Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

Osmaniye


muki

Önerilen İletiler

Çukurova’nın doğusunda yer alan Osmaniye ilimiz, binlerce yıl yerleşim görmüştür.Buraların tarihi, bilinen en eski dönemlere kadar uzanmaktadır.

Osmaniye ilinin tarihini yazmak için iki farklı tarihsel süreç incelenmelidir. Osmaniye kent tarihi ve Osmaniye ili sınırları içerisinde kalan bölgenin tarihi olarak, iki farklı tarihçe vardır.

 

Osmaniye’nin kent tarihinden önce, bölge tarihini incelemeliyiz. İlk çağlardan itibaren Hitit, Asur, Pers, Grek, Roma, Bizans gibi devletler ile bazı kavimlerin yaşayışlarına sahne olmuştur. Daha sonra Emevi ve Abbasilerin yaşadığı bu topraklara, Türklerin Anadolu’yu fethi ile 1080 yıllardan itibaren Türk aşiretleri gelmiştir.12 yy. başlarından itibaren bölge Türk yurdudur.

 

Aslantaş Baraj gölü altında kalan Domuztepe’nin güney ve batı yamaçlarında Neolitik, Kalkolitik, Tunç ve Demir çağlarına ait yerleşimler ortaya çıkarılmıştır.

Kadirli ilçesinde bulunan Topraktepe höyük, Taşlı höyük, İspir höyük, Tırmıl höyük ve Cevdetiye beldesinde Karataşlı höyük bulunmaktadır. Yapılacak araştırmalarda bu kadar verimli toprak ve sulak alanların olduğu bölgede, çok sayıda höyük, gün yüzüne çıkmayı beklemektedir.

 

Akad Kralı Sargon ( M.Ö. 2340 – 2284 ) tarihsel içerikli yazıtlarında Amanus ve Toros Dağlarına, yani Anadolu’nun güneydoğu sınırlarına geldiğinden söz eder.

 

Sargon’dan sonra bir başka Akad kralı olan Naramsin ( M.Ö. 2260 – 2223 ) de, yazıtlarında Anadolu sınırlarına kadar varan askeri seferler yaptığını anlatmaktadır. Boğazköy Naramsin Tabletlerinde “Sedir Ağacı (Amanos) kralı İskuppu” adı geçer.

 

M.Ö 3. bin yılı Mezopotamya kaynaklarında “Amanum”, Hitit imparatorluk devri tabletlerinde “Amana”, M.Ö. 4 – 7 yy. Asur yazıtların da “Hamanu”, Klasik çağ kaynaklarında “Maurun Oros”, Haçlılar devrine ait batı kaynaklarında “ Montana Migra”, İslam devri kaynaklarında ise “ Cebel’ül lukkam” olarak kaydedilen bölge; halkın Gavur dağları dediği, coğrafyacıların adlandırması ile Amanos’lardır.

 

Gökçedam köyü, Hemite kalesinin 500 m güneyindeki kayalıklara işlenmiş Kral kabartması ve Babaoğlan kalesinin 300 m. uzağındaki tepede şaha kalkmış at üzerindeki kişi ve onun karşısında dua eder vaziyetteki kişi betimlemeleri, Hitit kral kabartmalarına benzemektedir. Hitit yazılı kaynaklarında bu bölge kralları ve halkından sıklıkla söz edilir.

 

Geç Hitit Kent Krallarından Asativata ( M.Ö. 8 yy.) Karatepe’de bir sınır kalesi kurmuştur.

M.Ö. V. ve IV yy. Anadolu’ya egemen olan Persler, Çukurova’nın doğusuna da egemendiler.

M.Ö. IV. yy. sonu ve M.Ö. I yy. ortaları arasında bölgede hakim güç Seleukoslardır.

 

M.Ö. 333’de Büyük İmparator İskender IV. Dariusu Dörtyol ovasında yenmiştir. Kaya mezarları, nekropol alanları, Kalelerin bazılarının temellerindeki taş malzeme ve duvar işçiliği ile ortaya çıkan mimari öge kalıntıları Helenistik dönemde de buraların yerleşim gördüğünü gösterir.

 

Amanos Kilikya’sında Prokonsüllük yapmış olan, meşhur hatip ve devlet adamı Çiçero’nun M.S. 51’ de yazdığı mektupta da Amanos’lardan bahsedilmektedir.

Roma İmparatoru Mark Antony ( M.Ö. 39 – 31 ) tarafından yerel kral seçilen Tarkandimotos’un kurduğu ve başkent yaptığı Hierapolis-Kastabala kenti ile, Kadirli ilçesinin üzerine kurulduğu Flaviopolis kenti Roma dönemi eserlerindendir.

 

M.S. 260 yılında bölgeyi Sasani Kralı I. Şapur ele geçirmiştir. M.S. 380 yılında Roma’ya başkaldıran Isaurialı Balbinos’un kontrolüne geçmiştir. 524 yılındaki depremde tüm Kilikya kentleri tahribata uğramıştır. 561 yılında İmparator Justinianus zamanında ikinci bir deprem Kilikya’da ki tüm kentleri yerle bir etmiştir. Bunun ardından çıkan veba salgını kentlerde ve kırsal alanda büyük can kaybına yol açmıştır.

 

M.S. 7 yy.dan itibaren Anadolu’yu Arap devletlerinin elde etme tutkusu oluşmuştur. Bu dönemlerde Avrupa’dan gelen tamamı farklı milletlerden, ama, Hırıstiyan olan Haçlılar ile, Emevi, Abbasi ve Türkler arasında bu bölgede büyük savaşlar yaşanmıştır. Abbasi Halifesi Harun Reşit döneminde bölgedeki önemli kale ve yerleşim yerleri yeniden yaptırılmış ve onarılmıştır.

 

Selçuklular zamanında Anadolu’ya gelen Türklerden bir kısmı Adana ovasına inmiş ve daha sonra Haraz mevkiinde ilk kez köy olarak Osmaniye’yi kurmuşlardır.

 

M.S. XI ve XII yy. da bölgeye bir dönem Haçlılar hakim olmuştur. M.S. XIV yy başlarına kadar yerel Ermeni kralları bölgede hüküm sürmüştür.

M.S. 1332’den sonra bölge tamamen Memlüklerin kontrolündedir. 1352’de Ramazanoğulları beyliğinin, 1517’den sonra da Osmanlı devletinin yönetimine geçmiştir. Buralara hakim olan aşiret beylikleri, sancak halinde teşkilatlandırılmıştır. Kanuni Sultan Süleyman devrinde ise bu sancak, Üzeyirli adıyla önce Zülkadriye eyaletine, sonraları da Halep eyaletine bağlanmıştır.

 

19 yy. başında Kavalalı Mehmet paşa bu yöreyi ele geçirmişse de, 1840’da Kütahya Anlaşmasıyla tekrar Osmanlılara geri verilmiş ve Adana eyaletine bağlanmıştır.

 

Osmaniye’nin kent tarihçesi 1865’ten sonra başlar. Merkezi yönetimin otoritesini kurmak, gezgin halde bulunan, merkezi hükümeti tanımayan, vergi ve asker vermeyen aşiretleri iskan ederek, disiplin altına almak için 1865 de Fırka-ı İslahiye adlı bir askeri kuvvet oluşturulmuştur. Cevdet Paşa vezir payesi ile bölgeye tayin edilmiş ve fırka-i İslahiye onun emrine verilmiştir. O sırada Adana’ya bağlanan Payas sancağının merkezi 1877 ‘de Yarpuz’a nakledilmiş ve arazinin verimli olmasından ötürü de Gavur Dağına Cebel-i Bereket ( bereket dağları) adı verilmiştir. Payas ve Osmaniye kazaları da bu sancağa bağlanmıştır.2. Meşrutiyetin ilanından sonra sancak merkezi Osmaniye’ye nakledilmiştir.

