Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

Japonya


muki

Önerilen İletiler

Tarih

 

Japon takımadalarına, ilk olarak adaların hala Asya kıtasının bir parçası olduğu dönemde, yaklaşık 100 bin yıl önce yerleşilmişti. Arkeolojik araştırmalar yontma taş devrinde takımadalarda yaşayan insanların temelde avcılık ve toplayıcılıkla geçindiklerini ortaya çıkarmıştır. Cilalı taş devrinde zarif taş aletler yapılmış, ok ve yay kullanılarak ileri avlanma teknikleri geliştirilmiş ve yemek pişirmek ve saklamak için toprak kaplar üretilmiştir. Jomon stili (sicim desenli) kaplar nedeniyle, MÖ. 8 bin ile MÖ. 300 yılları arasındaki dönem Jomon dönemi olarak adlandırılır.

MÖ.300 yıllarında Asya kıtasından tarım, basit pirinç ekimi ve metal işçiliği teknikleri gelmiştir. Japonya'da yaşayanlar tarımsal üretimi artırmak için günlük yaşamlarında tarım aletleri ve demir silahlar, ayrıca dini ayinler için bronz kılıçlar ve aynalar kullanmışlardır. Bu dönemde işbölümü, yöneten ve yönetilenler arasındaki ayrılığı derinleştirmiş ve ülkede pekçok küçük devlet kurulmuştur. MÖ. 300 ile MS 300 yılları arasına rastlayan ve çömlekçi çarkında seramiklerin üretildiği döneme Yayoi dönemi denmiştir.

 

4. yüzyılda küçük devletler birleşti ve tüm milleti yöneten güçlü politik otorite Yamato'da (şimdiki Nara eyaleti) merkez kurdu. 4 ve 6. yüzyıllar arasında Kore'den gelen Budizm ve Konfüçyusçuluk'u kapsayan Çin kültürünün yanısıra tarımda da büyük gelişmeler görüldü. 4. yüzyılın sonlarından itibaren Kore yarımadasındaki krallıklar ve Japonya arasında ilişkiler başlamıştır. Aslında Çin'in Han hanedanlığında geliştirilen gemi yapımı, tabaklama, metal işçiliği ve dokuma gibi endüstriyel sanatlar Kore yoluyla ülkeye tanıtılmıştır.

 

Temeli resim yazısına dayanan Çince yazım biçimi kabul edilmiş ve bu vesileyle Japonlar Konfüçyus felsefesini, astronomi ve takvimin işleyişini ve tıbbın ilkelerini öğrenmişlerdir. Budizm 538 yılında Çin ve Kore yoluyla Hindistan'dan Japonya'ya geldi. Çin hükümet sistemi Japon yöneticilerinin, üzerine kendi sistemlerini kurdukları bir model olmuştur.

 

8. yüzyılın başında ülkenin ilk daimi başkenti Nara'da kurulmuştu. 710'dan 784'e kadar, 70 yıldan uzun bir süre Japon imparatorluk ailesi burada oturmuş ve giderek otoritesini tüm ülkeye benimsetmiştir. O zamana kadar başkent veya payitaht şimdiki Nara, Kyoto ve Osaka şehirleri arasında sık sık yer değiştiriyordu.

 

794 yılında Çin'in o zamanki başkent model alınarak, Kyoto'da yeni bir başkent inşa edildi. Kyoto yaklaşık 1000 yıl ülkeye başkentlik yapacaktı. Başkent'in Kyoto'ya taşınması, 1192'ye kadar devam edecek olan Heian döneminin başlangıcı anlamına gelir. Bu, Japonya'da sanatsal gelişimin görüldüğü muazzam dönemlerden biriydi. 9. yüzyılın sonlarına doğru Çin ile ilişkiler kesilmiş ve Japon uygarlığı kendi özel niteliğini ve formunu bulmaya başlamıştır.

 

Bu, dışarıdan getirilmiş kavramların yavaş yavaş aslında Japon stiliymiş gibi gösterildiği bir asimilasyon ve adaptasyon yöntemiydi. Bu yöntemin en tipik örneği, Japon yazısının Heian dönemindeki gelişimidir. Çince yazımdaki güçlük, yazarları ve rahipleri Çince formlara dayalı iki ayrı hece sistemi üretmeye itti. Heian döneminin ortalarına doğru "kana" adı verilen bu iki fonetik alfabe geliştirilmiş ve Çince üslubunun yerini alarak gelişen saf Japon stili edebiyata ışık tutmuş ve oldukça geniş biçimde kullanıma girmiştir.

 

İncelik ve nezaket, başkentteki yaşama damgasını vurmuştur. Saray sanatsal ve sosyal zevklere dalmış, bu arada eyaletlerdeki savaşçı klanlar üzerindeki otoritesi giderek zayıflamıştır. Krallığın etkin kontrolü giderek elden çıkarken; bu, Japonya'nın çalkantılı ortaçağında , soyları eski imparatorlara kadar uzanan iki rakip askeri aile olan Minamotolar ile Tairalar için bir ödül olmuştur. Sonunda Minamotolar 1185'de İç Deniz'de destansı Dannoura çarpışmasında rakip Taira klanını imha ederek, hakim olmuşlardır.

 

Minamotolar'ın zaferi, etkin politik gücün kaynağı olan kraliyet tahtının zımnen yok edilmesini ve askeri yöneticilerce, bir başka deyişle birbiri ardına gelen şogunlarca sürdürülen yedi yüzyıllık feodal yönetimin başlangıcını belirledi.

 

1213 yılında gerçek güç, Minamotolardan Yoritomo'nun eşinin ailesi olan Hojolar'a geçti ve Şogun vekili olarak 1333'e kadar Kamakura'da askeri hükümeti yürüttüler. Moğollar bu süre zarfında biri 1274 ve ikincisi 1281'de olmak üzere kuzey Kyuşu'ya iki defa saldırdılar. Zayıf güçlerine rağmen, Japon savaşçıları yerlerini başarıyla muhafaza ettiler ve istilacıların iç kısımlara girmelerini önlediler. Her iki saldırı teşebbüsünde de meydana gelen ve donanmalarının büyük kısmını mahveden tayfunların ardından Moğol güçleri Japonya'dan çekildiler.

 

Temeli resim yazısına dayanan Çince yazım biçimi kabul edilmiş ve bu vesileyle Japonlar Konfüçyus felsefesini, astronomi ve takvimin işleyişini ve tıbbın ilkelerini öğrenmişlerdir. Budizm 538 yılında Çin ve Kore yoluyla Hindistan'dan Japonya'ya geldi. Çin hükümet sistemi Japon yöneticilerinin, üzerine kendi sistemlerini kurdukları bir model olmuştur.

 

1333'den 1338'e kadar süren imparatorluk yönetiminin kısa ömürlü restorasyonunun ardından Kyoto, Muromaçi'de Aşikaga ailesi tarafından yeni bir askeri hükümet kuruldu. Muromaçi dönemi 1338'den 1573'e kadar, iki yüzyıldan uzun sürdü. Bu dönem zarfında Buşido'nun sert disiplini, estetik ve dini faaliyetlerde ifadesini bulmuş ve bugün bile başta gelen özelliği klasik anlamda sadelik ve kontrol yeteneği olan ülke sanatına damgasını vurmuştur.

 

200 yıllık yönetimin ardından Muromaçi'deki şogunluk, ülkenin diğer kesimlerindeki rakip klanların, kendi otoritesine karşı giderek büyüyen meydan okumalarıyla karşılaşmıştır. 16. yüzyılın sonlarına doğru, Japonya yücelik uğruna savaşan bölgesel beylikler yüzünden bir iç savaşla parçalanmıştı. Düzen 1590'da büyük general Toyotomi Hideyoşi tarafından yeniden kuruldu. Hideyoşi 1592 ve 1597'de Kore'ye her ikisi de Çinlilerin ve Korelilerin direnci karşısında başarısızlığa uğrayan iki istila hareketi başlamıştı. Onun Japonya'yı uzlaştıran ve birleştiren çalışmaları, Tokugava Şogunluğu'nun kurucusu Tokugava Ieyasu tarafından da pekiştirilmiştir. Japon şatolarının en ünlülerinin inşası da bu iç savaşların yaşandığı geçiş evresine rastlamaktadır.

 

Bu, dışarıdan getirilmiş kavramların yavaş yavaş aslında Japon stiliymiş gibi gösterildiği bir asimilasyon ve adaptasyon yöntemiydi. Bu yöntemin en tipik örneği, Japon yazısının Heian dönemindeki gelişimidir. Çince yazımdaki güçlük, yazarları ve rahipleri Çince formlara dayalı iki ayrı hece sistemi üretmeye itti. Heian döneminin ortalarına doğru "kana" adı verilen bu iki fonetik alfabe geliştirilmiş ve Çince üslubunun yerini alarak gelişen saf Japon stili edebiyata ışık tutmuş ve oldukça geniş biçimde kullanıma girmiştir.

 

Kendini Japonya'nın etkin yöneticisi olarak kabul ettiren Ieyasu, şogunluğunu 1603'de şimdi Tokyo olarak bilinen Edo'da kurdu. Bu Japon tarihinin en önemli dönüm noktasıydı. Ieyasu, gelecek 1265 yıl için özellikle politik ve sosyal kanunlar olmak üzere halkın yaşantısının her yönüyle tasarlandığı bir kalıp yarattı.

 

Ieyasu'nun tesis ettiği sosyal ve politik yapının entegrasyonunu korumanın bir yolu olarak 1639'da Tokugava Şogunluğu, Japonya'nın kapılarını dış dünyaya fiili şekilde kapatarak, şiddetli bir adım attı. İlk Batılılar Japonya kıyılarına bir önceki yüzyılda Muromaçi döneminde ulaştılar. Ülkeye ateşli silahları tanıtan Portekizli tacirler 1543'te Japonya'nın güneybatısında küçük bir adaya yerleştiler. Sonraki birkaç yıl içinde bunları, Saint Francis Xaviar önderliğinde Cizvit misyonerleri ve İspanyol gruplar takip etti. Hollandalı ve İngiliz tacirler de Japon topraklarına yerleştiler.

