Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

Kemahlı

Φ Üyeler
  • İçerik Sayısı

    31
  • Katılım

  • Son Ziyaret

Kemahlı tarafından postalanan herşey

  1. TÜM DÜNYA SİZİN OLSUN BİZLER GİDİYORUZ Kalsın size dünya işte ben gidiyorum Bir lokma ekmeği çok gördünüz işte bizler gidiyoruz Tüm lokmalar size kalsın Tüm dünya sizin olsun işte bizler gidiyoruz Sizler de geleceksiniz Gittiğiniz yerde bizi bulamayacaksınız Kazandığınız ateş oldu Şimdi güzel güzel ısınacaksınız Anlayacaksınız kaybettiğinizi Lakin bizleri bulamayacaksınız Bizler sizleri incitmedik Sizler lokmamızı çaldınız kızmadık Ama sizi yüce Allah'a havale ettik İşte biz gittik Tüm dünya sizin olsun Mehmet ALUÇ
  2. MEMLEKET İSTERİM Memleket isterim Gök mavi, dal yeşil, tarla sarı olsun; Kuşların çiçeklerin diyarı olsun. Memleket isterim Ne başta dert, ne gönülde hasret olsun; Kardeş kavgasına bir nihayet olsun. Memleket isterim Ne zengin fakir, ne sen ben farkı olsun; Kış günü herkesin evi barkı olsun. Memleket isterim Yaşamak, sevmek gibi gönülden olsun; Olursa bir şikâyet ölümden olsun. Cahit Sıtkı TARANCI
  3. BENİM KÖYÜM Baharda şenlenir bağı, bahçesi Kokusu başkadır benim köyümün Unutturur adama gamı, kederi Havası başkadır benim köyümün XXX Akşam olur herkes döner evine Can kurban inan ki benim köyüme Gülabi'nin torunları derler bizlere Özü başkadır benim köyümün XXX Yeşil yeşil meşeleri var dağında Meyve ağaçları çiçek açar bağında Her çeşit otlar yeşerir toprağında Yeşili başkadır benim köyümün XXX Köyümün kenarından akar çayı Kıvrım kıvrım dolanır sular tarlayı Unuttum sanma orda olmayı Dostluğu başkadır benim köyümün XXX Yaz gelince çıkarlar yaylaya Gurbetçiler hasretle döner sılaya Benden selam olsun Aziz Ağa'ya Sevgisi başkadır benim köyümün İbrahim SEVİNDİK
  4. Kemahlı

    Anne Yüreği - Nafiz Yılmaz

    ANNE YÜREĞİ Dokuz ay karında Kim gezdirdi Ak sütünü esirgemeden Helaliyle kim verdi Ben uyurdum derin derin O sıcaklığımı hissederdi Anne yüreği taş değil Annem bana muhtaç değil Dün gece yine Gördüm rüyamda Titredim uyandım Terledim bir anda Gözlerim dolu dolu oldu Şişti ağlamaktan Anne yüreği taş değil Annem bana muhtaç değil Ben yalnızlığımı düşündüm Onu aradım hep yanımda Hayali geldi gözlerime Aradım bulamadım yok idi Göçüp gitmişti fani alemden Anne yüreği taş değil Annem bana muhtaç değil Bir parçam canım kanım Topraklarla kuçaklaştı Ben varlığını arar durur iken Annem benden uzaklaştı Okuyorum kabrinde Vardığımda her zaman Fatiha Akıyor her damla göz yaşlarım Karışıyor kara toprağa Anne yüreği taç değil Annem bana muhtaç değil Nafiz YILMAZ
  5. BENZETMEYE BAK ÇAY DEMLE Çay'ı Çok Sevdiğimi Söyleyince , Yaşlı Bir Teyze Anlattı Geçenlerde Bak Evladım Diye Başladı Söze: Çayın Alt Demliği Evdeki Kaynanadır ; Devamlı Kaynar Durur. Üst Demlik Evdeki Gelindir; Alt Demlik Kaynadıkça O Olgunlaşır, Demlenir. Gelinin Kocası İse Bardaktır ; Biraz Kaynana Doldurur Onu Biraz Da Gelin. Çocuklar Çayın Şekeridir ; Tat Verir. Görümce İse Çay Kaşığıdır ; Arada Bir Gelir Ve Karıştırır Gider. Kaynataya Gelince; O Da Bardak Altıdır; Dökülenleri Bir Araya Toplar. Çay Deyip De Geçmemek Lazım Demek Ki...