 

1. Dünya savaşının sonunda yenilen Osmanlı Devletinin topraklarının bu bölümünü Fransızlar işgal etmiştir. İşgale direnen halk ve ağır kayıplar veren Fransızlar, Türkiye ile 20 Ekim 1921’de Ankara Antlaşmasını imzalayarak bölgeyi terk etmeye başlamışlardır. 7 Ocak 1922 ‘de Osmaniye’den çekilerek geldikleri gibi geri gitmişlerdir. Bu sebeple her yıl 7 Ocak Osmaniye’nin Düşman işgalinden Kurtuluş Günü olarak kutlanmaktadır.

 

Cebelibereket Sancağı, 1877 yılında Gavur dağlarının asayişini sağlamak için kurulmuştur. 30 yıl Yarpuz’ da, 15 yıl da Osmaniye’de konuşlandırılmıştır. 1923’de Cumhuriyetin ilanı ile Sancakların vilayete dönüştürülmesi nedeniyle “ Cebelibereket Vilayeti” adını almıştır. 1 Haziran 1933’de nedeni bilinmeyen tasarrufla ilçe haline getirilmiş ve Adana’ya bağlanmıştır.

 

3 Kasım 1996 tarihinde yapılan mahalli idareler ara seçimleri öncesinde, il olması gündeme gelmiş, TBMM’ de 23 Ekim 1996 tarihinde yapılan oylamada il olması karara bağlanmış, 28.10.1996 gün ve 22801 sayılı Resmi Gazetede yayınlanan 24.10.1996 gün ve 4200 sayılı kanun ile yeniden il olmuştur.

 

Ören yerleri müzeler ve tarihi yapılar

 

 

BODRUM KALESİ- KASTABALA (HİERAPOLİS) ŞEHRİ

37.jpg

Osmaniye İl merkezinin 12 km. kuzeyindeki Ceyhan Nehrinin kuzeybatıya döndüğü kıvrımın içinde, Kesmeburun ile Bahçeköy arasında bulunan ovaya hakim olan bir kaya çıkıntısı üzerinde Bodrum Kalesi adını taşıyan 13. yy. dan kalma bir kale yükselmektedir. Osmaniye’den Cevdetiye, Kesmeburun üzerinden Karatepe-Aslantaş ören yerine ulaşan yolun doğusunda bulunan kalenin eteklerinden başlayarak kalıntıları çepeçevre birkaç km²’lik alanı kaplayan Kastabala Ören Yerini ilk kez 1875 yılında İngiliz diplomat E.J. Davis ziyaret etmiş ve ayrıntılı olarak tanımlamıştır. Kentin antik devirdeki diğer bir adının da Hierapolis olduğu ancak 1890 yılında İngiliz araştırmacı Th. Bent tarafından burada bulunan antik yazıtlar sayesinde anlaşılmıştır. Çeşitli uluslara mensup gezgin ve araştırmacıların Kastabala’nın anıtları, yazıtları ve sikkeleri hakkında 20. yy. da yaptıkları araştırmalar sayesinde antik kent tarihinin karanlıkta kalan bazı noktalarını aydınlatmak mümkün olabilmektedir.

 

Antik yazarlardan Ptolemaeus ve Plinius ovalık Kilikya’nın antik kentleri arasında Kastabala’ya komşu kentler Anazarbos’tan sonra ve Epiphaneia’dan önce değinmişlerdir. Coğrafyacı Strabo ise, Toros dağları üzerinde ikinci bir Kastabala bulunduğu yanılgısına düşmüştür.

 

Anadolu dillerinden türetilmiş bir yer ismi olan Kastabala adının geçtiği en eski yazılı belge Kastabala’nın 20 km. kadar kuzeyinde bulunan bahadırlı köyü civarında 1961 yılında bulunan Aramice bir sınır yazıtıdır. M.Ö. 5. ve 4. yy. da Anadolu’ya hakim olan Perslerin kullandığı resmi yazı olan bu metinde Pirvaşua adını da taşıyan Anadolu ana tanrıçası Kubaba’nın arazisinin bir kısmının da Kastabala’a ait olduğu belirtilmektedir. Buradaki Kastabala ismiyle bir kentin mi yoksa bir arazinin mi kastedilmek istendiği kesin olarak anlaşılamamaktadır. Kastabala ilk kez Seleukos krallarından IV. Antiochos Epiphanes’in hakimiyet döneminde (M.Ö. 175-164) basılan sikkelerde Hierapolis adıyla anılmaktadır. Antiochos kentte uzun zamandan beri tapınım gören “Perasia” ismindeki tanrıçanın tapınağından ötürü kente “Kutsal Şehir” adını vermiştir. Perasia adı büyük bir olasılıkla yukarıda bahsedilen Arami yazıtında geçen ve kökleri geç Hitit dönemine uzanan Pirvaşua adından türetilmiştir. Roma devrinde yaşamış olan Amasyalı tarihi coğrafya yazarı Strabo Perasia tanrıçasına tapınım törenleri sırasında gözlenen ilginç bir gelenekten söz etmektedir. Strabo’ya göre tanrıçanın rahibeleri dini törenler sırasında çıplak ayakları ile korlaşmış kızgın kömürler üzerinden ayakları yanmadan yürümekteydiler. Bu törenler Hindistan, Pasifik adaları, Orta İtalya ve Trakya’da bazı halk toplulukları arasında halen yapılmaktadır. Kastabala sikkeleri üzerindeki Perasia tasvirleri ve Kastabala’da bulunan Perasia’ya sunulmuş olan adak yazıtları bu tanrıçanın kült merkezinin Kastabala’da olduğunu belgelemektedirler. En önemli atribüsünün meşale olduğunu sikkelerden öğrendiğimiz Perasia yazıtlarda πυpφόpoς unvanı ile onurlandırılmaktadır.Strabo’ya göre Perosia Kastabala’da Artemis ile özdeşleştirilmekteydi. Antik Yunan tanrılar dünyasından tanıdığımız Artemis’in kökleri Hitit devrine kadar uzanan bir yerel Anadolu tanrıçası olan Persia ile özdeşleştirilmesi Anadolu’nun bir çok yerinde benzerleri görülen synkretimus olgusunun Çukurova’daki en dikkati çeken örneğidir. Kastabala’da bulunmuş olan ve Roma imparatorluk devrinin başlarına tarihle nen vezinli bir yazıtta Perasia’ya , Selene, Demeter, Artemis, Aphrodite ve Hekate tanrıçalarının adlarıyla yakarışta bulunulması doğu ve batı din ve tanrılar dünyasının Kastabala’da Roma imparatorluk devrinde birbirleriyle kaynaştıklarını belgelemektedir.

 

Çukurova’nın doğusunda yer alan Hierapolis-Kastabala’nın Seleukos imparatorluğunun hakimiyeti altında bulunduğu M.Ö. IV. yy. sonu ile M.Ö. I. yy. ortaları arasındaki konumu hakkında antik kaynaklarda dikkate değer bir bilgiye rastlanmamaktadır. M.Ö. I. yy. ortalarında Seleukos’ların tarih sahnesinden çekilip, bölgeye Roma devletinin hakim olmaya başladığı dönemde Hierapolis-Kastabala’nın tekrar tarih sahnesine çıktığı görülmektedir. Bilindiği gibi M.Ö. 67 yılında ünlü Romalı komutan Cn. Pompeius Magnus tarafından denizde ve karada kesin bir yenilgiye uğratılan Kilikya korsanlarının Doğu Kilikya’da sahil kentlerine ve sahille yakın yerlere iskan edilmeleriyle bölgenin tarihinde yeni bir dönem başlamış oldu.Önceleri Kapadokya Kralı Archelaos’un denetimine verilen Kastabala ve diğer ovalık Kilikya kentlerinde Seleukos imparatorluğunun son yıllarında ortaya çıkan yönetim sorunlarının devam ettiği görüldü Bunun üzerine Romalılar bölgedeki iktidar boşluğunu önlemek için antik devirdeki adı Pyramos olan Ceyhan nehri havzasının denetimini Tarkondimotos ismindeki eski bir korsan önderine bıraktılar. O dönemde bu bölgenin başşehri Hierapolis-Kastabala idi.

