye karsi cihad ilan etmistir.Anadoluda suikastler düzenlemek üzere Ingilizlerce olusturulan özel grubun icinde Nigehban,Kizil hancer ve Ahmediye cemiyetlerinin üyeleride yer almistir.

Hanedanlik ile hükümet ve Ingiliz isgalcileri,sayisiz yurtseveri zindanlara attirip iskence ettirirken,özellikle Kürt(NEMRUT)Mustafa Pasa baskanligindaki sikiyönetim mahkemesi kararlariyla idam ederken,"Bediüzzaman gibi bir milliciye nedense hic dokunmamislar"

Kürditan Teali cemiyetinin amaci Paris(paylasim)konferansina katilarak toprak koparma amacini tasiyordu.

 

MUSTAFA YILDIRIM-MECZUP YARATMAK

 

Kürt'lerin Ingilizlerle isbirligi yaparak Türkiye'den toprak koparma gayretlerinin icinde Saidi Kürdi de vardi.Saidi Kürdi Kürtcülük hareketlerini yönlendirenlerin arasindaydi.Onun bu eylemlerini Türk müridleri hic söylemezler.Ama bizzat Ingiliz arsivlerinde Saidi Kürdi acikca belirtilir.

Mustafa Kemal'e DECCAL ve Süfyan diyen Saidi Kürdidir.Bugün Atatürke dil uzatanlarin hocasi Saidi Kürdidir.

Seyh Said isyani salt dinci bir kalkisma olarak alindiginda bütün Saidi Kürdi cevreleri Seyh Saidden yana olmaktadirlar,is Kürtcülüge gelince ondan uzakta durmaya calisiyorlar.Seyh Said Isyanlarinin hazirliyacilarinin arasindada Saidi Kürdiyi görebiliriz.

 

Özetle,Istiklal Harbi ´ve daha öncesi Kürtlerle ilgili yazilan ve Kürtleri Osmanlinin en sadik tabasi olarak gösteren kitaplarin hicbirisi gerceklerden bahsetmez.Gercek sudur ki Kürtlerin icersinde gercekten Kurtulus savasinda Mustafa Kemalin yaninda sadakatla calisanlarin varligi inkar edilemez ama ona karsi olanlarin cogunlukta oldugunu unutmamak gerekir.

 

 

 

saygilarla

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Değişik Bakış ile Kürtler

 

20. yüzyılda belkide hiçbir topluluk hakkında Kürtler kadar çok yazı yazılmamıştır. Araştırma yapılmamıştır. Kürtler’in kökenleri, dili, dini, diğer kültürel özellikleri bu denli didik, didik edilmemiştir. Bu yüzyılda Kürtler hakkında binlerce eser yazılmıştır. Son 10 yılda Türkiye’de sadece bu satırların yazarının kütüphanesinde biriken kitap sayısı 1000’i bulmuştur. Yayınlanan dergi sayısının çeşidi onlarca, çıkan sayılar ise yüzlerce olmuştur.

 

Kürtlüğe ilk ilgi Rusya kaynaklıdır. V. Miorsky, B. Nikitin, Jaba gibi Rus kürdologlar konuyu iyi araştırmak için Urumiye ve Erzurum konsolosluklarında bile görevlendirilmişlerdir. Ruslar, 1856 Paris Antlaşması ile sıcak denizlere boğazlar yolu ile inme umudunu kaybedince hemen 1860’da St. Petersburg Üniversitesi’nde bir Kürdoloji bölümü kurmuşlar Jaba, Nikitin, Bazinin ve Minorsk’i Kürtlüğü İncelemek için görevlendirmişlerdir.

 

General Maslofsky Rus projesini şöyle anlatır. “Rusların bu uğurdaki gerçek niyet ve ülküleri Fırat boylarında Rus-Kazakları ile Mujiklerini yerleştirmek, yani buralarda Kırım ülkesi, Kuban boyları ve Karadeniz’in doğusu gibi Ruslaştırarak, İskenderun ile Basra Körfezi’ne çıkmaktı.”(1)

 

B. Nikitin Kürt tarihi ile ilgili olarak; “Tarih ve dilbilim alanında yaptığımız bu gezi henüz bir çok noktayı karanlıkta bırakıyor ve Kürtlerin kökenleri üzerinde ancak bazı varsayımlar öne sürmemize imkan veriyorsa, antropolojide bize bu konuda fazla yardımcı olamayacaktır” diyor: Yani Kürtler’in kökeninin belirsiz olduğu, tartışmalı olduğu vurgununu yapıyor.

 

Nikitin gibi Minorsky’ninde Kürtler hakkında yazdıkları bazı Kürtler tarafından bayrak gibi algılanır. Ama bakın Minorsky; “Kürtlerin menşei meselesinin hallini, Kürt, ananeleri ve İslam kaynakları kolaylaştırmamaktadır.” diyerek Kürtlerin kökeni konusunda çok iddialı konuşmamak gerektiğini yazıyor. “Kürtlerin Kökeni” kitabı ile Kürtler arasında önemli bir ün edinen İhsan Nuri bile kitabında Kürtlerle, Kürtlerin ataları kabul edilen Medler hakkında bir ilişki kurmanın tarihsel zorluklarında bakın nasıl sözediyor: “Bugün Med diye bir aşiret de yoktur. Medistan’ın merkezinde Kürt milletinin ortaya çıkması nasıl olmuştur?” Kemal Burkay’da, tıpkı İhsan Nuri gibi; Araplar’ın fethinden önce Kürt Tarihi, sanatı ve diğer kültürel özellikleri hakkında yeterli bilginin mevcut olmadığını ifade ediyor.