  6. GEÇ AZİZ'İM GEÇ Biz de yaşarız azizim, Yaşamaya gelince, biz de yaşarız ama, Olmuyor cebimizden kattığımızla eğlenmek, Gönlümüzden katalım, Varlıklı kişileriz neşeden yana. Pazarımız hoş mu geçecek, Şart değil Büyükada, Heybeli; Çok bile gelir kayığı Hristo’nun: Sekiz arşın iki karış, Kız gibi Cibali yapısı. Bir işaretimize bakar Çıkmazsa balığı alesta, Aylardan temmuz, günlerden pazar; Yenikapi açıklarındayız… Bırakın Hasan geçsin küreğe, Utandırmaz bu kollar sahibini. Kabarmaz bu avuçlar On ikisinden beri nasırlıdır. Fazla külfet istemez, Bol sigaramız olsun, Köfte, ekmek, domates yeter. Karımız, sevgılımız yanımızda Başaltında şarap testisi… Dedik ya bugün pazar Belki genç arkadaşı “İlk defa güneşe çıkardılar”, İsteriz bütün dostlar aramızda olsun; Kiminin Hanya’dan gelir selamı, Kiminin Konya’dan Sandalımız geniş değil, ne çare, Gönlümüz kadar. Ne yapalım bol şarabımız var ya, Onların sağlığına içecek; Gün ola harman ola!.. Anlarız biz de bu işlerden, Elimiz değdi de okşamadık mı, Şu “pür hayal” saçları ? Kim istemez “yâr”i uyutmasını “sine” de Batan güne karşı, “Bâde” içmesini “Yâr eli”nden? Gözü kör olsun feleğin, Gelecekten umudumuzu kesmedik, İçimiz öylesine ferah… Son kadehlere doğru sorsun, Sesi en güzelimiz bizden: “Gam, keder ne imiş?” Yontulmamış sesimizle cevabı hazır: “Geç azizim, geç!” Rıfat ILGAZ
  7. Kemahlı

    Aziz'im - İbrahim Sevindik

    AZİZ'İM Yıkandın, dinlendin, içtin suyunu Terk eyle vadiyi kaç Aziz'im Bak güneş batıyor topla yükünü Karanlıkta kaçmak güç Aziz'im XXX Maya mı katılır eldeki göle Arada husumet var ise hele Namusu kurtardın töreye göre Yasalara göre suç Aziz'im XXX Tükettin karları teptin ayazı Direndin ecele getirdin yazı Sonrası ölüm yok Kemah Boğazı Brastik'ten öteye geç Aziz'im XXX Gecelerin uzun, düşlerin yarım Saç sakal karışmış perişan durum Arkada jandarma, önde uçurum Yol burda tükendi seç Aziz'im XXX Bulutlar çekildi, yıldızlar küstü Ay, güneş devrildi vadiye düştü Sinekler, böcekler kana üşüştü Susmak yakışmıyor ses Aziz'im İbrahim SEVİNDİK
  8. MEMLEKET İSTERİM Memleket isterim Gök mavi, dal yeşil, tarla sarı olsun; Kuşların çiçeklerin diyarı olsun. Memleket isterim Ne başta dert, ne gönülde hasret olsun; Kardeş kavgasına bir nihayet olsun. Memleket isterim Ne zengin fakir, ne sen ben farkı olsun; Kış günü herkesin evi barkı olsun. Memleket isterim Yaşamak, sevmek gibi gönülden olsun; Olursa bir şikâyet ölümden olsun. Cahit Sıtkı TARANCI
  9. PERİ KIZI VE MUNZUR'UN GÖZYAŞLARI Evvel zaman içinde kalbur saman içindeyken pireler berber develer tellal iken, Munzur efsanesi herkesin dilinde, terzilerin pirinden de önce ondan da öte kadim bir sözmüş. Bir olanı, tek olanı anlatanmış Munzur dağı. Aşk munzur’muş, munzur aşkmış. Aşk kuşatmış munzur dağını. Gözyaşları kırkpınar olup akan ol aşkın sahibiymiş Munzur. Efsunlanmış gibi zamana karşı durmuş yıllar yılı. Gözyaşları Munzur suyu olmuş yürürmüş kılcal damarlardan dallara, dallardan çiçeklere, çiçeklerden çimenlere. Dağ olmuş, börtü - böcek tüm canlıları barındırmış koynunda. Açıp kollarını aşkın diyarlarına, hem arşa hem arza doğru arşın arşın yürümüş Munzur. Çok çok eski zamanın birinde kentlerden uzak ulu bir dağın yamacında, mavisi yeşiline karışmış, uzun uzun ağaçların gölgelerini cömertçe sunduğu, türlü türlü böceklerin, çiçeklerin yaşadığı, insanoğlunun pek az uğradığı yüksek kayaların, ormanların, eteklerinde buz gibi suların çağıldadığı çağlayanların arasında, şiri mi şirin, mini minnacık bir köy varmış. Bu köyün vahşi vadileri arasında nerden geldiği ve kim olduğu bilinmeyen güzel bir peri kızı yaşarmış. Yapayalnız bu genç kız geçimini geyik sütü, keklik yumurtaları,kenger, yabani bitkiler, kökler, meyvalar toplayarak sağlarmış. Arada bir de köylere inererek topladığı bitkileri, meyvaları köylülere dağıtıp karşılığında da ihtiyacı olan eşyaları ve gıdaları alıp ortadan kaybolurmuş. Kimseyle uzun uzadıya konuşmaz, kimsede ona pek soru sormazmış. Kim olduğunu nereden geldiğini kimse bilmez ve de gizli olağan üstü bir güce sahip olduğuna inanıldığı için herkes çekinirmiş. İn mi cin mi, ne olduğu pek belirli değilmiş köylülerin gözünde. O yörede herkes onun efsunlu olduğuna inanıp kimilerine göre büyücü, kimilerine göre lanetli, kimilerine göre ermiş, kimilerine göre iyilik ve hayır meleği, kimilerine göre de allahın zararsız zavallı bir kuluymuş ama en çok peri kızı olduğuna dair söylenceler ortada dolaşırmış. Hatta hayvanlarla, kuşlarla konuştuğuna dair tanık olanlar da yok değilmiş. Bu gün hala o yöre de Peri kızla Munzur’un aşkı üzerine beyitler söylenir, türküler derlenir, Peri kızın güzelliği konuşulur. Topuğuna kadar inen saçları, simsiyah gözleri, kıpkızıl dudakları, inci dişleri, pembe yanaklarıyla