 

Tarkondimotos’tan beri ilk kez M.Ö. 51 yılında Cicero tarafından Romalıların dostu ve müttefiki olarak bahsedilmesine karşın, M.Ö. 64 yılı kışından beri ovalık Kilikyanın doğu kesimlerinin denetiminin elinde olduğu sanılmaktadır. Babası olduğunu, Kastabala’da 1914 yılında bulunan bir onur yazıtından öğrendiğimiz Strato’ya ne antik kaynaklarda ne de yazıtlar ve sikkelerde bugüne değin kral olarak değinilmemesi nedeniyle Tarkondimotos’un kendi adıyla anılan yerel hanedanlığın kurucusu olduğu sanılmaktadır. Kesin doğum yılı bilinmeyen Tarkondimotos’un, ovalık Kilikya’nın doğusundaki bazı yerel halk topluluklarının başındaki aşiret liderleri üzerinde kontrolü sağlayarak buranın hakimi olduğu anlaşılmaktadır. Romalılar tarafından bölgenin lideri olarak tanınmasının nedenlerinin başında Strabo’nun bahsettiği kahramanlıklarından daha önemlisi Roma’nın güvenilir bir müttefiki olduğunu birçok kere kanıtlamış olmasıydı. M.Ö. 64 yılı kışında Pompeius’un legatı Afranius’u, Lucullus’un Amanos dağlarına yerleştirmiş olduğu Arap kabilelerinin saldırıları sırasında desteklemesi ve M.Ö. 51 yılında Cicero’nun Kilikya eyalet valiliği sırasında Parthların Kilikya’yı istila etmek üzere yığınak yaptıklarını zamanında bildirmesi, Romalıların Tarkondimotos’un sadakatine inanmaları için yeterliydi. Çünkü Anadolu ile Mezopotamya arasında anahtar konumunda olan Doğu Kilikya ve Amanos bölgesinin kontrolü, Romalılar için büyük stratejik önem taşımaktaydı. Bunun için bölgede çok güvendikleri bir yerel güce gereksinimleri vardı. Tarkondimotos daha önce korsan olmasına rağmen şimdi hem araziyi ve hem de Doğu Akdeniz ve Kilikya sahillerini iyi tanıdığından Romalıların hizmetinde onlara çok yararlı olmaktaydı. Tarkondimotos’un kral unvanını alması Cicero’nun Kilikya eyalet valiliği görevinin bitiminden yaklaşık 10 yıl sonra gerçekleşecekti. Zaten Cicero da Tarkondimitos’tan sadece Romalıların dostu ve müttefiki olarak bahsetmekte, ama kral unvanı olduğuna değinmemektedir. Tarkondimotos’un, Pompeius ile Lulius Caesar arasındaki mücadele sürecinde Pompeius’un tarafını tuttuğunu ve onun donanmasının hazırlanması konusundaki en büyük yardımcısı olduğunu Cassius Dio’dan öğrenmekteyiz.

 

Ancak Pompeius’un , Caesar tarafından M.Ö. 48 yılında Pharsalos savaşında yenilmesinden ve Mısır’da öldürülmesinden sonra, Pompeius’un taraftarlarına sadık kalmaya devam edeceği izlenimini uyandırıp onları tuzağa düşürüp, Caesar’a teslim ederek Caesar’ın güvenini kazanmaya ve bu sayede kendi konumunu kurtarmaya çalıştı. hatta Lulius Caesar’a bağlılığını göstermek için kızına Lulia adını verdiği de bazı araştırmacılar tarafından öne sürülmektedir.

 

Caesar’ın M.Ö. 44 yılının 15 Mart’ında öldürülmesinden sonra Caesar katilleri ile Marcus Antonius ve Octavian arasında çıkan savaşta, Philippi muharebesi öncesi Tarkondimotos’un Cassius’a askeri destek vermeyi reddettiğini, ancak Brutus’un kuvvet kullanması nedeniyle onun safında yer almak zorunda kaldığını Cassius Dio yazmaktadır. M.Ö. 42 yılında Philippi de yapılan savaşta Caesar katillerinin yenilerek ortadan kaldırılmalarından sonra kurulan Trumvirat’ın Roma hakimiyet alanını paylaşımları sonucu Doğu Akdeniz ve dolayısıyla Kilikya Antonius’un kontrolüne bırakıldı.

 

Antonius, denetiminde bulunan Doğu Akdeniz’in birçok yerinde olduğu gibi, Anadolu’nun ortasında ve doğusunda da büyük ve güçlü krallar yerine, başında Roma’nın güvenebileceği yerel önderlerin ya da rahiplerin bulunduğu prensliklerle bölgeyi denetim altında tutma politikasını tercih etmekteydi. Bu politikaya uygun olarak ovalık Kilikya’yı elinde tutan Tarkondimotos daha önce Antonius’un düşmanı olan Caesar katillerinin yanında yer almaya zorlandığına Antonius’u ikna edebildiği için, M.Ö. 40 yılından itibaren Antonius’un müttefiki oldu ve Antonius Tarkondimotos’a elinde bulundurduğu araziyi yönetme izni verdi. Bu dönemde Tarkondimotos, Roma’ya üstün hizmetlerde bulunmuş ve özellikle Antonius’a Parthlar ile yapılan savaşlar sırasında sadakatini çok belirgin bir şekilde göstermiş olmalıydı ki, kendisine Antonius tarafından kral unvanı verilmişti. Tarkondimotos’un sikkelerinden öğrendiğimiz Philantonius unvanını da kullanmaya başlaması M.Ö. 40 ile 36 yılları arasındaki bu döneme rastlamaktadır. Fakat tüm sadakatine rağmen Tarkondimotos, o zaman kadar elinde tuttuğu Elaiussa ve Korykos’u da kapsayan orta Kilikya sahilinin Antonius tarafından Kleopatra’ya hediye edilmesini kabullenmek zorunda kalmıştır.

 

Antonius’un Octavian ile yaptığı Roma’nın tek hakimi olma savaşında Antonius’un tarafını tuttu. Ancak M.Ö. 31 yılında yapılan ve Antonius’un kaybettiği Actium savaşı öncesi denizde Agrippa’nın gemileri ile meydana gelen bir çatışma sırasında komuta ettiği donanma birliklerinin başında öldü.

 

Buraya kadar sunulan bilgilerin ışığında Tarkondimotos’un Seleukoslar imparatorluğunun yıkılmasından sonra Doğu Akdeniz’in diğer yerlerinde olduğu gibi ortaya çıkan iktidar boşluğunun Roma tarafından doldurulacağını zamanında gördüğünü ve bölgesinde yerel bir güç olamaya başlamasından beri politikasını Roma ile iyi ilişkiler kurulması üzerine oturttuğu, bu amaçla Roma’nın Doğu Akdeniz’deki yöneticilerine sadakatini göstermekten hiçbir zaman çekinmediği anlaşılmaktadır. Tarkondimotos’un Pomprius, Cicero ve Caesar’a gösterdiği sadakat Antonius’a bağlılığını, Philantonius adını alarak göstermesiyle doruk noktasına ulaşmıştı. Bu durumda alışılagelmiş olanı Philantonius yerine Philoromaios unvanını almasıydı. Tarkondimotos böylece doğulu krallara özgü devletlerin başındaki kişilerin arasındaki iyi ilişkileri yeğlemekte olduğunu göstermektedir. Ancak Tarkondimotos’un M.Ö. 64-31 arasındaki 33 yıllık yönetimine damgasını vuran en önemli unsurun Romalıların sadık müttefiki olmaya çalışmasına rağmen uyguladığı ya da uygulamak zorunda kaldığı salıncak politikası olduğunu görmekteyiz. Kilikya’nın Seleukos imparatorluğunun hakimiyet alanından Roma imparatorluğunun hakimiyet alanına geçişi dönemine rastlayan M.Ö. 1. yy.ın bu en karışık döneminde, Anadolu ile Suriye arasında, o zamanın iki büyük dünya gücü olma iddiasıyla birbirlerine acımasızca düşmanlık besleyen Parthlar ile Romalıların arasında yok olmamak için Tarkondimotos’tan başka bir politika izlemesi de beklenemezdi. Ancak burada dikkati çeken husus Tarkondimotos’un sadakatini sunduğu Romalıların daima onların konumlarına göz diken rakipleri tarafından yenilenler ya da öldürülenler olmalarıydı. Bunun ötesinde Tarkondimotos sadakatini gösterdiği Romalıları onların ilk başarısızlıklarında terk etmemiş, ölümlerine kadar onları desteklemiş ve sonunda kendi de Antonius’a olan bağlılığı nedeniyle bu yolda hayatını kaybetmiştir.