 

Kürtlere ısrarlı tarih oluşturma çabaları çok parlak sonuçlar oluşturmamıştır. Çünkü bu konuda araştırma yapanların çabası Kürtlüğü binlerce yıl öncesine götürmek ve Mezopotamya coğrafyasında Kürtlere bir tarih bulmaktır. Halbuki, her etnik kimlik belirli bir dönemin ve belirli şartların oluşturduğu bir olgudur. Tarihin belirli bir döneminde farklı bir çok toplumsal yapı belirli şartlar altında toplumsal harman oluş surecinden geçerek yepyeni bir etnik kimlik oluşturabilir. Tarihte Etiler, M.Ö 200 li yıllarda, Hunlar M.S. 4.5. yüzyılda oluşmuş etnik kimliklerdir. Bugün bunlar toplumsal olarak tarihe mal olmuşlardır. Silinmiş gitmişlerdir.

 

Kürtlere ilgi, Ruslar’dan sonra tarihi olarak Batılı büyük güçler tarafından olmuştur. Geleceğe yönelik planlarında tesadüflere yer bırakmak istemeyen Batılılar hazırlık olmayı kendilerine ilke edinmişlerdir. Onlar işe, dünyann başlıca petrol yatakları olan Orta Doğu’nun etnik haritasını en ince detaylarına kadar araştırmakla başlamışlardır.

Türk, Fars, Arap dışında kendi denetimlerine tabi yeni bir toplumsal gücün Orta Doğu’da olması kendileri için gereklidir. Orta Doğu’da oynanacak satrançta böyle bir taş hayati önemde olabilir. İşte bu yeni unsuru keşfetmek için ilk yol ve en masum, barışçı yol “bilim aşkı ile yanıp tutuşan” sosyologları, antropologları yani araştırmacıları bölgeye yığmaktır. Kürt milliyetçileri ise, “mal bulmuş mağribi” misali bu araştırmacıların ardından ütopyalarını oluşturmaya çalışırlar.

 

Sonuçta; bu maksatlı, dışarıdan belli bir amaç için yönlendirilen duygusal çabalar sosyal bilimlerin şaşmaz, taviz vermez nesnel yaklaşım ilkeleri karşısında yenik düşer.. Ortada varsayımları aşmayan birbirleriyle ve zaman zaman kendi ile çelişen çok farklı “tezler” ortaya çıkar. Ve hala Kürtlerin kökeni aydınlatılmadı. Nikitin’in, Bazinin’in, Minorsky’nin, Bruniessen’in v.s. tezlerinin hem Kürtçülüğü savunanlara, hem Türkçülüğü savunanlara, hem Zazalığı savunanlara, hem karşı tezlere referans oluşturmasının sırrı burada aranmalıdır. Bu yoğun çalışmalar, iyi ayıklanmak ve bilimsel nitelik gözeterek yine de önemli veri birikimlerini sağlamayı gerçekleştirmiştir. Doğru sonuç çıkarmak sağlıklı bakış açısına bağlıdır.

 

Kürtler’de, Osmanlı’dan bugüne kalan mirastır.Kürtler’in tarihini bir kısım yazarlar Mezopotamya’da 5.000 yıllık geçmişe götürür. İlk Kürt ya da Kürdistan adının, Mısır Firavunları’nın yazılarında görüldüğü, Zebur’da, Tevrat’ta görüldüğü, Babil’in çamur tabletlerinde okunduğu, Ksenefon’un “Onbinler’in Dönüşü”nde “Karduhi” adına rastlandığı bilinenler arasındadır.

 

Kürtler’in tarihi konusunda 3 görüş vardır. Bunlardan birincisi; Kürtler’in 5 bin yıldır Mezepotamya’da yaşayan bir halk olduğu, atalarının da Medler olduğu savunur. Bu düşünce bazı Batılı Kürdologlar tarafından ve Kürt siyasileri tarafından savunulur. Bu konuda ikinci geniş; Kürt diye bir halk yoktur. Kürtçe diye bir dilde yoktur. Kürtçe’nin varlığına dayanarak Kürtler’in varlığı ispatlanmaya çalışılıyor. Kürtçe diye bir dil yoktur. Kırmanci, Sorani, Gorani gibi bazı kabile dilleri var. Her dil ille de etnik bir kimlik olmadığına göre Kürt diye bir etnik kimlik te yoktur. Ya da dil sayısı kadar etnik kimlik var ise Kürtçe diye bir dil yoktur. Kurmanciye, Goraniceye, Soraniceye, Dimiliceye v.s. ayrı etnik toplum demek gerekir. Bu diller boy, aşiret v.s. dilleridir. Kürtler daha milliyet, millet, ulus v.s. olmuş bir toplum değildir. Millet, milliyet v.s. oluşumu öncesi toplumlardır. Kürtçe denilen dil; Farsça ve Arapça’dan oluşmuş bir lisandır. Kürtler önce Rus daha sonra da Batılı güçlerin manipüle ettikleri bir toplumdur. Alfabesi, sözlüğü, yazım kuralları v.s. bile batılı Kürdoloji Enstitüleri tarafından oluşturulan bir lisandır. Alfabesi, sözlüğü, yazılı edebiyatı, yazılı tarihi olmayan bir dildir. Her şey Batılıların talebine göre oluşturulmaktadır.