çevredeki bütün kızları kıskandıracak kadar güzel ve alımlıymış. Peri kız köye her indiğinde herkes ona hayranlıkla bakar , ağzından çıkacak bir kelimeyi beklermiş. Her gelip gitiğinde Munzur isminde civan gibi gencin yüreği heyecandan göksünün kafesine sığmaz, gümbür gümbür atarmış, yanına yaklaşmaz uzaktan uzağa seyredip Peri kızını, içi titrermiş. Peri kızı ile her gözgöze geldiğinde yüreğine kor düşer gizli gizli yanarmış… Günlerden bir gün vadideki mağarasının önündeki gölün başında oturmuş, alt tarafından çağıl çağıl akan sulara bakarak türküler mırıldanırken, bir süre sonra derin gölün mavi suyunda bir kıpırtı farketmiş Peri kız, mavi gölün içinde güneşle yıkanmış gibi yakamozlar saçan munzur Peri kızın mırıldandığı türküyle birlikte yavaşça göl suyunun mavi kanatlarında süzülüp çıkmış, Peri kızın dudağına bir öpücük kondurarak, peri kız daha ne olup bittiğini anlamadan, tekrar suya dalarak ortadan kaybolmuş. Peri kız her gece suyun kenarına oturup Munzuru beklemiş, Munzur her gece vakti ayışığıyla beraber çıkıp gelirmiş. Geldiğinde de hemen gözden kaybolup gitmezmiş gün ışıyıncaya kadar, bir kelime bile etmeden biribirine sarılır öylece sabahın olmasını beklermişler. Artık her gece dolunay ağaçların arasında ışıldarken onlar buluşmuş, sarılmışlar ve birbirilerine tek söz söylemeden ayrılmışlar. Biribirlerini öyle temiz duygularla ve derin bir aşkla sevmişlerki ve öyle alışmışlarki bir tek gece biribirini göremeden duramazlarmış. Bir gece Munzur yine çıkıp gelmiş kaldığı yere bir de bakmışki in cin yok ortalarda, bir mektup bırakarak ortadan kaybolmuş canından çok sevdiği Peri kız. Dünyası başına yıkılmış Munzur’un yüreği yanmışta yanmış… Sonra mektubu açıp yüreği parçalanarak okumaya başlamış munzur. “Ben adımı, nerden geldiğimi, kim olduğunu bilmeyen zavallı bir kızım. Kim olduğumu ve nerden geldiğimi de hiç bir zaman bilmeyeceğim. Niye böyle davrandığımı sorma, sorsanda cevabını veremem... Şunu bilki seni ölümüne seviyorum ama ben yalnızlıkla lanetlenmişim bir kere, yalnızlıkla lanetlenmemle son bulmuyor, hafızamı, gözlerimi bağlamışlar, geçmişimi ve kim olduğumu bilmemi, hatırlamamı engellemişler… Seni daha fazla mutsuz etmemek için, benimde bilmediğim bir yere gidiyorum… Ama sana aşkımın karşılığı olarak bu güne değin hiç bir kimsenin sahip olamadığı bir hediye bırakıyorum… Şimdiden sonra aşkımızı düşünüp acı çektiğinde ama yine de seni ölümüne sevdiğimi bilerek mutlu olduğunda, gözlerinde dökülen her damlada bir pınar fışkıracak düştüğü yerden ve ben gözyaşlarında mayalanıp akan her pınarın damlalarında saklı kalacağım... Ve o gece ilk defa munzurun gözlerinde munzur suyu kırk göze olup akmış kırpınar yaylasında ve Munzur buruk bir mutlulukla dünya dündükçe ağlamış. İşte o gün bu gündür o pınarların gözelerinden içen herkesin yüreğine buruk bir mutluluk bir ferahlık dolmuş, yüreği sevgiyle yanmış; her dilek kabul olmuş, sevenler sevdiğine, hasret çeken analar, babalar çocuklarına kavuşurmuş… Ve o dağların adı da Munzur olarak kalmış, gözyaşları da munzur suyu olmuş. O günden sonra ne görmüş, ne de haber almış sevdiği Peri kızından. İşte o gün bu gündür o kırk gözeden Munzur’un gözyaşları kırkpınar olup akar ve dünya döndükçe de akacak… Bu yüzdendir ki o pınarların suyundan içen herkesin yüreğine aşk, sevgi, merhamet mutluluk, iyilik dollar. Derler. İşte o gün bu gündür Munzur da akan her pınar kutsaldır. Munzur`a ait bu üçüncü mitostan kaynağını almaktadır Munzur dağı ve Munzur suyu. Munzur Suyu Peri kızının gözlerinden akan gözyaşlarıdır inanışa göre. Yani tarihi derinliği çok çok eski dönemlere kadar gitmektedir. Nuri CAN
  10. MUNZUR DAĞLARINDA GÜLABİOĞULLARI Biz Gülabioğulları olarak yüzlerce yıldır var olmuşuz ve var olduğumuz sürece Munzur Dağları'na yaslanmış, yüksek yaylalarında çadır kurmuş, buz gibi ayranlı çorbasıyla da karnımızı doyurmuşuz. Munzur Dağları'nı yalçın kayalıklarıyla gözümüzde hep dost görmüş, o isyancı ruhumuzla bu haşin dağları her zaman kendimize yoldaş edinmiş ve sırdaş bilmişiz. Munzur Dağı öyle yüce bir dağdır ki, o heybetiyle taa ezelden beri yiğitlerin doğal kalesi olup, bu zamana kadar kendisine sığınan hiçbir isyancıya ihanet etmemiştir. İşte onun için Munzur Dağı bizim gözümüzde dağların en delikanlısıdır. Belki Munzur Dağları'nın yüksek yaylaları, yaban keçileri ve mis gibi kokan taze sütü, bizim bu güzel yöreyi ebedi yurt edinmemizi gerektirmiş; yoksa niye daha doğuya gitmemiş ya da batıda durmamışız. 