 

Tarkondimotos’un hayattaki oğlu Tarkondimotos Philopator, Actium savaşından hemen sonra derhal Octavian’ın tarafına geçtiğini belirtmesine ve bunu kanıtlamak içinde Antonius taraftarı gladyatörlerin Kyzikos’tan Alexadreia’ya yürüyüşlerini Kilikya’da engellemesine rağmen, savaşın galibi Octavian, Actium savaşından sonra Tarkondimotos’un oğlu Tarkondimotos Philopator’u azletti ve ona babasının denetiminde olan bölgeyi yönetme hakkını on yıl süreyle tanımadı. Ancak doğuda Parthlardan herhangi bir saldırı gelmeyeceğine inandığında M.Ö. 20 yılında Tarkondimotos’un oğlu Tarkondimotos’a II. Tarkondimotos Philopator adıyla sadece babasının 31 yılında ölümünden hemen önce elinde tuttuğu araziyi yeniden kontrolü altında bulundurma hakkı tanıdı. Bunda II. Tarkondimotos Philopator’un Romalılara sadakatini on yıllık süre içinde çok etkin bir şekilde göstermiş olması da rol oynamış olmalıydı. Ancak babasından Antonius’un alıp Kleopatra’ya hediye ettiği orta Kilikya sahil şeridini Augustos Kappadokia kralı Archelaos’a verdi. Böylece II. Tarkondimotos’un elindeki bölge sadece ovalık Kilikya’nın iç bölgesinde kalan, denizle ilişkisi kesilmiş Romalılar ile Parthlar arasında büyük bir önem taşımayan tampon bir yerel krallık konumuna indirgenmişti. M.Ö. 19 yılında Octavian, yeni dünya düzeninin yöneticisi olarak Kilikya Pedias’ı ziyaret etti ve bu ziyaret sırasında Anazarbos’a Kaisareia adını vererek yeniden kurdu. Böylece Tarkondimotos hanedanının başşehri olan Kastabala’nın yanında bölgede ikinci bir merkez oluşmaya başladı. Bu durum zaman içinde Kastabala’nın Çukurova’nın doğusunda dini yönü ağır basan bir kent, Anazarbos’un ise siyasi nitelikli bir metropol olması sürecini başlattı.

 

Tarkondimotos hanedanı hakkında antik kaynaklar ve yazıtların verdikleri bilgiler çok sınırlıdır. Tarkonodimotos’un eşinin adı bilinmemektedir. Kastabala’da yine 1914 yılında bulunan bir başka onur yazıtından öğrendiğimize göre Tarkondimotos’un en büyük oğlu Laios adını taşımaktaydı. Antik kaynaklarda ve sikkelerde adının geçmemesi nedeniyle Laios’un Actium savaşından önce ölmüş olabileceği anlaşılmaktadır. Aynı yazıttan Tarkondimotos’un Lulia adında bir de kızı olduğunu öğrenmekteyiz.

 

II. Tarkondimotos Philopator’un Anazarbos’ta bulunan bir heykel kaidesi üzerindeki yazıtta kral olarak onurlandırılması Anazarbos’un Tarkondimotos’un kontrolü altındaki bölgede bulunma olasılığını kuvvetlendirmektedir. Anazarbos’ta 1984 yılında şehrin güneyindeki bir su kanalı kazısı sırasında bulunan mermerden erkek portre başının kral II. Tarkondimotos Philopator’a ait olabileceğine Ramazan ÖZGAN kuvvetli bir ihtimal olarak değinmişti.Hem bu portre baş ve hem de heykel kaidesi herhalde Anazarbos’un M.Ö. 19 yılında Octavian tarafından ziyaret edilmesi sırasında veya bu ziyaretin hemen ertesinde II. Tarkondimotos Philopator’un Augustos tarafından kral olarak onaylanmasını kutlamak amacıyla diktirilmiş olmalıydılar.

 

II. Tarkondimotos’un ne zaman öldüğü ve hanedanın daha sonraki akıbeti bilinmemektedir. Sadece Tacitus, yıllıklarında M.S. 17 yılında Philopator isminde Kilikyalı bir soylunun öldüğünden bahseder. Tarkondimotos Philopator’un M.S. 17 yılında ölümünden sonra yönetiminde bulunan topraklar, Tacitus’un da belirttiği gibi yöre halkının arzusu doğrultusunda, imparator Tiberius döneminde Germanicus tarafından Suriye eyaletine dahil edildi. M.S. 38 yılından Caligula, Tarkondimotos’un arazisini Suriye eyaletinden ayırarak Roma’da beraber büyüdüğü çocukluk arkadaşı Kommagene kralı IV. Antiochos’a verdi. IV. Antiochos bu bölgeyi M.S. 72 yılına kadar kısa aralıklarla kontrolü altında tuttu.İmparator Vespasian M.S. 72 yılından itibaren yeniden kurduğu Kilikya eyaletinin sınırları içine bu bölgeyi de dahil etti.Böylece bir yüzyıla yakın bir süre Tarkondimotos’un yönetiminde kalan ovalık Kilikya’nın doğusu M.S. 260 yılına kadar aralıksız sürecek Roma imparatorluk yönetimine girmiş oldu.

 

Tarkondimotos’un denetiminde bölgenin genişliği hakkında kesin bilgiler yoktur. Ancak başkenti Hierapolis-Kastabala’da bulunan bir yazıtta Toparch olarak onurlandırılması Tarkondimotos’un kontrolündeki bölgenin Seleukoslar devrindeki yerel yönetim birimlerinden Toparchia’lardan birinin devamı olabileceği ihtimalini akla getirmektedir. Tarkondimotos’un yönetim organizasyonu Hellenistik devir krallıklarını yönetimlerinden esinlenerek oluşturulmuştu. Kastabala’da bulunan bir diğer yazıtta değinilen şehrin en büyük memuru, komutanı ve kentin arazisinin muhafızlarının ve kraliyet birliklerinin komutanı unvanları Kastabala’nın bağımsız bir şehir konumunda olduğunu ama kraliyet kurumlarının denetiminde bulunduğunu göstermektedir. Aynı yazıttan ayrı ayrı yönetim birimleri olduklarını ve bunların tıpkı Hellenistik krallıklarda olduğu gibi, bugün başbakan ile karşılaştırabilecek tek bir yüksek memur tarafından yönetildiğini öğrenmekteyiz.

 

Güneyde Pyramos üzerindeki en önemli antik kentlerden biri olan Mopsuhestia, Pyramos’un denize döküldüğü yerde bulunan Kilikya’nın en eski kentlerinden Mallos ve onun kutsal alanı Magarsos ile bunların doğusundaki Kilikya’nın en büyük limanı olan Aigeai ve daha doğudaki Epiphaneia antik kentinin Tarkondimotos’un kontrolündeki arazide bulunduğu sanılmaktadır. Cicero’nun Amanoslar da yaptığı askeri operasyonlar sırasında Epiphaneia antik kenti yakınlarında karargahını kurması bu bölgenin Romalılar için güvenilir olduğu varsayımını kuvvetlendirmektedir. Tarkondimotos’un Elaiussa-Sebaste ve Korykos’a kadar tüm sahil şeridini denetiminde tuttuğuna dair Cassius Dio, Lucan ve Strabo’ya dayanarak yapılan yorumlar şimdilik başka belgelerle desteklenerek kesinlik kazanmamıştır. Batıda büyük bir olasılıkla Anazarbos ve batısındaki Saros’a kadar uzanan arazi Tarkondimotos’un denetimindeydi.