 

Avrupalıların bu akınlarının Japonya üzerinde çok derin etkileri oldu. Bu misyonerler özellikle Japonya'nın güneyinde çok sayıda kişinin inanç değiştirmesine sebep oldular. Şogunluk Hrıstiyanlığın birlikte geldiği ateşli silahlar kadar patlayıcı bir potansiyel teşkil edebileceğini fark etti. Sonunda Hrıstiyanlık yasaklandı ve Togukava Şogunluğu, Nagasaki Limanı'ndaki küçük Dejima adası içinde yaşayan bir avuç Hollandalı tüccar, Nagasaki'de yaşayan Çinliler ve arasıra Kore Lee Hanedanlığı'ndan gelen resmi elçiler dışında yabancıların ülkeye girişini yasakladı. Yaklaşık 250 yıl boyunca Japonya'nın dış dünya ile tek bağlantısı bu insanlardı. 18. yüzyılın sonlarından itibaren açılma yönünde giderek artan baskılar 19. yüzyılın ortalarında meyvelerini verdi. 1853 yılında Amerika Birleşik Devletleri'nin dört gemilik bir filosu Tokyo Körfezi'ne demir attı. Bir sonraki yıl aynı ziyareti gerçekleştiren Amerikan filosu bu ikinci ziyaretinde, bu kez iki ülke arasında bir dostluk anlaşmasına imza attı. Bunu, hemen Rusya, İngiltere ve Hollanda izledi. Bu Japonya'nın içe kapalı geçirdiği dönemin bittiğini haber veriyordu. Dört yıl sonra dostluk anlaşmasını ticaret anlaşmalarını izledi. Bu aşamada kervana Fransa da katıldı.

 

İkili anlaşmalar feodal dönemin de sonunu getirdi. Ülke önce kargaşaya sürüklendi. 10 yıl kadar süren kargaşanın ardından Tokugava Şogunluğu tarihe karışırken, 1868 tarihi itibariyle Meiji Restorasyonu dönemi başladı. Hakimiyet İmparatora geçti.

Meiji dönemi Japonya'nın modern tarihinin de başlamasını haber verir. Bu dönemde Japonya Batı'nın yüzyıllar içinde kurduğu modern sanayileri, politik kurumları, kısacası modern bir toplumu 20-30 yılda yaratıverdi. Başkent Kyoto'dan bir önceki başkent olan Edo'ya taşındı. Ancak adı Tokyo olarak değiştirildi. Tokyo, "doğu başkenti" anlamındadır. Yüzyılların birikimi çok geçmeden kendini gösterdi. Ülke her bakımdan gelişmeye ve genişlemeye başladı. Bu gerektiğinde savaş anlamına da geliyordu. 1894-1895 yıllarında Çin ile yapılan savaşı Japonya kazandı ve Tayvan'ı ele geçirdi. Japonya 1904-1905 yıllarında Rusya ile yapılan savaşı da kazandı Güney Sahalin'i eline geçirdi. Aynı yıl Kore'nin yönetimini aldı, bu ülke 1910'da ilhak edildi.Bundan iki yıl sonra da İmaparator Meiji öldü. Bundan sonraki dönemde ülke büyümesini sürdürmekle birlikte ekonomik durgunluklar, siyasi çalkantılar ülkeyi kaosa sürükledi.

 

Egemen güçler arasındaki çekişmeler, ülkeyi İkinci Dünya Savaşı'nın tam ortasına taşıdı. 1945 Ağustos'unda İmaparator'un emriyle halk silahlarını bıraktı, ülke teslim oldu. Ülke altı yıl kadar müttefiklerin kontrolünde kaldı. Bu dönemde ülkenin ekonomik ve toplumsal yapısını değiştirecek, reform nitelikli bir dizi yapılanmaya gidildi. Tarım alanları yeniden paylaştırıldı. Zaibatsu denilen aile şirketleri dağıtıldı. İşçilere ve kadınlara çeşitli haklar tanındı, 1947'de liberal bir anayasa ilan edildi. 1951 San Francisco Barış Antlaşması ile Japonya dış ilişkiler kurma hakkını yeniden kazandı. Bu tarihten itibaren yaklaşık 15 yılda ülke yeniden uluslararası rekabet gücüne ulaştı. 1964 Tokyo Olimpiyatları ülkenin uluslararası arenaya kabul edilişinin ve ülkenin yeniden ayağa kalkmasının tescili niteliğindeydi. Bütün dünyayı etkileyen sosyal olaylar Japonya'da kurumların geliştirilmesi sonucunu doğurdu. Bundan sonraki dönemin en önemli olayları ise 1972'de Okinava'nın Amerikan yönetiminden tekrar Japonya'ya geçmesi ve Çin ile bir uzlaşmaya varılmasıdır. Bu tarihten sonra Japonya özellikle uluslararası ekonomik ve mali piyasa v kuruluşların baş aktörlerinden biri haline geldi.

 

Japonya Devlet Yapısı

 

Japon Anayasası 3 Kasım 1946'da resmen ilan edildi ve 3 Mayıs 1947'de yürürlüğe girdi. Anayasa'da, Japon halkı demokratik düzen ve barış ideallerini desteklemeyi taahhüt etmektedir. Anayasa'nın başında şu ibare vardır: "Biz, Japon halkı, her zaman için baskı ve taassubun, zulüm ve köleliğin dünyadan uzak tutulması ve barışın korunması için mücadele ederek, uluslararası toplumda şerefli bir yere sahip olmak isteğindeyiz."

Anayasa'ya göre,

 

- İmparator, halkın birliğinin ve devletin sembolüdür. Hükümran güç halkın elindedir.

- Japonya savaşı mutlak bir hak olarak reddeder. Ayrıca, gücün diğer milletlerle münakaşa etmek için kullanılmasını ve yönlendirilmesini de reddeder.

- Temel insan hakları, ebediyen ve dokunulamaz şekilde garanti altına alınmıştır.

- Eski Asilzadeler Meclisi'nin yerini, üyeleri, Temsilciler Meclisi üyeleri gibi halk tarafından seçilen Senato almıştır. Senato'nun Temsilciler Meclisi'ne üstünlüğü vardır.

- Yürütme yetkisi, topyekün Parlamento'ya karşı sorumlu olan Kabine'nindir.

- Anayasa'da kararlaştırılan durumlar dışında Imparator'un hükümetle ilgili yetkisi yoktur. Bunun yanısıra, örneğin, Başbakanı ve Yargıtay baş hakimini atar.

 

Ancak, Başbakan ilk önce Parlamento tarafından, baş hakim de Kabine tarafından belirlenir. İmparator'un ayrıca halk adına kanun ve anlaşmaları yürürlüğe koymak, Parlamento'yu toplantıya çağırmak ve Kabine'nin tavsiye ve tasvipleri doğrultusunda şeref nişanı vermek gibi görevleri mevcuttur.

Japonya, başkent Tokyo da dahil olmak üzere 47 eyalete ayrılmıştır. Eyaletler, şehirler, kasabalar ve köyler yerel yönetimlerin idaresindedir. Eyalet valileri ile şehir, kasaba ve köy belediye başkanları, yerel meclislerin üyeleri gibi, ilgili bölgeye kayıtlı seçmenler tarafından seçilir.

 

İmparatorluk Ailesi

 

İmparator Hirohito'nun vefatı üzerine 7 Ocak 1989'da Akihito, Japon İmparatoru olarak tahta geçti. Milletvekilleri ile yaptığı ilk resmi görüşmede İmparator Akihito, Anayasa'ya bağlı kalacağına söz verdi ve ulusun daha da kalkınması, dünya barışı, halkın refahını tesis konularında isteklerini ifade etti. İmparator Hirohito ve İmparatoriçe Nagako'nun ilk oğlu olan İmparator Akihito 23 Aralık 1933'de Tokyo'da dünyaya geldi. Veliaht Prens Akihito 1952'ye kadar Gakushuin Lisesi'nde ilk ve orta öğrenimini tamamladı ve 1956'ya kadar Gakushuin Üniversitesi'nde eğitim gördü. Nisan 1959'da, Shoda Michiko ile evlendi.

Savaş sonrası asilzadelik kaldırıldı ve yalnızca İmparatorluk Ailesi üyelerinin asil sıfatlarını kullanmasına izin verildi. Eski İmparator Hirohito'nun evlenen kızları imparatorluk sıfatlarını terketmişlerdir.

 

Japonya Coğrafyası

 

Japon takımadaları Asya kıtasının doğusunda yer alır. 3800 kilometre uzunluğunda, yay görünümlüdür. Toplam yüzölçümü 377.815 kilometrekaredir. Alan itibariyle dünya karalarının binde 3'ünden daha az bir büyüklüğü sahiptir. (İngiltere'den biraz büyük, Hindistan'ın 1/9'u, ABD'nin ise 1/25'dir.) Takımadalar içinde dört ana ada vardır. Bunlar büyükten küçüğe sırayla Honşu, Hokkaido, Kyuşu ve Şikoku adalar zinciridir. Honşu'nun alanı toplam alanın yüzde 60'ından fazladır. Bunun yanısıra yaklaşık 3900 küçük ada bu dört büyük adayı tamamlar. Japon adaları aslında Güneydoğu Asya'dan Alaska'ya kadar uzanan dağ sıralarının bir bölümüdür.nü oluşturur. Sahiller uzun ve kayalıktır. . Japonya'nın toplam yüzölçümünün yüzde 71'i dağlıktır. Dağların araları berrak göller, nehirler ve sayısız vadilerle doludur. Ülkenin en yüksek dağı Fuji 3776 metredir. Fuji dağı Japonya'daki 77 aktif volkandan biridir. Popüler dinlenme ve turizm odaklarından biri olan sıcak su kaplıcaları da bu volkanların ürünüdür. Bu volkanik faaliyetlerin bir diğer sonucu da sarsıntı ve depremlerdir.

Mt.Fuji%20in%20Summer.jpg

Fujisan-Japon halkı, eski çağlardan beri Fuji Dağı’na kutsal bir dağ olarak tapmıştır. Bu yüzden san eki kullanılır.

 

Japonya İklimi

 

Japonya, muson bölgesi ile ılıman bölgenin birleştiği noktada yer alır. İklim, okyanusun ve karasal hava akımlarının etkisi altında genelde ılıman bir karakteri vardır. Japonya'da genellikle dört mevsim yaşanır. Haziran ortalarında başlayan yaz ılık ve nemlidir. Yağmurlu mevsimin hiç yaşanmadığı, kuzeydeki Hokkaido adası dışında , çoğunlukla yazı, yaklaşık bir ay süren yağmurlu bir mevsim takip eder.

