Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

Hz Muhammed hakkındaki iddialar


Misafir 4mevsim

Önerilen İletiler

Ancak, elimizdeki kısıtlı bilgilerle, blli başlı İsrail ataları/liderleri hakkında birşeyler söyleyebilriz.

.........

 

Diğerleri hakkında fazla çok malumatım yok.

 

Brain, affına sığınarak bir öneride bulunabilir miyim: Şu senin "delidir, ne yapsa yeridir" savını şununla değiştirsek: "kutsal adamdır, ne yapsa vardır bir hikmeti." Ne diyorsun?

 

Günümüze kadar gelen bir öğretiyle: "Şeyhini günah işlerken bile gören bir mürid, kerametine yormalı ve hikmeti olduğunu düşünmelidir. Mürid şeyhin elinde gassalın elinde meyyit gibi tam teslim olmalıdır." Evet tarikatta öğretilen budur. Hatta daha önce de bir başlıkta anlatmıştım, yeri geldi:

 

Bildiğim yöresel ve yakın zamanda vefat etmiş bir tarikat şeyhi bir gün köpürüp etrafındaki bütün müritlere galiz küfürler ediyor. Eski müritler zaten buna alışkınmış, hiç seslerini çıkarmıyorlar. Şeyh bir güzel yedi cetlerini dümdüz edip gidiyor. Yeni müritler ilk şaşkınlığı atınca neler olduğunu soruyorlar. Yanıt şu: "Şeyh kerameti gizlensin, sıradan bir avam zannedilsin diye böyle yapar"mış!

 

Herhalde bu müritlerin gözüne de şeyhleri öyle "karizmatik" görünüyordu ki, ses çıkarmıyorlardı. Hey kutsallık! Nelere kadirsin. Uyanıklık kutsallıkta Brain, biz işi bilmiyoruz dostum!

 

İkinci önerim: Çok çeşitli yorumlanabilecek "deli" savını geri çekmen. Epilepsi tamam, tıbbi tanımı olan bir sözcük, ama "deli" öyle değil. Bu sözcük üzerine sağlıklı bir tartışma yapılamaz düşüncesindeyim. Gözleri görmeyen bir insanı bile rencide etmemek için "kör" demeyi tercih etmiyoruz. Lütfen bu inceliği göster, dost olarak söylüyorum, kaybetmez, kazanırsın...

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

  • Cevaplar 261
  • Tarih
  • Son Cevap

Bu Başlıkta En Çok Gönderenler

Bu Başlıkta En Çok Gönderenler

Sayın BrainSlapper o zaman katıldığım ve katılmadığım noktaları kısaca belirtip kendi açımdan noktayı koyayım...

Buu tartışma yanlış taraflara gidiyor. Yukarıda sen söyledin, saradan muzdarip, ama bugün dünyanın saygı duyduğu yazarlar ve liderler var.

 

Sara konusu üzerinde bu kadar durmamın nedeni, onun "sara nöbeti" halinin "vahy anı" sanılması ve adama kutsallık atfedilmesi.

Bende diyorum ki ağır bir Epilepsi vakası olduğunu düşünmüyorum ama Epilepsinin bir çok çeşidi var ve bir bilim adamının tespitidir ki her insanın hayatında bir kere bu türlü bir kriz geçirme kontenjanı vardır. Bu sebepledir ki Hz. Muhammed normal bir insan olarak pek tabi bir çeşit rahatsızlığa sahip olabilir. Bunun lanetlenme ile ya da kutsanmış olmakla alakası yoktur... İnanan arkadaşların bunu böyle anlamalarının bir anlamı da yoktur...

Varmak istediğim nokta, vahy alma diye birşeyin olmadığı, bunun sadece fiziki/nörolojik bir rahatsızlık olduğu.

 

Muhammed epilepsiden muzdarip, ama bunu "Sizin peygamberiniz saralıydı" diyerek aşağılama amacım yok. Bu biline.

 

Sadece onun metafizik güçlerle iletişim kurduğuna dair iddiasının, bilimsel bir açıklaması var, onu sunuyorum.

Aşağılama amacınız olmadığını görüyorum, zira bir insanı rahatsızlığı nedeniyle aşağılamak etik değil. Bunun farkında olduğunuzu bilecek kadar sizi tanıyorum.

Kişisel olarak Tanrı, Melek, Ruh, Şeytan gibi kavramların kastettiği anlamların Ruhani varlıklar olmadığına inandığımı hep söyledim. O yüzden Ruhani, Maddeden ayrı olduğu tasvir edilen bir Tanrı'dan vahiy alma işinin olduğuna da inanmıyorum. Esinlenme ile Vahyin çok farklı olduğunu düşünmüyorum ama bu konu ile alakalı değil ve çok sarpa saracak bir konudur. Yine de söylemek istediğim şudur Hz. Muhammed'de varlığı açıklamak gayesinde olan bir kimse idi.

Ben bir insanın hangi noktadan başladığna dikkat çekiyorum.

 

Sara nöbetleri yaş ilerledikçe azalan bir hastalıktır.

 

Bu nedenle, yukarıdaki iletimin birinde Kuran'ın ilk bölümü iler ikinci yarısının benzeşmediğini, ilk bölümde içten bir üslup kullanılırken, ikinci bölümde, daha hesaba dayalı bir üslup olduğunu söyledim.

 

Herhangi bir işi yapan bir adam, ilk yıllarındaki hataları ileride yapmaz. Bu Muhammed için de geçerli. Yıllar geçtikçe tecrübesi artmış, akıl verenleri artmış.

 

Bütün bunlan sonra şunu söyleyebilrizi. Bir devlet adamı olarak Muhammed başarılı bir adamdır. Buna hiçbir itirazım olamaz.

Dağınık haldeki Arap kabilelerinden bir millet yaratmış ve onlara kültürlerini yaymalarını sağlayacak bir araç vermiştir.

 

Ama metafizik güçlerle irtibat kuran bir adam değildir.[/b]

Ruhani güçlerle irtibat meselesine yukarda değindim...

Kur'an-ın Medine ve Mekke olarak indirildiği dönemlerdeki farklılığın farkındayım, içerikte de genel olarak farklılıklar vardır.

Bu anladığım kadarıyla Sosyal ve Ekonomik değişiliklerden kaynaklanıyor...

Bu yüzden ayetler ait oldukları döneme göre ele alınmalıdır.

İsa'nın "Babam Allah'tır" demesinden, onun akıl sağlığının da yerinde olmadığını söyleyebilriz.

Burada diğer peygamberler hakkındaki görüşleriniz bir yana da Hz. İsa hakkında bir tespiti söylemem bir zorunluluk gereğidir diye düşündüm...

Hz. İsa'nın Tanrı'ya "Baba" demesinin nedeni, kendisinden kaynaklı değildir.

Yahudi Kültüründen ve kendisininde aslen Yahudi olmasından kaynaklanır.

Yahudiler "Güçlülüğü" "Bağışlayıcılığı" ve "Onların Tanrısı" olmasından dolayı "Tanrı"ya "Baba=Abba" olarak hitap ederler.

Yahudilerde Tanrı'nın bir diğer adı da "Elohim"dir ancak bunu bırakın yazmayı birbirlerine bile ancak belirli şartlarda dile getirerek söylerler. Yazmazlar bile. Bu yüzden "Baba" diyerek hitap ederler.

Hz. İsa'nın da "Baba" demesi bundan kaynaklanmaktadır, sadece bir küçük bilgi idi...

Epilepsiyi anladık, bu deli muhabbeti nerden çıktı yahu? İş boşig'in dediği gibi dallandı budaklandı gitti. Şimdi iş böyle olursa içinden çıkamayız. En son "zaten küresel ısınmadan da o sorumludur"a kadar mı getireceğiz işi nedir? Bence böyle yapmayalım.

Sayın DemirEfe...

Olur böyle arada merak etmeyin... :D

Çok güzeldi ama bu söyleminiz, çok hoşuma gitti :D

Yiğidi öldür hakkını ver hani

Aynen öyle Sayın Yersoy...

Brain, affına sığınarak bir öneride bulunabilir miyim: Şu senin "delidir, ne yapsa yeridir" savını şununla değiştirsek: "kutsal adamdır, ne yapsa vardır bir hikmeti." Ne diyorsun?

 

Günümüze kadar gelen bir öğretiyle: "Şeyhini günah işlerken bile gören bir mürid, kerametine yormalı ve hikmeti olduğunu düşünmelidir. Mürid şeyhin elinde gassalın elinde meyyit gibi tam teslim olmalıdır." Evet tarikatta öğretilen budur.

 

Doğrudur, tarikatte böyledir...

Sanıyorum ki girdiniz, bilginiz var;

"Delilik ile Velilik arasında ince bir çizgi vardır" derler...

Ve hatta bu çizgiden başka "Deli veli" diye adlandırırlar kimilerini,

Veliliği deliliğe vurdurduğu için...

Ama bu konu hakikaten çok sarpa sarar farkındasınızdır...

 

İkinci önerim: Çok çeşitli yorumlanabilecek "deli" savını geri çekmen. Epilepsi tamam, tıbbi tanımı olan bir sözcük, ama "deli" öyle değil. Bu sözcük üzerine sağlıklı bir tartışma yapılamaz düşüncesindeyim. Gözleri görmeyen bir insanı bile rencide etmemek için "kör" demeyi tercih etmiyoruz. Lütfen bu inceliği göster, dost olarak söylüyorum, kaybetmez, kazanırsın...

İncelikten ziyade böyle bir düşüncenin şu şekilde de yorumlanabileceğini ve çok uygun olduğunuı düşünüyorum:

"Allah deliden peygamber yapmış, bundan büyük mucize mi olur?"

 

Çünkü bilirsiniz başka örneklerini verdim yukarıda...

 

Saygılarımla...

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Brain, affına sığınarak bir öneride bulunabilir miyim: Şu senin "delidir, ne yapsa yeridir" savını şununla değiştirsek: "kutsal adamdır, ne yapsa vardır bir hikmeti." Ne diyorsun?

...

İkinci önerim: Çok çeşitli yorumlanabilecek "deli" savını geri çekmen. Epilepsi tamam, tıbbi tanımı olan bir sözcük, ama "deli" öyle değil. Bu sözcük üzerine sağlıklı bir tartışma yapılamaz düşüncesindeyim. Gözleri görmeyen bir insanı bile rencide etmemek için "kör" demeyi tercih etmiyoruz. Lütfen bu inceliği göster, dost olarak söylüyorum, kaybetmez, kazanırsın...

 

Sayın demirefe,

Ve diğer değerli okuyucular,

 

(Biraz uzun yazacağım, umarım sıkılmazsınız)

 

Bir insanı herhangi bir rahatsızlığından dolayı aşağılamak, bir kere aşağılayanı küçültür.

 

Bir önceki iletimde, benim epilepsi/sara konusu üzerinde neden durduğumu anlattım zaten.

 

Yanardağ patrlayınca, ilahlar kızdı diye düşünmekle

Sara nöbeti geçiren bir insana bakıp, vahy geliyor demek aynı şeydir.

 

Varmak istedşiğim nokta, daha önce de söylediğim gibi, sara nöbetinin vahy anı sanıldığına dikkat çekmek ve vahy alma diye birşeyin olmadığını, bunun sadece fiziki/nörolojik bir rahatsızlık olduğunu göstermek.

 

Ayrıca yazdığım şeyler okunurken dikkatten kaçan veya benim yeterince vurgulamayı unuttuğum bir husu var. Onları sırasıyla söyleyeyim yeniden.

 

Sara nöbetleri yaş ilerledikçe azalır. Bundan dlayı Muhammed'in sara nöbeti geçirdiği ve bu nedenle "deli sanıldığı yıllar" çocukluk, gençlik ve orta yaş dönemleridir. Özellikle delikanlılık, evlenme çağı dönemleri.

 

Yukarıda ben ve diğer arkadaşlar defalarca belirtti. Sara psikolojik bir hastalık değildir. Yani psikolojik anlamda bir deliliği yoktur Muhammed'in.

 

Ancak, halkın onu bu şekilde görmesinin nedenleri vardır.

 

1. Zaten gençlik döneminde sara nöbeti sayısı fazladır.

2. Annesiz ve babasız yetişmek çocukta belirli bir içe kapanıklık, hayak dünyasında yaşama ve bu hayal dünyasında o sevgi eksikliğini telafi etme durumu vardır.

3. Dedesi amcası ne kadar sahip çıksada, ailede sahipsiz durumdaki şahıs odur. Bu durum çocukta bir yalnızlık hisinin doğmasına yolaçar.

4. Sahipsiz insanı, diğerleri kullanır. Çoban yaparlar. Ve nihayet öyle yapmışlardır.

5. Çobanlık, dağda bayırda fazla insanla karşılaşma imkanı olmadığından, kişilik gelişiminde anti-sosyalleşme ve içe kapanıklık doğurur.

6. Çobanlık dönemindeki anti-soosyalleşme hayal dünyasinde telafi edilir. Dolayısıyla hayal dünyasında mutlu olmaya başlar insan.

 

Bu şartlarda büyüyen bir insan toplum içine çıktığında, diğerlerine "normal" gözükmez. Zira, toplum içinde de hayal dünyasına dalabilir, çevresini duymayabilir.

 

Çocuklar maalesef acımasızdır. Birbirleriyle dalga geçerler. Gençlik döneminde, diğer çocuklara "normal" gözükmeyen bir Muhammed'e "deli" gözüyle bakmaları muhtemeldir. Ama bu onun deli olduğunu göstermez. Ama insan, ister istemez bu sataşmalardan etkilenir.

 

"Bir adama 40 kere deli dersen, delirir" derler.

 

Muhammed böyle bir ortamda büyüyor.

Dedesi veya Amcasıyla Şam ve Yemen'e gittiğinde sosyl içe kapanıklık dolayısıyla, daha çok dinlkeyici olarak kaldığını ve anlatılan hikayeleri hayalinde defalarca canlandırmış olabileceğini iddia edebiliriz.

 

Ama sürekli Yemen'e Şam'a giden bir adam değil. Önceki seyahatlerinde öğrendiği "eskilerin masallarını" çobanlığı sürdürdüğü sırada defalarca kafasında canlandırmıştır.

 

Zira, hayatında fazla bir hareket olmayan, diğer insanlarla sık görüşemeyen bir insan, onun için harikulade olan anılarını, yani ticari kervanlarla yaptığı seyatleri, hatırlayarak tekrar tekrar hayalinde yaşaması muhtemeldir. Zira insan beyni boş duramaz. İlla bişeyler düşünür.

 

Muhammed'in büyüme çağı, delikanlılık çağı, diğer insanlara "normal" gözükmez. Bu nedenle Muhammed'e "deli" gözüyle bakmaları muhtemeldir.

 

Bu nedenle kız vermemiş olmaları da muhtemeldir.

 

Zira, Muhammned-Ayşe evliliği sözkonusu olunca "orada insanlar erken olgunlaşır ve evlenir" diyen insanların, Muhammed'in neden 25 yaşına kadar evlenemediğini açıklamaları gerekir.