 

Bu konuda üçüncü görüş ise; Kürt diye bir toplum yoktur. Batılı araştırmacılar Kürt dedikleri Zağros kavmine ve Mezopotamya ülkesine bağlama saplantısı vardır. Kürtlükle ilgili pek çok veri başka bir coğrafyayı Asya Steplerini göstermektedir. Örneğin; Yenisey Elegeş anıt taşında Alp Urunga “Ben Kürt İlhanıyım” diye dünyaya seslenmektedir. Prf. Dr. Aydın Taneri bu düşünce tarzını yazdığı kitabın başlığına taşımak suretiyle; “Türkistan’lı Bir Türk Boyu Kürtler” demiştir.(1)

 

Bu tartışmalar basınımızda son 100 yıldır yapılıyor. Toplumumuzda önemli tahribatlarda yapmıştır. Bu nedenle çok kan kaybıda olmuştur. Kürtler’in Kürtlüğü-Türklüğü artık geçmişte kalmıştır. Türkiye Cumhuriyeti’nin Avrupa Birliği üyeliği çerçevesinde oluşan konsept sonucu Kürtler’in “Kürt” olduğu devleti temsil eden en yetkili ağızlardan da ifade edilmiştir. Süleyman Demirel Başbakanlığı döneminde Diyarbakır ziyaretinde; “Kürt realitesini tanıyoruz. Kürtler 1. sınıf vatandaştır” derken, Mesut Yılmaz’da başbakanlığı sırasında AB görüşmeleri ardından bir Diyarbakır ziyareti sırasında; “Avrupa Birliği”nin yolu Diyarbakır’dan geçer” diye ifade etmiştir.

 

Kürtçe, AB uyum yasaları Kopenhag kriterleri çerçevesinde “anadilde yayın” kapsamında Kürtçe’nin kırmançi lehçesinde ilk yayınını 9 Haziran 2004 de TRT’de yapmaya başladı. Aynı kapsamda; Çerkesçe, Arapça, Boşnakça ve Zazaca yayında başlamış bulunuyor.

 

KÜRTLER’DE DİN

 

Kürtler’in dini yapısını incelerken 2’ye ayırarak incelemek gerekir. Bunlar;

1) Sûnni (Şafii+Hanefi Kürtler)

2) Alevi Kürtler

3) Hıristiyan Kürtler

 

Sûnni Kürtler’i, Şafi ve Hanefi Mezhebi diye bölmek gerekir. Sûnni Kürtler toplam Kürtler’in %70’ini oluşturuyor. Şafii Kürtler ise Sünni Kürtler’in %80’ini oluşturuyor. Alevi Kürtler denilen Kürtler toplam Kürt nüfusun %30’unu oluşturuyor. Ama bu kesim Kürt olmaktan çok Kürtçe’yi 1. dil ya da 2. dil olarak konuşan kesimdir. Sosyologların ve Alevi toplumunun kanaat önderlerine göre, Kürtçe konuşan Aleviler Osmanlı’da Yavuz S. Selim-Şah İsmail arasında olan Çaldıran Savaşı’ndan sonra can güvenliği nedeni ile Kürt bölgelere 1516 lardan sonra zorunlu göç eden Türkmen Alevilerdir. Süreç içinde önce Kürtçe öğrenilmiştir ardından ise yüzyıllar sonra kürtleşmişlerdir. Aleviliği kabul eden Kürte tarihsel olarak rastlamak olanaksızdır. Kürtleşen toplumsal kesimdir.

 

Bu durumu; P. A. Andrews, Türkiye’de Etnik Gruplar” kitabında; “Bugün Kürtleşmiş gruplar arasında önceden bir Türk kimliğine sahip olduğunu hatırlayan veya bir Türk kimliği atfedebilecek olanlarda vardır.” Dedikten sonra, “Ayrıca Kürtler’in Türkleştiği durumlara dair belgelerde mevcuttur.” Diyor. Tunceli ve Erzincan yaylalarında hala kenar-göçer bir aşiret olarak yaşayan Şavak Aşireti için ise; “Tunceli’de yaşayan ve farklı bir kültüre sahip yarı göçebe bir grup olan Şavak bir çeşit Kurmanca konuşur, fakat konuştukları dil Kurmanca konuşan diğer insanlar tarafından anlaşılamaz, lehçeleri çok benzer olanlar bile aynı güçlüğü” yaşarlar.” tesbitini yapmıştır.

 

Alevi Kürtler denilen kesimin son yüzyıldır Şafii Kürtler ile hiçbir toplumsal ilişkisi nerede ise yoktur denilirse abartı sayılmaz. Şafii İslam, İslam dininin en katı yorum tarzıdır. Şafii Kürtler; Ağalık, Şeyhlik sistemenin en katı olarak yaşadığı yörelerdir. Tutucu feodal ilişkiler olan Ağalık-Şeyhlik sistemi ile İslam’ın en katı yorumu olan Şafiilik birleşince daha tutucu bir toplumsal yapı ortaya çıkmıştır. Alevilik ise, İslam’ın en hümanist en liberal en özgürlükçü yorumudur. Bu iki yorumun birbiri ile barışık yaşaması çok zordur.

 

Bu nedenle Aleviler ile Şafiiler’in diyalogu nerede ise hiç yoktur. Evlilikler nerede ise asla olmuyor. Olanlar ise başarısız oluyor.

 

Hanefi Kürtler, Hanefi İslam anlayışından kaynaklanan bir özellik olması nedeni ile Şafiiliğe kıyasla daha liberal bir İslami anlayıştır. Hanefi olan Kürtler’in daha çok Kürtleşen Hanefi Türkmenler olduğu savı var. Toplumsal ilişkiler ve Kültürlerin birbirini etkilemesi sonucu Kürtleşen Türkler’in direk Şafiiliği benimsemeyip Hanefiliği muhafaza ettikleri söz konusu cemaat tarafından savunulmaktadır.

 

KÜRT NÜFUSU

 

Batı ve Türkiye kamuoyunda Kürtler denilince en çok nüfus sayıları merak ve tartışma konusudur. Türkiye’deki diğer azınlık nüfusların yaptırım gücü zayıfır. Türkiye’de Türkler’den sonra en büyük nüfusu Kürtler oluşturuyor. Kendi aralarında ise Şafii Kürt nüfusun oranı en yüksek orandır. Şafii Kürtler tüm Kürtler’in % 70’ini, Hanefi Kürtler tüm Kürt nüfusun % 10’unu, kendilerine Alevi diyen nüfus %20’sini oluşturur. Hıristiyan yani Yezidi Kürt sayısı orana giremeyecek kadar küçüktür.