Kış, Pasifik kıyılarında güneşli ve yumuşak geçer. Japon denizi kıyılarında ise bulut hakimdir. Dağlık iç kısım ise dünyanın en karlı bölgelerinden biridir. Hokkaido'nun en belirgin özelliği sert kışlarıdır. Eylül ayıyla birlikte ülkenin içlerinde şiddetli rüzgar, tayfun ve sağanak yağışlar yaşanır.

Başkent Tokyo, Tahran, Los Angeles ve Atina ile aynı enlemdedir. Yaz aylarında görülen nemli ve çok sıcak havanın tersine kış, düşük nem oranı ve arasıra yağan karla ılıman geçer.

 

 

Japonya Nüfusu

 

Japonya'nın nüfusu 123 milyon dolayındadır. Bu bakımdan dünyanın en kalabalık yedinci ülkesidir. Ancak nüfus artış hızı sıfır düzeyindedir. Esi dönemlerde adalardaki yerli halk ile kıtada yaşayan halkların karışması sonucu bugünkü Japon halkı oluştu. Ülkede nüfus yoğunluğu yüksektir. Kilometrekareye 332 kişi düşmektedir. Arazinin genelde dağlık ve iskan edilemez nitelikte olduğu, ülkenin ancak yüzde 10'unda yaşanabildiği de unutulmamalıdır. Nüfusun 4/5'inden fazlası şehir ve kasabalarda yaşamaktadır. En büyük kent olan Tokyo'nun nüfusu ise 12 milyon dolayındadır.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Kimono

Sözlük anlamı "Giysi" anlamına gelen Kimono Japonya'ya özgü en geleneksel öğelerden biridir. Batı'da tahta kalıplarla basılan Ukiyo-e resimlerinin popülerliği aynı zamanda kimonolara olan ilgiyi de hat safhaya ulaştırmıştır.

 

Kimonoların birçok çeşidi bulunmaktadır, mevsimsel sezonluk kimonolar, bayanların törenlerde giydiği özel kimonolar, erkekler için dikilen kimonolar gibi.

Nara döneminde (710~94), kosode (küçük kol) olarak adlandırılan giysi, Kimono olan gerçek adını 18. yy'da almıştır. Halen kullanılan kimonolar, Japonya'yı ziyarete gelen turistlerin de ilgisini çekmekte ve kısa süreli de olsa ziyaretçiler Kimono gerçek anlamda giyme fırsatı bulmaktadırlar.

 

Kadınlar Kimonolarını özellikle geleneksel çay ve ikebana törenlerinde giyerler. Genç kızlar ise furisode olarak adlandırılan çok renkli kolları diğer kimonolara göre daha uzun, parlak Obi(kemer) i olan kimonoları giymektedir. Fabrikalarda üretilen ve basit geometrik şekillere sahip, günlük hayat içerisinde sık kullanılan kimonolara, Edo komon ismi verilmiştir.

Düğün ve özel törenlerde ise, tam tersi özel olarak tasarlanan, müthiş görünüme sahip kimonolar tercih edilmektedir. Bunlardan biri de shiromuku'dur , çok kalın kumaşlı, özel işlemeleri bulunan, saç tokası mevcut, geline özel beyaz renktedir. Damat adayı ise üzerinde ailesine ait işareti bulunduran ve habutae ipeğinden özel üretilmiş kimonoyu taşımaktadır. Son zamanlarda düğünlerde damatların batı tarzında da giyindikleri görülmektedir. Ölüm törenlerinde hem erkekler hem bayanlar siyah kimono giyerler.

 

Kimono Giyimi

 

kimonono_tanitim.gifkimono.jpg

 

Yukata

yukata-m02-1768-9.jpg

İnce, pamuklu yukata ise hem erkekler hem de bayanlar tarafından yaz ayları boyunca giyilmektedir(Diğer ülkelerde çoğunlukla Kimono adı altında satılan ürünler aslında Yukata'dır).

 

Genellikle bunlarla beraber geta lar giyilmektedir. Günümüzde renkli renkli yukatalar Yaz şenliklerinde birçok genç kızın ve erkeğin giysileri olmaya devam etmektedir.

 

Ayak Giyimi

Getakimono_geta.jpgSettakimono_setta.jpgZourikimono_zouri.jpgPokkurikimono_pokkuri.jpg

Zouri ve Geta Japonya'da en sevilen geleneksel sandaletlerdir. Her ikisi de Y şeklinde bir bantla, ayak baş parmağı ve ikinci parmak sokularak giyilir.

 

kimono_tabi.jpg

Tabi

Japonların geleneksel çorabıdır.Baş parmak ve dört parmak şeklinde ayağa giyilir. Japon sandaletleri ile giymek için tasarlanmıştır.

kimono_gohonyubi.jpg

Gohonyubi

Normal ayakkabıların altına da giyilen ("beş pramak") çorabı. Özellikle parmak araları temas etmediğinden ayak için oldukça sağlıklıdır.

 

 

Geisha

 

350px-Geisha-fullheight.jpg

Japonca’da “Gei” sanat veya gösteri, “sha” ise kişi anlamına gelir. Geisha’lar konukları çeşitli sanat gösterileri ile eğlendiren profesyonel konsomatrislerdir. Geisha kızları ve kadınları sıradan konsomatris veya hayat kadını değillerdir.

Geisha geleneğinin atalarının 11. yüzyılda savaşçıları eğlendiren kadınlar olduğu varsayılmaktadır.

 

Geisha olmak isteyen kızlar çok sıkı disiplinli bir eğitim ve çıraklıktan geçerek değişik birçok geleneksel Japon sanatlarını öğrenirler. Bu sanatlara örnek olarak şarkı söyleme, dans etme, müzik aletleri özellikle Shamisen çalma verilebilir. Fakat Geisha olabilmek için sadece bu kadarı da yeterli değildir. Geishaların aynı zamanda çok iyi sosyal becerileri olması gerekmektedir.

 

 

Bir Geisha’nın en büyük amacı konuklarını rahatlatmak olduğundan (lütfen buradaki rahatlatmak sözünü fiziksel rahatlatmak ile karıştırmayınız), konuklarının işleri, hobileri, ilgi alanları kısaca neredeyse hemen hemen her konuda bilgi sahibi olmaları gerekmektedir. Hatta günümüzde yabancı konukları eğlendirmek amacı ile İngilizce öğrenen veya bilgisayar kurslarına giden Geishalara rastlayabilirsiniz.

 

Geisha’lar Kimono giyerler ve yüzlerine solgun bir makyaj yaparlar. Bu makyajın geleneksel amacı konuğuna karşı duygularını gizlemektir.

 

Geisha Evleri (o-chaya)

 

Birçok Geisha kız ve kadının toplandıkları semtlere hana-machi (çiçek şehri) adı verilir. O-chaya (Çay evi) normal çay evlerinden farklıdır. Genelde geleneksel Japon ahşap evlerinden oluşurlar ve içerlerinde her konuk veya konuklar için geleneksel tahta kapılı ve yerleri tatami kaplı odalar veya geleneksel Japon stili bahçeler bulunur.

 

Maiko (genç Geisha kız) yetiştiren o-chaya’lar da bulunmaktadır. Bunlara okiya denilir.

 

Son zamanlarda bu zor koşullar gerektiren eğitime dayanabilen kızlar az olduğundan gerçek Geishalar gitgide azalmaktadır. Geisha olmaya karar veren kız genelde o-chaya’ya bir tanıdık aracılığı ile tanıştırılır. O-chaya’ baş kadını (okami) kız ve ailesi ile bir görüşme yapar ve eğitimin nasıl olacağını anlatır.

 

Eğer okami kızı kabul ederse ve kızda ortaokulu bitirmiş ise hemen eğitimine ve çıraklığına başlar. Bir kere eğitime başladıktan sonra kız evi yaklaşık beş altı sene terk edemez. Yaklaşık altı ay sonra kız Maiko olur ve diğer Geishalara eşlik ederek müşterilere nasıl davranılacağını ve bu mesleğin inceliklerini öğrenir.

 

Genellikle Maiko yirmi yaşına geldiğinde Geisha mesleğine devam edip etmeyeceğine karar verir. Eğer devam etmeye karar verirse erigae (yaka değiştirme) denilen tören düzenlenir.

 

 

Sento (Japon hamamı)

Bath-1.jpg

Sento geleneksel Japon hamamıdır. Evlerinde ofuro (banyo ) bulunmayan Japonlar günlük banyolarını yapmak için giderler. Eskiden aynı Türk veya Roma hamamlarında olduğu gibi sentolar insanların buluşup konuştukları, dedikodu yaptıkları yerlerdi.

Zamanımızda hemen hemen her evde banyo olduğundan sentolar giderek azalmaya başlamıştır. Fakat buna rağmen geleneksel sentoların yerini içerlerinde değişik atmosferli havuzları, saunaları, masaj ve fitness salonları olan yeni tip hamamlar giderek artmaktadır.

 

Sentoya ilk geldiğinizde girişte iki kapı görürsünüz, bunlardan biri kadınlar için diğeri erkekler için ayrılmıştır. Girmeden önce ayakkabılarınızı çıkarıp girişteki emanet dolabına koyarsınız.

Daha sonra erkek veya kadın kapısından girer ve ortada hem kadın hem erkek kısmını görebilecek şekilde yüksek bir platformda oturan kişiye ücreti ödeyerek giyinme odasına geçersiniz.

Soyunduktan sonra elbiselerinizi dolaba kilitler ve yanınıza sadece vücudunuzu yıkamak için kullanacağınız küçük bir havlu ile çıplak olarak yıkanma bölümüne geçersiniz(Türk hamamlarındaki peştamal adeti yoktur).

 

Yıkanma bölümü sağlı sollu dizilmiş önünde küçük bir tabure olan musluk veya duşlar, en dipte ise içine girip rahatlamak için yapılmış bir sıcak su (40-45 derece) havuzcuğundan oluşur. En çok dikkat etmeniz gereken husus kesinlikle sabunlu vücutla veya vücudunuzu yıkamadan bu havuza girmemektir. Havuza girerken ve vücudunuzu yıkarken etrafınızda yıkanan diğer kişilere su sıçratmamaya özen göstermeniz gerekir.