1938-1947 yılları arasında Malkara'da dokuz sene sürgünde kaldığımızda, gurbet acısına daha fazla dayanamayıp, tekrar hasretle doğduğumuz topraklara, Kemah'taki Brastik köyümüze geri dönmüşüz. Munzur Dağları sert coğrafyası, yüksek yaylaları ve nefis kekik kokusuyla bize her zaman güven vermiş ve biz yıllarca burada çadır kurup huzur içinde yaşamışız. Güneşin kutsal, rüzgarın asi olduğu, ateşin suyla söndürülemediği, insanların zorla isyanlara, savaşlara ve sürgünlere mahkum edildiği, kartalların sarp doruklarına yuva yaptığı, yazın zirvelerinde karların erimediği, kayaların geçit vermediği, yeşil vadisinde Munzur Çayı'nın aktığı, Fırat Nehri'nin geçtiği, yamaçlarında meşe ağaçlarının yeşerdiği, yaban keçilerinin otladığı, ur kekliklerinin ötüştüğü, Gülabi Ağa'nın Dersim'den kıl çadırıyla gelip Kemah'ta Brastik köyünü kurduğu ve burayı torunlarına ebedi yurt olarak bıraktığı, Halil Ağa'nın değirmencilik yaptığı, Aziz Ağa'nın kıratını şahlandırıp etrafa hükmederek yiğitliğiyle destan yazdığı, yıllarca hep çakalları titreterek yaşadığımız bu başı dumanlı Munzur Dağları'nda her zaman ağıtlar yakmış, hüzünler beslemiş ve türküler söylemişiz. Munzur Dağları yemyeşil doğası, tertemiz havası ve buz gibi soğuk sularıyla her zaman Brastikli baba Halil için oğlu Aziz, oğlu Aziz için baba Halil gibi, anne Sırma için kızı Hatice, kızı Hatice için anne Sırma gibi görünmüş ve gözümüz yıllarca hep o başı dumanlı Munzur Dağları'nda dolaşmış. Tabii ki gözümüzün yükseklerde olduğundan değil elbette, yıllarca hep gurbet acısıyla kavrulduğumuz için, belki o burkulan yüreğimiz birazcık sükûn bulur diye, her zaman hasretle bakmışız bu başı dumanlı Munzur Dağları'na. Munzur Dağları'nın eteklerindeki Brastik köyünde, o çiçeklerin tertemiz kokusunda, kartalların yalçın kayalıklardan havalanıp, Gülabi'nin asaletindeki ve Aziz'in cesaretindeki yiğit insanların, yüksek yaylalara çıkıp, güne tandır ekmeği, tulum peyniri ve filiz çayı ile merhaba dediği sabahı hangi yürek unutabilir. Munzur Vadisi'ne gidip, o tertemiz havada, buz gibi bir kaynaktan gürül gürül akan Munzur Çayı'nda suya girmenin, tereyağında alabalık yemenin ve isli demlikten çay içmenin keyfini ancak biz biliriz. Biz Gülabioğulları'nın özgürlüğüne düşkün yiğit evlatları olarak, asırlarca yaşadığımız bu topraklarda, haksızlığa baş eğmeyen karakterimizle, Munzur Dağları'na ne kadar da çok benziyoruz değil mi? Zaten bizi bilenler bilir, bilmeyenler ise artık her yerde bilecek! "Munzur Dağları ses verdiği zaman!." İbrahim SEVİNDİK
  11. MUNZUR DAĞLARINDA YÜREĞİM ASILDI Bizim doğduğumuz topraklarda ateşe su dökülmez! Günahtır: Suyun canı acır bu yüzden ateş toprağa gömülür. Biz ağaçları da kutsal biliriz, taşı toprağı da. Ağaçlarımızı yakıyorsunuz ya… Hani meşelerimizi sadece onları yakmıyorsunuz, umutlarımızı yakıyorsunuz mu, diyeceğimi sandınız? Asla! Umutlarımız hiç yok olmadı..! Ağaçlarımızı yakarken, onların üzerinde yaşayan börtü böceği, gölgesinde boy veren çiçeği, mantarı, sincapları, tavşanları, tilkileri, kelebekleri, sakız yaptığımız kengerleri, kuşları ve de sayısız mikro organizmayı da yakıyorsunuz. Bizim doğduğumuz topraklarda ateşe su dökülmez! Günahtır: Suyun canı acır bu yüzden ateş toprağa gömülür. Biz ağaçları da kutsal biliriz, taşı toprağı da. İnanmayacaksınız belki; ama teyzem hasta olan teyzemin oğlunun iyileşmesi için bir kayaya gözlerimin önünde yalvardı. Bir duvarın içindeki tahta kirişe adaklar sundu. Kurban kestik, kanını alnımıza sürdü. "yer gök şahidim olsun ki" diye dualar etti. Teyzemin oğlu öldü gerçi; ama inanın ki böyle yaptık. Küçükken bir ağacın dalını kırmıştım, teyzem günah! dedi. Hemen öptüm ağacın gövdesini özürler diledim. Ağacın benim gibi doğadaki bir canlı olduğunu ona göre ayrıcalığımın olmadığını o günden beri bilirim. Siz yakıyorsunuz, biz söndürmek için su dökemiyoruz. Teyzemin dizinin dibinde yattığım bahçede bir ceviz ağacı vardı. Gövdesine bakarak bir sürü figür bulur, onlara masallar uydururdum. Ceviz kabuklarında avucumun içine kına yakardım, yok yok! Ceviz kabuğundan dudağıma boya yapardım, taştan kına yapardım avcuma. Sincaplar ceviz çalınca onlara kızmazdık, onlar da paylarını alıyor derdi teyzem. Ağaç bizim değildi, toprak bizim değil, su da bizim değildi. Suyu ateşe dökemeyiz biz, suya eziyet olur bu. Biz eziyet etmeyi hiç sevmeyiz. Ne eziyet ettiririz ne de eziyet ederiz. Bir yerde yaşayan insanların kişiliğinin oranın doğasına göre şekillendiğini düşünürüm hep. Yükseltiler bile kesindir, yalçındır dağlarımız, kılıç kadar keskindir suyumuz. Altın varmış topraklarımızda, biliriz; ama yine de dağlarımızın karnını yardırmayız kimseye… Bizim için Toprağın üzerindeki börtü böcek, ağaç çiçek en az altın kadar değerlidir. Bu bizim erdemimizdir. Barış diyoruz ya… Diyelim ki silahlar sustu yerlerine konuldu. Çelişkiler çatışmaya dönüşmedi, Biz ki; bir dostumuza gül verirken dikeni eline batmasın diye, kırk kez düşünürken, bu dağlara, taşlara, suya ağaçlara, sincaplara nasıl anlatacağız bu barışı? Ne diyeceğiz? Biz barıştık, affedin siz de size yapılan kötülüğü dersek, dinlerler mi sizce, nasıl affettireceğiz kendimizi? Ateşe su dökülmeyen yerlerde, ateş yakmamak gerek… Ben korkarım ateşin, suyun, doğanın gazabından. Aysel KILIÇ