 

Öte yandan, bugün dahi, dünyanın hangi kültürüne giderseniz gidin, erkeğin kadından 15 yaş küçük olduğu bir evlenmeye herkes itiraz eder. Ama bakıyoruz, Abdulmuttalip Oğullarından herhangi bir kişinin bu evliliğe itiraz etiğine ilişkin kayıt yok.

Neden hiç itiraz etmediler? Kadın zengin diye mi? Yoksa, "Ya Muhammed'i kim alacak başka?" diye mi? Kadın'ın zenginliğinin "kararı etkileyici kriter" olabilmesi için, Muhammed'in ve sülalesinin fakir olması veya parayı seven insanlar olması gerek. Ama Abdulmuttalip oğullarının süper zengin olmasalar da, bu kadar paraya tamah edecek kadar fukara olduklarını düşünmüyorum. Başka bir neden olmalı bu evliliğe itiraz etmemelerinin sebebi. Burada daha önce Muhammed'in büyüme çağına ilişkin tezim devreye giriyor. Yani Muhammed "deli sanıldığı için" kız bulamıyor. Bu nedenle evlenememiş.

Ama Hatice için uygun bir aday. 40 yaşında kervanlara binip, çoru çocuğu bırakıp yollara düşemez. Öte yandan, o saatten sonra, ona hükmedebilecek güçte ve kapasitede bir erkeğe de katlanamaz. Ona, genç, sesiz, hükmedebileceği bir erkek lazım. Muhammed bu tarife uyuyor. Muhammed de memnun bu işten, birisi onu sonunda kabul ediyor.

 

Evlendikten sonra, özellikle 0-40 yaşları arasındaki hayatına ilişkin fazlka bilgi yok. Ama 40'lı yaşlara doğru biraz biraz evden ve toplumdan uzaklaştığını, dağlara kaçmaya ve mağaralara kapanmaya başladığını biliyoruz. Bu sırada, çobanlık dönemindeki içe kapanıklığaü hayal dünyasına dönmüş olması muhtemel.

 

Böyle bir zamanda, mağaralara saklanan bir adamı halkın "normal" görmesi mümkün değil. Özellikle dağda mağarada saç sakal da karışmışsa, onu tanımayan çor çocuğun onu deli sanması, arkasından teneke çalması kaçınılmazdır.

O deli olmayabilir, ama dışarıda bırakacağı izlenim budur.

 

Sonra peygamber olduğunu iddia etmeye başlayınca, doğal olarak ciddiye alınmaz. Sadece eğlence mevzuu yapılır.

Ne zaman ki Kabe'de elalemin inançlarına/ilahlarına küfretmeye başladı, o zaman eğlence bitti.

 

Dışarıdakilerin gözünde, akli durumu yerinde olmayan, dolayısıyla sorumluluğu olmadığı9 düşünülen bir insanı, vicdansız değilse, "küfretti" diye kimse öldürmez. Zaten öldürmemişler de, gidip onun velisi olarak gördükleri dedesine, amcasına şikayet etmişler.

 

Dedesi ve amcası da, Muhammed'in elalemin dinine ilahına küfretmesini engelleyemeyince, şiddet yoluyla durdurma seçeneği dümdeme gelmiş. Şiddet işin içine girince, Muhammed'in sülalesi de kendi adamlarına sahip çıkmışlar.

 

Muhammed'in bütün ailesi inanmasa da, artık Muhammed'in tarafında olmak durumunda kalmış.

Ben ne kadar müslüman olmasam da, Türk olduğum için, müslüman sanılmam gibi bişey bu.

 

Muhammed'in ailesinden olmayan insanlar da onun tarafına katılmışlar zamanla.

Zira, bu katılmayı etkileyen bir çok gerekçe var.

Egemenleri sevmeyenler, doğrudan kendilerini egemenlere düşman olanın yanında saf tutarlar.

Egemenlerle sorunu olmasa dahi, "kendi halinde din yaratmaya çalışan bir adama gösterilen tepkiyi fazla bulup, sırf bu nedenle Muhammed tarafına katılanlar da olmuştur. Mesela Hamza, amcasıdır, ancak Muhammed'in yanında yeralması, biraz da Muhammed'e gösterilen tepkiyi fazla bulup, bu tepkiye tepki göstermedir.

 

İş aile ve takım kavgasına dönünce iş ciddileşti. Şiddet arttı. Ve taraflardan biri dayanamaıp, başka bir kente göçtü.

tabi bütün bunlar olurken, Muhammed'in de, dağ hayatından kopup, tekrara sosyalleşmesi ve yaban görüntüsünden kurtulmuş olması, artık dışarıdan bakanlara "normal" görünmeye başlaması muhtemeldir. Ama sara nöbetleri konusunda, elinde olmadığı için bişey yapamaz. Onlar değişik aralıklarla devam eder. Muhammed sosyalleştikçe ve normalleştikçe, artan gücün ve akıl verenlerin çoğalmasının da etkisiyle, artık daha planlı "ayetler" söylemeye başlar. Gücü arttıkça, itiraz edeni de azalır. "Dün ayet gelirken, titremiş, garip sesler çıkarmış, terlemiştim vahy'in ağırlığı alında, ama bugün allah bana bir kolaylık verdi, ayetleri melek kulağıma fısıldadı" dese, kim itiraz edebilir ki?

 

Başladığında masum ve samimi düşünce dışavurumu iken, sonraları Muhammed sosyalleştikçe/normalleştikçe, işin içine şiddet girdikçe, iş sevimlilikten çıkmış.

 

Herneyse... benim Muhammed'i ve peygamberliğini analizim bu şekilde.

 

Saygılar.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

sayın brainslapper

yukarıda biryerlerde size yönelttiğim bazı sorular vardı....sanırım ileti yoğunluğundan araya kaynadı....neyse...

aslında geçmişte açılan başlıkları ve yapılan tartışmaları okuduğumda sizin bilgiye dayalı cevaplarınızdan ve sizde gördüğüm zeka ve sentez kabiliyetiyle ilgili bende oluşan izlenimden farklı bir tarz gözlemliyorum...

bakın hz muhammedin yaşadığı vahiy halleri çocukluğu ya da gençliğiyle ilgili değildir...40 yaşında peygamberlik vazifesi almıştır ve vahiy halleri bundan sonra görülmüştür...üstelik vahiy hep aynı şekilde olmamıştır....bazen etrafındaki insanların da duyabileceği (çan sesi uğultu)sesler eşliğinde olmuştur...

sizin aşağılama amacıyla sara hastalığında iddialı olmadığınızı kabul ediyorum ama o zaman kurandan bahsederken saralı hasta bir adamın yazdığı saçmalıklar olarak bahsetme özgürlüğünüzü ben elinizden almak istiyeceğim izninizle...anlaştık mı...

25 yaş çok geç bir yaş değildir ...onu eş bulamamakla suçlamak için çok erken..

zanlarla bir yere varamayız....şu ana kadar yazdılarınız olsa olsa temenni olabilir....daha önce de denildiği gibi inanmıyorum demek kafi....nedenini açıklamak ya da ispatlamak zorunda değilsiniz....

x şahsına güvenirsiniz ...güveninizi ispatlamak zorunda değilsiniz...çünkü güvenip ona birşeylerinizi emanet edecek olan sizsiniz....y şahsına güvenmezsiniz...nedenini ispat etmek zorunda değilsiniz....sonuçta sizin tercihiniz...ama birbaşkasına sakın bu adama güvenme dediğinizde nedenini açıklamak ve onun güvenilir olmadığını ispatlamak mecburiyetindesiniz....diğer durumda da aynı şey geçerli....ispat edeyim derken zan yürütmek ise ahlaki olmaz....

bundan dolayı kişisel olarak hz muhammed hakkındaki kanaatiniz sizin özelinizidir....ama onun saralı sahtekar vs olduğuna bizi inandırmaya çalıştığınızda bunun için sağlam verileriniz olması gerekir...zanlar ya da temenniler değil....

ben her ne olursa olsun ortak noktalar geliştirmeyi başarabilaceğimize olan inancımı güçlü tutuyorum....hepimiz farklı olayların farklı çilelerin doğurduğu çocuklarız...ama hepimiz sağduyulu davranabilen insanlarız....doğru davranışlar geliştirebildiğimiz sürece burada ve hayatta paylaşmaktan zevk duyacağız ....

selamlar...

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Sayın BrainSlapper dediğim gibi Epilepsi rahatsızlığının o dönemde "İlahların Lanetlemesi" ya da "Cinlenme" olarak görüldüğünü siz söylediniz...

Tabi daha sonra bu cinlenmiş kişi 40lı yaşlarında dağa çıktı ve size göre deli olmasa bile halk tarafından deli olarak algılanmış olmalı...

 

Yani bu kişinin o dönemde halk arasındaki tanımı şu:

 

Haşimoğullarından Abdullahoğlu Muhammed; Çoban (Emin), Cinlenmiş/Lanetlenmiş (Epilepsi), Yetim (ailesi olmadığı için sevgiye hasret), Cühela (az-buz Okur/Yazar) bir kimse...

 

Bende diyorum ki onu böyle niteleyen halk mı onun tasvir ettiği o ruhani dünyaya güvenip inandı?

Kusura bakmayın ama dediğim gibi "Şamanist" bir toplumdan bahsetmiyoruz...

Epilepsiyi "Lanetlenme" olarak gören bir toplum, o kimsenin söylediği şeylerin "Tanrısal" olduğuna imkansızdır ki, inanmaz...

Hele Araplardan bahsediyorsak, böyle bir değişimin imkansız olmasından başka bir şey söyleyemeyiz açıkçası...

Ama bakıyoruz ki Hz. Muhammed'e olan inanış pek bir koyu...

Açıkçası Hz. Muhammed'in "Deli" ya da "Cinlenmiş" olarak nitelendiğine inanmıyorum.

 

 

Ve o kişiden daha kültürlü, zeki ve bilgili olması pek kesin olan bir kadın mı bu nitelikteki bir insanı eş olarak seçti?

Kaldı ki bulunduğu toplumda kendisine talip olabilecek ve hatta bu denli güçlü bir aileye mensup güçlü bir kadının bir dediğini yine iki etmeyecek onca dengi erkek varken?

Ha bu tercihi Hz. Muhammed'in sessiz ve dert yaratmayacak bir kimse oluşuna bağlıyorsunuz ama yine de o kadının tüm varlığınmı Hz. Muhammed'in eline bırakacak kadar da aklının yerinde olmadığına hiç ihtimal vermiyorum açıkçası...

Hz. Hatice'nin Hz. Muhammed'i sessiz ve sorun çıkarmayacak bir kimse olduğu için seçtiğine değil, çocukluğundan berdir İnformal-Örgün Olmayan eğitimle iyi eğitilmiş bir tüccar olduğu ve onun mal varlığına sahip çıkabileceğini düşündüğü için evlendiğini düşünüyorum.

Arapların Örgün Olmayan eğitimle çocukları nasıl eğittiklerini Sayın Cyrano bu konuda önceki yazılarından birinde açıklamıştı...

 

 

Ve yine o kişiden daha kültürlü, zeki ve bilgili olması pek kesin olması muhtemel diğer tüccar ve elit aileler mi bu insana inandılar?

Ben bu insanların Hz. Muhammed'in bugün sizin gördüğünüzü söylediğiniz çelişkileri görmemiş olmalarına ihtimal vermiyorum. En azından yalancının mumu yatsıya kadar yanardı ya da Hz. Muhammed'e olan inanış kendi kabilesinden dışarı çıkamazdı...

 

 

Ve hatta inanıp ortaya çıkan, Hz. Muhammed dediğiniz gibi biriyse eğer, ondan daha zeki ve kültürlü olması muhtemel Yalancı Peygamberlere karşı birleştiler daha sonra bu insanlar?

Çünkü tanımladığınız gibi bir Muhammed'e olan inanışın, o öldükten en azından 30 yıl sonra, yani Halifeler dönemi bittikten sonra son bulmasını çok daha mantıklı buluyorum. Çünkü Hz. Muhammed'in ne olduğunu bilen ve ondan daha zeki ve bilgili, otoriter insanlar mutlaka vardı...

Ha "Son Peygamber" görüşüne prim vermeyin bence, çünkü dediğiniz gibi hasta ve kompleksli bir insana inanabilen bir millet, bu görüşü yıkabilecek güçteki başka bir insanın da ardından pek ala giderdi...

 

 

Ve dediğim gibi Ficar Savaşlarında bile eften püften şeyleri bahane ederek savaşmış bir toplumun 40 yaşlarında cinlenmiş ve lanetlenmiş kimsenin İlahlara hakaret etmesini şikayetle geçiştireceğine ve o kişiyi oracıkta öldürmeyeceğine ihtimal vermiyorum.

Ha burada diyorsunuz ki "Savaşlardan gına gemiş olmalı ki öldürmediler.". Buna da ihtimal veremiyorum açıkçası. Çünkü iktidar ve güç mücadelesi ile sık sık savaş yapan ve bunu hakikaten yapan bir toplumdan, kabile anlayışına sıkı sıkı bağlı bir toplumdan bahsediyoruz.

 

 

İşin rayından çıkması şurada olmaktadır bana göre:

Hz. Muhammed işin bir siyasallaşmaya gideceğini düşünmüyordu bence. Ve söylediklerinde samimi idi, ki isteyen buna halüsinasyon der, isteyen ilahi idi der... Ancak iş inananların artıp ekonomik ve siyasi dengenin değişmeye başlamasına dayanınca tepkiler başlamştır ve mücadele durumu ortaya çıkmıştır. İşte ayetlerdeki değişmede bu döneme rastlar. Yani Hz. Muhammed inananların sorumluğunu, kendisine inanılan olarak yani bir önder olarak üzerinde hissetmeye başlamasına neden olan vakalar ortaya çıkınca...

 

 

Tezinize karşı çıktığım, daha doğrusu tutarlı bulmadığın noktaları budur...

 

Saygılarımla...

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Brain'in tezi Muhammed'in deli olduğu değil, başlangıçta o gözle bakıldığı ve ciddiye alınmadığı şeklinde, son anladığım bu. Bu da yadsınacak bir tez değil, Mekke'de kendisini dinleyen kimse bulamayınca Taif'e gittiğini, fakat orada da çocuklara taşlattırıldığını ve kovulduğunu biliyoruz. Ta ki Medine'liler biat edinceye kadar fazla ciddiye alınmamış. Hatta o zaman da değil, Bedr'de Mekke kervanına saldırıncaya kadar. Bu aşamadan sonra ise artık ciddiye alsalar da iş alıp yürümüş ve kimseler önüne geçememiş.

 

Yani zengin ve egemen, din ve ticaret merkezi Mekke'ye bir başkaldırı, bir alternatif çıkma çabası, bu yeni peygamberlik iddiasından yararlanmak istemiş gibi gözüküyor. Medine eşrafından Ubey bin Kab'ın (umarım ismi yanlış hatırlamadım) kısa süren bir liderlik mücadelesi yaptığını da biliyoruz fakat rakibindeki kutsallık, ona hiç şans tanımamış.