 

Bu havuzcuğun bir cephesinde güzel manzaralı geniş bir pencere bulunur, eğer sento şehir içinde ise veya etrafında manzara yok ise duvarda genelde Fuji dağı veya başka manzara resmi olan bir duvar bulunur.

 

İstediğiniz kadar yıkanıp tekrar tekrar havuza girebilirsiniz. Su çok sıcak olduğundan uzun süre kalmamalı onun yerine gidip gelerek birçok defa girmenizi tavsiye ederiz. Havuzlarda suyun havuza aktığı yere yaklaştıkça suyun sıcaklığı artar.

 

 

Ryokan

 

matsushiroya_outside2.jpg10-bed.jpg

4-ROOM.jpg

Ryokanlar geleneksel Japon otelleridir ve genellikle bir veya iki katlı geleneksel ahşap Japon evlerinden esinlenerek inşa edilmişlerdir. Eğer tam bir Japon atmosferi yaşamak isterseniz kesinlikle konaklamanızı tavsiye ederiz. Fakat bunun yanında ryokanların çok katı kural ve prensipleri bulunmaktadır. Özellikle Japon kültürünü bilmeden giderseniz zorlanabilirsiniz.

 

Bir Ryokan’a geldiğinizde sizi bir çay seremonisi ile karşılarlar. Ryokan odalarının isimleri genellikle Japon çiçek ve bitki adlarını taşırlar (krizantem süiti, kiraz süiti vb.). Odalarda Ryokan içerisinde giymeniz için her zaman yukata bulunur.

 

Bütün odalar Japon stilinde döşelidir. Odalar tatamı kaplıdır ve fusuma adı verilen kağıt kaplamalı ince tahtadan yapılma sürme kapılar ile ayrılmıştır.

Genelde odaya girdiğinizde yatak yoktur, çünkü Ryokanlarda futon denilen yer yataklarında yatılır. futonlar genelde oshi-ire denilen dolapların içindedir. Akşam futonları sermek ve sabah kaldırmak oda temizlikçisinin görevidir.

 

Hemen hemen her Ryokan’da umumi büyük bir ofuro (banyo) bulunur. Ryokanlar yarım pansiyondur ve akşam yemeği odanıza servis yapılır (tabi geleneksel Japon yemekleri). Sabah kahvaltısı da pilav (gohan), miso (fasulye ezmesi) çorbası ve Japon usulü turşudan oluşur.

 

Ryokanı terk etmeden önce hesabı chouba (resepsiyon) ya ödersiniz. Geleneksel choubalara günümüzde daha nadir rastlanmaktadır. Eğer temizlikçiye bahşiş vermek isterseniz genelde toplamın yüzde beşi kadardır.

 

Tipik Ryokan fiyatları gecelik kişi başı 6.000 ile 15.000 Yen arasında olmasına rağmen 5.000 Yen civarına fazla gösterişli olmayan Ryokan da bulabilirsiniz.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Japonca

 

Japonca morfolojik ve sözdizimi açısından Altay Dillerine, sesbilimi açısından Malay-Polenezya dillerine benzer. Sözlüksel bakımdan Japonca'nın Korece ile yaklaşık 200, Moğolca ile de bir o kadar ortak sözcüğü vardır. Japonca'nın fonetik olarak Altay dilleriyle akrabalığı kesin değildir. Japon dilbilimciler dillerini ayrı bir dil olarak görme eğilimindedirler.

En eski Japonca metin olan Kociki (Antikçağdaki olaylar üstüne notlar) 712 yılından kalmadır. Koreli keşişler Budizm ile beraber yazıyı VI.yüzyılda Japonya'ya getirdiler.

 

Japonca'nın Çince ile kalıtsal bir bağı olmadığından Kanji'ler (Çin karakterleri) Japonca'ya anlamsal değerlerine ek olarak yaklaşık ses değerleri nedeniyle alındılar.Heian döneminde bu sesçil değerleri özellikle kadınlar kullanıyordu. 901'den kısa bir süre sonra iki kana sistemi (Hiragana ve Katagana) Heian yüksek tabakasında yaygın biçimde kullanılmaya başlandı. Günümüzdeki sistem ancak Meici döneminde (1868'den sonra) yerleşti.

Yazı sistemi

 

Japonca’da üç farklı yazı sistemi kullanılmaktadır. Hiragana, Katakana ve Kanji. Kanji’ler Çin karakterleridir. Hiragana ve Katakana ise Kanjilerden türetilmiş fonetik hecelerdir. Katakana Kanji ile yazılamayan Japonca olmayan kelimeleri, yer ve şahıs isimlerini yazmak için kullanılır. Modern Japonca’ya özellikle Batı dillerinden geçen kelimelerin çokluğu Katakananın kullanım alanını genişletmiştir. Katakana’nın yapısı Hiragana’nın yapısıyla ayrıdır.

 

Japon öğrenciler öncelikli olarak Hiragana ve Katakana’yı öğrenmektedirler. Altı yıllık ilkokul eğitimim tamamlanıncaya kadar öğrencilere eğitim kanjisi olarak tanılanan 1006 kanji öğretilmektedir. Hiragana ve Katakana her biri orijinal olarak kanji olan basitleştirilmiş 46 karakterden oluşmaktadır ve ikisi birlikte Kana olarak tanımlanmaktadır.. Japonca bir metne bakıldığında hiç Japonca bilmeyen birisi Kanjilerden oldukça basit Hiragana ve Katakanaları Kanjilerden ayırt edebilir.

 

Kanji

kanji.jpg

Hiragana

hiragana.png

Katakana

katakana.png

 

Geleneksel Sporlar

 

Karate-Do

 

Karate-do, Japonca'da "boş" anlamına gelen kara ve "el" anlamına gelen te kelimelerinden oluşur. Karate kelimesinin tam Türkçe tercümesi "boş el" olarak karşımıza çıkar. Buna karşın buradaki boş'luk kökenleri Uzak Doğu düşüncesinde aranması gereken felsefi bir kavramdır. Karete kelimesinin anlam olarak karşılığının "boş zihin" (empty mind) olduğunu düşünmek daha doğru olur. Yol anlamına gelen - do ekinin de gelmesiyle Karate-do herhangi bir kendini savunma uygulaması olması olmasının ötesinde başlı başına bir yaşam biçimidir.

 

Doğru Karate çalışmasında amaç zihin ve tekniği bir bütün haline getirmeye çalışmaktır. İdmanlarda fiziksel tekniklerin uygulanması, aslında önce zihinde oluşturulan düşüncelerin saf bir ifadesini ortaya çıkartma çabasıdır. Zihinsel konsantrasyonun geliştirilmesiyle fiziksel hareketlerin özü daha iyi anlaşılır. Kişinin uygulamalarının ve tekniğinin gelişmesiyle ruhun ve zihniyetinin geliştirilmesi ve terbiye edilmesi amaçlanır. Örneğin, Karate-do çalışmaları içerisinde zayıf ve kararsız hareketlerin giderilmesi, zihnimizdeki "zayıflık" ve "karasızlığın" giderilmesine katkıda bulunur. Sonuçta bir Karateka'yı (Karate öğrencisi) güçlü yapan salt fiziksel gücü değil vucüt ve zihin koordinasyonunu sağlama yeteneğidir. Bu anlamıyla Karate-do bir yaşam anlayışı haline alır ve kişinin güçlü, sağlıklı ve barışçı bir birey olarak yaşamasını hedefler.

 

Karate-do yaş, cinsiyet ve fiziksel durum şartı aranmadan isteyen herkesin katılabileceği bir spor çalışması; fiziksel ve zihinsel gelişimi birey olarak gerçekleştirmeye imkân sağlayan bir eğitim yoludur.

 

Karate çalışması temel olarak üç bölüme ayrılır: Kihon (Temel teknikler), Kata (Formlar) ve Kumite ( müsabaka).

 

Her bölüme ait teknikler refleks haline dönüşene değin eğitim en temel düzeyde verilir. Kişi, zaman içinde teknik olarak geliştikçe, fiziksel gelişme de gerçekleşir. Bununla birlikte çalışmalar daha yüksek dayanıklılık gerektirmeye başlar. Bu aşamada öğrenci daha ayrıntılı ve zor kata çalışmalarına ve daha hareketli kumite çalışmalarına başlar. Çalışmalar sürdükçe kişi, dayanıklılık, hız ve koordinasyon kazanır.

 

İdmanlar sırasında Karategi denilen özel ve hafif bir giysi giyilir. Bunun dışında, kişinin kendisini ve çalışma arkadaşını sakatlanma ihtimaline karşı koruyan "ellik" ve "dizlik" kullanılır. Genel kabulün aksine, Karate-do çalışmalarında sakatlanma olayları diğer spor çalışmalarına nazaran daha düşük seviyededir. Kişinin yetkinlik kazanması, hareketlerini ve hislerini kontrol altında tutması ile ölçülür.

 

Aikido

 

Aikido ruhsal uyumun yoludur. "Kurucu'su Morihei Ueshiba yıllarca süren uzun, son derece yoğun çalışmalar, araştırma ve geliştirmeler sonucunda onu ortaya çıkartmıştır. Aikido doğa ile bütünlesmek ve onunla tek bir parça olmaktır. Ne düello, ne müsabaka, ne rakip ne de hasım vardır. Sadece ruhumuz ve evrenin ruhu ile uyumlu bir eylemdir söz konusu olan. Aikido işte bu uyumun vücutla ifadesidir.

Aikido uzlasma ve barışın yoludur. Bu anlamda doğadaki tüm varlıklarla "bir" olmanın da vücutla ifadesidir. "Kurucu"nun da söyledigi gibi "uzlaşma ve barışın büyük yoludur ki o yolda pusulanın gösterdiği yön, tüm dinlerin cennet olarak tanımladığı yüce evrendir.

 

Aikido üç sözcükten oluşur:

 

Ai : Uyum, sevgi, uyumlu olma

Ki : Enerji ( dünyayı ve evreni yaratan enerji )

Do: Yol, disiplin, yöntem, ekol, öğreti.

 

İnsan ruhunun uyum yolu, ruhsal uyum yolu, uyum öğretisi.