  12. KEMAL`İM Ülkemdeki insanları hayretle izledim Şöyle etrafıma baktım, şaştım, tanıyamadım Kara sakal, yeşil cübbe, başta sarık, alışamadım Gel Kemal`im gel ülken arıyor seni XXX Bana öğretilen din; gönüldedir, haldedir İnsan ayırmamalı, her yaratılan kardeştir Şimdi bu benlik neden, acep bilmem ne iştir Gel Kemal`im gel ülken arıyor seni XXX Dört kitabı bir tutmayan İslam olamaz Kul hakkıyla yola çıkan menzile varamaz Cahil hoca emri ile hedef vurulmaz Gel Kemal`im gel ülken arıyor seni XXX Yüce Tanrım akıl vermiş, fikir vermiş, yön vermiş Al yüce kitabını oku diye göz vermiş Kara cahil bu günlerde diken gibi boy vermiş Gel Kemal`im gel ülken arıyor seni XXX Yeşil bayrak açmışlar kurtardığın vatanda Küfrettiler adına toplanıp meydanlarda Ölmeye hazırız biz bu vatan toprağında Gel Kemal`im gel ülken arıyor seni XXX Övmek yerine bir gün anlasaydık biz seni Bin Kemal doğardı, aratmazdık hiç seni Yarın haykıracak elbet şu gençliğin gür sesi Gel Kemal`im gel ülken arıyor seni İbrahim SEVİNDİK
  13. BENİM KÖYÜM Baharda şenlenir bağı, bahçesi Kokusu başkadır benim köyümün Unutturur adama gamı, kederi Havası başkadır benim köyümün XXX Akşam olur herkes döner evine Can kurban inan ki benim köyüme Gülabi'nin torunları derler bizlere Özü başkadır benim köyümün XXX Yeşil yeşil meşeleri var dağında Meyve ağaçları çiçek açar bağında Her çeşit otlar yeşerir toprağında Yeşili başkadır benim köyümün XXX Köyümün kenarından akar çayı Kıvrım kıvrım dolanır sular tarlayı Unuttum sanma orda olmayı Dostluğu başkadır benim köyümün XXX Yaz gelince çıkarlar yaylaya Gurbetçiler hasretle döner sılaya Benden selam olsun Aziz Ağa'ya Sevgisi başkadır benim köyümün İbrahim SEVİNDİK
  14. Mustafa Kemal Gibi Düşünmek Tarih, 18 Mayıs 2002... Yer, İtalya'nın Perugia kenti... Genç Türk işadamı Utku Oğuz, bilgisayarında kayıtlı son Atatürk fotoğrafını projeksiyon makinesinin aydınlattığı duvara yansıtıp sözlerini tamamladı: - İşte, Anadolu aydınlanmasının temeli olan Türk Devrimi budur... Perugia'nin önde gelen kişilerinin oluşturduğu Felsefe ve Tarih Kulübü'nün üyeleri ve konuklar büyük bir coşkuyla alkışladılar genç adamı. Genç adam da bir saatlik ''1918 - 1939 arası Türkiye ve Atatürk Reformları'' konferansının gördüğü ilgiden mutlu, biraz da şaşkındı!.. Kulübün başkan yardımcısı İtalyan dostu bir süre önce, "Şu hayranı olduğun ve her karşılaşmamızda bana anlatıp durduğun Atatürk'ü bizim kulüp üyelerine de anlatır mısın?'' dediğinde hiç tereddütsüz kabul etmiş, ama böylesine yoğun bir ilgi ve heyecanla karşılanacağını düşünmemişti... Ama Utku Oğuz için o 18 Mayıs gecesini asla unutulmayacak kılan yorum, orada konuk olarak bulunan yaşlı bir Norveçliden geldi: - Norveç dilinde ''Mustafa Kemal gibi düşünmek'' diye bir deyim vardır... Herhangi bir problem karşısında, çözümü imkansız olduğu düşüncesiyle hemen kestirmeden teslim olma eğiliminde olan, ne yapıp edip bir çözüm üretmek için yaratıcılığını zorlama zahmetine katlanmak istemeyen ruh ve zihin tembeli kişilere söylenir bu söz... Bu tip insanlara derhal, ''Hayır, yanılıyorsun bu problemin mutlaka bir çözümü olmalı, biraz da Mustafa Kemal gibi düşün'' deriz... Ancak sizin bu geceki sunuşunuzdan sonra bu sözün arkasındaki anlamı çok daha derin bir şekilde kavramış durumdayım; bu güzel fotoğraflar eşliğinde yaptığınız sunuşunuz bana bu yaşımda bir şey daha öğretti; yani benim anadilim olan Norveçceye yerleşmiş olan eski bir deyimin arkasındaki gerçek ve derin anlamı!.. Size bunun için minnettarım... Genç Türk'ün gözleri yaşardı... Dünyanın bir başka ucundaki ülkenin anadiline bir deyim olarak yerleşmiş büyük devrimciyi bir kez daha minnet ve özlemle andı... Yalnızca bir saatlik bir konferans olarak planlanan gece ancak 19 Mayıs'ın ilk saatlerinde sona erebildi. Saatlerce süren tartışma ve yorumlar ise şu ortak yargıyla sonuçlandı: - Atatürk Devrimleri bütün ulkelere uygulanabilecek evrensel bir reçetedir... Zira din ve etnik ayrım temellerine dayanmayan çağdaş devlet modeli ne kadar çok ülkede uygulanırsa, dünya o kadar daha huzur ve barış içinde bir yer olacaktır... Genç adam gecenin sessizliğinde yürürken büyük bir iç sızısıyla ''Türk Devrimi'ni yıkmak için yola çıkan karşı devrimciliğin ülkeyi sürüklediği bataklığı, 'başka çare yok' diyerek IMF'nin önünde boyun büken siyasetcileri'' düşündü. Sonra büyük bir heyecan ve coşkuyla yaşlı Norveçlinin bu kölelik zincirini kırmak için müthiş bir formül sunduğunu anımsadı: - Mustafa Kemal gibi düşünmek!...