 

Doğuda ise Toros ve Amanos dağ silsilelerinin birleştiği arazinin Tarkondimotos’un kontrolünde olması kuvvetle muhtemeldir. Tarkodimotos’un arazisinin kuzeyde en azından ovayı çevreleyen Toros dağlarının güney yamaçlarına kadar yayılmış olabileceği bu bölgede yaptığımız incelemeler sırasında saptadığımız bir epigrafik buluntu sayesinde belgelenebilmektedir. Söz konusu epigrafik buluntu Kozan ilçesinin kuzey doğusunda Uzunoğlan Tepesi üzerindeki tapınağın hemen yanında bulunan bir ortaçağ yapısında devşirme malzeme olarak kullanılır durumda bulunan bir onur yazıtıdır. Yazıtta kral Tarkondimotos Philopator onurlandırılmaktadır.

 

Burada kısaca değinilen yazıtların verdiği bilgiler ile antik kaynakların değerlendirilmesi sonucunda Tarkondimotos’un ve oğlu II. Tarkondimotos Philopator’un en azından Çukurova’nın doğu ve kuzeydoğu bölgesinde Kastabala ve Anazarbos antik kentlerini de içine alan Pyramos havzasını yaklaşık 80 yıl süreyle yönettikleri anlaşılmaktadır.

 

Çukurova ve dolayısıyla Hierapolis-Kastabala’nın Roma hakimiyetine girmesiyle bölgenin Seleukos imparatorluğunun son yıllarında ve Tarkondimotos hanedanı döneminde yaşadığı belirsizlik ve bunun getirdiği sosyal ve ekonomik sıkıntılar sona ermişti. Bölgede gerçekleştirilen büyük yapı faaliyeti de bunu göstermektedir. Daha sonraki yüzyıllarda Roma imparatorlarından Traian, Hadrian ve Caracalla Kastabala’yı ziyaret etmişler ve bu ziyaretleri sırasında kent halkı tarafından heykelleri dikilerek onurlandırılmışlardır. M.S. 3. yy da Roma imparatorluğunun doğu sınırında huzursuzluğunun artması üzerine bölgeden doğuya giden çok sayıda Roma askeri birliği geçmiştir. Kent imparator Valerian döneminde Hierapolis-Kastabala ya da Pyramos kenarındaki Hierapolis adıyla da anılmaktaydı. M.S. 260 yılında Sasani kralı I. Hapur tarafından fethedildi. Erken Bizans devrinde Kastabala’lı akrobatların ün saldığı bilinmektedir. 380 yılında Bizans imparatorluğuna başkaldıran Isaurialı Balbinos tarafından fethedilen kent, 5. yy. başlarında kurulan Cilicia Secunda eyaletinin başkenti olan Anazarbos’a bağlandı. Kent 431’de Efes’te yapılan konsüle Hesychius ismindeki temsilcisiyle, 451 yılında Kadıköy’de yapılan konsüle Paregorios isimli temsilcisiyle katıldı. 524 yılında Kastabala’nın yaklaşık 30 km. kuzey batısında bulunan Anazarbos’ta büyük tahribata yol açan depremin Kastabala’yı da etkilemiş olduğu kesindir. İmparator Justin döneminde meydana gelen bu depremden sonra, 561 yılında imparator Justinian zamanında ikinci bir büyük deprem daha Çukurova’daki şehirleri yerle bir etti ve depremin hemen sonrasında başlayan veba salgını Çukurova’dan Amik ovasına kadar yayılarak Antakya’da dahil olmak üzere tüm şehirlerde ve kırsal alanda büyük can kayıplarına neden oldu. Orta ve geç Bizans dönemlerinde giderek önemini kaybeden Kastabala Haçlı seferlerinin yıkımından sonra kendini bir daha toparlayamamış ve kısa bir süre sonra tamamen terkedilmiştir.

 

Bugün Kastabala ören yerinde görülen kalıntılar tamamen Roma devrinden kalmadır. Diğer Çukurova kentlerinde olduğu gibi Kastabala’da da M.S. 2.yy. sonu ve 3. yy. başlarında artan doğu seferleri nedeniyle doğu cephesine sevk edilen Roma lejyonları ekonomik ve sosyal sorunlara neden olmaktaydılar. Kentlerin bu sorunlarla baş edebilmelerini sağlamak amacıyla imparatorlar ovalık Kilikya kentlerinde yoğun imar faaliyetine girişmişler ve bu kentlere kendi adlarıyla anılan birçok oyun düzenlenmesi ayrıcalığını tanımışlardır. özellikle Septimius Severus tarafından ve daha sonra Severus hanedanı tanrından uygulanan imar politikasının ürünleri Hierapolis-Kastabala’nın ayakta kalan yapı kalıntılarında bugün halen izlenebilmektedir.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Kastabala’nın oldukça iyi durumda günümüze ulaşan antik yapı kalıntıları arasında en önemlisi hiç şüphesiz sütunlu caddesidir. Kastabala’yı Karatepe-Aslantaş’a bağlayan asfalt yoldan yaklaşık 300 m. uzunluğundaki sütunlu caddenin bir kısmı görülmektedir. Bu cadde üzerine kalenin üzerinde bulunduğu kayalığın yanından geçip asıl iskan bölgesini oluşturan ve doğu-batı yönünde uzanan vadiye iner.

 

Kent merkezi; batıda sütunlu caddenin başladığı yerde bulunduğu sanılan bir kapı tarafından sınırlanmaktadır. Güneyde, doğuda ve kuzeyde kentin kurulu olduğu vadiyi çevreleyen tepeler, kent merkezini sınırlamaktaydılar. Kent merkezinin ortasındaki sütunlu cadde batıdan doğuya arazinin eğimine uygun olarak yükselerek üzerinde birkaç tonozun görüldüğü bir yapı kalıntısının bulunduğu bölgenin kuzeyinden geçerek Propylon olduğu sanılan bir anıtsal kapıya ulaşmaktadır. Bu kapı kalıntılarının güneybatısında bulunan ve büyük bir yapıya ait olan mermer mimari parçalar bu tonozların büyük bir yapının altyapısı olduğu izlenimini vermektedir. 1890 yılında Kastabala’yı ziyareti sırasında Th. Bnet sözü edilen buluntuları bugünkünden çok daha iyi durumda görmüş ve burayı bugüne kadar yeri kesin olarak belirlenememiş olan Artemis Perasia tapınağının yeri olarak önermiştir. Bu alanın hemen batısında bulunan kuzey kilisesinde devşirme malzeme olarak kullanılmış olan Roma imparatorluk devri mimari parçaları dikkate alındığında burada büyük bir Roma devri yapısının bulunduğu anlaşılmaktadır. Propylon’dan geçtikten sonra doğuya yönelen sütunlu cadde bir terasa ulaşmaktadır. Terasın üzerinde bulunan adak yazıtları nedeniyle bazı araştırmacılar kentin ana tanrıçası Artemis Perasia tapınağının burada aranması gerektiğini önermektedirler. Bu terasın hemen altında doğu-batı yönünde kentin Stadion’u uzanmaktadır. Bu Stadion’un doğu ucu bir istinat duvarı ile sınırlanmakta olup batı ucunda kentin tiyatrosu bulunmaktadır. Tiyatronun güneyinde hamam kalıntıları görülmektedir. Stadion, tiyatro ve hamamın birbirlerine çok yakın bulunduğu bu alan kentin günlük hayatının merkeziydi. Artemis Perasia kültü ile ilişkili dini törenlerin yapıldığı ve komşu kentlerin sporcularının da katıldığı çeşitli oyunların oynandığı Stadion, Artemis Perasia kutsal alanı ile doğrudan bağlantılı olmalıydı.