 

1965 Genel Nüfus sayımında Kürt Nüfus; 2.219.502 dir. 1982 de Genel Nüfus sayımına göre; 3.800.000 dir. 1984 de; Genel Nüfus Sayımına göre; 6.200.000 dir. Bugün il ilçe köy düzeyinde HADEP, DEP, DEHAP’ın seçimlerde aldığı oylara göre v.s tahminen, 9-10 milyon arası Kürt nüfus bulunuyor. Bu oranın içinde 1 milyon civarında da Zaza nüfus bulunuyor.

 

İllere göre dağılım ise şöyledir: Şafii Kürtlerin veHanefi Kürtler’in nüfusları; Van, Hakkari, Ağrı, Siirt, Bitlis, Batman, Şırnak, Muş, Diyarbakır, Urfa illerinin nüfusunun çoğunluğunu oluşturuyor. Bir kısmında bu oran %70-80 civarındadır. Kars, Mardin, Bingöl, Erzurum, Elazıg, Malatya, Adıyaman, Gaziantep, Maraş, Tunceli, Erzincan, Sivas’ta ise seyrek olarak bulunuyor.

 

Tunceli, Erzincan, Sivas’ta Şafii Kürt hiç yoktur. Osmanlı dönemindeki sürgünler nedeni ile; Cihanbeyli, Haymana, Kulu, Tokat gibi ilçelerde de vardır. Son yıllarda ki göçler nedeni ile ise; Ankara, İstanbul, İzmir başta olmak üzere, Bursa, Adana, Antalya ve Mersin’de çok önemli bir Kürt nüfus bulunmaktadır. Bu iller dışında seyrekte olsa bazı illerde de vardır.

 

Alevi olup Kürtçe ya da Zazaca konuşan nüfus ise; Tunceli, Erzincan, Sivas, Elazığ, Malatya, Antep, Maraş, Bingöl il merkezlerinde ve Elbistan, Pazarcık, Kürecik, Akçadağ, Sarız,Çayırlı, Tercan gibi ilçelerde bulunuyor. Kürtçe konuşan ya da Zazaca konuşan Alevi sayısı ise yaklaşık 1 milyon civarındadır.

 

Güneydoğu illerinden Batı illerine İstanbul, Ankara, İzmir hatta Antalya, Adana, Mersin gibi illere gelen Kürt nüfus kısa zaman sonra bölgede yapılan seçimlerde gösterdiği siyasal davranışı göstermiyor. Bölgede “Kürtçü” bilinen partiye oy verdiği halde Batıdaki kentlere göçtükten sonra aynı davranış görülmüyor. Oylar başka partilere gidiyor.

 

Kürtler’de grup kimliğini oluşturan ortak koşul etnik kimlikten ziyade dinsel hatta mezhepsel kimliktir. Etnik kimlik ikinci planda kalır.Örneğin; seçimlerde geleneksel Şafii Kürt seçmen, önce dinimin partisi diye ifade ettiği Refah-AKP çizgisi, sonra milliyetimin partisi diye ifade ettiği etnik kimliğe öncelik vermektedir. Kürt bölgesinde feodalizm ağırlıklı olarak kendini toplumsal hayatta hissettirmektedir. Bölgede merkezi otoriteden çok mahalli otorite olarak ağanın otoritesi hakim olan otoritedir. Mahalli otorite olarak “Ağalık Sistemini” karşısına alan merkezi otorite temsilcisinin adeta yönetim şansı yoktur. Tüm bölgedeki düzenleme adeta bölgedeki bu “denge” üstüne oluşturulur.

 

Osmanlı döneminde bu durum “ağalık-şeyhlik” lehine daha hakimdi. Cumhuriyetle birlikte kısmen bu otorite sarsıldı. Osmanlı’da tüm mülk Allah adına padişahındı. Özel mülkiyet yoktu. Ama bu kural Güneydoğu bölgesi için bir istisna teşkil ediyordu. Bu bölgede Aşiret reisi olan ağalara, şeyhlere gerektiği zaman Osmanlı sarayı toprakları babadan oğula miras yolu ile geçmekte dahil verliyordu. Bu bölgede tımar sistemi uygulanmıyordu. Osmanlı sarayı Kürt feodallerine adeta rüşvet dağıtıyordu. Kürt feodalleride bölgede Osmanlı’nın adeta ileri karakolu idiler.

 

Kürt feodalleri Osmanlı’dan elde ettiği bu ayrıcalıklar nedeni ile Cumhuriyet’i benimsemedi. Cumhuriyete karşı Osmanlı’nın yanında yer aldı. Osmanlı’da kurulan Hamidiye Alayları kurulacak Kürt devleti için ordu oluşturuyordu. Kürtlere devlet yönetimini öğretiyordu. Bazı Kürt ağalarının çocukları Londra’da okutuluyordu. Kürt Teali Cemiyeti İngilizler’in desteklediği örgütlediği işbirlikçi bir örgüt idi.

 

Kürt feodalleri ile laiklikten demokrasiden, insan haklarından, kadın-erkek eşitliğinden ve kanun önünde eşitlikten yana olan Cumhuriyet yönetimi arasında kan uyuşmazlığı vardı. Başta Kürt Teali Cemiyeti kanalı ile hilafeti saltanatı, şeriatı savunan Kürtler, Cumhuriyet kurulunca da yaptıkları isyanlarla Cumhuriyet karşıtlıklarını sık sık gösterdiler.