  15. BETON KEMAL Kurtuluşun kahramanı Şimdi olmuş Beton Kemal Geçince kıtlık zamanı Unutulmuş Beton Kemal XXX (Nakarat) Hafızası şaşkın halkım Alın size üzüm salkım Kim diyorsa Beton Kemal Eder sizi iki büklüm XXX Bir avuç insandı hepsi Ne tüfek var ne mermisi Yoktan varoldu yenisi Bak ne yapmış Beton Kemal XXX Sayın bakim kaç Kemal var Kaç Kemal var kaç hamal var Simdi söven çok çakal var Hain çıkmış Beton Kemal XXX Kosani şaştı gidişe Yok ki Kemal baksın işe Herkesi sarmış bir neşe Boşa ölmüş Beton Kemal Çeşme 10.11.2007 Nurali ZENGİNGÜL (Ali Kosani)
  16. ATAMIZ VE CUMHURİYET Baş eğmişken önünde altı asır her zorluk, Göçtü bir çınar gibi koca imparatorluk!.. Çatırdattı bu göçüş göklerini vatanın, Duyunca silkindi Türk narasını "Ata"nın!... XXX Haykırdı kadın, erkek: "İhtilâl var, ihtilâl"! Çiğnenemez yerlerde mübarek, şanlı hilâl... Alev alev bayrağım kızıllıklarda yandı, Bütün millet "Kemal"in etrafında toplandı!.. XXX Dönünce yurt ****** gözleri bir pınara Can verdi ulu tanrım bu devrilen çınara!.. Saldı o yeniden kök, filiz, gövde, dal budak: Irkının şahlanışı ısırttı "Garb"a dudak!.. XXX Çekince Mehmetçik'ler kılıçları kınından, Göl göl oldu her taraf korkak düşman kanından! Birleşti siperlerde gazilerle, şehitler, Yeni bir düzen verdi dünyaya koç yiğitler!.. XXX Dile gelince otuz asırlık şanlı mazi, Türk'ün kara bahtını ağarttı "Büyük Gazi"!.. Son verip bu cenkte biz binbir kötü niyete, Kavuştuk sevgilimiz: İstiklâl, hürriyetle!.. XXX Değildir zindan artık bize Anadolu'muz, Cumhuriyet nuruyla aydınlandı yolumuz!.. Onun kutsal sevgisi taşıyor içimizden, Gökler dolusu selâm, ölmez "Ata"ya bizden!.. Cemal Oğuz ÖCAL
  17. BE HEY DÜRZÜ Ne ararsin TANRI ile aramda!... Sen kimsin ki orucumu sorarsin? Hakikaten gözün yoksa haramda Basi açiga niye türban sorarsin? XXX Raki, sarap içiyorsam sana ne. Yoksa sana bir zararim, içerim. Ikimiz de gelsek kildan köprüye, Ben dürüstsem sarhosken de geçerim XXX Esir iken mümkün müdür ibadet? Yatip kalkip ATATÜRK'e dua et. Senin gibi dürzülerin yüzünden, Dininden de soguyacak bu millet XXX Isgaldeki hali sakin unutma. ATATÜRK'e dil uzatma sebepsiz. Sen anandan yine çikardin amma Baban kimdi bilemezdin **********. Neyzen TEVFİK
  18. ATATÜRK’LE VARIZ Kolay kazanılmadı bin bir zorlukla bu ülke Kanla yoklukla gözyaşları ile kuruldu Kahramanlar Koçyiğitler pehlivanlar vuruldu Ceddimizi sayar anarız ATATÜRK’LE varız XXX Şehit oldular düştüler korkusuzca toprağın bağrına Kefensiz duasız yatıyorlar vatanlarının uğruna Bir ülke bıraktılar bağımsız yaşamak için yarına Bizler yaşıyoruz beraberlikle ATATÜRK'LE varız XXX Şanlı bitmez destanlar ölümsüzce yazıldı Yedi düvele karşı konuldu kökü bile kazındı Bütün dünya hayretle baktı bundan ders aldı Yarınlar için kararlıyız ATATÜRK'LE varız XXX Genç nesil bilsin inansın korusun bu değeri Anlasın geleceğini unutmasın asla geçmişini Sahipsiz çıksın bırakmasın toprağını milletini Birleştik can siper hane ATATÜRK'LE varız XXX Cumhuriyettir bize bırakılan tek büyük miras Melunlara kahpelerin sonu bilinsin ki infaz Ey ulus çiğnetme geleceğini tutma kara yas Ölüm yazılsa da arlımıza ATATÜRK'LE varız XXX Bağlıyız yürekle canla yüce komutanın emrinde Baş eğmeyiz hiç bir namerde ne de hain devlete Düşürürlerse bizi acımadan gaflet'e ve de ihanete Bileği bükülmez halkız ATATÜRK'LE varız XXX Yılmayız korkmayız üstümüze çökse de karabasanlar Unutulur mu Çanakkale de tarihini şerefle yazanlar Nahoş bir gecenin karanlığında yıldız gibi parlayanlar İlham saçtılar yüreğimize ATATÜRK’LE varız XXX Yılmaz’ım bedenimizde kalmasa da bir damla kan Ölelim bu uğurda yeter ki dönmeyelim yaşasın vatan İçerimizden eksilmez görürüz kudretle şahlanan iman TÜRK MİLLETİYİZ EZİLMEYİZ ATATÜRK’LE VARIZ Nafiz YILMAZ
  19. ATATÜRK'Ü SEVMEK Konuşma softa Söyleme yobaz Sen ATATÜRK'Ü sevmek Ne demektir bilirmisin Bir dirhem aklın beynin yoksa Sen ATATÜRK'Ü görmek Ne demektir bilirmisin Olmasaydı yaşarmıydın Söyle dini ni imanı nı Kim bilir hangi milletin Olacaktın şimdi evladı Dil uzatmaklamı buldun Söyle ahı isyanı feryadı Sen ATATÜRK'Ü yaşamak Ne demektir bilirmisin ***** esir alırlardı Acımadan bacını teslim Kalırmıydı senin söyle Dünyada izin neslin O zaman bakalım Çıkarmıydı sesin Sen ATATÜRK'Ü yüceltmek Ne demektir bilirmisin Yılmaz'ım ATATÜRK'E Bağlı bir BEKTAŞ-İ O HÜNKÂRDAN aldı İlmi ilhamı ateşi Bu uğurda kenetlendi Herkez oldu vatan kardeşi Sen ATATÜRK'Ü duymak Ne demektir bilirmisin Nafiz YILMAZ
  20. Kemahlı