 

Hatta biat sırasında bir kişi (adını hatırlayamadım) Medinelileri uyarmıştı: "Bakın Muhammed gerçekten peygamberdir, ona göre, neye biat ettiğinizi bilerek biat edin" demişti. Ben bundan şunu anlıyorum: "Mekke egemenliğine karşı onu kullanacağız diye biat etmeyin, başınıza ciddi bir iş aldığınızı bilin, o yeni bir din kurmak için savaşacak" demek istiyordu. Bu uyarıyı yapma gereğini duyduğuna göre biat edenler bile henüz işin ciddiyetini kavramış değillerdi.

 

Yani başta ciddiye alınmadığı, ama sonra alındığında ise önünün alınamadığı doğru bir tez. Fakat ben "nasıl etsem de şu Mekke eşrafının elinden egemenliği alıp zenginliğe, üne ve itibara kavuşsam" diye plan kurduğunu düşünmüyorum. Peygamber olduğuna herkesten önce kendisi inanıyordu, bundan eminim. Yani yalancı, şarlatan ve düzenbaz değildi.

 

Daha açıkçası, "Ne Allah var, ne ben peygamberim, ne cennet ne cehennem var. Ama egemen ve lider olmak için bunlar var demem gerekiyor ve bunları kullanmam gerekiyor" diye kafasının içinde gizli plan kurmamıştır. Söylediklerine başta kendisi inanıyordu. Ömrü boyunca rol yapmış olamaz...

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Brain'in tezi Muhammed'in deli olduğu değil, başlangıçta o gözle bakıldığı ve ciddiye alınmadığı şeklinde, son anladığım bu. Bu da yadsınacak bir tez değil, Mekke'de kendisini dinleyen kimse bulamayınca Taif'e gittiğini, fakat orada da çocuklara taşlattırıldığını ve kovulduğunu biliyoruz. Ta ki Medine'liler biat edinceye kadar fazla ciddiye alınmamış. Hatta o zaman da değil, Bedr'de Mekke kervanına saldırıncaya kadar. Bu aşamadan sonra ise artık ciddiye alsalar da iş alıp yürümüş ve kimseler önüne geçememiş.

 

Yani zengin ve egemen, din ve ticaret merkezi Mekke'ye bir başkaldırı, bir alternatif çıkma çabası, bu yeni peygamberlik iddiasından yararlanmak istemiş gibi gözüküyor. Medine eşrafından Ubey bin Kab'ın (umarım ismi yanlış hatırlamadım) kısa süren bir liderlik mücadelesi yaptığını da biliyoruz fakat rakibindeki kutsallık, ona hiç şans tanımamış.

 

Daha açıkçası, "Ne Allah var, ne ben peygamberim, ne cennet ne cehennem var. Ama egemen ve lider olmak için bunlar var demem gerekiyor ve bunları kullanmam gerekiyor" diye kafasının içinde gizli plan kurmamıştır. Söylediklerine başta kendisi inanıyordu. Ömrü boyunca rol yapmış olamaz...

Sayın DemirEfe zaten böyle bir değişim tabii ki toplumsal bir isyan, değişim ve dahi devrim niteliği taşıyacaktır...

Bunu her zaman söylerim...

 

Mesela Habeş Kralı'nıın hicret edenleri Mekke'ye karşı korumasının nedeni de bu olmalıdır. Yoksa gelenleri sempatik bulduğundan değil. Çünkü Habeşistan her zaman Mekke'nin ekonomisinde gözü olan bir yer. Hicret edenleri bu açıdan bir silah olarak kullanmak niyetinde olmuşta olabilir.

 

Ya da Mekke'nin fethini ve tüm karşı çıkanların birden Müslüman olmasını düşünün? Hz. Hamza'yı öldürten Hind bile anında Müslüman olmuştur? Ve sonrasında Suk-u Ukaz Panayırının "Hacc"a dönüştürüldüğüne dikkat edin bu değişimin neden böyle çabuk olduğunu anlarsınız...

 

Veya Kur'an-da ganimet, savaş ve cezalarla ilgili yasalara bakın, hepsi içersinde bulundukları o günkü durumlara yönelik emir ve ifadelerdir.

 

Ayrıca Hz. Muhammed'e ilk inananlara bakarsak hepsi Cahiliye döneminde bıkan ve bir alternatif arayan, bir değişim ve devrim ihtiyacı duyan insanlardır... Hz. Muhammed'in bence durumu çok iyi tahlil edebilecek kadar zeki ve birikimli olduğu pek bir ortadadır...

 

Daha da düşünürsek Hz. Muhammed'in yola çıktığı günden sonra ona inananların yükümlülüğünü yani bir önder olarak onların sorumluluğunu üstlendiği döneme bakın? Kur'an-ı Mekke ve Medine dönemi diye ayırırsak, iki bölüm arasındaki farkın nedenini anlarız...

 

Kısaca Hz. Muhammed'in samimi olduğuna bende inanıyorum.

Koşulların gerektirdiğini yaptığına da inanıyorum...

 

Saygılarımla...

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Şimdi

 

"Hz Muhammed Sara hastasıydı"

 

bunada iki destek sav sunulmuş. Ya arabistanda bu hastalık bilinmiyordu. Yada Aile üyeleri bu hastalığı gizliyorlardı.

 

Hastalığın arabistanda bilinmiyor olduğu iddiasını ben hiç gerçekçi bulmuyorum. Bölgenin en önemli ve gelişkin ticaret şehri. Demirefe'nin tüccar malına ticaretine bakar gerisiyle ilgilenmez varsayımıda mümkün değil. Çünkü ticaret hatları kıtalar arasındaki en temel iletişim aracıdır.

 

Artı tüccarlar sadece mallarına bakmazlardı. Bilgiye çok önem verirlerdi. Nerede ne olmuş, ne icat edilmiş, kimle kim düşman, kimle kim savaşıyor. Kim kimle müttefik oldu. Nerede hangi gelişme oldu. Hangi ülkede hangi hastalıklar var, yeni ilaçlar varmı. Hangi bölgede üretim yapılamadı, nerede neye ihtiyaç var. Kim iktidara geldi. Nasıl birisi. Ülkemize nasıl bakıyor. Yabancı tüccarlardan ne kadar vergi alıyor. Yolları koruyor mu

 

Bunlar şüphesiz ülkeler arası ticaret yapan insanların mutlaka ilgilenecekleri ve bilmek zorunda oldukları konular. Zira o devirde ne ticaret gazeteleri, nede borsalar var. Ticaret merkezleri aynı zamanda tüm bilgilerin toplandığı noktalar.

 

Neden hayati bu ?

 

Kaba örnek vereyim. Siz Hint, bizans, avrupa hattında ticaret yapan bir insansınız. Ve kervan yolculuğu gidiş geliş bir yıl sürüyor diyelim. Elbette siz yola çıkarken yada oraya mal götürürken. Bizansta iç karışıklık var mı? Bizans kimseyle savaşta mı? Ya da savaş tehlikesi var mı ? Bizans ta hasat nasıl geçti, hangi mallara ihtiyaç duyuyorlar hangi mallara ihtiyaçları yok. Salgın hastalık var mı? sel varmı? gibi daha yüzlerce konu hakkında bilgi sahibi olmak. Ona göre planınızı yapmak, güzergahınızı belirlemek, ona göre mal götürmek zorundasınız. Bu sadece kaba bir örnek. Bu yüzden o çağın tacirleri ticaret noktalarında, gelip geçen kervanlar, tüccarlarla bilgilerini paylaşırlardı. Ticaret yaptıkları bölgeler hakkında bilgi sahibi olurlardı. Artı tüccarlar kıtaları dolaşan adamlar. Gittikleri ülkelerin en gelişkin şehirlerine giden adamlar. Elbette bir çok şeyi öğreniler gittikleri ülkeler hakkında. Yıllarca süren yolculuklar bunlar.

 

Artı sanırım demirefe bir şeyi atlamış. Bir çok bilimsel gelişme, keşif uzak ticaret için gereken ihtiyaçları karşılamaya dönük değilmiydi. Bir çok buluş, gelişme, bilgi tüccarlar tarafından kıtadan kıtaya taşınmadı mı. Kendi tarihimizden örnek, Türkler barutu kullanmayı Çinli tüccarlardan öğrenmediler mi ? Tüccarların bir diğer özelliği haberleri yaymak değilmiydi ? Casusluk faaliyetlerini tüccarlar yapmıyor muydu

 

Hiç ama hiç mantıklı gelmiyor dünyanın en ünlü hastalığının arabistanda bilinmiyor oluşu.

 

"Aile üyeleri sakladı" savı

 

Hz Muhammed peygamberliğini ilan ettikten sonra. Kendi aile üyeleriyle de savaştı. Kendisine silah çeken, taraftarlarını öldüren, hakkında ithamlarda bulunanlar arasında kendi aile üyeleride vardı. Hatta Bedr savaşında savaştı onlarla. Bu adamlar, silah çekip savaştıkları, mücadele ettikleri kişi hakkında böylesine etkili bir karalama silahını kullanmazlar mıydı?

 

"Deliydi" "yoksuldu" "sıradan bir ailenin çocuğuydu" "cahildi" "a sosyaldi" "toplumun tanımadığı birisiydi"

 

Mekke'nin en asil ailelerinin çocuklarıyla arkadaşlık yapan. Mekke'nin en önemli dini ve ticari değeri olan Kabe Amcası tarafından idare edilen. Mekke'deki hristiyanların önemli bilginlerinden ve son derece zengin, soylu olan bir adamın kızıyla evlenen. Bu dinin ilan etmeden önce yaptıkları.

 

Herşeyden önce, bu yukarıda iddia edilen özelliklere sahip yani, a sosyal, fakir, sıradan bir aileye mensup, deli bir adam çıkıp, Kabedeki tanrıları reddedecek, yeni bir din için çağrı yapacak. Sonu ne olurdu o adamın? Basit tarih bilgisi olan her insan bu sorunun cevabını bilir. Anında tutuklanır, halkın gözü önüne işkenceden geçirilir, tanrıları tanıdığını söyleyene kadar çeşitli işkenceler yapılır ve öldürülürdü. Bir daha kimse cesaret etmesin diye. Böyle bir adam bunu yaptığında, müsamaha gösterirlermiydi? Hayır bir daha kimse cesaret etmesin. Örnek teşkil etmesin diye yapacakları belliydi.

 

Yok arkadaşlar, paganist bir toplumda. kalkıp tanrıları açık açık reddetmek, Kabeye yürüyüp, tanrıları reddeden gösteri miting düzenlemek. Yukarıda sayılan özelliklere sahip bir kişinin yapabileceği bir iş değildir. Yaparsada sonu bellidir.

 

Bir adama hem " a sosyal" "deli" "fakir" "cahil" "tanınmayan" "pleb" deyip ardından. Milyonlarca insanı etkileyen bir kitabı yazdığını, devletleri yıkıp, devlet kurduğunu iddia etmek ise. Dediğim gibi en başta kendisiyle çelişmesidir insanın.

 

Medine Şehir Devleti bir "deli" bir "cahil" bir "fakir" adamınmı peşinden gittiler ve devlet olarak ona biat ettiklerini açıkladılar ? Ha dersinizki siyasi planları vardı. Bunu kalkıp bir "deli" ye güvenerekmi gerçekleştirmeye çalıştılar. Böyle bir adamın liderliğinimi kabul etiller? Arabistan'ın en güçlü şehir devletinin düşmanlığını göze alarak ?

 

Ha keza Necaşi, böylesine "sıradan", "cahil" "deli" bir adamın taraftarlarınımı korudu Mekke ile düşmanlığı göze alarak.

 

Mekke'nin en asil ailelerinin çocukları, böyle bir adama mı inandılar. Yok onlarda mı tanımıyordu Hz Muhammed'i.

 

Bizim kimseyi yargılamak gibi bir amacımız ve işimiz olamaz. Onun peygamber olduğuna isteyen inanır isteyen inanmaz. Ama tarihi çarpıtıp. Akla hayale sığmayacak varsayımlarda bulunulunca elbette doğrusunu belirtiriz.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Cyrano, son değerlendirmelerle konunun bittiğini düşünüyorum ben. Doğrusun, ticaret konusunda sonuna kadar haklısın, itirazım yok.

 

Sav en son "başlangıçta umursanmamıştı, iş ciddiye binince de önü alınamadı" şekline geldi. Bu şekliyle Hipokrat'ın öğrencileri Mekke'de yaşıyor bile olsalar bir şey yapamazlardı...

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Aslında insanların kafalarının içinden ne geçtiğini hiç bir zaman bilemeyiz. Muhammed ne düşünüyordu, ne düşünmüştü bunu da bilemeyiz. Mehmet Akif bir şiirinde tüm olumsuzlukları sayıp karamsar bir hava yaydıktan sonra:

 

"Ağzım kurusun... Yok musun ey adl-i ilahi" demiştir.

 

Bu sözün ya tanrının olmadığı, ya adaletinin olmadığı anlamına geldiğini herkesten çok o sıradan bir konuşmayı şiir haline getiren söz ustası bilirdi. Bu sözünü geri almamış ve o mısrayı silmemiştir. Sonra yıllarca daha yaşadı. İstese bu sözünü siler, yayınlanmasını istemez ve nakledenden razı olmadığını açıklardı.

 

İnançlar o kadar karmaşık ve soyuttur ki, inançlarda ne kadar samimi olunduğunu ölçmenin bir yolu yoktur. O halde somut ölçülere başvuracağız: İnsanları ve tabii Muhammed'i de yaptıklarıyla değerlendireceğiz, ne düşündüğünü anlamaya çalışarak değil.

 

Bazen Kur'anda Muhammed'e yapılan azarlamaların delil olarak öne sürüldüğünü görüyorum. Ne yani siz önemli birileriyle konuşurken yanınıza bir âma gelse de o an onu uzaklaştırsanız, o kişilerle görüşmeniz de bir sonuç vermeyince sıkılıp, bir de âmayı uzaklaştırdığınız için vicdan azabı duymaz mısınız? Bu insan ya sahtekar bir şarlatan, ya üstün bir ahlak sahibi olmak, ya ak, ya kara mı olmak zorunda? Ama "insan" olmak zorunda, hepimiz gibi...

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Bizim kimseyi yargılamak gibi bir amacımız ve işimiz olamaz. Onun peygamber olduğuna isteyen inanır isteyen inanmaz. Ama tarihi çarpıtıp. Akla hayale sığmayacak varsayımlarda bulunulunca elbette doğrusunu belirtiriz.

 

Bir yıldır ben seni, sen beni yazılarımızdan takip ediyoruz.

 

Tek bir kez, şu tarafsız (!) ve bilimsel (!) yaklaşımını İslam'ı veya Muhammed'i irdelerken kullandığını görmedim.

Aksine, Bütün bilgini, ezberini, Muhammed'i ve İslam'ı aklamak için kullanıyorsun.