 

Aikido teknikleri diğer Uzak Doğu savaş sanatları gibi güce karşı güçle karşı koyma prensibine dayanmaz. Rakibin gücünden yararlanma ve kuvvetin yönlendirilmesi prensibine dayanır. Bizim sahip olduğumuz güçle rakibin gücünü birleştirip daha büyük bir kuvvet elde etme prensibine dayanır. Aikido’ yu diğer savunma sanatlarından ayıran en önemli fark budur.

 

Aikido oldukça etkili bir savunma sanatıdır. Rakibin atak yapmasıyla teknik başlar iki ya da üç saniye içinde rakibin etkisiz hale gelmesiyle sonlanır.

 

Aikido teknikleri bütün saldırı formlarına karşı yapılabilecek savunma şekillerinden oluşur.

 

Judo

 

Modern tarzda Judo 19. yüzyılda eski bir savaş sanatı olan jujutsu’yu baz alarak Prof. Jigoro Kano tarafından geliştirilmiştir.

 

Judo’da amaç sadece kavgayı kazanmak değil fakat aynı zamanda kişinin vücut ve ruhunu da eğitmektir. Kelime anlamı olarak judo “nazik yol” dur. Yumuşaklık sertliğin önüne geçer, ve teknik güçten daha önemlidir.

 

Judoda kullanılan başlıca iki teknik (waza) nagewaza (atma tekniği) ve katamewazadır ( yakalama tekniği).Yarışmalarda ki en son değişikliklere göre yarışma süreleri büyükler için 5 dakika, gençler için 4 dakika ve küçükler için 3 dakikadır.

 

Kendo

 

Kendo kelimesi Japonca’da "Kılıç Yolu" anlamına gelmektedir. Japonya'da olduğu kadar genel olarak Asya, Avrupa ve Amerika'da da en yoğun ilgi gören budo (savaş disiplinleri) dalıdır. Kökenleri samurai sınıfının esas silahı olan Japon kılıcı katana'nın kullanımına dayanmaktadır.

 

Modern Kendo, yaklaşık üç asır önce shinai (bambu kılıç)’nin ve bogu (antrenman zırhı)’un Japon savaşçılarının çalışma aracı olmaya başlaması ve geleneksel kılıçla savaş sanatının bu sayede güvenli ve serbest çalışımıyla bugünkü şeklini almıştır.

 

16. Yüzyıl Feodal Japonya’sında tüm ülke çapındaki iç savaşlar sırasında kılıç teknikleri ölüm kalım pahasına öğrenilmekteydi. Samurai’lar kılıçlarını sanki kollarının doğal bir uzantısıymış gibi benimser, genelde tahta kılıçla çalışırlardı. Bu dönemin sonucunda kılıç kullanımındaki temel yollar “kata” yani kendo’nun esas formları olarak ortaya çıktı. Öğretilerinin tamamen kendine özgü olduğunu öne süren kılıç ustaları tarafından yaklaşık 600 kadar kılıç okulu kurulmuştur. Bunların birçoğu günümüze kadar gelememiştir.

 

Kılıç sanatının o zamanki temel amacı rakipleri en etkin şekilde öldürmekti. “Bushi” savaşçılarına düşmanlarına gereksiz acı çektirmemeleri amacıyla anında öldürmek öğretilirdi; bu düşünce “Bushido” yani Savasçının Yolu’na ait bir gelenekti.

 

“Kata” formları Kendo’da temel olarak öğretilmeye devam edildiyse de kata’ların belli kombinasyonları kılıç savaşında gerçekleşebilecek olasılıkların hepsini karşılayacak yeterlilikte olmadığı için yeni arayışlar oldu. Tekniklerin özgürce çalışılma ihtiyacı shinai ve bogu’nun kullanımını doğurdu.

 

Bugün Kendocular öncelikli olarak shinai ve bogu ile, kata formlarını ise gerçek ya da tahta kılıçlarla çalışmaktadırlar. Tipik şekliyle modern Kendo, dojo adındaki çalışma mekanında, sensei (öğretmen), sempai ve kohai (kıdemli ve kıdemsiz öğrenciler) olan kenshi (kılıç kullanıcılar)’in düzenli ve hep birlikte karşılıklı çalışmalarını içerir. Kendo, fiziksel gücün olduğu kadar zihinsel ve ruhsal gücün de kullanımını ve gelişimini öngörür. Cesaret, hızlı ve sakin karar verme, ekip bilinci gibi yetenekleri, saygılı ve kibar olmak gibi belli davranış kalıplarıyla birlikte çalışanlarına yansıtır. Barındırdığı binlerce senelik geleneği ve kişisel gelişime dayalı olan kendine özgü amaçları, Kendo’nun spor olmak ötesinde farklı bir öğreti olduğunu kanıtlamaktadır.

 

Bu özellikleriyle Kendo, 1911 senesinden beri Judo ile birlikte Japonya genelinde erkek öğrenciler için zorunlu ders haline getirilmiştir. Günümüzde yirmi milyona yakın çalışanıyla Kendo Japonya'nın en popüler sanatlarından biri konumundadır. Uluslararası Kendo Federasyonu’na 41 ülke üyedir; düzenledikleri Dünya Şampiyonası üç senede bir, Avrupa Şampiyonası ise iki senede bir yapılmaktadır.

 

 

Ninjutsu

NİNJALARIN TARİHÇESİ

 

Bundan sekiz yüzyıl önceki bir dönemde , Japonya birçok bağımsız eyaletten oluşuyordu ve savaşlar devamlıydı , togakure ailesinin lideri savaşlarda çok büyük bir yenilgi ile mahvolmuştu. Dağlara sığındığında orada bir savaşçı rahip olan Kain Doshi ile karsılaştı. Iga bölgesinin dumanla kaplı tepelerinde uzun ve zor çalışmalar sonrasında yeni bir savaş sanatı öğrendi , vücudu ve ruhu kullanmanın daha farklı bir yolunu. Bu mistik öğreti ile görünmeden ve farkına varılmadan hareket etmeyi ve amacına ulaşmayı basardı.İste Togakure’nin gölge savaşçıları böyle doğdu.

( Togakure Ninjalarının Kökeni’nden alınma bir hikayeden çeviridir. )

 

Aslında bu gizli sanatın nasıl doğduğu konusunda tam güvenebileceğimiz bir kaynak yoktur , 1000 seneyi bulan Ninjutsu tarihinde gerçekler ile fanteziyi birbirinden ayırmak bazen çok zordur. Mistik hikayelerde bu sanatın ve Ninja’ların Tengu’dan (Tengular Japon mistisizminde korkunç, yari insan yari karga şeytanlardır ve doğa güçlerine hakim bazı özel yetenekleri vardır.) türediğini görebilirsiniz ama gelin biz tarihteki gerçekler üzerinde bu yolculuğumuzu sürdürelim.

 

1024 yılında Japonya’nın Kii bölgesinde ana kara Çin’den gelen (aslında kaçan) bazı komutanlar , savaşçılar ve din adamları Çin savaş taktikleri ile Tibet ve Hint öğretilerinden etkilenen Çin mistisizmini harmanlamışlardı. Bu Çinli rahip ve samanlar beyin ve vücut sezgilerinden yola çıkarak kainattaki düzene bir yorum getirmeye çalışmışlardı, sonraları Japon yamabushi (dağda yasayan savaşçı rahipler) leride bu anlayışı kabul etmişlerdir. İste Kain Doshi , Gamon Doshi ve Kasumikage Doshi adli bu Çin mistisizmi rahipleri ve onların müritleri ilk Ninja’larin hocaları olmuşlardır.

 

Bu inanış Ninja’ların ileriki zamanlarda mikkyo mezhebine üye Budistler olmalarına karsın devam etmiştir. Sonuçta Ninjutsu Çin ve yerli Japon elementlerin birleşmesi ile doğmuştur ve tarihteki birçok inanısın veya savaş sanatının aksine spesifik bir tarihte gerçekleşmemiştir. Baslarda bu sanat bir şeyi becerebilmenin yolu olarak çalışılmış, Ninjutsu ancak ileriki dönemlerde yüksek derecede sistematik bir savaş sanatına, casusluk ve bilgi alma, gölge kültürüne, ve dolayısıyla geleneksel Japon sosyal geleneği ve politikasına karsı bir reaksiyon haline dönüşmüştür,mesela Togakure ailesinin Ninjutsu ryu (izlenen yol, stil veya okul) su Daisuke Togakure’den üç nesil sonra tam seklini bulmuştur.

 

Geleneksel Ninjutsu ryu’larının çoğu Honshu adasının güneyindeki dağlarda doğmuştur, bunlara en önemli iki okul olan Iga-ryu ve Koga-ryu da dahildir.Togakure ryu gibi Iga bölgesinde faaliyet gösteren Iga ryu, Momochi, Hattori ve Fujibayashi klanlarının kontrolü altındaydı. Birçok küçük ve farklı Ninjutsu okullarda mevcuttu,mesela Koto-ryu kemik kırma sanatı Koppojutsu ileriki devirlerde Jujutsu ve karate’ye dönüşmüştür. Fudo-ryu ağırlıklı olarak Shuriken(çelikten fırlatma aletleri) çalışmasına önem verirken Gyokko-ryu Koshijutsu denilen sinir noktalarına saldırı tekniklerini uzmanlaştırmıştı. Togakure-ryu’sunun özel aleti Shuko(ele giyilen pençe seklinde bir metal) idi, bu sayede ağaçlara ve duvarlara bir kedi gibi tırmanabiliyorlardı. Bu büyük klanların yanında Taira, Izumo, Toda, Kashihara, Abe, Mori ve Sakaue gibi ailelerde bu gizemli sanatların birleşip isimleştiği Ninjutsu’da aktiflerdi.

 

14. Yüzyıl Ninja’ların en güçlü olduğu dönemdi ve kendi varlıklarını ve Mikkyo tapınaklarını korumaktaydılar ama iç savaşların devamlı yaşandığı bu dönemde Ninja’ların farklı ve üstün özelliklerinden yararlanmak isteyen savaş lortlarına da hizmet vermeye başladılar.

 

Gelişmeler sonunda Ninja’lar gizli küçük köylerinden tüm Japonya’ya yayılmaya ve düşman savaş lordlarına suikastlar yapıp askeri güçlerine de zarar vermeye başladılar. Japonlar bu gölge adamlara hem saygı duymaya başladılar hem de onlardan korkmaya.