    Ali Munzur - İbrahim Sadri

    ALİ MUNZUR Açıldı ömrümün haritası Bir omzu düşük ağır delikanlı Ey Ali Munzur ey dağların kartalı Sağ yanım bıçak yarası sol yanım hicran Ve emanet kalmıştır bir köylü kızında kalbimin yarası Ey Ali Munzur ey dağların kartalı Benim ömrümde bir kırlangıç ağıdı vardır bildiğim Benim ömrümde tel örgüler kuşluk ayazında Kör karanlık yağlı kurşun Birde yanık türküsü anamın Her biri bir başka seherinde güz dönümümün Vurup gitmiştir sessizce oğulları Şu gurbet denen şu belalı buğ yılanı şu bilinmez sefere Benim ömrümde bir ırmak vardır Durup önünde taş yüzdürdüğümüz ak köpüklerinde Sesine sesimizi kattığımız Ve anamızın patiskadan biçtiği uzun donlarımızla Bir turna balığına gençliğimizi sattığımız Aylandığımız adamdan sayılıp delikanlı halaylarına karıştığımız Yıldızların altında dam bacalarında aşık attığımız Benim ömrümde yarı çıplak popil delikanlısı ortalığın yağmurların sevdalısı ve parlayan yusuftutan kuşları Benim ömrümde mor menekşe Yediveren gülleri ve böğürtlen Birde sen! İçime işleyen ah sen! Ondokuz yaşımın Ve ırmağımın Ve toprağımın hakkına birde sen! .. Bulutlarıma kına yaktığım sebebin Namerd olayım sevmedim hiç kimseyi böyle bu kadar! .. Ya da sevemedim Ey Ali Munzur ey dağların kartalı Sağ yanım bıçak yarası sol yanım hicran Ve emanet kalmıştır bir köylü kızında kalbimin yarası Bu da bir gurbettir yıkar adamı içine Bu da bir rivayettir on iki yıl bilmem kaç bin gece Bir türkü sesinde.. Dumanlı dağları duman kaplamış Yine mi gurbetten kara haber var? Seher vakti bu yerlerde kimler ağlamış? Çimenler üstünde gözyaşları var.. Benim ömrümde.. Şimdi vur vur içine onca talanı Onca sevdayı vur vur Ali Munzur Bu sol yandaki hicran yarası öyle çok ki.. Benim ömrümde çiçeğin bozamadığı Karanlığın düşemediği yüzüm Bana mahsus kor ayazda üşüdüğüm Hercanın yeşili Cemilin üzüm gözlü güzeli Ve hüzün yaprağını dökende dut ağacın Kalbime bir gül dikeni fikrime sevda batanda. Kemahın istasyonuna doğu expresi demir atanda Murat suyu Fırata karışır üç gün üç gece kan akanda Ben belki bin gece sayanda gurbet akşamlarında yıldızları Emanetime iyi bakasın köylü kızı O elinde tuttuğun kanayan şey Ali Munzurun kalbinin yarası Benim ömrümde yarı çıplak popil delikanlısı ortalığın Yağmurların sevdalısı Ve parlayan yusuftutan kuşları Benim ömrümde mor menekşe Yediveren gülleri ve böğürtlen Birde sen! İçime işleyen ah sen! Ondokuz yaşımın ve ırmağımın ve toprağımın hakkına Birde sen! Bulutlarıma kına yaktığım sebebin Namerd olayım sevmedim hiç kimseyi böyle bu kadar Ya da sevemedim. Ey Ali Munzur ey dağların kartalı Sağ yanım bıçak yarası sol yanım hicran Ve emanet kalmıştır bir köylü kızında kalbimin yarası Açıldı ömrümün haritası... İbrahim SADRİ
  21. KARTAL YUVASI Kartal yuvasındaydı Gecenin karanlığında. Sert bakışlarını saklamadı Sabahın ayazında. XXX Ateş düştü yuvasına birden Uçtu göğe doğru aniden Avladı çakalları tepelerinden Yuvasına döndü yeniden. XXX Teker teker kardeşlerini saydı Birkaçından ses alamadı Bütün şanıyla haykırdı Sesi bütün dünyada yankılandı. XXX Yummadı gözlerini hilali için Terketmedi yuvasını yıldızı için Verdi kanını kırmızısı için Türk ordusu yılmaz vatanı için. İsmail ŞENER
  22. KEMAH DESTANI Yüzyıllar devirmiş aslı kimliğin, Medeniyetlerin kalbi atar Kemah’ta Tarihlerde geçer namı benliğin Uygarlıkların güneşi doğar Kemah’ta XXX Eski beyliklerin sensin ortağı Fermanlarda yazar Kemah sancağı Alperenler ocağı,mertler ocağı Perçemli yiğitler çıkar Kemah’ta XXX Taş konaklar efsaneler sendedir, Sırra kadem basan ala beldedir. Kitaplara sığmaz öykün dildedir, Kültür şaha kalkmış bakar Kemah’ta XXX Uzanır başında Munzur dağları, Mazisinde gizler geçmiş çağları. Baran baran olur bahçe bağları, Meşhur soğuk sular akar Kemah’ta XXX Yetişir dağında sümbül lalesi, Yıkılmaz abidedir Kemah kalesi, Kümbetlerden gelir erenler sesi, Şahı Sultan Melik yatar Kemah’ta Murtaza YILDIRIM