 

Sana şu soruyu kaç kez sorduğumu hatırlamyıyorum artık: Bilimsel değerlendirme yaptığını iddia eden bir adamın, ilahlardan gelmiş, değişmeyen, kutsal, sorgulanamayan, kesin doğruları olur mu, olmaz mı?

 

Buna cevabını bekliyorum.

 

Kimsenin neye inandığına karışmam.

 

Burada benim yazılarımdan en çok rahatsızlık duyanlardan biri belki sarıgöl rumuzlu arkadaşımızdır.

Ama ona saygı duyuyorum. Zira inancında samimi. Savunduğu şeyleri inanarak yazıyor.

 

Senden beklediğim, "Muhammed'e ve İslam'a inanıyorum, bu konudaki eleştirilere dayanamıyorum" de, saygımız sonsuz olsun sana.

 

Ama bu inancını açık açık ifşa edemeyip, dolambaçlı yollardan "bilimsellik maskesi" takıp İslam'ı ve Muhammed'i korumaya kalkarsan, o maskeyi çıkartırım.

 

Bilimsellikte ilahlardan gelme değişmeyen kesin bilgiler olmaz. Olabilemez. Bilimsellikte kutsal bilgi, sorgulanamayan bilgi olmaz.

 

Ama senin için sorgulanamayan, kutsal bilgiler var. Öyle ise, bunu dolambaçlı yollara sapmadan söyle, biz de seni öyle kabul edelim.

 

Saygılar.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

"Hz Muhammed Sara hastasıydı"

 

bunada iki destek sav sunulmuş. Ya arabistanda bu hastalık bilinmiyordu. Yada Aile üyeleri bu hastalığı gizliyorlardı.

 

Muhammed'in sara hastası olduğuna ilişkin savımın kaynağı, hastalığın bilinmemesi veya ailesi tarafından saklanması değil.

Bu söylediğin şeyleri, ben ""sara" neden "sara" olarak teşhis edilmedi?" sorusuna cevap olarak verdim, yoksa sara savımı buna dayandırmadım.

 

Hastalığın "sara" olarak teşhis edilemeyip, nöbetlerin cinlerle, perilerle, ilahlarla mesajlaşma anı olarak görülmesinin nedeni, ya Muhammed'in çeveresinde "sara" yı bilen ve buna "sara" diyebilecek bi adamın olmaması, veya ailesinin "sara"yı "cinlenmiş, deli" damgası yer diye ifşa etmemesidir, dedim.

 

Muhammed'in sara hastası olduğuna ilişkin savımın temeli, Muhammed'in "vahy anı" denilen zamanda sergilediği hareketlerin "sara nöbeti" ile uyuşması/örtüşmesidir.

 

Vahy Anı Olduğu İddia Edilen An:

 

Link1?

Beşerin beşer sıfatları altında Allah Teâlâ?nın hitabına muhatap olması güçtür. Yine bu sıfatlarla meleklerle karşılaşmak da kolay bir şey değildir. Böyle bir irtibat ancak beşeriyetten sıyrılıp, melekût âlemine girmekle mümkün olabilir. İşte Hz. Peygamber?in bu beşeri sıfatlardan sıyrılıp, vahiy alır duruma gelmesi, onda bazı hallerin meydana gelmesine sebep olmuştur. Allah?ın sözünü dinlemek kendisine bir nevi heyecan ve korku verdiğinden, onun vahiy esnasında bazen buhranlı anlar geçirdiğine şâhid olunmuştur. Hz. Peygamber?in vahiy esnasında vücudu titrer, yüzünün rengi değişirdi. Vahiy esnasında en soğuk günlerde bile alnı terler, nefes alırken horultuya benzer bir ses çıkarırdı.

...

Ya?la b. Ümeyye, bir gün vahiy esnasında, Hz. Ömer?in işaretiyle Hz. Peygamber?e yaklaşmış, O?nu örtmekte olan örtünün içine başını sokmuş ve Efendimizi, yüzü kızarmış, uyuyan kimsenin gidip gelen nefesi gibi solurken görmüştü(2).

...

Zeyd b.Sâbit şöyle diyor: ?Bir gün Hz. Peygamber?in yanında bulunuyordum. Kalabalık sebebiyle, (diz çökmüş olarak oturduğumuzdan) Hz. Peygamber?in dizi, dizimin üzerinde idi. Birden onu vahiy hâli yakaladı, baldır kemiğimi kıracak kadar bir ağırlık hissettim.

 

Link2

 

3- Cebrail, bir delikanlı veya bir insan şekline bürünerek Peygamber (s.a.s) vahiy getirmiştir. Cebrail'in bu yolla Ashab'tan Dılıye'nin suretine bürünerek vahiy getirdiğini bir çok sahabî nakletmektedir. Vahyin en kolay ve en meşakkatsiz şekli budur.

 

4- Meleğin görünmeden Peygamber (s.a.s)'e vahiy getirmesidir. Peygamberimiz çan sesine benzeyen bir ses duyardı. Vahyin en ağır şekli budur. Vahyin bu şekli tehdit ve vaad ihtiva eden âyetlere özgüdür. Bu şekildeki vahyi Rasûlüllah (s.a.s) şöyle anlatıyor: "Bazan çıngırak sesine benzeyen bir sesle gelir. Böylesi bana en ağır olanıdır. " Böyle bir vahyin geliş anında Peygamber (s.a.s) titrer, terler ve rahatsız olurdu.

 

Sara Nöbeti

 

Link1

 

A-Parsiyel Epileptik Nöbetler:

Basit Parsiyel Nöbetler:

 

Bu nöbetlerde hasta nöbet geçirirken tek bir bulgusu vardır vücudun belirli bir bölgesini tutar. Örneğin bir ayakta yada kolda kasılmalar nitelikli epilepsi türüne basit parsiyel motor nöbetler denir. Bu türde nöbet başladığı yerde kalabildiği gibi belirli bir düzene göre ilerleyerek vücudun yarısını tutabilir. Örneğin elde başlayan konvülziyonlar sırasıyla ön kola, üst kola, yüze ve dile, sonrada alt ekstremitelere yayılabilir. Eğer vücudun diğer yarısına geçerse bilinç bozulabilir. Nöbet durduktan sonra kasılmaların geliştiği tarafta kuvvetsizlik olabilir. Bunun dışında basit duyusal nöbetler gelişebilir bu türde bir ekstremitede, genellikle elde ve parmaklarda uyuşma-karıncalanma, yanma ve nadiren ağrı gibi kısa süren belirtiler oluşabilir. Bu belirtiler lokal olabileceği gibi vücudun bir yarısını sarabilir. Deri yüzeyinde renk değişiklikleri (kızarma-solma), sesler duyulması, kan basıncı değişiklikleri, sadece bilinç bulanıklığının eşlik ettiği bir çok çeşit parsiyel epileptik nöbetler oluşabilir.

 

Kompleks Parsiyel Nöbetler:

Yukarıda sözü edilen nöbetlere bilinç bozukluğu eşlik ettiğinde kompleks parsiyel nöbetler teriminin kullanılması önerilir. Duyusal nöbetlerde parsiyel epileptik nöbetlerden farklı olarak hissedilenler basit ışık çakması veya şekilsiz bir görüntü yerine hastanın geçmiş yaşamından bir sahne, görüntüleri, sesleri, kokuları, lezzetleri, duygularıyla tekrar yaşanır. Fakat hastalar hissettiklerin şeylerin gerçekle bağdaşmadığının bilincindedirler.

 

B-Jeneralize Epileptik Nöbetler:

Jeneralize epileptik nöbetleri birkaç başlık altında toplamak mümkün. Petit mal dediğimiz ve ani bilinç kaybı ile birlikte konuşma yürüme, yeme gibi motor aktivitelerin kesilmesiyle niteli şekli en sık görülenidir. Nöbet sırasında vücut pozisyonu korunur ve hasta yere düşmez, gözler bakakalmış gibidir, iletişim kuramaz ve hasta etrafının farkında değildir. Ani iletişim bozukluğu, tek bir kasta veya kas grubunda ani, kısa süreli kasılmalar v.b. şekillerde ortaya çıkabilir. Hastada bilinç kaybı oluşur.

 

Link2

 

b.) Kompleks Parsiyel Nöbetler:

 

Bilincin tamemen kaybıyla seyreden, değişik klinik özellikler gösteren nöbetlerdir. Köken aldığı bölgeye göre klinik bulgular oluşturur. Amaçsız koşma, ağız şapırdatma, üstü başıyla oynama, amaçsız hareketler yapma, yalanma, yutkunma, vb. klinik özlelliklerdir. Çevreyle ilişki kopmuştur. Hasta yere düşmez, kasılmaz. Karşıdaki kişi onun nöbet geçirdiğini anlamaz. Otomatizmin (otomatik hareketler) iyi değerlendirilmesi gerekir, çünkü bu durum başka birçok hastalıkla karıştırılabilir.

 

2) Jeneralize Nöbetler:

 

a) Absans Nöbetleri:

 

Kısa süreli ve saniyeler içinde geçen, bilinç kaybıyla giden, dalma nöbetleri de denilen, daha çok çocuklukta başlayan, genetik de olabilen nöbetlerdir. Hasta, yapmakta olduğu işi aniden durdurur, çevresine boş bakar ve nöbetten sonra yapmakta olduğu işe devam eder.

 

b.Myoklonik Nöbetler:

 

Beynin derin orta hat yapılarından kaynaklanan ve beynin her tarafına aynı anda yayılan, bilinç kaybıyla seyreden, farklı klinik özelliklerle ortaya çıkabilen nöbetlerdir.

 

c) Tonik Nöbetler:

 

Vücudun kasılması ile ortaya ortaya çıkan nöbetlerdir.

 

d) Klonik Nöbetler:

 

Vücudun bir yarısında titreme şeklinde olan nöbet tipidir.

 

...

 

f) Tonik Klonik Nöbetler:

 

Grand mal olarak adlandırılan, halk arasında sar'a denilen tipik büyük nöbetlerdir. Parsiyel nöbetler giderek şiddetlenir ve beynin diğer bölgelerine de yayılırsa bu tip nöbetler gelişir. Bazen de jeneralize nöbetler grand male dönüşebilir. Hastanın bu sırada çenesi kilitlenip bütün vücudu kasılır. Gözleri açık ve bir tarafa dönmüş bir şekilde sabit bir şekilde bakarak çığlık atar ve bir kütük gibi yere devrilir. Bu sırada hasta yaralanabilir. Bunu izleyerek ağızdan köpük gelir. Dilini ısırmışsa köpük kanlı olabilir ve bütün vücut titrer. Bu sırada idrar kaçırabilir, bazen de büyük abdestini de kaçırabilir. Nöbet sırasında hastanın ağzını açmaya çalışmamak gerekir. Kolalarını ve bacakları da diğer kişilerce tutulmamalıdır. Sadece başının altına, travmayı önlemek için yumuşak birşey konulabilir. Bu sırada hasta nefes alamaz ve morarmıştır. Bunu izleyerek hasta derin ve hırıltılı nefes alıp vermeye başlar, bilinci kapalıdır. Daha sonra hasta açılır ancak henüz bilinci tam olarak yerine gelmemiştir ve şaşkın bir şekilde etrafa bakar. Sorulanlara net yanıtlar veremez. Ardından da hasta uyku isteği duyar ve bir süre uyur. Kendine geldiğinde aşırı yorgunluk, yaygın ağrılar ve baş ağrısı hisseder.

 

Şimdi, elini vicdanına koy ve bilime saygı duyarak cevap ver:

 

Vahy anı denilen şeyin belirtileri ile sara nöbetinin belirtileri örtüşüyor mu örtüşmüyor mu?

 

Saygılar.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Bu güne kadar herhangi bir yazımda, herhangi bir iletimde, mesajımda "bu benim kutsalımdır, bunu tartışamazsınız" gibi bir ifadem yoktur. Artı islamiyeti irdeleyen onlarca yazım vardır. Hatta hala süren tartışmalarımda vardır. Forumu kendi yazdığı başlıklardan ve kendisine verilen cevaplardan ibaret sanmak kötü bir şey.

 

Sadece islamiyete karşı olunca bilimsel bir bakışa sahip olacağını sanıp. Bilimsel olabilmek için yazdığı konu ne olursa olsun, tutarlı, gerçekçi, doğru, faraziyelerden çok tarihsel gerçeklere dayanan bir usluba sahip olmak gibi elzem olan özellikleri boşverip. HY yöntemiyle birşeyleri çürütmeye çalışan bünyelerde antikor etkisi yapabilirim.

 

Aynı HY yöntemidir. Nasılki o Evrim Teorisini "çürütmek" için. Tarihsel bilimsel gerçekleri saptırır. Aynı yöntem.

 

Benim için her bilgi sorgulanabilir, her şeyi tartışabilirim. Tartışıyorumda zaten.

 

Ayrıca nasıl bir mantık anlamadım. "Muhammed'i ve islami aklamak için kullanıyorsun bilgini" bu nedir ya. Sen kendini bunları yargılayan birisimi sanıyorsun da biz avukat olalım. Neyle yapacaksın bunu. Daha o tarihte ne olmuş ne bitmiş bunları tartışırken bizden öğreniyorsun. Oku kendi yazdıklarını her iletinde başka bir şey yazıyorsun. Bir şeyi iddia ediyorsun. Sana doğrusunu öğretiyoruz bu sefer değiştirip başka bir faraziye kuruyorsun. Senin benimle tartıştığın başlıklardaki tarzın şöyle oluyor. Önce bir şeyler iddia ediyorsun. Sonra durumu kurtarmaya çalışıyorsun. Buna gerek yok. Bunun yerine önce eleştirdiğini iddia ettiğin konularda biraz bilgi sahibi olmayı dene. İnsan bilgi sahibi olmadan iddia sahibi olmamalı.

 

örn.

 

"Muhammed sara hastasıydı ama arabistanda bu hastalığı bilmiyorlardı"

 

Anlatıyorum mekke nasıl bir şehirdir. Nasıl bir merkezdir. Bu hastalık ne zaman dünyada teşhis edilmiştir.

 

ardından

 

"Sara hastasıydı, ama ailesi bu bilgiyi saklıyordu"

 

Anlatıyorum kendi aile üyeleriylede savaşmıştır. Onlar silah çekip savaştıkları adama karşı niye bu bilgiyi kullanmasın.

 

bu sefer :

 

"Herkes biliyordu, bu yüzden Muhammed'i ciddiye almıyorlardı. Kasabanın delisi olarak görüyorlardı"

 

nereden nereye gelmiş fikir. Ama savunma tarzında bir değişiklik yok. Hepsi çok ateşli savunulmuş.

