Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

berceste

Φ Üyeler
  • İçerik Sayısı

    1.194
  • Katılım

  • Son Ziyaret

4 Takip eden

berceste Hakkında

  • Doğum Günü 11-06-2005

Diğer Bilgiler

  • Website URL
    http://

Profil Bilgileri

  • İlgi Alanları
    Din , felsefe , psikoloji ve edebiyat....

berceste - Başarıları

Danışman

Danışman (12/14)

  • İlk İleti
  • Ortak Nadir
  • Başlık ve İleti Makinesi Nadir
  • Birinci Hafta Tamamlandı
  • Bir Ay Sonra

Son Rozetler

3

İçerik İtibarınız

  1. berceste doğum gününüz kutlu olsun!

  2. berceste doğum gününüz kutlu olsun!

  3. berceste doğum gününüz kutlu olsun!

  4. berceste doğum gününüz kutlu olsun!

  5. berceste doğum gününüz kutlu olsun!

  6. berceste doğum gününüz kutlu olsun!

  7. berceste doğum gününüz kutlu olsun!

  8. Sn.Berceste...

    Uzun süredir yazılarınla karşılaşmadığım için nerelerde diyerek 22 Dec 2006'da Profiline girdiğimde,neler yazmış diye araştırdım.Hiç ylıdızına basmak aklıma gelmemiş...Bugün beni ziyaret etmişsin teşekkür ederim..Ama ilk işin yıldızıma sıfır

  9. berceste

    Demokrasiyi öğrenemedik!