  23. MUNZUR DAĞLARINDA YÜREĞİM ASILDI Bizim doğduğumuz topraklarda ateşe su dökülmez! Günahtır: Suyun canı acır bu yüzden ateş toprağa gömülür. Biz ağaçları da kutsal biliriz taşı toprağı da. Ağaçlarımızı yakıyorsunuz ya… Hani meşelerimizi sadece onları yakmıyorsunuz umutlarımızı yakıyorsunuz mu diyeceğimi sandınız? Asla! Umutlarımız hiç yok olmadı..! Ağaçlarımızı yakarken onların üzerinde yaşayan börtü böceği gölgesinde boy veren çiçeği mantarı sincapları tavşanları tilkileri kelebekleri sakız yaptığımız kengerleri kuşları ve de sayısız mikro organizmayı da yakıyorsunuz. Bizim doğduğumuz topraklarda ateşe su dökülmez! Günahtır: Suyun canı acır bu yüzden ateş toprağa gömülür. Biz ağaçları da kutsal biliriz taşı toprağı da. İnanmayacaksınız belki; ama teyzem hasta olan teyzemin oğlunun iyileşmesi için bir kayaya gözlerimin önünde yalvardı. Bir duvarın içindeki tahta kirişe adaklar sundu. Kurban kestik kanını alnımıza sürdü. "yer gök şahidim olsun ki" diye dualar etti. Teyzemin oğlu öldü gerçi; ama inanın ki böyle yaptık. Küçükken bir ağacın dalını kırmıştım teyzem günah! dedi. Hemen öptüm ağacın gövdesini özürler diledim. Ağacın benim gibi doğadaki bir canlı olduğunu ona göre ayrıcalığımın olmadığını o günden beri bilirim. Siz yakıyorsunuz biz söndürmek için su dökemiyoruz. Teyzemin dizinin dibinde yattığım bahçede bir ceviz ağacı vardı. Gövdesine bakarak bir sürü figür bulur onlara masallar uydururdum. Ceviz kabuklarında avucumun içine kına yakardım yok yok! Ceviz kabuğundan dudağıma boya yapardım taştan kına yapardım avcuma. Sincaplar ceviz çalınca onlara kızmazdık onlar da paylarını alıyor derdi teyzem. Ağaç bizim değildi toprak bizim değil su da bizim değildi. Suyu ateşe dökemeyiz biz suya eziyet olur bu. Biz eziyet etmeyi hiç sevmeyiz. Ne eziyet ettiririz ne de eziyet ederiz. Bir yerde yaşayan insanların kişiliğinin oranın doğasına göre şekillendiğini düşünürüm hep. Yükseltiler bile kesindir yalçındır dağlarımız kılıç kadar keskindir suyumuz. Altın varmış topraklarımızda biliriz; ama yine de dağlarımızın karnını yardırmayız kimseye… Bizim için Toprağın üzerindeki börtü böcek ağaç çiçek en az altın kadar değerlidir. Bu bizim erdemimizdir. Barış diyoruz ya… Diyelim ki silahlar sustu yerlerine konuldu. Çelişkiler çatışmaya dönüşmedi Biz ki; bir dostumuza gül verirken dikeni eline batmasın diye kırk kez düşünürken bu dağlara taşlara suya ağaçlara sincaplara nasıl anlatacağız bu barışı? Ne diyeceğiz? Biz barıştık affedin siz de size yapılan kötülüğü dersek dinlerler mi sizce nasıl affettireceğiz kendimizi? Ateşe su dökülmeyen yerlerde ateş yakmamak gerek… Ben korkarım ateşin suyun doğanın gazabından. Aysel KILIÇ
  24. KEMAL'İM Marmara da dize gelen kafirler Bize çalım satar oldu Kemalim Dinci misyonerler casus sefirler Ankara’da yatar oldu Kemalim XXX Belki geri göçeceğiz buradan Eserlerin yok oluyor sıradan Hele o hitler kılıklı adam Devrimine çatar oldu Kemalim XXX İstanbul’un işgali unutuldu Amerika ne dediyse tutuldu Sömürünün temeli tam atıldı Herkes bir şey satar oldu Kemalim XXX Garptan giremeyen şarktan geliyor Dolar halkı bölük bölük bölüyor Hain artık yokluğunu biliyor Yurdum Kufe Katar oldu Kemalim XXX Bağımsızlık kimliğini yitirdik Şalvarı çarşafı geri getirdik Kemalizm’i hastaneye yatırdık Molla kafa tutar oldu Kemalim XXX Hoca efendiden halife hazır Vekiller vükela bakanlar vezir Amerikan uşağından başvezir İşgalden de beter oldu Kemalim XXX Sarıklı türbanlı doldu Çankaya Şimdiden diyen vara hep ezankaya Paralar yatıyor ofshore bankaya Kuşlar ezan öter oldu Kemalim XXX Geri geldi Vahdettin’in Meclisi Meclisin başına koyduk iblisi İstanbul’a başkent diyor kimisi Kurtar bizi yeter oldu Kemalim Bekir YAŞAR
  25. ATATÜRK SEVDALISIYIZ Sen kim oluyorsun yüzsüz utanmaz yobaz Giriyorsun söyle ALLAH'LA benim arama Sivri dilini uzatıyorsun yalanla birde harama Bu ülkeyi başıboş sahipsiz mi kaldı sanma Bizler ATATÜRK’ÜN neslindeyiz sevdalısıyız XXX Sulandı bu topraklar Atalarımızın oluk oluk kanlarıyla Ceddimizle övünürüz çıkarız uzaylara fezalara Bilimle ilimle aydınlanırız düşeriz ışıklı yollara Senin beyninde kalmış bir kez karanlık ortaçağ Bizler ATATÜR’ÜN emrindeyiz izindeyiz XXX Sarıldınız kara çarşaflara türbanlara görünmez peçelere Kirli sakal uzattınız sarıkla şalvarlarla girdiniz cübbeye Dini alet ettiniz soktunuz çıkarla bulaştırdınız siyasete Bunu pahalı ödeyeceksiniz canınızla hem de bedeninizle Bizler ATATÜRK’ÜN özündeyiz sözündeyiz XXX Hangi hakla diyorsun cehalete esarete var özgürlük Sürüp gidecek mi sandın saltanatın kısa bir ömürlük Milletin sırtında kambur oldunuz taşınmaz bir yük Anlayacaksınız bu ülkenin vazgeçilmezidir lâiklik Bizler ATATÜRK’ÜN dilindeyiz bekçileriyiz XXX Yılmaz’ım utanır oldum bu çirkefleşmiş düzenden Halkını kandırarak arsızca edepsizce gelip gezenden Tanık oldum tahammülü kalmayıp canından bezenden Ödün vermeyiz asla bir an bile vazgeçmeyiz cumhuriyetten Bizler ATATÜRK’ÜN gözündeyiz askerleriyiz Nafiz YILMAZ
×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.