Cumhuriyet yönetimine karşı, 1925’de Şeyh Sait önderliğinde Bingöl’de ardından Raçkotan ve Raman’da, Sason’da, Ağrı’da, Mutki’de, Bicar’da ayaklandılar. Asi Resul, Tendürik, Savar, Zeylan, Oramar ayaklanmalarıda bu ayaklanmaları izledi. Yaklaşık 20 ayrı ayaklanma ile Kürt feodalleri emperyalizme, işbirlikçilerine ve Osmanlı sarayı artıklarına karşı mücadele eden Kuvay-i Milliye ordusuna karşı ayaklandılar.

 

Cumhuriyet’e karşı gerçekleşen bu ayaklanmaları o günkü dünya siyaset tablosundan ayrı düşünmemek gerekir. Sadece Şeyh Sait isyan Türkiye’ye Musul-Kerkük Petrollerini kaybettirmiştir. Bu ayaklanmalar hala paylaşılamayan Orta-Doğu petrol yataklarının hakimiyetini elde etme yarışından başka birşey değildir. Bugünden düne bakıldığında aradan geçen 80 yıldan sonra yine başa dönülmüş bulunuluyor. Değişen sadece hakimiyet mücadelesi veren güçler dengesi oluyor.

 

Osmanlı döneminde Kürtler Türkler’den daha imtiyazlı bir toplumsal kesimdi. Türkler “edraki bi idrak” iken Kürt feodallerinin tapu hakkı vardı. Türk bölgelerinde mülk Allahın ama Kürt ağalarının hakimiyetinin olduğu yerlerde mülk ağanındır.

 

Cumhuriyet yönetimine karşı Kürt feodallerinin en büyük tepkisi kanun önünde eşitliği kabul etmemeleridir. Onlar Osmanlı’daki imtiyazlarının devamını istiyorlardı. Bu nedenle “Toprak Reformu”na, Doğu’ya kadın-erkek eşitliğinin, eğitimin, yolun, suyun, okulun, seçme ve seçilme hakkının özgürce kullanılmasına hep karşı oldular. Cumhuriyet vatandaşlarına kanun önünde eşit olma ilkesini getirdi ve uyguladı. Kamuoyunun bildiği gibi 1. TBMM’nin üçte biri Kürt milletvekillerinden oluştu. Bu oran adeta gelenekselleşti. Bugünkü TBMM’nin de üçte biri Kürt kökenli milletvekillerinden oluşmuş bulunuyor. Şimdiye kadar kurulan 50’yi aşkın TBMM hükümetinde yüzlerce Kürt kökenli milletvekili bakan olmuştur. Şu andaki Başbakan baş danışmanı Cüneyt Zapsu 1925 deki isyanın elebaşısı Şeyh Sait’in torunudur. İçişleri Bakanı Abdulkadir Aksu, Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik ve 10’a yakın bakan Kürt kökenlidir. Atatürk’ten sonraki Cumhurbaşkanı İsmet İnönü Malatya’lı olup Kürt kökenlidir. Başbakan ve Cumhurbaşkanı olan Özal Malatyalı ve Bülent Ecevit Kürt kökenlidir. Türkiye’de önemli bir sermayedar kesim Kürt kökenlidir. Halis Toprak, Ağa Ceylan, Tatlıcılar v.s. bunlardan sadece bir kaçıdır. DEP’li Ahmet Türk Güneydoğu’da Mardin’de “Kanco Kale” denilen malikanesinde 5 bin özel koruması ile korunan şatosunda yaşıyor. DYP eski milletvekili Sedat Bucak ve aşiretinin 15 000 silahlı adamı bulunuyor.

Tüm bunlara karşın Kürt eksenli siyaset ile seçimlere katılan HADEP, DEP, DEHAP adları %10 Kürt nüfusun ancak %4’ünü alabilmektedir. Özellikle kentlere göçen Kürtler, Kürt eksenli siyaset yapan partiye oy vermede ekonomik davranıyorlar. Alınan oy; genel seçimlerde 1,5 milyon yani, %4’ü %5’i geçmiyor. Bu sonuçlarda bu tür siyasallaşmaya halkın ilgisinin ölçüsü sayılabilir. Toplam Kürt Nüfus 10 Milyon ise bu oran yaklaşık % 10’u sayılır. Yani Kürtlerin yüzde 90'ı Kürtleri desteklemiyor.

 

Uzun yıllardır her uluslararası toplantıda Türkiye’den Kürtlerle ilgili olarak; Kürtçe yayın ve Kürtçe anadili öğrenebilmesi için öğrenme hakkı isteniyordu. Mayıs 2004 de devlet televizyonu ve radyosu ile yayın başladı. Yaklaşık bir yıldır da Kürtçe kursları açıldı. Ama ne yazık ki, ne Kürtçe öğretmek için açılan dershaneler yeteri kadar öğrenci bulabildi. Ne de TRT’nin TV ve radyo kanalı ile başlattığı Kürtçe ve Zazaca yayın yeterli ilgiyi topladı.

 

Batman’da bile açılan Kürtçe kursuna 480 kişilik dersaneye 80 kişilik öğrenci kayıt yaptırdı. Dersane öğrecisizlikte kapanmak üzere bulunuyor. Bu durum bu talebin halktan kaynaklanmadığını, halkın somut durumuna hitap etmediğini kabul edene de etmeyene de göstermiş oldu. Demek ki talep önemli ölçüde siyasi bir talepmiş, ya da küçük bir azınlığın talebi olduğunu gösteriyor. İngilizce kursu açılmış olsaydı daha çok talep olacağı tartışmasız bir olgudur.