    Demokrasiyi öğrenemedik ! Sine-i millete dönmek ne anlama geliyor? Böyle bir metot ne zaman ve hangi şartlarda nasıl uygulanmış? Meşruiyet şartları hizmete imkân vermeyecek kadar zedelenmişse, yeni bir meşruiyet düzeninin millet tarafından oluşturulması için milletin sinesine dönmek. Bu tabir millî mücadelede kullanıldı. Demokratik tecrübe dönemimizde herhangi bir uygulama örneği yok. Peki şimdi kastolunan nedir? Belli partilerin milletvekilleri istifa edecek ve "bu mecliste görev yapmanın anlamı kalmadı" diyecek. Siyasî istikrar var iken, bir partinin iktidar olmak için yeterli çoğunluğa sahip bulunduğu gerçeği ortadayken, "anayasa-yasalar-iç tüzük" bütün hükümleriyle uygulanırken, hangi gerekçeyle "bu mecliste görev yapamıyoruz" denilecek? CHP bunu nasıl söyleyecek? CHP'ye millet muhalefet görevi vermiş, CHP milletin verdiği muhalefet görevini yerine getirme konusunda engelleniyor mu? Denetim yolları, metotları ve kurumları bellidir; CHP bunlardan hangisini kullanabilme imkânına sahip değildir? Bütçe müzakerelerinde Sayın Baykal her aklına geleni söyledi. Hiç engellenmeden, serbestçe, en ağır üslubu kullanarak. Kamuoyu anketleri yapılıyor ve AK Parti yine önde çıkıyor. Yani "millet bir defa oy verdi ama, pişman oldu, şu an bu iktidarı millet desteklemiyor." diyemez Sayın Baykal. Ecevit vaktiyle "Bu parlamento toplumun gerisinde kalmıştır." diyerek "Şimdi seçim yapılması parlamentoda başka bir tablo oluşturur" mesajını vermişti. Baykal böyle bir yaklaşımda da bulunamaz. Öyle bir noktadayız ki, AKP dışında hiçbir partinin iktidar olma umudu yok. İktidar olma umudu olmayanlar nasıl erken seçim isteyebiliyor? Cevabı şu: İktidar olma umutları yok ama, yeniden "koalisyonlar dönemi"nin açılabilmesi biçiminde bir umutları var! Yani, istenen siyasî istikrarsızlıktır! Siyasî istikrarsızlığı, siyasî istikrarsızlığın sıkıntılarını acılarını getirmek için sine-i millete dönecekler! Tam bu noktada "sivil toplum" kuruluşları ve o yönde kullanılan kavramlar hatırlanmalıdır. Dünyanın herhangi bir yerinde, millî iradenin işlerliğini engellemeyi amaç edinen "sivil toplum" kuruluşları ve konsepti var mıdır? Bizde Tabipler Odası, Mimarlar Odası, Barolar (genellikle) gibi sivil toplum kuruluşları, her dönemde her zaman milletin seçtiği iktidara karşı çıkmayı, iş yapamaz hale getirmeyi amaç edinmişlerdir. (Çeşitli sendikalar ve öğretim üyesi organizasyonları dahil.) "Katılımcı demokrasi" temsili demokrasinin belini kırmak için değil, milleti daha güçlü daha katılımcı hale getirmek için kullanılan bir kavramdır. Ama bizde tam tersinedir! Bizdeki sivil toplumcular, siyaseti lüzumsuzlaştırmak ve adeta, "oligarşik bir aydınlar tahakkümü" oluşturma sevdalısıdır. Defalarca işaret ettim, ama tam anlatamadım. "Siyasî toplum"u devlete inhisar ettirmek yanlıştır. Siyasî Toplum, sadece devleti oluşturan değil, onu aynı zamanda sınırlayan "donanımlı ve sorumlu" bir toplumdur. Siyasî Toplum'un içinde devlet de vardır, millet de vardır. Sivil Toplumsal Alan'ın kuruluşları, millet ve birey lehine, bürokratlarla değil siyasîlerle işbirliği yapar. "Seçkinci, pozitivist, tepeden inmeci, antidemokratik sivil toplum" kavramı sadece bizde var. Demokrasi'yi özüyle, ruhuyla, temel kavramlarıyla öğrenemedik biz. Sıkıntıların asıl kaynağı budur. Toplumun haklarını gözetemeyen, insan haklarını gözetebilir mi? Birey, kendi bireyselliği içinde kalırsa, sosyal, siyasî, kültürel tezahür planında güdük bırakılırsa, insan hakları bir masala döner. Samimiyetsizlik ve sevgisizlik, özeleştiri'nin önünü tıkıyor. Kendini eleştiremeyenin hiç kimseyi doğru dürüst eleştirmesi mümkün değildir. İç gözlem yoksa, dış gözlem de yoktur. "Demokrasiyi öğrenemedik" derken bu görmezliği kastettim. Fikren, ruhen, kalben öğrenemedik. Ahmet Selim / ZAMAN
  10. berceste

    Filistinde okula giderken

    İ.H.H - İNSANİ YARDIM VAKFI
  11. berceste

    Âşıklar ölmez!