 

Ve sonra her zamanki gibi "Cyrano sen zaten böylesin, şöylesin"

 

Benim inancım ne zaman bilimsel bakmamı engellemiş. Bunun içinmi bu tartışmada sen faraziyeleri, ben tarihsel gerçekleri kullanıyorum. Bak bilimsel bakış demirefeninki gibi olur. Tarihsel gerçekler karşısında faraziyeyi ateşli bir şekilde hemde karşısındakine saldırarak savunmaz bilimsel bakışa sahip insan. Karşısındakinin yazdığını mantığıyla, bilgisiyle , kendi kaynaklarıyla kontrol eder, doğruysa sırf itiraz olsun, yada haklı çıkmak için ısrar etmez. Bende aynı bakışla bakarım.

 

Ha nasıl bir mantık yürütüyorsun ? ;

 

"ben bilimselim, en bilimsel benim çünkü ben islamiyeti reddediyorum, öyleyse benim yazdıklarım doğrudur. Bu uğurda herşeyi yazabilirim, önemli olan yazdıklarımın doğru olup olmaması değil. Ne amaçla yazdığım. Eğer bunları çürütürsen, karşı çıkarsan bilim düşmanı olursun. Çünkü senin yazdıklarında ne olursa olsun önemli değil. Çünkü ben islamiyeti reddettiğim için beni eleştiremezsin, benim yazdıklarıma karşı çıkamazsın. Bilim düşmanı olursun"

 

Sonrada meali "niye benim yazdıklarımı eleştiriyorsun" olan saldırının yanında, dilekte barındıran serzenişler.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

"Hz Muhammed Sara hastasıydı"

 

bunada iki destek sav sunulmuş. Ya arabistanda bu hastalık bilinmiyordu. Yada Aile üyeleri bu hastalığı gizliyorlardı.

 

....

 

Hiç ama hiç mantıklı gelmiyor dünyanın en ünlü hastalığının arabistanda bilinmiyor oluşu.

 

Sayın CYRANO,

 

Sara'yı sara olarak teşhis etmeki bunun fizikiş/nörolojik bir hastalık olarak bilmek ayrı şey, bu hastalığın cinlerin/ilahların laneti/musallat olması olarak tanımak ayrı şey.

 

Sara'yı fiziki/nörolojik bir hastalık olarak bilen ve aynı zamanda Muhammed'in çevresinde/yakınında olan bir tarihi figür var mı?

 

Sara'yı Hipokrat'ın anlattığı/tanımladığı şekilde bilen birisi olacak, ayrıca bu kişi Muhammed'i gözlemlemiş ve teşhis koymuş olacak ve ailesi de bu teşhise iştirak edecek?

 

İnternet ve pozitif bilim çağında yaşamıyordu o insanlar kardeşim. Biraz makul ol.

 

"Aile üyeleri sakladı" savı

 

Hz Muhammed peygamberliğini ilan ettikten sonra. Kendi aile üyeleriyle de savaştı. Kendisine silah çeken, taraftarlarını öldüren, hakkında ithamlarda bulunanlar arasında kendi aile üyeleride vardı. Hatta Bedr savaşında savaştı onlarla. Bu adamlar, silah çekip savaştıkları, mücadele ettikleri kişi hakkında böylesine etkili bir karalama silahını kullanmazlar mıydı?

 

Kullanmışlar zaten. Akrabası olsun, olmasın herkes bu bilgiyi kullanmış zaten. Kuran bunun kanıtlarıyla dolu.

 

Ailesinin saklaması "sara"yı "sara" olarak tanımlayı saklama değil.

Aile'de deli/cinlenmiş/lanetlenmiş birisi var sanmasın elalem diye, sara krizlerini "sıradanlaştırma/olağanlaştırma" şeklinde bir saklama bu.

 

21. yüzyılda bile herhangi birisine saralı desen bu durumdan rahatsız olur, canı sıkılır, saralı olmadığını ispata girişir.

İnsan psikolojisi deniyor buna.

Herşeyden önce, bu yukarıda iddia edilen özelliklere sahip yani, a sosyal, fakir, sıradan bir aileye mensup, deli bir adam çıkıp, Kabedeki tanrıları reddedecek, yeni bir din için çağrı yapacak. Sonu ne olurdu o adamın? Basit tarih bilgisi olan her insan bu sorunun cevabını bilir. Anında tutuklanır, halkın gözü önüne işkenceden geçirilir, tanrıları tanıdığını söyleyene kadar çeşitli işkenceler yapılır ve öldürülürdü. Bir daha kimse cesaret etmesin diye. Böyle bir adam bunu yaptığında, müsamaha gösterirlermiydi? Hayır bir daha kimse cesaret etmesin. Örnek teşkil etmesin diye yapacakları belliydi.

 

Yok arkadaşlar, paganist bir toplumda. kalkıp tanrıları açık açık reddetmek, Kabeye yürüyüp, tanrıları reddeden gösteri miting düzenlemek. Yukarıda sayılan özelliklere sahip bir kişinin yapabileceği bir iş değildir. Yaparsada sonu bellidir.

 

 

Sayın CYRANO, sadece tarihi ezberlemek dışında şeylerle de ilgilen, mesela psikoloji, toplum psikolojisi gibi alanlara da merak sal.

 

En basit insan psikolojisidir:

Sokaktan geçerken, "normal görmediğin, saralı veya deli olarak nitelendirilen bir adam" sana sataşsa, güler geçersin.

Ama aklı başında bir adam sataşsa, kavga edersin.

 

Muhammed de, hastalığı yüzünden, yetimliği/öksüzlüğü yüzünden, toplumun "hoşgörü gösterdiği bir insan.

Normal bir insan ilahlara küfretse, dediğin gibi, ona cezasını verirler.

Ama, "idare edilen, hoşgörü gösterilen," bir adamı öldürüp de kimse, kendini öksüz/yetim ve hasta bir adamı öldüren onursuz şahıs durumuna düşürmez. Buna bir de o dönemin Arapları arasındaki kabile bağlarını ekleyin.

 

Bir adama hem " a sosyal" "deli" "fakir" "cahil" "tanınmayan" "pleb" deyip ardından. Milyonlarca insanı etkileyen bir kitabı yazdığını, devletleri yıkıp, devlet kurduğunu iddia etmek ise. Dediğim gibi en başta kendisiyle çelişmesidir insanın.

 

Medine Şehir Devleti bir "deli" bir "cahil" bir "fakir" adamınmı peşinden gittiler ve devlet olarak ona biat ettiklerini açıkladılar ? Ha dersinizki siyasi planları vardı. Bunu kalkıp bir "deli" ye güvenerekmi gerçekleştirmeye çalıştılar. Böyle bir adamın liderliğinimi kabul etiller? Arabistan'ın en güçlü şehir devletinin düşmanlığını göze alarak ?

 

Ha keza Necaşi, böylesine "sıradan", "cahil" "deli" bir adamın taraftarlarınımı korudu Mekke ile düşmanlığı göze alarak.

 

Mekke'nin en asil ailelerinin çocukları, böyle bir adama mı inandılar. Yok onlarda mı tanımıyordu Hz Muhammed'i.

 

Bütün bunların olabileceğini görmen için, bunları anlayabilmen için, basit bir öneride bulunacağım:

 

Yılmaz Erdoğan'ın "BANA BİR ŞEYHLER OLUYOR" adlı bir tiyatrosu ile Kemal Sunal'ın "SALAKO" filmini almanı ve seyretmeni rica ediyorum. Al seyret. Hem öğrenirsin, hem eğlenirsin.

 

Saygılar.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Sayın CYRANO,

 

Sara'yı sara olarak teşhis etmeki bunun fizikiş/nörolojik bir hastalık olarak bilmek ayrı şey, bu hastalığın cinlerin/ilahların laneti/musallat olması olarak tanımak ayrı şey.

 

Sara'yı fiziki/nörolojik bir hastalık olarak bilen ve aynı zamanda Muhammed'in çevresinde/yakınında olan bir tarihi figür var mı?

 

Sara'yı Hipokrat'ın anlattığı/tanımladığı şekilde bilen birisi olacak, ayrıca bu kişi Muhammed'i gözlemlemiş ve teşhis koymuş olacak ve ailesi de bu teşhise iştirak edecek?

 

İnternet ve pozitif bilim çağında yaşamıyordu o insanlar kardeşim. Biraz makul ol.

 

 

Hz Muhammed putları reddettiğinde 40 yaşındadır. Ve ona yöneltilen ithamlar tanrıları reddedişinden sonra başlamıştır. Tanrıları reddeden insanlara ilk yöneltilen ithamlar "aklını kaçırdığını, iblislerin ağına düştüğü" ithamlarıdır. Tarihsel örneğimide vereyim. Marcus Antonius'un sağken. Yazdığı vasiyet kaçırılıp romaya getirilmiştir. Vasiyetinde Mısır tanrılarının kutsamasıyla toprağa verilmeyi emretmektedir. Ve Roma kolezyumunda okunan bildiri şöyledir .

 

"Marcus Antonius, Cleopatra'nın çeşitli telkin ve büyüleriyle aklını kaçırmıştır. Roma'nın tanrılarını reddetip kedilere köpeklere (mısır tanrıları) tapmaktadır. İblisler (kötü niyetli cinler, elfler, periler) Marcus Antonius efendimizin iradesini ele geçirmiştir. Efendimizin zihni ve aklı Mısırlı cadı (cleopatara) tarafından esir alınmıştır."

 

Tanrıları reddedenlere her zaman bu ithamlar yapılmıştır. Aklını kaybetti, içine iblisler cinler girdi, iradesini kaybetti. Bu gelenek Katoliklikte bile devam etti. Yüzbinlerce kişyi içine şeytan girmiş diye yakmadılarmı Avrupa'da?. Çocukları katolikliğe ters şeyler söylediğinde mantık yürüttüğünde. İçine şeytan girdi diye aileler şeytan çıkarma ayinleri düzenletmedimi katolik papazlara (ki yanılmıyorsam halen sürüyor bunlar). O tanrıları reddetmenin tek gerekçesi olarak bunu görmeleri ve bunu öner sürmelerinden gelir eskiden beri. Zira herkes, bakın tanrıları reddediyor çünkü içine iblisler girdi o konuşmuyor iblisler konuşturuyor onu diyerek korkutma sakındırmadır.

 

Tanrıları reddeden kişilere paganist toplumlarda yapılan ilk teşhis budur. Aklını kaçırmıştır, cinlerin oyuncağı olmuştur. Bunlar tanrıları reddeden herkes için söylenirdi zaten. Başka neyle açıklayacaklar bir insanın Kabe tanrılarını reddetmesini ?

 

 

Kullanmışlar zaten. Akrabası olsun, olmasın herkes bu bilgiyi kullanmış zaten. Kuran bunun kanıtlarıyla dolu.

 

Ailesinin saklaması "sara"yı "sara" olarak tanımlayı saklama değil.

Aile'de deli/cinlenmiş/lanetlenmiş birisi var sanmasın elalem diye, sara krizlerini "sıradanlaştırma/olağanlaştırma" şeklinde bir saklama bu.

 

21. yüzyılda bile herhangi birisine saralı desen bu durumdan rahatsız olur, canı sıkılır, saralı olmadığını ispata girişir.

İnsan psikolojisi deniyor buna.

 

Sara krizi sadece aile üyelerinin yanındamı geçiriliyor. Aksine daha çok evinde değilde, toplum içinde, rahat edemediği yerde geçirilir. 40 Yaşına kadar ailesinden başka hiçkimse şahit olmamış yani. Yada duymamışlar. Birden bire 40 yaşındamı farketmişler ?

 

Sayın CYRANO, sadece tarihi ezberlemek dışında şeylerle de ilgilen, mesela psikoloji, toplum psikolojisi gibi alanlara da merak sal.

 

En basit insan psikolojisidir:

Sokaktan geçerken, "normal görmediğin, saralı veya deli olarak nitelendirilen bir adam" sana sataşsa, güler geçersin.

Ama aklı başında bir adam sataşsa, kavga edersin.

 

Muhammed de, hastalığı yüzünden, yetimliği/öksüzlüğü yüzünden, toplumun "hoşgörü gösterdiği bir insan.

Normal bir insan ilahlara küfretse, dediğin gibi, ona cezasını verirler.

Ama, "idare edilen, hoşgörü gösterilen," bir adamı öldürüp de kimse, kendini öksüz/yetim ve hasta bir adamı öldüren onursuz şahıs durumuna düşürmez. Buna bir de o dönemin Arapları arasındaki kabile bağlarını ekleyin.

 

Yine bilgi diyeceğim. Hz Muhammed Tanrıları reddettiğinde 40 yaşındadır. Bir çocuk değildir. Mekkeli zengin bir koyun tüccarıdır. Mekke'nin en zengin adamlarından birisinin kızıyla evlidir. Kimsenin acıyacağı merhametle hoşgörü göstereceği bir konumda değildir yani.

 

Artı gerçekten herşeyi birbirine karıştırıyorsun. Hz Muhammed'e o yakıştırmalar. Tanrıları reddettikten sonra yapılmaya başlanmıştır. Bu tarihten önce ona yönelik böyle ithamlar yoktur. Bu yüzden tanrıları reddetmese verilen hafif tepkiyi, "zaten deli diye acıyorlardı" ile açıklamak saçmalıktır. Artı insan biraz mantıklı düşünür. Eğer toplum içinde "deli, hasta" olarak görülseydi. Asil ve saygın bir adam ona kızını verirmiydi. Ticaret yapabilirmiydi?

 

Artı tanrıları reddetmek, birine sataşmak, birine yumruk atmaya benzemez. O toplumun en ağır suçudur. Kim işlerse işlesin eğer sıradan bir vatandaşsa, bir asil değilse direk öldürürler. Bir asilse uzlaşma yolu ararlar, bir şeyler vaadederler, diplomasi yaparlar yani.

 

O çağlar öyle insan haklarının, toplumsal sağ duyunun falan oluştuğu çağlar değildir.

 

Bütün bunların olabileceğini görmen için, bunları anlayabilmen için, basit bir öneride bulunacağım:

 

Yılmaz Erdoğan'ın "BANA BİR ŞEYHLER OLUYOR" adlı bir tiyatrosu ile Kemal Sunal'ın "SALAKO" filmini almanı ve seyretmeni rica ediyorum. Al seyret. Hem öğrenirsin, hem eğlenirsin.

 

Saygılar.

 

Biz bir köyün köylülerinden bahsetmiyoruz. Biz kapı kapı hurafeyle şifa arayanlardanda bahsetmiyoruz. Biz devlet yöneticilerinden bahsetiyoruz. Medine Şehir devletinin Mekke gibi bir devletin düşmanlığına rağmen Hz Muhammed'e biat etmesi, Koskoca bir kralın O'nunla ittifak kurmasına. Verdiğin örnek zaten konuya bakışını ve ne kadarını bildiğini gösteriyor.

 

Toplum'un "zavallı, deli, hasta" olarak gördüğü bir kişi. En asil ailelerin çocuklarıyla arkadaşlık ediyor. Mekke'nin en zengin adamlarından birisinin kızıyla evleniyor. Ticaretle uğraşıyor. Mekke tanrılarını reddediyor. Kabe önünde gösteri miting düzenliyor.