 

Ninja’ların en büyük ve en korkulan düşmanı ise şüphesiz güçlü general Nobunaga Oda idi, amacı Hıristiyan inanışını kullanarak Ninja mikkyo inanışını yok etmek ve mistisizmi Japonya’dan kaldırmaktı. 1579 yılında yapılan Tensho Iga no Ran savasında Samurai ordusuna Nobunaga’nın oğlu Katsuyori kumanda ediyordu. savaş ünlü Ninja lideri Sandayu Momochi’nin önderliğinde olan Iga Ninja’larının kolay zaferi ile noktalandı. Bu gelişme ile birlikte Nobunaga 1581 de Iga bölgesini kuşatma altına aldı ve bu sefer 1 e 10 asker üstünlüğü ile Ninja kalelerine saldırı emri verdi ve efsanevi Ninja’lar bu müthiş saldırı sonucunda çoluk çocuk da dahil olmak üzere katledildiler. Az sayıda Ninja bu saldırıdan kurtuldular ve artık eskisinden de daha gizli bir biçimde varlıklarını sürdürmeye çalıştılar.

 

İsin trajik komik yani ise Ninja’ların sonunun bu savaşla değil ardından gelen uzun süreli barış ortamı ile olmasıdır. Ninja’ların yardımı ile Shogun olan Ieyasu Japonya’ya huzur ortamı getirmişti ve artık Ninja’lar koruma gibi isler üstlenmeye ya da gizli polis gücü olmaya başlamışlardı, tabii ki bu hayatin monoton yapısı ve çok az ücret,bir zamanların gölge savaşçılarına ağır gelmiş, bazıları dağlara çıkıp efsaneleşirken çoğu özel yeteneklerini kaybetmiştir. Bilinen en son Ninja hizmeti 1853 yılında Commodore Perry’nin Kara gemilerine yapılan bilgi operasyonudur.

 

Günümüze kadar babadan oğula geçerek gelen bu sanat tekrar gün ışığına çıkmış ve artık tamamen bir hayatta kalma öğretisi olarak öğretilmeye başlanmıştır.

 

Kyudo

 

Kyudo (okun yolu) çok eski zamanlardan beri yapılan Japon okçuluk sanatıdır.Birçok kyudo okulu bulunmaktadır, bunların içinde en ünlü olanları Ogasawara, Heiki ve Honda'dır.Japonya amatör okçuluk federasyonu 1949 senesinde kurulmuş, ve bugüne kadar üye sayısı 300.000 ni bulmuştur. At üzerinde ok atma bugün bile bazı festivallerin parçası halindedir.

Okçular ellerine geyik derisinden yapılma bir eldiven ve ayaklarına geleneksel Japon çorabı olan tabiden oluşan geleneksel bir kıyafet giyerler. Kullanılan yayın boyu 2.21 metredir.Zen budizminden etkilenmesinden dolayı, hedefi tutturmaktan çok biçim önemlidir

 

Yarışmalarda uzun mesafe ve kısa mesafe yarışmaları bulunmaktadır. Birincisinde hedef 100cm çapında ve okçudan 60m uazkta, sonrakinde ise hedef 36cm çapında ve 28 metrededir.

 

Kyudo ilk başta kolay ve basit görünür. Fakat en basit bir hareketin dahi defalarca tekrar edilerek mükemmelliğe ulaşması gerekmektedir. Diğer savaş sanatlarında bulunan vurdu ve kırdı olmamasına rağmen yeni başlayanlar için diğerleri kadar zorlu bir spordur.

 

Sumo

 

Sumo, Japon kültürüne özgü sporların içerisinde apayrı bir yere sahiptir. Sumonun, enaz 1500 yıllık bir geçmişi vardır. Bugün efsane olarak anlatılan eski inanışa göre, tanrı Take-Mikazuçi ülkede egemenliğini kurabilmesi ve sürdürebilmesi için rakibiyle sumo yapması gerekirdi. Tanrıların sporu olan sumonun yarı dinsel bu niteliği, bu sporun halk için yaşamsal öneme sahip bütün etkinliklere girmesine yol açmıştır. Önce tapınaklardaki törenler içerisinde uygulanırken, ilk aşamada saraya taşındı.

 

Dinin devlet işlerindeki ağırlığının arttığı 8. yüzyılda, Nara döneminde saray törenlerinde sumoya yer verildi. Samuraylar da bu sporun gelişmesine büyük katkılarda bulundular. Çünkü sumo, 12. yüzyıldan itibaren başlayan askeri yönetimin vazgeçilmez unsuru olan samurayların eğitimi için biçilmiş kaftandı.

 

17. yüzyıldan itibaren sumo güreşi saraya ve devlete ait olmaktan çıkıp soylular arasında yayıldı. Soylu aileler, sumoyu eğlenceleri arasına soktular. Sumo bu dönemde kurumsallaştı. Soyluların eğlence aracı zaman içinde sıradan vatandaşlar arasında yayıldı. Bu gelişim elbette başlangıçta dinsel nitelikteydi. Halk ülkenin kaderi üzerinde etkili olduğuna inandığı sumo sporunu günlük yaşamına taşıdı. Bereketli bir ürün için ekim zamanı düzenlenen yarı dinsel törenlerde sumo yapılmaya başlandı. Dualar arasında yapılan sumo güreşleri tanrılara adanmaya başlandı. Sumo sonraları dinsel kimliğinden sıyrılırak, halkın eğlenceleri arasına girdi.

 

Sumo tanrıların katından halkın arasına, meydanlara, tarlalara indikçe bu sporun tekniği de evrim geçirdi. Başlangıçta boks ve güreş karışımı, gereğinden fazla sert ve kuralsız iken, saraydaki törenlerde yer almasıyla birlikte, sumoya bazı kurallar koyularak, saray protokolüne uygun bir hale getirildi.

Sumo sporu, Japonların geleneksel savunma sporlarının genel adı olan jijitsu'nun başlangıcı ve temelidir. Bu nedenle günümüz Japon toplumunda bu spora büyük saygı duyulur ve ayrı bir önem verilir. Profesyonel sumo federasyonunca, dört büyük kentte, her biri 15 gün süren yılda altı turnuva düzenlenir. Bu turnuvalar, her yıl Tokyo'da Ocak, Mayıs ve Eylül aylarında, Osaka'da Mart ayında, Nagoya'da Haziran ayında, Fukuoka'da Kasım ayında yapılmakta ve bütün ülkede büyük bir heyecanla izlenmektedir. Bu karşılaşmalar yurtdışında da çeşitli uluslar arası tv kanallarında da yayınlanmaktadır.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

İkebana

 

250px-Ikebana_Bunjin.jpg

Batı kültüründe çiçek yetiştirmek sistematik olarak bir vazo veya saksıda çiçek bakımını kapsamaktadır, Japon kültüründe ise İkebana (çiçeği yaşatma sanatı) biraz daha karmaşıktır. Ikenobo, Sogetsu ve Ohara şeklinde İkebana öğretilerini konu alan birçok okul mevcuttur . Bunların dışında da değişik stillerde ve bitkilere göre eğitim veren okullar da mevcuttur.

Ikenobo, 15. yy. da Budist rahip Ikenobo Senei tarafından kurulmuş en eski okuldur. Ikenobo aynı zamanda rikka şeklinin de yaratıcısıdır (duran çiçekler). Bu stil Budist inancının doğanın güzelliklerini yansıtan öğelerinden ilham almaktadır.

 

Günümüzde 45 ayrı dalda eğitim veren okulların başını Ikenobo Senei çekmektedir. Okul faaliyetini Kyoto'da bulunan Rokkakudo tapınağında faaliyetini devam ettirmektedir. Prens Shotoku'da ilk eğitimini bu okulda almıştır. Mezunlarının arasında birçok papaz ve aristokrat sınıfından insanlar bulunmaktadır. Bu okulun öğretileri 17. yy ' a doğru herkes tarafından uygulanır hale gelmiştir gelişmeler ışığında seika ve shoka stillerinin ilk örnekleri verilmeye başlanmıştır. Shoka sanatında 3 ana dal kullanmaktadır, bunlar ten (cennet), chi (dünya) ve jin (insan)' ı sembolize etmektedir. İkebana'nın diğer bir stili ise çay seremonisinde kullanılan nageire'dir.

 

İlk modern okul ise Ohara Unshin 'in 19.yy.'da Ikenobo okulundan ayrılmasıyla oluşturulmuştur. Ohara öğretisi genellikle moribana stilini kullanır sığ bir saksı içerisine yerleştirilen çiçekler. Öğreti Batı kültürünün de yavaş yavaş popüler hale gelmesinden dolayı batı'da yetişen bitkileri de kullanmaktadır. 20.yy'da artistik sanatlara verilen önemin de artmasıyla jiyuka stili (serbest stil) geliştirilmiştir. Değişikliklere rağmen İkebana günümüzde üst sınıfı simgeler.

 

1930'larda İkebana'ya duyulan ilgi daha da artmış ve yaygın hale gelmiştir. Herkesin istifade edebileceği birçok okul açılmıştır. İşgal döneminde bu sanata ilgi duyan yabancı asker eşleri ülkelerine geri döndüklerinde bu sanatın diğer ülkelerde de tanınmasına vesile olmuşlardır. Teshigahara Sofu tarafından 1927 de kurulan Sogetsu okulu, zen-eibana ikebana sanatında yeni bir çığır açarak plastik, yapıştırıcı ve demir materyallerinin kullanılmıştır.

Günümüzde Japonya'da İkebana eğitimi veren yaklaşık 3000 okul bulunmaktadır. Ikenobo öğretisinin ise dünya çapında yaklaşık 60,000 öğretmeni bulunmaktadır.İkebana Japonya'da ,çoğu genç kız yaklaşık 15 milyon kişi tarafından uygulanmaktadır.

 

Ikebana iki ana stile bölünmüştür- yassı saksı modelinde uygulanan moribana ve uzun vazolarda uygulanan nageire . Sogetsu öğretisi uygulamalarında bir çok örnek model kakei kullandığından ilk başlayanlar için önerilebilir.