KAYNAKLAR

 

Nitikin, Kürtler 1995 İstanbul

Bazinin, Kürt Tarihi 1992 İstanbul

Minorsky, Kürtler 1978 İstanbul

İ. Beşikçi Bütün Kitapları 1995 Ankara

Kemal Burkay, Kürt Tarihi 1996 İstanbul

Yalçın Küçük, Kürtler Üstüne Tezler, 1988 Ankara

Kürt İsyanları (Genel Kurmay Belgeleri 3 Cilt) 1992 İstanbul

P. A. Andrews, Türkiye’de Etnik Gruplar

M. Bayrak, Kürdoloji Belgeleri, 1997 Ankara

M. Bayrak, Alevilik ve Kürtler 1997 Ankara

Birikim dergisi S. 71. 72

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

  • 2 ay sonra...
  • 6 yıl sonra...

Yalan yere seyler yazip kendince bu isleri marifet sanan kisi nerden geldigini hangi ırktan olustugunu unutma bu milleti biz her yerdeyiz bu topraklar bizlere ait turk toplumuna ve turkiyede yasayan insanlara. Türküz gurur duyuyoruz bence sende gurur duy türk ırkkı oldugu icin

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

  • 4 ay sonra...

ben denizde bır gemi dalgalar vurur benı ben agaçta bır yaprak ruzgar savuruaptalkafam.gif r beni

insanlıgın sonu diyorum dinazorlaramı benzeyecek siz hala kurt turk osmanlı tartısiyorsunuz

herkesin düşüncelerine saygı duymalıyız çünki herkez bi şeyler yazıyor ama bılerek ama bılmeyerek sadece bunları tartışarak mantıklı sonuç aramalıyız

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

  • 4 ay sonra...

Hala inkar hala hazmedememe hala üstten görme bakın kulaklarınızı açın ve dinleyin yukardaki yazıyı güncelliğin çünkü mevcut durumu yansıtmıyor bilimsellikten uzak afaki ve insanları yanıltmaya yönelik söylemlerdir bugün kürtlerin oyu yüzde dort değil yuzde on üçtür sadece oy veren altı milyon küsur kisidir aileleriyle yani oy kullanmayan cocuklarla 15-18 milyon civarındadır sonuc olarak kurtler bu ulkenin asli unsuru ve turklerden sonra en yaptırım gücü olan toplumsal kesimdir yok saymakla inkar etmekle bu işler olmaz hep beraber kazanmak varken bunun koşulları belli iken neden kaybetmekte ısrar edersiniz bence çözüm gercekleri kabul etmeyenler kuştan ödünç aldıkları emaneti geri versinler belki o zaman doğru yolu bulurlar

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

  • 1 ay sonra...
Misafir Tarihteki insan.

Kurtler tarih boyunca hicbir zaman kendini bu ulkenin asli unsuru olarak goremedi. Surekli bir baski ve asimilasyona maruz kaldilar. Hala kurt diye bir halk yok diyen milliyetci turkler var. Ben bir kurdum ben turk degilim. Birgun turkler ozur diyecekler ama cokk gec olacak. Hicbir kurt bir turke dusman olmadi. Turkler kurtleri kendilerine dusman yaptilar.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Kurtler tarih boyunca hicbir zaman kendini bu ulkenin asli unsuru olarak goremedi. Surekli bir baski ve asimilasyona maruz kaldilar. Hala kurt diye bir halk yok diyen milliyetci turkler var. Ben bir kurdum ben turk degilim. Birgun turkler ozur diyecekler ama cokk gec olacak. Hicbir kurt bir turke dusman olmadi. Turkler kurtleri kendilerine dusman yaptilar.

 

cok fena bi genelleme oldu bu simdi biggrin.png

 

Turkiyede darbeder de oldu sagcilar da solcular da iktidara geldiler 

 

her iktidarda toplumun baska bi dusuncesi alevlendi ..

 

ulke yonetmek, stadyumdaki holigan onderligi yapmak gibidir aslinda .. biri bi slogan atar 50bin kisi havaya girer  ... sloganci basi destek olmak isterse 50 bin kisi destek olur tahrik etmek isterse 50 bin kisi tahrik eder ..

 

ama mactan sonra eve giderlerken kimse bisey olmamis gibi davranir .. 

 

insanlar boyledir malesef ... yapcak bisey yok .. tahribat halktan degil fikri asilayan propogandacidandir .. halka kafayi takarsaniz isin icinden cikamazsiniz ben size soliyim

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Bu ucude fenotiptir, genotip degildir.

 

Yani yasamdan alinan etigin etnik degerleridir.

 

Dogumdan gelmez, dogum sonrasi, dogana ailesi cevre tarafindan verilir.

 

Doganin bu veriyi alirken, kendi istemi ve bilinci secme ve karar yetkisi iradesi yoktur.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

  • 2 hafta sonra...

cok fena bi genelleme oldu bu simdi biggrin.png

 

Turkiyede darbeder de oldu sagcilar da solcular da iktidara geldiler 

 

her iktidarda toplumun baska bi dusuncesi alevlendi ..

 

ulke yonetmek, stadyumdaki holigan onderligi yapmak gibidir aslinda .. biri bi slogan atar 50bin kisi havaya girer  ... sloganci basi destek olmak isterse 50 bin kisi destek olur tahrik etmek isterse 50 bin kisi tahrik eder ..

 

ama mactan sonra eve giderlerken kimse bisey olmamis gibi davranir .. 

 

insanlar boyledir malesef ... yapcak bisey yok .. tahribat halktan degil fikri asilayan propogandacidandir .. halka kafayi takarsaniz isin icinden cikamazsiniz ben size soliyim

Kardeşim aynen dedıklerıne katılıyorum.Halklar arasında bir sorun yoktur aslında fakat sorunu ortaya çıkaran devlet yöneticileri vardır.Aslında masada çözülmeyecek bir problemde yoktur.Empati yapmak kendine yapılmak istenmeyen bir şeyi başkasına dayatmak ne kadar kabullenmek mümkünse bu ölçüde çözüm esas alınarak halledilebilecek  bır mevzudur.20 mılyon en azamı nufusu olan ülkenin asli kurucu unsurları olan Kürtlere bugune kadar dayatılan red inkar asimilasyon projelerınden vazgeçmek misaki milli sınırlarını iki büyük halkın kardeşlik elleriyle tekrar inşa etmek onurlu bir barıştan geçmektedir.İhtiyacımız olan bu barış çokda zor ve uzak deildir.Ülkemizin sözüm ona çakma yöneticilerinin 24 saat içerisinde yapabileceği bir olgudur.Biz halklar olarak parçalanmak bölünmek deil birlikte ortadoğunun yöneticileri olmak istiyoruz.Saygılar kafa yoranlara.