 

Ve bunu mantıklı kılmak için bir sürü faraziye. Cidden sen inanıyormusun böyle bir şeye.

 

"Tarihi ezberlemek" miş. Misyonerlerin internet sitelerindeki iddiaları harfi harfine kopyalamak bilimsellik, Tarih bilgisine sahip olmak "Tarihi ezberlemek"

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Peygamber diye sunulan İsrail ataları/liderleri saralı mıydı, değil iydi bilemem.

Onların kişilikleri hakkında ayrıntılı bilgi edinebileceğimiz büyük bir literatür yok.

İslamiyet bu açıdan çok fazla kaynak sunuyor. O nedenle Muhammed'in durumu hakkında daha fazla bilgiye sahibiz.

 

Ancak, elimizdeki kısıtlı bilgilerle, blli başlı İsrail ataları/liderleri hakkında birşeyler söyleyebilriz.

 

Mesela İbrahim'in çocuğunu kesmeye kalkmasından, ahlaki evlilik sınırı kuzenlerden başlayan bir toplumda kızkardeşi ile evlenmesinden ve sonra bu kızkardeşi/eşi durumundaki kişiyi gittiği yerlerde pazarlamasından akıl sağlığının yerinde olmadığını söyleyebiliriz.

 

Çok iyi bir yönetici olduğu iddia edilen Yusuf2un, Mısır'ı sefalete ve açlığa sürüklemesinden, onun ne kadar berbat bir yönetici olduğunu anlayabiliriz.

 

Süleyman'ın kendi kendine konuşup, cinlerle, kuşlarla, böceklerle konuştuğunu söylemesinden, onun akıl sağlığının da yerinde olmadığını söyleyebilriz.

 

İsa'nın "Babam Allah'tır" demesinden, onun akıl sağlığının da yerinde olmadığını söyleyebilriz.

 

Musa'nın dağlara kaçı 40 gün oralarda gezinmesinden, onun akıl sağlığının da yerinde olmadığını söyleyebiliriz.

 

Diğerleri hakkında fazla çok malumatım yok.

 

Saygılar.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Bu güne kadar herhangi bir yazımda, herhangi bir iletimde, mesajımda "bu benim kutsalımdır, bunu tartışamazsınız" gibi bir ifadem yoktur. Artı islamiyeti irdeleyen onlarca yazım vardır. Hatta hala süren tartışmalarımda vardır. Forumu kendi yazdığı başlıklardan ve kendisine verilen cevaplardan ibaret sanmak kötü bir şey.

...

 

Benim için her bilgi sorgulanabilir, her şeyi tartışabilirim. Tartışıyorumda zaten.

 

Bize tartışmayın diyemezsin zaten de, neyin kutsalın olduğunu, neyi tartışmayacağını zamanın birinde söylemiştin.

 

ben ayetleri vsyi tartışmam,

 

ancak amacım yönteme dikkat çekmek böyle şeylere gerek yok. Bir ayete önce olmayan bir maddeyi ekleyip onun üzerinden gerçekleşen bir cinayetin sebebi olarak sunmak gereksiz. Maide suresinde kimsenin boğazlanmasından bahsedilmez.

 

Yeterli mi CYRANO?

*

 

Sadece islamiyete karşı olunca bilimsel bir bakışa sahip olacağını sanıp. Bilimsel olabilmek için yazdığı konu ne olursa olsun, tutarlı, gerçekçi, doğru, faraziyelerden çok tarihsel gerçeklere dayanan bir usluba sahip olmak gibi elzem olan özellikleri boşverip. HY yöntemiyle birşeyleri çürütmeye çalışan bünyelerde antikor etkisi yapabilirim.

 

Aynı HY yöntemidir. Nasılki o Evrim Teorisini "çürütmek" için. Tarihsel bilimsel gerçekleri saptırır. Aynı yöntem.

 

Daha o tarihte ne olmuş ne bitmiş bunları tartışırken bizden öğreniyorsun. Oku kendi yazdıklarını her iletinde başka bir şey yazıyorsun. Bir şeyi iddia ediyorsun. Sana doğrusunu öğretiyoruz bu sefer değiştirip başka bir faraziye kuruyorsun. Senin benimle tartıştığın başlıklardaki tarzın şöyle oluyor. Önce bir şeyler iddia ediyorsun. Sonra durumu kurtarmaya çalışıyorsun. Buna gerek yok. Bunun yerine önce eleştirdiğini iddia ettiğin konularda biraz bilgi sahibi olmayı dene. İnsan bilgi sahibi olmadan iddia sahibi olmamalı.

 

örn.

 

"Muhammed sara hastasıydı ama arabistanda bu hastalığı bilmiyorlardı"

 

Anlatıyorum mekke nasıl bir şehirdir. Nasıl bir merkezdir. Bu hastalık ne zaman dünyada teşhis edilmiştir.

 

ardından

 

"Sara hastasıydı, ama ailesi bu bilgiyi saklıyordu"

 

Anlatıyorum kendi aile üyeleriylede savaşmıştır. Onlar silah çekip savaştıkları adama karşı niye bu bilgiyi kullanmasın.

 

bu sefer :

 

"Herkes biliyordu, bu yüzden Muhammed'i ciddiye almıyorlardı. Kasabanın delisi olarak görüyorlardı"

 

nereden nereye gelmiş fikir. Ama savunma tarzında bir değişiklik yok. Hepsi çok ateşli savunulmuş.

 

Her yazımda, aynı şeyi, sen bile anlayabilesin diye, sürekli değişik ifadelerle anlatmayı deniyorum. Konuyu değişik yönlerden anlatmaya çalışıyorum. Bu ifade değiştirmek mi oluyor? Yukarıdaki bir iletimde bu iddiana karşı cevabım var.

 

Tarihi ezberlemenin dışında, bilgi ile yorumu ayırmasını, irdelemeyi, analiz etmeyi de öğrenmeni temenni ederim.

 

Herkesin elinin altında internet var, yazmadan önce birkaç siteye bakar, yanlış bildiğim birşey varsa öğrenirim.

Senden bugüne kadar birşey öğrenmedim, kusura bakma.

 

Tengeriin boşig de inançlı bir adamdır, ondan öğrendiğim çok şey oldu. İnançlı bir adamdan birşey öğrenmekten gocunmam.

 

Ama senden hiçbirşey öğrenemedim maalesef. Zira benim gözlemim, sen öğretmekten ziyade show peşindesin.

 

*

 

Senin İslam'ı eleştirdiğini görmedim hiç. Sen sadece müslümanları eleştirirsin, bütün suçu, kusuru müslümanlara yükler, islamı cillop gibi yaparsın. Yazılarında gördüğüm şey bu. Buraya gelip bir de, ben herşeyi tartışırım falan deme. Neyi tartıştığını, neyi tartışmadığını görebiliyoruz.

 

"ben bilimselim, en bilimsel benim çünkü ben islamiyeti reddediyorum, öyleyse benim yazdıklarım doğrudur. Bu uğurda herşeyi yazabilirim, önemli olan yazdıklarımın doğru olup olmaması değil. Ne amaçla yazdığım. Eğer bunları çürütürsen, karşı çıkarsan bilim düşmanı olursun. Çünkü senin yazdıklarında ne olursa olsun önemli değil. Çünkü ben islamiyeti reddettiğim için beni eleştiremezsin, benim yazdıklarıma karşı çıkamazsın. Bilim düşmanı olursun"

 

Sonrada meali "niye benim yazdıklarımı eleştiriyorsun" olan saldırının yanında, dilekte barındıran serzenişler.

 

Benim yazdıklarımı eleştiren birsürü insan var. Hiçbirine "neden beni eleştiriyorsunuz" mahiyetinde bir lafım var mı?

 

"Ben islamiyeti reddediyorum öyleyse bilimselim" diye birşey demedim bugüne kadar.

 

Daha yeni tartışma oldu, "Arapların kuzenlerle evlenmesi yanlış mı" diye, oraya bakabilirsin, ben Arapları/İslamiyeti bu nedenle eleştirmiş miyim, yoksa "bilimsel olarak Arapların/İslamiyetin adetlerine kötü diyemeyiz" mi demişim? Araplara/İslamiyete ait olan herşeyi reddetmeyi bilimsel saymak gibi bir illizyon içinde değilim.

 

Saygılar.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Hz Muhammed putları reddettiğinde 40 yaşındadır. Ve ona yöneltilen ithamlar tanrıları reddedişinden sonra başlamıştır.

 

Çocukluğundaki bayılmalar nedir peki? (Hani şu, kötülükleri görmesin diye allah bayıltıyormuş ya!)

 

Muhammed'in 40 yaş öncesi hakkında ne kadar bilgimiz var?

 

Aşağıda göreceğiz, 40 yaşında mı başlamış ithammlar, daha önce mi.

 

Sara krizi sadece aile üyelerinin yanındamı geçiriliyor. Aksine daha çok evinde değilde, toplum içinde, rahat edemediği yerde geçirilir. 40 Yaşına kadar ailesinden başka hiçkimse şahit olmamış yani. Yada duymamışlar. Birden bire 40 yaşındamı farketmişler ?

 

Öyle birşey dedim mi?

Toplum içinde sara krizi geçirince, aile üyelerine haber verirler. Onlar gelince "ha bizim çocuk saralı/cinlenmiş" mı diyecekler?

Durumu "normal göstermeye, sıradan göstermeye çalışırlar. Gizleme budur.

Zaten aleni olmuşsa, herkes hastasını alır, götürür.

 

Yine bilgi diyeceğim. Hz Muhammed Tanrıları reddettiğinde 40 yaşındadır. Bir çocuk değildir. Mekkeli zengin bir koyun tüccarıdır. Mekke'nin en zengin adamlarından birisinin kızıyla evlidir. Kimsenin acıyacağı merhametle hoşgörü göstereceği bir konumda değildir yani.

 

Artı gerçekten herşeyi birbirine karıştırıyorsun. Hz Muhammed'e o yakıştırmalar. Tanrıları reddettikten sonra yapılmaya başlanmıştır. Bu tarihten önce ona yönelik böyle ithamlar yoktur. Bu yüzden tanrıları reddetmese verilen hafif tepkiyi, "zaten deli diye acıyorlardı" ile açıklamak saçmalıktır. Artı insan biraz mantıklı düşünür. Eğer toplum içinde "deli, hasta" olarak görülseydi. Asil ve saygın bir adam ona kızını verirmiydi. Ticaret yapabilirmiydi?

 

Artı tanrıları reddetmek, birine sataşmak, birine yumruk atmaya benzemez. O toplumun en ağır suçudur. Kim işlerse işlesin eğer sıradan bir vatandaşsa, bir asil değilse direk öldürürler. Bir asilse uzlaşma yolu ararlar, bir şeyler vaadederler, diplomasi yaparlar yani.

 

O çağlar öyle insan haklarının, toplumsal sağ duyunun falan oluştuğu çağlar değildir.

...

Toplum'un "zavallı, deli, hasta" olarak gördüğü bir kişi. En asil ailelerin çocuklarıyla arkadaşlık ediyor. Mekke'nin en zengin adamlarından birisinin kızıyla evleniyor. Ticaretle uğraşıyor. Mekke tanrılarını reddediyor. Kabe önünde gösteri miting düzenliyor.

 

Ben de sana bilgi diyorum. Bilmiyorsan dahi, internet var, google var.

Hangi adam ona kızını vermiş o peygamberliğini ilan etmeden önce?

Kimse kızını vermemiş. Bu nedenle kendinden 15 yaş büyük dul bir kadınla evlenmiş.

 

Muhammed, peygamberlik etmeden önce "normal" miydi?

 

Bakalım...

Süleyman Ateş'in "Kuran Hakkında Genel Bilgiler" kitabından:

 

Link

 

Otuzbeş yaşlarına geldiği zaman içinde bir başkalık hissetmeğe başladı. Yalnız kalıp düşünceye dalmak, Kainatın yaratıcısını düşünmek istiyordu. Bu maksatla Mekke'nin 5 km kuzeyine düşen Nur dağı üzerindeki Hira mağarasına çekilir, Allah'ın varlığını bütün ihtişamıyla ifade eden mehtaplı çöl gecelerinin parlak yıldızlarını, mağaranın hakim olduğu harika manzara içinde seyreder, düşüncelere dalardı. Yanına biraz azık, biraz su alarak mağaraya gider, azığı tükeninceye kadar orada kalırdı. Azığı tükenince gelip azık alır, yine mağaraya dönerdi. O'nun bu halini görenler, "Muhammed Rabbine aşık oldu" diyorlardı. Bu tefekkürler, bu nefs terbiyeleri, onu son peygamberlik görevine hazırlıyordu. Böylece bir kaç yıl geçti.

 

Muhammed "normal" miymiş, peygamberlik iddiasında bulunmadan önce? Mekkelilerin ilahlarını reddetmeden önce "normal" miymiş?

 

Azık ve su alıp mağaralara giden ve orada birkaç yıl geçiren bir adam. Sadece azığı ve suyu bitince eve dönen bir adam. Yıllarca eve yuvaya azık ve su almaktan başka uğramayan bir adam.

Mağarada hamam ve kuaför de yoksa, saç sakal birbirine karışmış, toz toprak ve pis kokular içinde bir adam. Evet herkesin normal göreceği bir durumdaymış Muhammed!.

 

Yukarıda dediğin lafı sana iade ediyorum: İnsan biraz mantıklı düşünür!

 

"Tarihi ezberlemek" miş. Misyonerlerin internet sitelerindeki iddiaları harfi harfine kopyalamak bilimsellik, Tarih bilgisine sahip olmak "Tarihi ezberlemek"

 

Herhangi bir siteden birşey kopyaladığımı göster, ispat et, yazmayı bırakacağım!

 

Saygılar.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Peygamber diye sunulan İsrail ataları/liderleri saralı mıydı, değil iydi bilemem.

Onların kişilikleri hakkında ayrıntılı bilgi edinebileceğimiz büyük bir literatür yok.

İslamiyet bu açıdan çok fazla kaynak sunuyor. O nedenle Muhammed'in durumu hakkında daha fazla bilgiye sahibiz.

 

Ancak, elimizdeki kısıtlı bilgilerle, blli başlı İsrail ataları/liderleri hakkında birşeyler söyleyebilriz.

 

Mesela İbrahim'in çocuğunu kesmeye kalkmasından, ahlaki evlilik sınırı kuzenlerden başlayan bir toplumda kızkardeşi ile evlenmesinden ve sonra bu kızkardeşi/eşi durumundaki kişiyi gittiği yerlerde pazarlamasından akıl sağlığının yerinde olmadığını söyleyebiliriz.

 

Çok iyi bir yönetici olduğu iddia edilen Yusuf2un, Mısır'ı sefalete ve açlığa sürüklemesinden, onun ne kadar berbat bir yönetici olduğunu anlayabiliriz.

 

Süleyman'ın kendi kendine konuşup, cinlerle, kuşlarla, böceklerle konuştuğunu söylemesinden, onun akıl sağlığının da yerinde olmadığını söyleyebilriz.