 

 

Örnek olarak aşağıda basit bir moribana stilini irdeleyebiliriz.

ikebana_modern.jpgikebana_kakeizu.gif

Soldaki modelin tasarım sağ şekilde izah edilmiştir

 

Bonsai

 

bonsai_picture-2.jpg

Yeşile ve doğaya özel bir ilginiz varsa İkebana ve Bonsai minyatür olarak şehir dışına çıkmadan bu özleminizi giderebilecek iki araçtır. İkebana dünyası edebi olarak 'yaşayan çiçekler' anlamına gelmektedir, ve aktüel olarak kesilerek özel şekillerde hazırlanan çiçeklerin ve bitki saplarının birbirlerine uyumlu bir şekilde yerleştirilmesidir.

 

Bonsai, ise 'saksıdaki ağaç' anlamına gelmektedir' ve yaşayan ağaçlara duyulan saygıyı ve bu ağaçların yaşamasını konu alan bir sanattır. Bonsailer minyatür olmalarına rağmen çevremizde gördüğümüz ağaçlardan hiçbir farkları yoktur. Özenle seçilen ağaç dalları, budanarak ve ilgiyle yetiştirilerek minyatür ağaç görünümü kazanır.

 

En güzel bonsailer sığ ve yayvan saksılarda yetiştirilenlerdir. Değişik şekillerde bonsailer bulunmaktadır: süpürge şeklinde - şelale şeklinde - rüzgara açık şekilde .

 

Japonların doğaya olan tutkuları yaşamlarına da yansımış ve yıllar geçtikçe bahçeciliğe verilen önem artmıştır.

 

Bonsailerde bu kültürün bir parçasını oluşturmaktadır ve büyük şehirlerde insanların doğaya olan özlemlerini minyatür olarak karşılamaktadırlar. Genellikle bonsailerin iklime ayak uydurmaları çok zordur.

 

Bundan dolayı bonsailerin yetiştirilmesi özel bir ilgi gerektirmektedir, yetiştirilirken ağacın doğal özelliğine , toprağın nemliliğine, seçilen saksının özelliklerine, ışık ve doğal koşullara çok dikkat edilmelidir.

 

Bu koşullar sağlandığında ufak balkonlu bir ev Bonsai koleksiyonu için yeterlidir. En ufak bonsailere verilen isim mame (fasulye) dir. En popüler bonsailer ise yaklaşık boyları 15 cm kadar olanlardır.

 

Bir bahçıvan için Bonsai yetiştirmek oldukça kolaydır, onlar diğer bahçe işlerinde olduğu gibi bu konuda da profesyonel olmuşlardır. Fakat uzun zaman yetiştirilmiş bir bonsaiyi evinize aldığınızda sizin de aynı profesyonel bir bahçıvan gibi ona bakmanız gerekmektedir. Bunun içinde iyi bir rehber Bonsai yetiştirme kitabına ihtiyacınız olacaktır. Orijinal özellikleri bulunan bonsailerin fiyatları 50.000$ a kadar çıkmaktadır.

 

Origami

 

070626_origami_ds.jpg

Japon kültüründe diğer birçok öğede olduğu gibi, Oru (katlamak) Kami (kağıt) anlamına gelen iki sözcüğün birleşmesiyle oluşan, Origami kağıt katlama sanatı da Çin kültürü kökenlidir. Çin'de bu sanat 1. veya 2. yy zamanından günümüze kadar gelmektedir. Japonya'daki ilk örnekleri ise Heian dönemine rastlamaktadır (794-1185). Bu dönem Japonya'nın altın çağı olarak da adlandırılır ve gerek artistik gerekse kültürel birçok eserin ortaya çıktığı dönemdir.

 

Bu dönemde kağıt katlama sanatı festival ve törenlerde süs olması amacıyla oldukça gelişmiştir. Beyaz kağıt gizli ve kutsal öğeleri saklamak amacıyla kullanılırdı ve halen bazı tapınaklarda da kullanılmaktadır.

 

Esas anlamıyla Edo (1600-1868) döneminde Origami sanatı gelişmiş ve yaratılan yeni kalıplarla halk tarafından da bir eğlence sanatı olarak benimsenmiş ve popülerliği artmıştır. Kabuki ve ukiyo-e gibi sanatların yanında Origami de yerini almıştır. 19.yy.'ın ortalarına doğru 70'e yakın farklı origami tasarımı yaratılmıştır. Fakat Meiji (1886-1912) dönemi ve Japonya'nın modernleşmesi ile beraber, tören ve festivaller için yapılması hariç, origamiye olan ilgi azalmıştır.

 

1950'nin ortalarına doğru, 1945 Hiroshima atom bombasının patlaması sonucunda Lösemi hastası olan 11 yaşındaki Sasaki Sadako hastalığının iyileşmesi amacıyla turna kuşu origamilerini yapmaya başlamıştır. ( geleneğe göre 1000 adet turna kuşu origamisi yapıp dilek tutulduğunda, dileğin gerçekleşeceğine inanılır).

tsuruhokkaido.jpg27431Senbazuru.gif

Sadako bu girişimiyle dünya da barış için de bir sembol olmuştur. Fakat 644 turna kuşu origamisi yaptıktan sonra ölmüştür, arkadaşları onun yerine sayıyı tamamlamış ve cenaze töreninde mezarına turna kuşlarını koymuşlardır.

 

Bu olay Hiroshima'da Dünya çocuk barış günü'nün oluşmasına ve bu günün onuruna Sadako 'nun Seatle'da bir heykelinin yapılmasına vesile olmuştur. Her sene Ağustos ayının 6'sında kutlanan barış gününde, dünya çapında birçok çocuk tarafından yapılan turna kuşu origamileri Hiroshima'ya gönderilir.

 

tanabata_9.jpg

Resimde görüldüğü üzere halen Japonlar uğur getirdiğine inandıkları yüzlerce turna kuşu ("Tsuru") origamilerini yanyana bağlayıp asarlar ("Senbazuru").

 

Tsurunun yapılışı:

ori-tsuru1.pngori-tsuru2.pngori-tsuru3.pngori-tsuru4.pngori-tsuru5.pngori-tsuru6.pngori-tsuru7.pngori-tsuru8.pngori-tsuru9.pngori-tsuru10.pngori-tsuru11.pngori-tsuru13.png

 

 

Selamlaşmak (Ojigi)

 

aisatsu16x.jpg

Japonlar genelde selamlaşmak için ojigi (eğilerek yapılan Japon selamı) yaparlar. Ojigi dünyaca ünlü ve selam verirken, teşekkür ederken, ayrılırken veya özür dilerken kullanıldığından oldukça kullanışlıdır. “Günaydın” (“Ohayou”), “Merhaba” (“Konnichiwa”), “Teşekkür ederim” (“Arigatou”), “Allahaısmarladık-güle güle” (“Sayonara”) veya “Özür dilerim-Pardon” (“Sumimasen”) derken yapılır.

 

Ojigi’de hafif bir baş eğmesinden, tüm vücudu 90 derece eğmeye varan değişik teknikler vardır. Eğer selamlaşma tatami üzerinde yapılıyorsa ojigi’den önce diz çömülür ve öyle yapılır.

ojigi.JPG

Esas olarak karşınızdaki sizden daha üst biri ise daha içten ve uzun yapılır. Buna rağmen, Japonlar yabancılardan uygun selam kuralları beklemediğinden dolayı hafif bir baş eğmek şeklinde selamlamanız yeterli olacaktır. Bu baş eğerek selamlama beceriksizce yapılan bir ojigi girişimi ile karşılaştırıldığında daha yerinde olur.

 

Japonlar arasında el sıkışarak selamlaşmak çok nadir görülür, fakat yabancılar için Japonların el sıkmaları (oldukça acemice olsa da) normal bir olaydır.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Yemekte Görgü Kuralları

 

Bir ülkenin adet ve görgü kurallarını bilmek, o ülkenin sosyal yapısı ve düşünce şeklini daha iyi anlamanıza yardımcı olacaktır. Ayrıca büyük hatalar yapmanızın önüne geçecektir. Hele Japonya gibi gelenek ve göreneklerine oldukça bağlı, ve görgü kurallarına çok dikkat eden bir ülke için bazı temel Japon görgü kurallarını bilmek ve uygulamakta fayda vardır. Bu sebeple aşağıda bazı temel Japon görgü kurallarını tanıtacağız.

 

Yemekte:

 

Eğer bir Japon yemeği yiyorsanız büyük ihtimalle “hashi” (“Çubuk”) ile yiyeceksinizdir. Hashiler masada “hashioki” (çubuk dayanağı) üzerine ve ucu sol tarafa gelecek şekilde yerleştirirler. Hashiyi sağ eliniz ile alıp ucunu sol elinizin avucunda sabitledikten sonra tutma pozisyonuna geçiniz. Hashiyi ortasından veya ince ucundan değil kalın ucuna yakın yerinden tutunuz.

 

Aşağıda yazılanlar görgüsüzlük olarak kabul edilirler:

 

Hashiyi yiyecekler, özelliklede pilavın içine saplamak. Sadece cenaze törenlerinde buhurdanlığın önüne konulan pilavın içine hashi saplanarak koyulur. Hashinizi kullanmadığınız zaman hashiire’ye koyun.

Tabak içindeki yiyecekleri karıştırmak için hashiyi kullanmak

Yiyeceğiniz yemeği seçmek için hashiyi tabakların üzerinde havada gezdirmek.

Tabaktaki yemeğin en lezzetli yerini bulmak için yemeği Hashi ile altüst etmek.

Hashi elinizde olduğu halde tabağı tutmak.

Hashiniz ile direk olarak başka birinin hashisine yiyecek vermek. Bu da sadece cenaze törenlerinde ölen kişinin kemiklerini bir kişiden diğerine verme için kullanılır.

Hashi ile bir nesne veya bir kişiyi göstermek

 

Batıda yemek yerken ses çıkarmak görgüsüzlük kabul edilirken, Japonya’da noodle yerken höpürdetmek ayıp sayılmaz, tersine ne kadar höpürdetirseniz o kadar lezzetli olduğunu ifade eder.

 

Yemek esnasında hemen çorbanızı içmeyin. Japonya’da yemekler genellikle hepsi bir arada gelir, o sebeple tüm yemeklerin gelmesini ve herkesin hazır olmasını bekleyin.

 

Yemeğe başlarken “itadakimasu” bitirdiğinizde “ gochisousama” deyin.