Muşlu Baran

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

  • 3 hafta sonra...

Kurtler tarih boyunca hicbir zaman kendini bu ulkenin asli unsuru olarak goremedi. Surekli bir baski ve asimilasyona maruz kaldilar. Hala kurt diye bir halk yok diyen milliyetci turkler var. Ben bir kurdum ben turk degilim. Birgun turkler ozur diyecekler ama cokk gec olacak. Hicbir kurt bir turke dusman olmadi. Turkler kurtleri kendilerine dusman yaptilar.

Asmilasyondan bahsetmeden önce Kürtler tarafindan asimile edilen Türklerle ilgili arastirma yap görürsün Kürt nüfusun neden cogaldigini, bilmemek degil ögrenmemek ayiptir.

 

saygilarla

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

 

Kardeşim aynen dedıklerıne katılıyorum.Halklar arasında bir sorun yoktur aslında fakat sorunu ortaya çıkaran devlet yöneticileri vardır.Aslında masada çözülmeyecek bir problemde yoktur.Empati yapmak kendine yapılmak istenmeyen bir şeyi başkasına dayatmak ne kadar kabullenmek mümkünse bu ölçüde çözüm esas alınarak halledilebilecek  bır mevzudur.20 mılyon en azamı nufusu olan ülkenin asli kurucu unsurları olan Kürtlere bugune kadar dayatılan red inkar asimilasyon projelerınden vazgeçmek misaki milli sınırlarını iki büyük halkın kardeşlik elleriyle tekrar inşa etmek onurlu bir barıştan geçmektedir.İhtiyacımız olan bu barış çokda zor ve uzak deildir.Ülkemizin sözüm ona çakma yöneticilerinin 24 saat içerisinde yapabileceği bir olgudur.Biz halklar olarak parçalanmak bölünmek deil birlikte ortadoğunun yöneticileri olmak istiyoruz.Saygılar kafa yoranlara.

Muşlu Baran

 

Valla parcalamak isteyen sizlersiniz,Bizim Kürtlerle hicbir sorunumuz olmadi daha dogrusu Kürtlük Türklük diye ortaya cikarilan sorun Ingilizlerle isbirligi yaparak Türkiyeden toprak kopartmak isteyen Kürt fasistlerin eseridir.Yani Kürt fasistler bu yola basvurdugunda neden Türkler susup oturacakti ki?Hem Türkiyede tek bir halk vardir o da Türk halkidir.Cebinizde Türkiye Cumhuriyeti kimligi tasidiginiz sürece Türk halkinin bir parcasisiniz unutmayin.

 

saygilarla

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Asmilasyondan bahsetmeden önce Kürtler tarafindan asimile edilen Türklerle ilgili arastirma yap görürsün Kürt nüfusun neden cogaldigini, bilmemek degil ögrenmemek ayiptir.

 

saygilarla

Asimilayson baskadir, adaptasyon baskadir, zorla bir kimligi Kabul ettirmek baskadir.

 

Bir toplum etik sosyo etnik degerini sadece verildigi icin kabulleniyorsa, onu kaybetmesi kolaydir.

 

Yok, bir toplum, sosyo etnik degerini sahipleniyor, bunun icin direniyore ve mucadele ediyorsa; onu kaybetmesi ancak zorla olur.

 

Ustelik bu zor onu kaybettirmez, aksine percinlestirir.

 

Turklugun, turkculugunu koruyamamasi, iste tarihsel olarak turk olamamasi, sadece tepeden inme turk yapilmasi ve demesidir.

 

Yani turkun milliyetini yasamamistir. 

 

Sadece bir millet turk adi verilmistir.

 

Kisaca turk milliyetsiz millettir.

 

Kurt ise, milletsizmilliyettir.

 

Tarihin akisi ise, ancak milliyetlerin millet donusmesidir.

 

Milliyeti olmayan milletler, milli birligini koruyamaz, ancak baski ile zor ile devam ettirir.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Valla parcalamak isteyen sizlersiniz,Bizim Kürtlerle hicbir sorunumuz olmadi daha dogrusu Kürtlük Türklük diye ortaya cikarilan sorun Ingilizlerle isbirligi yaparak Türkiyeden toprak kopartmak isteyen Kürt fasistlerin eseridir.Yani Kürt fasistler bu yola basvurdugunda neden Türkler susup oturacakti ki?Hem Türkiyede tek bir halk vardir o da Türk halkidir.Cebinizde Türkiye Cumhuriyeti kimligi tasidiginiz sürece Türk halkinin bir parcasisiniz unutmayin.

 

saygilarla

Ya turk fasistler?

 

Senin kurtluk ile ancak, kurtler turklugu kabulettiginde sorunun olmaz.

 

Senin sorunun, kurt milliyetinin dile gelmesi ve hak ve ozgurlugunu istemesi ve bunun icin direnmesidir.

 

Milliyetin ne oldugunu bilmeyen ve direk millet oloup digger milliyetler uzerinde hakim ve ustun olanin ve kendine turk diyenin, milliyetin ne oldugunu algilamasi; ancak bilinc isidir. Ne zaman bu bilince ererse, iste o zaman ancak milliyet sahibinin hak ve ozgurlugunu ustelik TEK BIR CATI ALTINDA SAVUNUR.  