 

İsa'nın "Babam Allah'tır" demesinden, onun akıl sağlığının da yerinde olmadığını söyleyebilriz.

 

Musa'nın dağlara kaçı 40 gün oralarda gezinmesinden, onun akıl sağlığının da yerinde olmadığını söyleyebiliriz.

 

Diğerleri hakkında fazla çok malumatım yok.

 

Saygılar.

,

 

Sayın Brain Slapper

 

Siz bütün peygamberlerin akıl sağlığının yerinde olmadığına karar vermişsiniz, okuduğunuz bir kaç kuran ayetini kendi düz mantığınız çerçevesinde değerlendirip hemen damgayı vurmuşunuz ''akıl hastası'' bunlar dye...

şimdi bütün hepsine kısa da olsa cevap vermeye çalışacağım... ancak bunlara birer konu açarsanız belki daha etraflı tartışabilriz...

birincisi, ''çocuğunu kesme'' dediğiniz olayına bir bakalım....

tanrı bize, dünya hayatımız süresince, mal, evlat, ticaret, para, makam gibi bir çok şey verdiğini söyleyerek, bunlara dalıp ta, hayatı unutmamamızı, hayatın anlamından uzak kalmamızı ister, bu saydığı bütün nimetlerin, ancak tanrının öğrettiği doğrultuda ''hayat'' algılanırsa anlamının oluşabileceğini anlatır... dünya hayatımız geçicidir, az bir süre kalacağımız bu - tabiri caiz ise, yol üzerindeki han gibi düşünelim- yerde, yolculuğumuzun anlamını kaybettirecek şeylerle uğraşıp, hayatın hedefine onları koymamaızı ister.... tanrı dünyaya ait bu nimetlerin paylaşıldıkça artacağını öğütler ve onları insanlarla paylaşırsak artacağını, mutlu olacağımızı söyler... bunu tanrı dediği için yaparız... ve hayatın hep bir deneme olduğunu düşünürüz bu yüzden... peygamber de denenmiş ve en değerli şeyini kurban etmek üzere yola koyulmuş... en çok değer verdiğimiz şeyi tanrı için feda edebilmek .... tanrı istediği için, kazandıklarımızdan, yediklerimizden, biriktirdiklerimizden, içtiklerimizden başka insanlar için pay ayıracağız.... onlardan tanrı hakkı için fedakarlıkta bulunacağız, bu yüzden '' ben siftah ettim, yandaki komşumdan al'' diyen esnaf vardır bu topraklarda... Hayatın özü fedakarlıkta bulunmaktır... peygamber de en çok sevdiği şeyin ne olduğunu düşünüp, evladı olduğunda karar kılıyor... burda hem ilahi bir eğitim var, hem de büyük bir deneme.... Tanrı, peygamberini uyardı ve dediki ; çocukların da bu dünya içinde geçici birer fani, onlara olan bağlılığın seni dünyaya meylettirmesin, ilahi görevin daha önemli olduğu hatırlatmasının yanısıra, inanlara da ibadetlerin en önemlilerinden birinin öğretisini yapmış oluyordu... KURBAN... tanrıyla olan ilişkinin en zirve noktasıdır.... insanlık için hayatından dahi vazgeçme, varlık için yok olmak... ''kurbanlarrınızın kanı tanrıya ulaşmaz'' diyen bir ilahi mesaj sanırım herşeyi açıklamaktadır.... yoksa ibrahim gönül rahatlığı ile, ''hadi bugün de şu oğlumu kurban edeyim'' psikolojisinde birisi değildi, okuyunca daha çok anlayacaksınız...

sonra onun kızkardeşi ile evlendiği gibi bir - iftira demek daha doğru olacak - iddia basit kalır ki, okursanız eğer, peygamberin eşinin hayatını kurtarmak için böyle bir ifadeyi tercih ettiğini anlayacaksınız....ve sanırım pazarlama gibi ahlaksızca bir kelimeden ötürü özür de dilemek zorunda kalacaksınız...

 

Yusufun yöneticiliğine gelince, bunu da tamam okumadığınız anlaşılıyor ki ; açlık ve kıtlık dönemlerinin olacağı hususunu Yusuf un kendisine verilen bir ilim - ruya tabiri - sayesinde önceden kestirdiğini ve buna karşılık tedbirlerini aldığını, o en kötü yıllarda bütün bölge halklarının mısıra gelerek, yusufun yönettiği hazineden yardım aldıklarını okumuş olman lazım... tarihi ters yüz ederek b,r yere varamazsın... ,yusufun mısıra yönetici olmasının nedeni zaten bu değil mi idi ? gelecek kıtlık dönemlerini öngördüğü için iş başına getirilmişti ki, önlem alabilmesi ve bu durumu atlatabilmeleri için... örneklerni de oku göreceksin...

yüzeysel bilgilerinle ahkam kesip durma lutfen...

 

Süleynmanın kuşlarla böceklerle konuşmasına bakıp, akıl sağlığından şüphe ettiysen eğer, sana demeli şimdi...

bugün yığınla bilim adamı, hayvanların dilini çözmeye uğraşıyorsa, -yunusların ve balinaların konuşmalarının önemli bir kısmını çözdüklerini söyleyebilirim- ve bunları tedavi amaçlı kullanıyorlarsa, sana göre hepsinin akıl sağlığı şüpheli ha ! eh pes doğrusu... gene yüzeysel okuyup ahkam kesmiişin derim... okuduğunu düşün ve arkasını algılamaya çaba göster... ama sizden bunu nedense göremedim, fazla önyargılı ve tepkilisiniz, ard niyetli olmadığınızı ummak istiyorum...

 

isanın babsının Allah olduğuna ilişkin iddianınzın temelini bilmediğim için onu sormak istiyorum, cevabını sonra vereceğim yani...

Ama Musanın 40 gün dağlarda dolaşması sizin anladığınız gibi değildir... o tanrı ile sözleştiği üzere Tur dağında 40 gün geçirmiştir... bu 40 günün Musanın terbiyesi açısından önemli olduğunu düşüünüyorum ben... tanrının peygamberleirni alıp, toplumun içinden çekip götürdüğü olaylar hep olagelmiştir... Mesala Muhammed ile tanrının ''gecenin bir cüzünde'' buluştuğunu biliyoruz... ''ona ayetlerimizi göstermek için'' der tanrı buna kitabında...

bu bence peygamberler için en zor dönemleirnde ilahi bir destek, manevi bir tatmin, ruhsal bir eğitim olmuş olmalı idi...zira yaşadıkları olaylara bakınca bunun ne kadar önemli olduğunu anlıyoruz... çünkü peygamber bile zaman zaman bunalmış, hatta zaman zaman şüphe etmiş ve korkmuştu...

Musa da nitekim tanrıdan delil istemişti... işte bu birlktelik neticesinde, Musa elinde levhalarla kavmine geri dönmüş ve onlara ilahi öğretiyi anlatmıştı... 40 gün musanın hakikatin bilgisine erişmek, kalbini tatmin etmek ve tanrının isteği ile yapılan bir imtihan süreci idi kanaatimce... yoksa yüzeysel bakarsanız, her dağda dolaşanı potansiyel deli sanmanız, pek akıllıca olmayacaktır....

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Sayın Brain Slapper

 

Siz bütün peygamberlerin akıl sağlığının yerinde olmadığına karar vermişsiniz, okuduğunuz bir kaç kuran ayetini kendi düz mantığınız çerçevesinde değerlendirip hemen damgayı vurmuşunuz ''akıl hastası'' bunlar dye...

şimdi bütün hepsine kısa da olsa cevap vermeye çalışacağım... ancak bunlara birer konu açarsanız belki daha etraflı tartışabilriz...

 

Sayın evaporit, siz konu açarsanız katılırım.

Zira bu konu hakkında daha önce yazım oldu benim, tekrara yazarım.

Lütfen siz bir başlık açınız.

 

Saygıolar, sevgiler.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Konu başlığı Muhammed hakkında iddialar olmasına rağmen, sara hastalığı tartışmasına dönüştü. Ben de Muhammedin kişiliğini sadece sara hastalığı ile değilde, genellemek istiyorum. Muhammedin şahsiyetini, din olarak getirdiği hükümlerini belki o zamanın anlayışı, kültürü kaldırabiliyordu. Ki ben sanmıyorum. Ama zamanımızın anlayışıyla, kültürüyle nasıl değerlendireceğiz ? Bu anlayışı ve kişiliği günümüzde bilimsellikle, sosyallikle bağdaştırarak devam ettirmeye çalışan anlayışa sunulur.

 

Allahla trans kuruyorum diye kendinden geçip hastalanmak, veya sara gibi hastalığı buna alet etmek.

İnsanların kutsal addedikleri şeylere kafayı takıp, kırıp yıkmak.

Tüm dinlere yasak koyup kendi oluşturduğu dini ön plana çıkarmak.

Allahın hükümleri olarak sunup, çocuk öldürmek, kısas cinayeti, kafa kol kesmeyi yasal hale getirmek.

Kadın gururunu (insan gururu) hiçe sayarak çok evliliği adet haline getirmek.

Zengini zengin, fakiri fakir yarattım diyerek kadercilikle sömürüyü, köleciliği desteklemek.

Diğer insanları dost edinmeyin, öldürün anlayışını allahın kükmü olarak göstermek.

Evlatlığı ile ve çocuk yaşta birisi ile evliliği.

Ayet oluşturarak çevresindeki tüm kadınlara sahip çıkmak.

Savaş vurgunlarına allah adına sadece kendisinin sahip çıkması.

Kendisini Allahın sevgilisi olarak ilan edip, yaratılışı sadece kendi hatırına bağlaması.

Okumayı yazmayı ilk emir olarak önemseyen birinin okuma yazma bilmeyen kişiliği.

 

Kaldıki o tarihte, ondan asırlarca öncesinde bile günümüze örnek olacak uygarlıklar ve yaşamlar vardı.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Konu başlığı Muhammed hakkında iddialar olmasına rağmen, sara hastalığı tartışmasına dönüştü. Ben de Muhammedin kişiliğini sadece sara hastalığı ile değilde, genellemek istiyorum. Muhammedin şahsiyetini, din olarak getirdiği hükümlerini belki o zamanın anlayışı, kültürü kaldırabiliyordu. Ki ben sanmıyorum. Ama zamanımızın anlayışıyla, kültürüyle nasıl değerlendireceğiz ? Bu anlayışı ve kişiliği günümüzde bilimsellikle, sosyallikle bağdaştırarak devam ettirmeye çalışan anlayışa sunulur.

 

Allahla trans kuruyorum diye kendinden geçip hastalanmak, veya sara gibi hastalığı buna alet etmek.

İnsanların kutsal addedikleri şeylere kafayı takıp, kırıp yıkmak.

Tüm dinlere yasak koyup kendi oluşturduğu dini ön plana çıkarmak.

Allahın hükümleri olarak sunup, çocuk öldürmek, kısas cinayeti, kafa kol kesmeyi yasal hale getirmek.

Kadın gururunu (insan gururu) hiçe sayarak çok evliliği adet haline getirmek.

Zengini zengin, fakiri fakir yarattım diyerek kadercilikle sömürüyü, köleciliği desteklemek.

Diğer insanları dost edinmeyin, öldürün anlayışını allahın kükmü olarak göstermek.

Evlatlığı ile ve çocuk yaşta birisi ile evliliği.

Ayet oluşturarak çevresindeki tüm kadınlara sahip çıkmak.

Savaş vurgunlarına allah adına sadece kendisinin sahip çıkması.

Kendisini Allahın sevgilisi olarak ilan edip, yaratılışı sadece kendi hatırına bağlaması.

Okumayı yazmayı ilk emir olarak önemseyen birinin okuma yazma bilmeyen kişiliği.

 

Kaldıki o tarihte, ondan asırlarca öncesinde bile günümüze örnek olacak uygarlıklar ve yaşamlar vardı.

 

Sanırım son söz :clover::clover::clover:

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Bize tartışmayın diyemezsin zaten de, neyin kutsalın olduğunu, neyi tartışmayacağını zamanın birinde söylemiştin.

 

"Ben ayetleri vs yi tartışmam" (benim yazımdan alıntı oluyor bu :cyrano)

 

Yeterli mi CYRANO?

*

Ohoo HY yöntemi tam oturmuş. Cımbızlama. Ben bu forumda ayetleri neden tartışmadığımı gerekçeleriyle çok güzel açıklamışım:

 

"Ayetleri tartışmıyorum, çünkü "cımbızlama" denilen yöntemle ayetler tartışılamaz. Tüm din kitapları aynı yasa kitapalrı gibidir. Ve bütünlük arzederler, onlar üzerinde parçadan bütüne varılamaz. Bir maddesi üstünde içtihat yapabilmek için, daha başka onlarca maddesinide içtihat yapmak gerekir. Maddeler tek tek bütünü veremezler. Tüm maddeler yani tüm kitabın ortak anlattığıdır esas olan tıpkı anayasalar gibi.

 

Nasılki anayasada bir maddeyi tartışabilmek için, onlarca maddeyide incelemek ve içtihat etmek gerekir. Çünkü o maddede geçen şeyler başka maddelerde tanımlanmış ve açıklanmıştır. O maddeden nelerin muaf olacağı, nelerin dahil olacağı vs.

 

Örnek vereyim. diyelimki Bir ayette , "düşmanlarınızla savaşın onları öldürün" der.

 

Bunu tek aşına cımbızlayıp alırsan, o dinin düşmanlığı emrettiği hükmüne varırsın.

 

Oysa başka bir ayette düşmanı tanımlar "topraklarınıza saldıran, topraklarınızı yağmalamaya kalkan, canınıza kasteden"

 

Bunuda işin içine katınca, anlatılan şey değişir, nefsi müdafaya döner.

 

ayetlerin tartışıldığı kısır tartışmalara katılmam çünkü, bu tartışmalar "cımbızlama" yöntemiyle yapılmaktadır. İddia sahibi iddiasında haklıda olsa haksızda olsa, tüm maddelerin birbirine bağlı olduğu ve ancak tümü değerlendirildiğinde gerçek anlamı ortaya çıkan bir kitap bu şekilde tartışılamıyacağı için. "

 

Arkadaşımız artık HY nin tarzını tam oturtmuş ve benim iletilerimi , anlattıklarımı cımbızlama yoluna gidiyor.

 

Orada anlattığım açıktır. Ayetleri tartışmak için içinde geçen kelimeleri değiştiren. Daha doğrusu önce eleştirilebilir hale getiren kişilerle ben ayetlerin nesini tartışacam. Ve o başlıklarda bu nasıl yapılmaktadırıda çok güzel anlatmışım.

 

 

 

 

Her yazımda, aynı şeyi, sen bile anlayabilesin diye, sürekli değişik ifadelerle anlatmayı deniyorum. Konuyu değişik yönlerden anlatmaya çalışıyorum. Bu ifade değiştirmek mi oluyor? Yukarıdaki bir iletimde bu iddiana karşı cevabım var.