 

Japon Yemekleri

 

Bir ülkeyi daha iyi tanıyabilmek için o ülkenin yemeklerinden yemek lazımdır. Bir ülkenin yemekleri o ülkenin ulusal karakterini, lezzet tercini, estetik anlayışını, hayat biçimini vb. gösteren öğelerden biridir. Bu sebeptendir ki Yemek Kültürü denilir.

 

Japon mutfağı deyince insanların ilk aklına gelen sushi olur fakat aslında, tempura, sukiyaki, udon, okonomiyaki, soba, ramen vb. yemekleri ile çok çeşitli ve zengin bir mutfaktır. Aşağıda Japon mutfağından sizler için seçtiğimiz bazı önemli yemekleri ve kısa açıklamalarını bulacaksınız.

 

Japon mutfağı deyince pirincin önemini vurgulamadan geçmek olamaz. Biz Türklerdeki ekmek kültürü neyse Japonlarda da pirinci aynı şekilde görebiliriz.Bunun yanında bir ada ülkesi olması dolayısı ile balık ve deniz ürünleri, birçok kültürün Çin’den gelmesinden dolayı da Çin mutfağının etkileri de oldukça hissedilebilir.

 

Birçok kaynak Japonların uzun yaşamalarını yemek adetlerine bağlamaktadır. Japon mutfağını yakından incelediğinizde bunda oldukça büyük bir gerçek payı bulabilirsiniz. Buna başlıca örnek vermek gerekirse Japonlar doğaya olan bağlılıklarından dolayı mümkün olduğunca yemeklerinde kullandıkları malzemelerin doğal özelliğini bozmamaya gayret ederler.

 

Aşırı baharatlı, tuzlu veya tatlı yemeklere Japon mutfağında rastlamanız oldukça nadirdir. Japonya’da bir restorana gittiğinizde en zor bulacağınız şet tuz olacaktır, genelde Japonlar bizlerin tuz serptiğimiz yerlerde soya sosu kullanırlar. Aynı şekilde bir Japon için Türk tatlılarımız aşırı tatlı olması sebebi ile bir işkenceye dönüşebilir (THY’nin Japonya uçuşlarında baklavayı kaldırmasını şiddetle tavsiye ederim).

 

Japon yemekleri biz Türkler için ilk başta oldukça lezzetsiz, tatsız gelebilir, fakat eğer alışırsanız inanıyorum ki vazgeçemeyeceğiniz yemekler arasında baş sıraya girecektir. Ayrıca yemek adabı için ilgili sayfamıza da bakmanızı tavsiye ederiz.

 

Pirinç Pilavı (Gohan)

gohan.jpg

Pirinç pilavı Japonya’da öğlen ve akşam yemeklerinde yan yemek, sabah kahvaltısında ise çiğ yumurta ve soyu sosu (tamago-kake-gohan), natto veya diğer soslar ile karıştırılarak ana yemek olarak yenir. Japon pilavı yağ, tuz veya diğer tatlandırıcılar konulmadan sadece haşlanarak yapılır ve genelde yemeğin yanında veya sonunda servis edilir.

 

Miso Çorbası

misosoup.jpg

Miso çorbası sabah, öğlen ve akşam yemeklerinde yan yemek olarak gelir. Miso adı verilen, ezilmiş soya fasulyesi macununun sıcak su ile karıştırılması ile hazırlanır. İstenirse içine nori, yeşil soğan gibi tatlandırıcılar da konulabilir.

 

Sushi

SushiPeq.jpg

Sushi birçok kişinin düşündüğünün aksine “çiğ balık” değil sushi sirkesi ile hazırlanmış sushi pilavı yemekleridir. Ve birçok değişik sushi çeşitleri mevcuttur.

 

Sashimi

ryouri_kawahagi_sashimi1.jpg

Sahimi çeşitli çiğ balıklardan hazırlanan bir yemektir, doğru ve taze balık ile hazırlanmış ise tadına doyum olmaz. Genelde soya sosu ve wasabi (yaban turpundan yapılan çok ama çok acı bir çeşit macunsu tat verici) karıştırılıp bu karışımın içine batırılarak yenir.

 

Onigiri

onigiri.jpg

Onigiri için Japon sandviçi ifadesini kullanırsam sanırım yanılmış olmam. Etrafı nori (kurutulmuş yosun) ile kaplı sushi pilavından yapılan ve ortasında umeboshi (turşusu yapılmış Japon eriği), karides, tavuk, ton balığı, somon balığı vb. bulunan oldukça popüler bir yiyecektir.

 

Domburi

shoku-311.jpg

Üzerinde tempura (tendon), dana eti (gyudon), yumurta ve tavuk (oyakodon), tonkatsu (katsudon) gibi yiyecekler bulunan ve büyükçe bir kase ile servis yapılan bir yemek çeşididir.

 

Kare Raisu

50584673.JPG

Köri sosu ile yapılan içinde tavuk, havuç, patates olan ve istenirse üzerine tonkatsu vb konularak da yenilen bir yemektir. Köri orijin olarak Hindistan’dan gelmedir fakat, yüz yıldan fazladır Japon mutfağında kullanılmaktadır.

 

Soba

tokyo-soba.jpg

Soba, kara buğday ve buğday unundan yapılan geleneksel bir Japon yemeğidir. Makarna gibi incedir, çeşitli ekler ile sıcak veya soğuk olarak yenilir.

 

Udon

800px-Kare-udon111-large.jpg

Udon’da aynı soba gibi servis yapılır. Buğday unundan imal edilir. Fakat soba’dan daha kalın ve daha açık renktedir.

 

Ramen

050830ramen20(5).JPG

Ramen için ben Japonya’nın “döner ekmeği” ifadesini kullanacağım. Aslen Çin’den gelmiştir, fakat Japonya’da o kadar popülerleşmiştir ki Japon mutfağının vazgeçilemez bir parçası olmuştur.

 

Yakitori

yakitori.jpg

Sözlük anlamı “tavuk ızgarası” demektir. Tavuğun çeşitli parçaları ve organları küçük şişlere dizilerek ve tatlı bir sosa batırılarak yapılır.

 

Tempura

tempura_butterfly_prawn.jpg

Tempura ekmek kırıntılarına batırılmış deniz mahsulleri, sebze veya mantarların tavada kızgın yağ ile kızartılması ile yapılır. Orijin olarak 16. yy’da Portekizliler tarafından Japonya’ya gelmiş fakat bütün dünya da Japon yemeği olarak ün salmıştır.

 

Okonomiyaki

okonomiyaki.jpg

Bu yemeğe ise un, lahana, et, deniz mahsulleri ile hazırlanan bir tür Japon pizzası diyebiliriz. Restoranlarda genelde size hamurunu ve malzemelerini ayrı ayrı getirirler, ve siz masada bulunan ızgara üzerinde kendi keyfinize göre karıştırıp hazırlar ve yersiniz. Eğer Japonya’da Kansai bölgesine giderseniz mutlaka bir okonomiyakiciye uğramanızı şiddetle tavsiye ederiz.

 

Gyoza

Gyoza-PorkWeb.jpg

Gyoza bizim mantımıza çok benzer. İçerisinde bol sarımsak, çeşitli sebzeler ve et karışımından bir malzeme bulunan hamurun ızgarada kızartılması ile yapılır. Gyoza da Japonya’ya Çin'den gelmiş bir yemektir.

 

Sukiyaki

ryouri_img_sukiyaki.jpg

Sukiyaki masa üzerine bir ısıtıcı, onun üzerine de kaynar su ile dolu bir tencere koyarak servis yapılır. Malzemeler (ince kesilmiş et, çeşitli sebzeler, mantarlar ve tofu) çiğ olarak gelir. Yiyecek kişiler bu malzemeleri masadaki kaynar suya batırıp ısıtır ve ellerinde bulunan içinde çiğ yumurta olan kaselere batırarak yerler.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

  • 1 yıl sonra...

yanardagyanardagyanardatf3.jpg

 

 

Yanardağ Patladı: Tokyo'ya Kül Yağıyor

 

Japonya'da Başkent Tokyo'ya 145 Kilometre Uzaklıktaki Asama Yanardağı Bu Sabah Faaliyete Geçti.

 

Gökyüzünün Siyah Dumanla Kaplandığı, Tokyo'nun Bazı Kesimlerine Kül Yağdığı Bildirildi.

Japonya'da başkent Tokyo'ya 145 kilometre uzaklıktaki Asama yanardağı bu sabah faaliyete geçti.

 

Gökyüzünün siyah dumanla kaplandığı, Tokyo'nun bazı kesimlerine kül yağdığı bildirildi.

 

Japon Meteoroloji Ajansı, Tokyo'nun kuzey batısındaki karlarla kaplı Asama dağının patlaması sonucu kül ve dumanların

 

1.6 kilometre yüksekliğe ulaştığını bildirdi.

 

Dağın patlamasıyla büyük toprak ve kaya yığınlarının 1 kilometre uzaklıktaki bölgelere düştüğü kaydedildi.

 

Şu ana kadar ölen ve yaralanan olmadığı belirtildi.

 

Yetkililer Tokyo'nun merkezine ve Karuizawa kasabasına kül yağdığını bildirdi.

 

Bazı bölgelerde kül nedeniyle görüş mesafesinin azaldığı vurgulandı.

 

Görgü tanıkları, patlama sırasında garip bir ses duyduklarını ifade ettiler.

 

Japon devlet kanalı NHK, dağın patlamasının günlük yaşamı etkilemediğini, Tokyo'daki insanların sabah uyandıkların

 

arabalarının üstlerindeki külleri temizlediğini ve işlerine gittiklerini aktardı.

 

Dünyada tektonik hareketliliğin en fazla yaşandığı ülkelerden birisi olan Japonya'da 108 aktif volkan bulunuyor

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Katılın Görüşlerinizi Paylaşın

Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.

Misafir
Maalesef göndermek istediğiniz içerik izin vermediğimiz terimler içeriyor. Aşağıda belirginleştirdiğimiz terimleri lütfen tekrar düzenleyerek gönderiniz.
Bu başlığa cevap yaz

×   Zengin metin olarak yapıştırıldı..   Onun yerine sade metin olarak yapıştır

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Önceki içeriğiniz geri getirildi..   Editörü temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.