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

  • 2 hafta sonra...

Kürt Beylikleri diye bir tanimlama yoktur.Asiret agalari vardir.Cünkü Kürtler millet olamamis asiretler seklinde bir yasam tarzi sürdürmektedirler.

 

Örnegin AHMET TÜRK hem kürtcülük yapar ama hem de asiret agasidir.Artik siz anlayin ne demek istedigimi.

 

saygilarla

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Türklere "milliyetsiz millet"demek ancak irkcilarin basvurdugu bir yalandir.Türklerin milliyetleride bellidir ve millet olduklarida bilimsel bir gercektir.Milliyeti olmadan millet olmak imkansizdir bilime aykiridir.Milliyetsiz ancak kavim ve asiret olunur.Kürtler böyledir.Yani millet olma rüstüne erisememislerdir.

 

saygilarla

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

  • 2 ay sonra...

Yavuz Sultan Selim,Kürt Asiretleri Türklere karsi kullanmistir,bunun karsiliginda Kürtlere bulunduklari yörelerde özerklik verilmistir bu da ferman ile tescillenmistir.Demem o ki;Kürtler tarih boyunca Türklere karsi mücadele etmislerdir.Bunu bir zaman Osmanli'nin etkisi ile bir zaman Ermenilerle isbirligi hailnde gerceklestirmislerdir.

Yukarida ki bir  yazida Said Nursi'nin Seyh Said isyanina karsi ciktigi gibi bir ifade kullanilmis eger bu sehven degilse birileri Saidi Nursiyi kahramanlastirma cabasidir.Saidi Nursi Seyh Said isyanlarinda organizatörlük görevini yürütmüstür.Saidi Nursi Türklerin bagimsizlik savasinda bile Ingilizlerle isbirligi yapmistir.

 

Kürtler yukaridaki yazidan da anlasilacagi gibi,hicbir ayirima tutulmadan devletin asli vatandaslari sayilmis ve devletin resmi kimligine sahip olmuslardir.Bununla yetinemeyen ve tarihte hic olmamis bir Kürt devleti kurmak icin toprak talebinde bulunmuslardir.Genc Cumhuriyete karsi Ingilizlerle isbirligi yaparak ülkeyi bölmek ve ülkenin bir bölgesine sship olmaya calismislardir.

 

Türkiye Cumhuriyeti Devleti kurulurken hicbir devletin topraklarina tecavüz edilmemis Türklerin elinde olan ve Türklere ait olan bölgeler Türkiye Cumhuriyeti'nin sinirlari olarak cizilmistir.Bu sinirlar icersinde kalan herkesin devletin yasalarina uymasi gerekirken Kürtler bu yasalara karsi cikarak "BIZ TÜRK DEGILIZ"gibi sacma ve anlamsiz bir yaklasimla ayrimciliga baslamislardir.Dünyanin hemen her ülkesinde kurulmus olan devletlerin icersinde etnik kökenleri farkli toplumlar yasar ve bunlar o devletin yasalarina saygi duyar ve o devletin kimligini tasirlar.Ve hicbiriside "BEN BU MILETTEN DEGILIM BANA ÖZEL STATÜ UYGULAYIN "demez-Bu ülkemize özel bir durumdur cünkü Türklerin devlet kurmasina karsi olan karanlik gücler her daim böyle fitne cikararak halki birbirine kirdirma yöntemini denerler.

Kürt olayida böyledir,PKK Bati'nin TÜRK DEVLETINE karsi organize etmis oldugu bir cetedir.Hedefinde Büyük Kürdistan ve SEVR vardir.Bunun aksini iddia edenler ancak Kürt fasistler olabilir.

 

saygilarla

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

  • 2 ay sonra...

Yalan yere seyler yazip kendince bu isleri marifet sanan kisi nerden geldigini hangi ırktan olustugunu unutma bu milleti biz her yerdeyiz bu topraklar bizlere ait turk toplumuna ve turkiyede yasayan insanlara. Türküz gurur duyuyoruz bence sende gurur duy türk ırkkı oldugu icin

yanıldın sadece türk ırkı yoktur kendini bilen bir millet İbrahim ırkı vardır

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

  • 3 hafta sonra...

Valla parcalamak isteyen sizlersiniz,Bizim Kürtlerle hicbir sorunumuz olmadi daha dogrusu Kürtlük Türklük diye ortaya cikarilan sorun Ingilizlerle isbirligi yaparak Türkiyeden toprak kopartmak isteyen Kürt fasistlerin eseridir.Yani Kürt fasistler bu yola basvurdugunda neden Türkler susup oturacakti ki?Hem Türkiyede tek bir halk vardir o da Türk halkidir.Cebinizde Türkiye Cumhuriyeti kimligi tasidiginiz sürece Türk halkinin bir parcasisiniz unutmayin.

 

saygilarla

yanlış bir düşünce bana göre kürtler türk halkının bir parçası oldugu gibi türklerde kürt halkının bir parçasıdır ben bir kürt olarak türkiyede yaşadıgım için mutluyum üklemi seviyorum ama  bu  düşüncelerini tüm türk kardeşlerim düşünüyo olsaydı inan ki türklerle aynı ülkenin altında yaşamazdım çünkü müslüman birisi böyle düşünemez  

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Katılın Görüşlerinizi Paylaşın

Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.

Misafir
Maalesef göndermek istediğiniz içerik izin vermediğimiz terimler içeriyor. Aşağıda belirginleştirdiğimiz terimleri lütfen tekrar düzenleyerek gönderiniz.
Bu başlığa cevap yaz

×   Zengin metin olarak yapıştırıldı..   Onun yerine sade metin olarak yapıştır

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Önceki içeriğiniz geri getirildi..   Editörü temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.