 

bakalım.

 

Sara/epilepsi hastalığı 20. yüzyıla kadar, "cinlerin musallat olması" olarak biliniyor. [/color]Yani Hastalık statüsüne bile konmamış.

 

 

M.Ö 4. yy Hipokrat Epilepsi hastalığını beyin fonksiyonlarıyla ilgili bir hastalık olarak teşhis etti. O tarihten sonra bu hastalığı önleme ve tedavi amaçlı yüzlerce teori ve yöntem denendi.

 

Ama arkadaşımız iddiaya dayanak olsunda nasıl olursa olsun saikiyle antik çağların bu en ünlü hastalığını 20. yy a kadar hastalık statsüdüne olmadığını iddia ediyordu. Tabi biz arkadaşın kendi savına dayanak olarak ortaya attığı savınıdüzeltince bir sonraki iletisinde bunun bedelini ödüyoruz :) Cyrano sen zaten şöylesin böylesin mesajlarıyla.

 

neyse efendim. Bir ileti önce 20. YY a kadar bu hastalık bilinmiyordu. Hastalık statüsünde bile değildi. Ama bir ileti sonra

 

Hipokrat zamanında bu hastalık biliniyordur.

Ama iletişimin neredeyse yok denecek kadar az olduğu bir dönemde, Arabistan'da çobanlık yapan bir insanın çevresinin Hipokrattan ve çalışmalarından haberdar olduğunu sanmak yanlış bir varsayımdır.

 

Bu sefer tamam dünya biliyordu ama Mekkeliler bilmiyordu oluveriyor.

 

Onada gerekçe bulunuyor iletişimin neredeyse yok denecek kadar az olması. İpek Yolu'nun arabistandaki en önemli ticaret şehrinde iletişim yok denecek kadar az olacak. Her gün çeşitli ülkelerden kervanların gelip geçtiği. Alışverişin dolayısıyla insanlar arasında bilgi alışverişinin bu kadar yoğun olduğu bir şehirde.

 

sonra :

 

Muhammed'i Mekke kentinin gözbebeği ve herkesin izlediği bir insan sanırsanız, bilgi sahibi entellektüel kişilerin de onun bu durumunu teşhis edebileceğini varsayarsınız. Muhammed, sıradan bir insan, çocukluğunda, gençliğinde, kimsenin varlığından bile haberdar olmadığı bir insan. Çobanlık yaptırılan, bu nedenle toplum tarafından da pek görülmeyen bir insan. Çobanın çevresi ya kasap olur, ya derici olur, ya kılcı/yüncü olur, ya celep olur. Başkası olmaz. Entellektüeller onun karşısında sırada beklemezler.

 

Bu sefer Mekkelilerde biliyor Ama Hz Muhammed ve çevresi bilmiyor. Neden çünkü tanınmıyor, kimsenin varlığından haberi yok.

 

 

sonra ?

 

Anlatırlar ki, Mekke'de Kabe'nin tamiri sırasında Hacel-ül Esved'i kimin yerleştireceği ve bu onurun kime ait olacağı konusunda tartışma çıkar.

Bu olay üzerine Muhammed çıkagelir ve "Hah, Muhammed karar versin" derler.

 

Hani hiç kimse tanımıyordu. Varlığından bile haberdar değillerdi ?

 

Her köyün delisi, insanlara zarar vermedikçe sevimlidir, sempatiktir.

 

Ama o insan gider de, insanlar için kutsal olan şeyler yaparsa, mesela camiye çişini yaparsa, mesela birisinin karısına tecavüz ederse, artık bu sempati kalmaz.

Muhammed de, Kabe'ye gelip insanların inançlarına hakaret etmiş, ilahlarına sövmüş, kutsallarını kirletmeye kalkmış.

 

Bir kaç mesaj önce kimsenin tanımadığı , varlığından bile haberdar olmadığı kişi sonra "köyün delisi" olmuş.

 

Muhammed de, hastalığı yüzünden, yetimliği/öksüzlüğü yüzünden, toplumun "hoşgörü gösterdiği bir insan.

Normal bir insan ilahlara küfretse, dediğin gibi, ona cezasını verirler.

Ama, "idare edilen, hoşgörü gösterilen," bir adamı öldürüp de kimse, kendini öksüz/yetim ve hasta bir adamı öldüren onursuz şahıs durumuna düşürmez.

 

 

Bu sefer "hastalığı vs" yüzünden "toplumun hoşgörü gösterdiği bir insan" oluyor. Yani önce kimsenin varlığından haberinin olmadığı tanınmayan bir kişi. Bir kaç mesaj sonra, hereksin tanıdığı, şöyle böyle diye sıfatladığı kişiye dönüşüyor.

 

Mekke o zamanlar göreceli olarak büyük bir yer olabilir.

Ama ne kadar büyüktü, onu bilmiyoruz.

Sadece Panayır yeri özelliği olan, panayırdan panayıra nüfusu artan bir yer de olabilir.

Ama bildiğimiz şey, az çok herkesin birbirini tanıdığı bir yer. Yanii vüyüklüğü o kadar.

Ayrıca, davarların girip çıktığı bir yer.

Muhammed'in çobanlık yaptığı bir yer.

 

Ha keza öncesindede arkadaşımız Mekke'nin herkesin birbirini tanıdığı kadar küçük bir yer olduğunu iddia etmiş. Akabinde bizim Mekke'nin ne kadar büyük bir şehir olduğunu anlatan dipnotumuzdan sonra (Çağın görkemli şehirlerinden Bizans İstanbul'undan daha kalabalık bir nufusa sahip olması) Bu sefer Hz. Muhammed'in kimse tarafından tanınmayan, bilinmeyen birisi olduğunu söylemiş. Ayrıca "dur çok küçük geri bir şehirdi"yi anlatmak için "davarların girip çıktığı bir yer" i kullanmış. Sanki o çağda dünyada davarların girip çıkmadığı bir şehir yokmuş gibi. Sanki dünya modern şehir hayatına geçmişte. Tüm Avrupa şehirlerinde bırak sadece davarları, tavukların yanında insanlarında kafeslerde köle olarak sokak ortasında satıldığı bir çağda bir şehrin küçük olduğunu anlatmak için kullanılan ifadeye bak.

 

 

Bunun bir adı vardır arkadaşım. Buna bilgiye değil mantık yürütmeye dayalı tartışma çabası denilir. Yani diğer bir adı daldan dala atlamaktır. Kişi bir iddiada körü körüne bulunur. İddiası tarihsel ve bilimsel gerçekten yoksundur. Sonra bu iddiayı destelemek için tarihsel ve bilimsel gerçekler ya çarpıtılır. Yada senin "20. yya kadar Sara hastalığı bilinmiyordu, hastalık olarak bile sayılmıyordu" giriş iddian gibi kimse dikkat etmez varsayımıyla desteklenemye çalışılır iddia.

 

Sonra Savdaki temel yanlışlar çürütülünce bu sefer açığı kapatmak için , sav daha önce kendi iddia ettiklerini reddedip onlarla çelişerek "ya şöyle olmuş olabilir, böyle olmuş olabilir" gibi iddiayı kurtarmaya dönük yazılarla desteklenir.

 

Açık olarak ateist arkadaşlar bile (sadece kendilerini öyle tanımladıkları için bu ifadeyi kullanıyorum. Eğer ateist olmadığını benim yanlış bildiğimi söylerse bir arkadaş. Mutlaka onun dediği doğrudur ben sadece yazdıklarından bunu açıkça ifade ettiğini düşündüğüm arkadaşlar için onların böyle bir tanımdan rahatsızlık duymacağını düşündüğüm için söylüyorum) Hz Muhammed hakkındaki, cahil, yoksul, tanınman birisi, deli gibi sıfatlamalara katılmıyorlar ve bunun mümkün olamıyacağını söylüyorlar. Çünkü tarih ne kadar çarpıtılırsa çarpıtılsın insan mantığını ikna etmek bunla kolay değildir. Ve yanlış bilgiyi iddiayı "karşı çıkanlar taraflı oldukları için karşı çıkıyor" la temize çıkarmaya çalışmakta boştur. Bu topic bunada güzel bir örnektir. İletiler ne kadar kalın puntalı ve tartıştığı kişiye ne kadar saldırı içeriyor olursa olsun.

 

Ve sürekli iddianı değiştirip. Yeni faraziyeler, daha önce kendi yazdıklarınla çelişen faraziyeler ekleyip ısrarcı davranıyorsun. "benim yazdığım yanlış olamaz" ısrarı.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Çocukluğundaki bayılmalar nedir peki? (Hani şu, kötülükleri görmesin diye allah bayıltıyormuş ya!)

 

Muhammed'in 40 yaş öncesi hakkında ne kadar bilgimiz var?

 

Aşağıda göreceğiz, 40 yaşında mı başlamış ithammlar, daha önce mi.

 

 

Arkadaşım gerçekten bir karar ver. Kim bu insan. Kimsenin tanımadığı ve varlığından bile haberdar olmadığı bir insanmı. Yoksa herkesin tanıdığı ve ithamlarda bulunduğu bir insanmı?

 

Her iletinde bir önce iddia ettiklerini çürütüyorsun. Yeni faraziyeler ama biraz tutarlılık olsun.

 

Hz Muhammed'in cinlendiği iddiası o kabedeki tanrıları reddettikten sonra ortaya atılmıştır. Daha önce ona böyle ithamlar yapıldığın dair bir bilgin, dayanağın herhangi bir tarihsel kaynağın varsa buyur. Yoksa sürekli faraziye üreterek böyle bir sonuça varamazsın.

 

 

Öyle birşey dedim mi?

Toplum içinde sara krizi geçirince, aile üyelerine haber verirler. Onlar gelince "ha bizim çocuk saralı/cinlenmiş" mı diyecekler?

Durumu "normal göstermeye, sıradan göstermeye çalışırlar. Gizleme budur.

Zaten aleni olmuşsa, herkes hastasını alır, götürür.

 

Aile üyelerine haber verirlerde aile üyelerine haber verenler görmezmi duymazmı?

 

Artı anlamıyorumki, bir yandan köyün delisiydi diyorsun, bir yandan ailesi saklamış diyorsun.

 

Ben de sana bilgi diyorum. Bilmiyorsan dahi, internet var, google var.

Hangi adam ona kızını vermiş o peygamberliğini ilan etmeden önce?

Kimse kızını vermemiş. Bu nedenle kendinden 15 yaş büyük dul bir kadınla evlenmiş.

 

Gerçekten arkadaşım senin, tarihsel olayları, kişileri, şehirleri bugünün normları ve şekliyle değerlendirmek gibi bir huyun var. Buda sanırım bilgi eksikliğinden.

 

Kim dedi sana, o çağda, dul bir kadınla evlenmek, kendinden büyük birisiyle evlenmek anormal bir şeymiş diye ? Hiçbir bilgin yok bu konularda. Sadece dediğim gibi mantık yürüterek tartışmaya çalışıyorsun.

 

Şöyle, "hımm hz Muhammed kendinden 15 yaş büyük dul bir kadınla evlenmiş. Bu gün kim yapar böyle bir şeyi. Hiç kimse. o zaman çok anormal ve kötü bir şey bu." mantığa bakarmısın. Sen gerçekten tarih boyunca insanların bugünkü değerler, bugünkü anlayışlar, bugünkü beğenilerle mi yaşadığını sanıyosun. O çağlada dul olmak, yaş farkı gibi değerlerin çok önemli değerler olduğunu mu sanıyorsun ? Google'da nereden okudun bunuda bana Google'ı tavsiye ediyorsun.

 

İngilizlerin ünlü kralı 8. Henry'nin karısı kendisinden 20 yaş büyüktür ve duldur Henry ile evlendiğinde.

 

 

Bu kadar zorlama. Senin, önce kimsenin varlığından haberi olmadığı, sıradan, fakir cahil. Sonra köyün delisi, herkesin zavallı olarak gördüğü acıdığı dediğin kişi. Tanrıları reddetmeden önce Mekke'nin en entellektüel, en zengin ve en soylu adamlarından birisinin kızıyla evlenmiş. Oturup "yahu gerçekten benim böyle tanımladığım bir adam böyle bir evliliği nasıl yapar" diye kendi iddialarını gözden geçirmek yerine. İddayı kurtarmak için tamamen saçma faraziyeler öne sürüyorsun

 

Durumu kurtarmak için ürettiğin faraziyeye bak "Kimse kızını vermemiş, oda kendinden 15 yaş büyük dul bir kadınla evlenmiş"

 

Sanırsınki o çağda bu kötü veya anormal bir şey. Ve Tengeriin'in dediği gibi Mekke'nin en zengin, en soylu, en entellektüel adamlarından birisinin kızı. Hasta, zavallı, deli, tanınmayan bir adamdan başkasını bulamamış evlenecek. Ha yaş farkı yada dul olup olmamak bir kriter değildi o çağlarda. Ama soyluların sadece soylularla evlenmesi çok önemli bir kriterdi.

 

Birde mantıklı düşünmekten bahsediyorsun.

 

Arkadaşım senin tek yaptığın. Bir önceki iletiyi kurtarmak için. Hem kendi söylediklerini çürüten hemde gitgide faraziyenin dozunu arttıran iletiler yazmak. Ama olmuyor. İnan bana.

 

 

Muhammed "normal" miymiş, peygamberlik iddiasında bulunmadan önce? Mekkelilerin ilahlarını reddetmeden önce "normal" miymiş?

 

Azık ve su alıp mağaralara giden ve orada birkaç yıl geçiren bir adam. Sadece azığı ve suyu bitince eve dönen bir adam. Yıllarca eve yuvaya azık ve su almaktan başka uğramayan bir adam.

Mağarada hamam ve kuaför de yoksa, saç sakal birbirine karışmış, toz toprak ve pis kokular içinde bir adam. Evet herkesin normal göreceği bir durumdaymış Muhammed!.

 

Buna delilik denmez. Buna sen bilmiyorsun belki ama İnzivaya çekilmek denir. Ve bir çok entellektüel, düşünce adamı bunu yapmıştır tarih boyunca. Bir çok entellektüel insanında en uç hayalidir halen. İddiayı kurtarmak için bu kadar zorlayan kişi Ergüder Yoldaş'ıda deli ilan eder.

 

Allah'tan şehirden ve insanlardan kaçıp, bir fıçının içinde yaşamaya başlayan Diojen'e Büyük İskender rastlamış. Brain arkadaşımız rastalasıydı o büyük filozofu "toz toprak içinde yaşayan deli" olarak etiketler bırakırdı.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Katılın Görüşlerinizi Paylaşın

Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.

Misafir
Maalesef göndermek istediğiniz içerik izin vermediğimiz terimler içeriyor. Aşağıda belirginleştirdiğimiz terimleri lütfen tekrar düzenleyerek gönderiniz.
Bu başlığa cevap yaz

×   Zengin metin olarak yapıştırıldı..   Onun yerine sade metin olarak yapıştır

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Önceki içeriğiniz geri getirildi..   Editörü temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.