 

Şehrin güneybatı kesiminde görülen sütun gövdelerinin oluşturduğu sütun dizisi bazı araştırmacılar tarafından agora, bazıları tarafından da ikinci bir sütunlu cadde olarak tanımlanmaktadır. Kentin, güney, kuzey ve batısında çok sayıda mezar yapıları ve kaya mezarları görülmektedir. Kalenin bulunduğu kayalığın kuzey yamacında ulaşım kolaylığı sağlamak ve kalenin savunulmasını kolaylaştırmak amacıyla bir kaya kesiği açılmıştır. Ayrıca M.S. 6. yy.ın ilk yarısına tarihlenen iki kilise dikkati çekmektedir. Bunlardan kuzeydeki sütunlu caddenin hemen yanında inşa edilmiş olup, yapımında Roma imparatorluk devri yapılarından sökülen mimari parçalar kullanılmıştır. Her iki kiliseyi de ayrıntılı olarak inceleyen O. Feld bunları 6. yy.ın ilk yarısına tarihlemektedir. Kiliselerde erken Bizans devrinde Suriye’de yapılmış olan kiliselerin mimari özellikleri görülmektedir.

 

Kentin su ihtiyacı Ceyhan nehrinin doğu yakasında bulunan Düziçi ilçesine bağlı Karagedik köyü civarındaki kaynaktan açık kaynaklarla getirilen suyun Nergis mahallesi civarında Ceyhan nehri üzerine inşa edilmiş bulunan sukemerleri üzerinde basınçlı su nakline yarayan taştan kapalı borular içinde Ceyhan nehri vadisinden taşınarak kente getirilmesiyle karşılanıyordu.

 

Kastabala’da bulunan yazıtlar ve sikkeler kentte Artemis Perasia’nın yanı sıra, Asklepios ve Hygieia, Helios, Theos Pyretos gibi tanrıçaların da tapınım gördükleri belgelemektedir. Ayrıca ölmüş ve hayatta olan imparatorlar için diktirilmiş olan yazıtlı yuvarlak sunaklar Kastabala’da Roma imparator kültünün varlığını belgelemektedir. Kastabala’da bulunan yazıtlarda imparatorlar Caracalla, III. Gordian’nın yanı sıra Marcus Aurelius’un karısı Faustina’da Nea Hera olarak onurlandırılmaktadır.

 

Yukarıda anlatılan tüm yapı kalıntıları ile Kastabala bugün bir arkeolojik ve doğal park olabilecek özellikleri taşımaktadır. 1994 yılında antik kentin içinden güney kilisesi ve sütunlu caddeyi tahrip olmasına yol açacak şekilde geçirilmek istenen birkaç metre genişliğindeki su kanalı kentin güney sınırında tahribata yol açmaya başladığı sırada fark edilerek ilgili makamların zamanında müdahalesi ile kentin batı kenarından beton taşıyıcı elemanlar üzerinde geçirilerek, tahribat en alt düzeyde tutulmaya çalışılmıştır.

 

Kastabala harabelerinin içerdiği önemli tarihi ve arkeolojik anıtların her türlü tahribattan özenle korunması, yol gösterici ve açıklayıcı levhalar ile kolayca gezilir hale getirilmeleri halinde, yeni kurulan Osmaniye ilimizin bu güzide antik kenti Karatepe-Aslantaş, Kadirli-Flaviopolis ve Dilekkaya-Anazarbos ile birlikte Çukurova’nın doğusunda mutlaka ziyaret edilmesi gereken ören yerleri konumuna kavuşacaktır.

 

KARATEPE - ASLANTAŞ GEÇ HİTİT KALESİ

00148295.jpg

 

Kartepe-Aslantaş, Osmaniye ili, Kadirli ilçesi sınırlarında M.Ö. 8yy.da, yani Geç Hitit Çağında, kendisini Adana ovası hükümdarı olarak tanıtan Asativatas tarafın-dan, kuzeydeki vahşi kavimlere karşı bir sınır kalesi olarak kurulmuş, Asativadaya diye adlandırılmıştır. Kalenin batısında, güney ovalardan Orta Anadolu yaylasına geçit veren bir kervan yolu, doğusunda Ceyhan Irmağı (tarihi Pyramos) bugün ise Aslantaş baraj gölü yer almaktadır. Yüksek kulelerle donatılmış T-biçimli anıtsal iki kapı binası kale içine açılıyordu. İki kule arasında, üstü açık bir geçitten sonra bir eşiğin arkasında bazalttan mil yatakları içinde dönen anıtsal ahşap bir kapı aşılarak bir sahanlığa, bunun yanındaki iki yan odaya, gene sahanlıktan da kale içine giriliyordu. Güneybatı kapı binasının iç tarafındaki kutsal alanda çifte boğa kaidesi üstünde Fırtına Tanrısı’nın boy heykeli yer alıyordu. Kapı binalarının iç duvarları bazalt bloklara işlenmiş aslanlar, sfenksler, yazıtlar ile günün inanç ve yaşayışını sergileyen kabart-malardan oluşan duvar kaplamaları ile donatılmıştır. Bugüne kadar bilinen Fenike ve Hiyeroglif (Lucva) yazı sistemlerindeki en uzun çift dilli metin birer kere her iki kapı binasında Fenike’ce 3. bir örneği de kutsal heykel üzerine işlenmiştir. Böylelikle, Fenike metninin okunabilmesi sayesinde, henüz tam anlamıyla çözümlenmemiş olan, Anadolu’da M.Ö.2 bin yılının başlarına kadar geri giden hiyerogliflerin nihai çözümüne olanak sağlayan bir anahtar ele geçmiş oldu. İşte bu yüzdendir ki Karatepe-Aslantaş yazıtları Mısır hiyerogliflerinin okunmasını sağlayan ünlü Rosetta taşına benzetilmiş, uluslararası bir üne kavuşmuştur. M.Ö. 2.bin yılda Anadolu’ya hakim olan başkenti bugünkü Boğazköy (tarihsel Hattusas) olan Hitit İmparatorluğu M.Ö. 1200 yıllarında “Deniz Kavimleri” baskını sonucunda parçalanıp dağıldıktan sonra, Torosların güneyinde Malatya, Sakçagözü, Maraş, Kargamış Zincirli gibi bazı krallıklar kurul-muş, bunlar daha sonra, çeşitli aşamalarda Asurluların eline geçmiş yağmalanmışlardır. Asativatas'’ın hükümdarlığı işte bu döneme rastlar. Kurduğu kale de büyük olasılıkla Asurlular tarafından M.Ö. 720 sıralarında Salmanasar V. ya da M.Ö. 680 yıllarında Asrhaddon tarafından yakılıp yıkılmış ve terkedilmiştir.

 

ASATİVATAS’IN SESLENİŞİ

 

Ben gerçek Asativata’yım,

Güneşimin adamı, Fırtına Tanrısının kulu,

Avarikus’un büyük kıldığı,Adanava hükümdarı.

Beni Fırtına Tanrısı Adanava kentine

Ana ve baba yaptı,

Ve Adanava kentini ben geliştirdim,

Ve Adanava ülkesini genişlettim,

Hem gün batısına, hem de gün doğusuna doğru.

Ve benim günümde Adanava kentine refah,

Tokluk, rahatlık tattırdım,

Ve Pahara depolarını doldurdum,

Ata at kattım, kalkana kalkan,

Orduya ordu kattım,

Her şey Fırtına Tanrısı ve Tanrılar için.

Çalımlıların çalımını kırdım,

Ülkede kötü olanları ülke dışına attım.

Kendime bey konakları kurdum,

Soyumu rahata kavuşturdum,

Ve baba tahtına oturdum,

Bütün krallara barış kurdum.

Krallar da beni ata bildiler, adaletim,

Bilgeliğim ve iyi yürekliliğim için.

Bütün sınırlarımda güçlü kaleler kurdum,

Kötü kişilerin ,

Çete başlarının bulunduğu sınırlarda;

Mopsos evine boyun eğmeyenlerin hepsini

Ben, Asativata, ayağımın altına aldım.

Buralardaki kaleleri yok ettim,

Kaleler kurdum, ta ki, Adanava’lılar

Rahat ve huzur içinde yaşaya.

Ve gün batısına doğru

Benden önceki kralların alt edemediği

Güçlü ülkeleri altettim.

Ben Asativata, bunları altettim,

Kendine kul ettim,

Ve onları ülkemin gün doğusuna doğru,

Sınırlarımın içine yerleştirdim,

Adanava’lıları da buraya yerleştirdim.

Ve günümde Adanava sınırlarını

Gerek gün batısına,

Gerekse gün doğusuna doğru genişlettim.

Öyle ki, önceleri korkulan yerlerde,

Erkeklerin yola gitmekten korktukları yerlerde

Günümde kadınlar kirmen eğirerek dolaşmaktadır.

Ve benim günümde bolluk, tokluk,

Rahat ve huzur vardı, ve Adanava

Ve Adanava ülkesi huzur içinde yaşıyordu.

Ve bu kaleyi kurdum,

Ve ona Asativata adını vurdum,

Fırtına Tanrısı ve Tanrılar

Beni buna yönelttiler, ta ki bu kale

Adana ovasının ve Mopsos evinin

Koruyucusu olsun.

Günümde Adana ovası topraklarında

Bolluk ve huzur vardı,

Adanava’lılardan

Günümde kılıçtan geçen kimse olmadı.

Ve ben bu kaleyi kurdum,

Ona Asativata adını vurdum,

Oraya Fırtına Tanrısını yerleştirdim

Ve ona kurbanlar adadım:

Yılda bir öküz, çift sürme zamanı bir koyun,

Güzün bir koyun adadım.

Fırtına Tanrısını taktis ettim,

Bana uzun günler, sayısız yıllar

Ve bütün kralların üstünde

Büyük bir güç bahşetti

Ve bu ülkeye yerleşen halk öküz, sürü,

Bolluk ve içkiye sahip oldu,

Dölleri bol oldu,

Fırtına Tanrısı ve Tanrılar sayesinde

Asativata’ya ve Mopsos evine kulluk ettiler.

Ve eğer krallar arasında bir kral,

Prensler arasında bir prens,

Hatırı sayılır bir insan

Asativata’nın adını bu kapıdan siler,

Buraya başka bir ad yazar,

Bunun ötesinde bu kente göz diker

Ve Asativata’nın yaptığı bu kapıyı yıkar,

Yerine başka bir kapı yapar

Ve ona kendi adını vurursa,

Aç gözlülük, kin ya da hareket amacıyla

Bu kapıyı yıkarsa,

O zaman Gök Tanrısı, Yer Tanrısı

Ve evrenin güneşi

Ve bütün Tanrıların gelen kuşakları

Bu kralı, bu prensi

Ya da hatırı sayılır kişiyi

Yer yüzünden sileceklerdir.

Yalnızca

Asativata’nın adı ölümsüzdür,

Sonsuza dek,

Güneşin

Ve ayın adı gibi.

 

TOPRAKKALE KALESİ

0274.jpg

 

Kale ilk çağlarda Çukurova’yı Suriye’ye bağlayan Amanos/Demirkapı geçidini kontrol altında tutmak amacıyla inşa edilmiştir. Ceyhan, Osmaniye, Dörtyol yol ayrımına ve güneydeki geçide hakim 75 m. yüksekliğindeki bir kayalığın ve buna eklenen yığma tepenin üzerindedir.

 

Girişinin batı yönündeki kayalığın üzerinde bulunması, kalenin önceleri bu kayalık alanla sınırlı olduğunu düşündürtmektedir. Doğu ve kuzey yönlerinin toprak dolgu olması ise, bu kısımların daha sonraki dönemlerde inşa edilmiş olduğunu ve kalenin adını bu yığma tepeden almış olabileceğini akla getirmektedir.

 

Kalenin ilk konumlandığı batı yakasındaki kayalıkta daha önceki dönemlere ait yerleşme izleri bulunmuyor ise, kaleyi M.Ö. 2000’li yıllara Hitit dönemine tarihlemek gerekmektedir. Bu durumda inşa gerekçesi güneyden gelecek Asur akınları olmalıdır.

 

Kalenin içinde bulunduğu Doğu Kilikya bölgesinin tarihçesi daha sonraki dönemlerde şöyle gelişmiştir:

 

M.Ö. VIII. yy. sonu -Asurlular

M.Ö. VII. yy. sonu -Medler

M.Ö. 333 -Makedonya Krallığı

M.Ö. 312 -Selevkaslar

M.Ö. 83 -Ermeni Krallığı

M.Ö. 64 -Roma İmparatorluğu

M.S. 750 -Abbasiler

M.S. 963 -Bizanslılar

M.S. 1095 -Selçuklular

M.S. 1097 -I. Haçlı Orduları

M.S. XII: yy. başı -Ermeni Beyliği

M.S. 1220 -Selçuklular

M.S. 1243 -Moğollar

M.S. 1275 -Memlükler

M.S. 1337 -Oğuz Türkleri Üçok Kolu

M.S. 1352 -Ramazanoğulları Beyliği

M.S. 1375 -Üçok Kolu Kınık Boyu

M.S. 1516 -Osmanlı İmparatorluğu

 

24 Oğuz boyundan biri ve Anadolu’dakilerin en önemlisi Kınık boyu, Selçuklu hanedanını çıkartmıştır. Anadolu’nun ve özellikle Çukurova’nın fethinde önemli rol oynamıştır. XV. yy. başlarında Çukurova’da batıda Ceyhan, doğuda Osmaniye, kuzeyde Ceyhan ırmağı, güneyde alçak bir dağ silsilesinin çevirdiği ovada yerleşmişlerdir. Bu yöre XIX. yy. sonuna kadar Kınık kazası olarak adlandırılmıştır.

 

Kaza merkezi ise, o dönemde Kınık kalesi adıyla anılan Toprakkale ve batı bitişiğinde bulunan Kınık kasabasıdır. Bu kasabanın yeri ve dolayısıyla kalenin gerçek adı Prof. Dr. Faruk SÜMER’İN 1960’ların başlarında Osmanlı tarihi defterlerinde yaptığı incelemeler ve bölgede yaptığı araştırmalar sonucu saptanmıştır. Prof. Dr. Faruk SÜMER bu saptamasının gerekçesini Evliya Çelebi seyahatnamesinin aşağıdaki bölümünde de bulmuştur.

 

“Evsaf kal’a-i Kınık : ..... sene tarihinde Ramazanlı, Ermen padişahları elinden kabza-yi teshire alup karibul ahd zulüm ve taddi sebebi ile halkı perişan olup kal’a hali ve muattal kalmıştır. Amma hala üstad mühendis destinde çıkmıştır ve bir bina-yı zibadır ve şekli müdevverdir. Lakin yukaru çıkub ne cirimde idüğü malümum değildir. Anı ubür idüb yine şarka bir saat gidüp, evsaf-ı kala-i Çanakçı-....... (Seyahatname-İstanbul 1935, Syf. 342)”.

 

Evliya Çelebi bu yöreden 1670’lerin sonlarında geçmiş, Kınık kalesinin “zulüm ve teaddi” nedeniyle boşaltıldığını belirtmiştir. Dolayısıyla bu yerleşmeye adını veren Kınık boyunun burada, XV. yy. başından XVII: yy. başındaki isyanlar dönemine kadar yaklaşık 200 yıl barındığı ortaya çıkmaktadır.

 

1519 yılında yapılan tahrire göre Kınık kasabası ve kazasında Ermeni azınlık bulunmamaktadır.

1522 yılında Kınık kasabasında Yunus Dede (15 evli, 2 bekar) ve Hamace oğlu Selman (139 evli, 3 bekar) adlı iki mahalle bulunmaktadır.

1547 yıllında Kınık kasabasında 5 mahalle vardır. Yunus Dede (21), Selman (77), Cami (108), Dursunlu (63), Bayram Fakih (15).

XVI. yy.da Kınık kazasına bağlı köy ve ekinlik sayısı 75’tir.

 

Kalede yapılan ön araştırmada şu özellikler saptanmıştır:

 

Kalenin etrafında savunma hendeği bulunmamaktadır. Güney ve güneydoğu yönünde ikinci bir surla tahkim edilmiştir. Surlar ve 14 adet burç, bazalt taşından örülmüştür. Batı yakasındaki düzlükteki yerleşme (Kınık kasabası) ile kale arasında inşa edilmiş merdivenli bir geçidin kalıntıları bulunmaktadır. Kale içerisindeki cephanelik ambar, sarnıç, tuvalet, hamam ve şapel kalıntıları mevcuttur.

 

KAYPAK (SAVRANDA) KALESİ

savrandakalesi3.jpg

Osmaniye’nin doğusunda, Kaypak yolu üzerinde 30 km’lik asfalt yol ile bağlıdır. Kalecik barajının yanında yer almaktadır. Kalenin çevresi 800 metredir. Dikdörtgen biçiminde olup surları 7-10 metre, burçları ise 8-10 metre yüksekliktedir. 12 burcu ve kulesi vardır. Kale Romalılardan kalmadır. Osmaniye’den Gaziantep’ e giden transit yolun 30. km.den sağa sapıp Kaypak bucağına giderken yolun kenarında tatlı bir eğimle akan Kaypak çayının güney sırtlarında inşa edilen kalenin çevresi 800 metre kadardır. Araziye uydurularak dikdörtgen biçimde kurulmuştur. Güneydoğu, kuzey ve batı yönlerini Kaypak çayının keskin yamaçlarına, doğusunu sert kalkerli kayaların dikleşen böğrüne dayayarak o taraflardan gelecek tehlikeleri bu şekildeki tabii setrelerle önlemiş bulunmaktadır. Bütün gücünü güneydeki bir noktaya veren Savranda kalesi bu yöndeki sur ve burçları aşılması güç denecek derecede yükseltilmiştir. Bu sebeple kaleye açık bulunan tek kapısından girilir. Tabandan itibaren kayalar üzerinden oyulan merdivenler bu kapıya kadar yükselir. Etrafında müdafaa suru veya hendeği yoktur. Kale içerisindeki düzlük çam ağaçları ile kaplıdır. Kale meydanında su sarnıçları, bina kalıntıları vardır. Güneyden kuzeye doğru girişin devamı olan ince bir yol uzanır. Kuzeye bakan surun dibinde 2 metre tabii setreli bir geçit, Kaypak çayına kadar iner. Burçların içleri boş, ikişer katlıdır.

 

Hepsinin altından kale meydanına açılan kapılar bulunmaktadır. Surun üzerinden geçen yol, burçları birbirine bağlamıştır. Çamların arasından fışkırırcasına yükselen kale, tabiat güzellikleri ortasında görülmeye değer bir durumdadır. Ortaçağ kalelerindendir. Bir çok defa yenilenmiştir.

 

KORSAN KENTİ

 

Nur Dağlarında, Küllü Köyünün batısında tek çıkışı olan çok sarp ve geniş bir tepenin üzerindedir. Çok sayıda sarnıç olması nedeniyle halk arasında buraya “Sarnıç” denilmiştir. Kilikya valisi Çiçeron ‘un verdiği bilgiye göre Roma İmparatorluğunun kuruluş yıllarında M.Ö. 1 yy. da kendilerine (Özgür Kilikyalılar) adını veren Selefkof korsanlarının kuruduğu kenttir. Adına da (Pindenissium) denilmiştir. Antik devirde İsos limanına gelen gemileri soyan korsanlar sonra da buraya kaçıyor ve saklanıyorlardı. Kentin nekroholü 3 km. güneyindeki (Gavurören) adı verilen kaya oyma mezarlardır. Sarnıç’a ve Gavurören’e Küllü’den sonra yaklaşık 2 km. kadar bir patika yoldan ulaşılmaktadır. Yaylaları Çukurova’da ve Osmaniye’de yaylacılık geleneği ve buna bağlı olarak yayla turizmi çok yaygındır. Yaz aylarında 40 C yi geçen hava sıcaklığı nedeniyle halk 2100 m. ye ulaşan yükseklikteki doğa güzelliği ve zenginliği nedeniyle (Botanik bahçesi) gibi olan dumanlı dağlara, Torosların Çukurova’ya bakan yamaçlarındaki yaylalara çıkarlar.

 

HEMİTE KALESİ

1167385126hemite.jpg

Ceyhan Nehri kenarında aynı adı taşıyan köydedir. Ne zaman yapıldığı bilinmemektedir. Osmaniye’nin 20 km kuzey batısında bulunan Hemite kalesi, il merkezine asfalt yol ile bağlıdır. Yılan kale ve Toprakkale gibi iki ünlü kalenin görüş ve kontrol alanı içerisindedir. İkişer katlı 20 burçtan ibaret surlar 8-10 metre yükseklikte ve 1500 metre uzunluğundadır. Romalılardan kalan tiyatro, tapınak ve hamam dış surların içindedir.

 

BABAOĞLAN KALESİ

 

Ovada, aynı adlı köyün hakim bir tepesi üzerindedir. Ata binmiş süvari kabartması nedeniyle kalenin Hierapolis-Kastabala kentinin kurucusu ve kralı Tarkondimotos tarafından M.Ö. 39’da yaptırıldığı sanılmaktadır.

 

ÇARDAK KALESİ

 

Osmaniye’nin doğusunda ve 6 km’lik uzaklıktadır. Kale, Çardak köyünün üst tarafında 200 metrelik sarp bir tepe üzerindedir. Çardak köyünden yaya olarak gidilebilir. Kale, dikdörtgen biçiminde ve 10 burçludur. Romalılardan kalma bir kaledir.

 

ÇEM KALESİ

 

Sumbas ilçesi Mehmetli beldesine 4 km. mesafede, yüksek kayalıkların üzerine kurulmuş, ortaçağ kalelerindendir.

 

DİĞER KALELER

Kötü Kale : Gebeli mahallesinde, doğuda 1 km uzaklıktadır.

Dereobası Kalesi : Dereobası köyü merkezinde, güneyinde küçük bir kale ve doğusunda ikinci bir kale vardır

Mitisin Kalesi : Zorkun merkezine yaklaşık 2 km uzaklıkta ve kuzeydedir. Mitisin yaylasından sonra yürüyerek gidilir.

Fenk Kalesi : Zorkun yolunda, Olukbaşı yaylasını geçince, sol tarafta yaklaşık 3 Km. uzaklıktadır. Her türlü araçla gidilebilir.

Karakışla Kalesi : Osmaniye şehrinin güneydoğusunda,eski Hurma köy yerine 6 Km uzaklıktadır.

Kırıklı Kalesi : Osmaniye merkezinin doğusunda ve Kırıklı köyündedir.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Katılın Görüşlerinizi Paylaşın

Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.

Misafir
Maalesef göndermek istediğiniz içerik izin vermediğimiz terimler içeriyor. Aşağıda belirginleştirdiğimiz terimleri lütfen tekrar düzenleyerek gönderiniz.
Bu başlığa cevap yaz

×   Zengin metin olarak yapıştırıldı..   Onun yerine sade metin olarak yapıştır

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Önceki içeriğiniz geri getirildi..   Editörü temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.