    Âşıklar ölmez! "Batmayı gördün ya, doğmayı da seyret; güneşe, aya, batmadan ne ziyan gelir ki? Sana batmak görünür amma doğmaktır o; mezar, hapis gibi görünür amma canın kurtuluşudur o. Hangi tohum, yere ekildi de bitmedi; neden insan tohumu için de böyle düşünmüyorsun?" Mevlâna Muhammed Celâleddîn-i Rûmî 1207'de bugünkü Afganistan'ın kuzeyinde bulunan Belh şehrinde doğdu. (Mevlâna kelimesi, o zamanlar büyük âlimler için kullanılan bir saygı ifadesidir ve "Efendimiz" manasına gelir. Rûmî, Anadolulu demektir.) Babası, "Bilginler Sultanı" diye anılan Bahâeddin Veled, annesi Mü'mine Hatun soylu ve seçkin ailelere mensuptu. Mevlâna küçük yaşta iken ailesi, o zamanlar Moğol istilâsı karşısında bir sükûn beldesi olan Anadolu'ya göç etti. Selçuklu Sultanı I. Alâaddin Keykubat'ın daveti üzerine 1229 yılında Konya'ya yerleştiler. Bahâeddin Veled, ardında hayatının en değerli meyvesi olan genç Celâleddin'i Türk ve İslâm dünyasına armağan bırakarak 1231 yılında ebediyete intikal etti. Onun vefatından sonra kıymetli halifesi Seyyid Burhâneddin Muhakkık-ı Tirmizî, Celâleddin Muhammed'in zâhirî ve bâtınî ilimlerde eğitimini tamamlama görevini üstlenmiş, bu aziz yâdigâra 9 yıl gereği gibi mürşidlik ederek o da 1240 senesinde bekâ âlemine göçmüştü. Güneşe batmadan ne ziyan gelir? Celâleddîn-i Rûmî, bu tarihten itibaren Konya'da dinî ilimleri öğretmeye ve halkı irşad etmeye başladı. Pek çok öğrencisi vardı. Özellikle fıkıh ve hadis ilimlerinde yüksek bir mertebeye erişmişti; fetva makamında bulunuyordu. Şöhreti her tarafa yayılmış ve müridleri çoğalmıştı. Ancak manevî alanda sürekli ilerlemeyi arzulayan ve bunun için mâna adamlarının peşinde olan bu yüce insan, nihayet aradığını Şems-i Tebrîzî isimli büyük ârifte bulmuştu. 1244 yılında Şems adında bu tuhaf halli gezgin dervişin Konya'ya gelip Mevlâna ile görüşmesinden sonra o, tasavvufta aşk ve cezbe yoluna girdi. Aldığı örnek eğitimin, edindiği sağlam ve esaslı ilimlerin üzerine; olağanüstü zekâsı, müstesnâ kâbiliyeti, yüksek ruhu, engin gönlü ve dinmek bilmeyen aşkı inşâ olmuştu. Şems'in, kendisini çekemeyenlerce öldürülmesi yahut Konya'dan kaçması üzerine büyük üzüntüler yaşadı. Şiir ve mûsikîye yönelip bunlarda tesellî aradı. Daha sonra eski müritlerinden Selâhaddîn-i Zerkûb'u, onun 1258'de ölümü üzerine Hüsâmeddin Çelebi'yi kendisine arkadaş ve halife edindi. Hüsâmeddin Çelebi'nin ricasıyla toplantılarda okunmak üzere, seneler süren bir zaman içerisinde ölümsüz şaheseri Mesnevî'yi kendisine yazdırdı. Bütün bir ömrü aşk, ıstırap ve mücadelelerle geçen Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî'nin bedeni yorgun düşmüştü. Son zamanları hastalıklarla geçiyordu. Nihayet 17 Aralık 1273 Pazar günü gurub vakti ezelî ve ebedî sevgilisine kavuştu. (Mevlevîler bu geceyi "Şeb-i Arûs" yani düğün gecesi olarak adlandırırlar.) Cenazesi, büyük küçük herkesin, hatta Müslüman olmayan kimselerin iştirakiyle ebedî yolculuğa uğurlandı. Kendisini "Vuslat şairi" olarak nitelendiren ve "Ben o padişah değilim ki tahttan ineyim de tabuta bineyim. Fermanımın yazısı ebedîliktir." "Canı sen aldıktan sonra ölüm şeker gibidir. Seninle olduktan sonra ölmek, tatlı candan da tatlıdır bize." diyen Mevlâna'ya göre ölüm, ikinci bir doğuştu. Hastalığı esnasında ziyaretine gelip şifalar dileyen Şeyh Sadreddin'e şöyle cevap vermişti: "Âşıkla maşuk arasında zardan bir gömlek kaldı. Nûrun nûra kavuşmasını istemez misiniz?" Her vuslat yıldönümünde kendisini rahmet ve minnetle andığımız; ulusal ve uluslararası düzeyde hakkında toplantılar düzenleyip engin fikirlerinden istifade ettiğimiz büyük mürşid, ölümle ilgili düşüncelerini bir gazelinde şöyle dile getirir: "Ölüm günümde tabutum yürüyüp gitmeye başladı mı bende bu dünyanın gamı var, dünyadan ayrıldığıma tasalanıyorum sanma, bu çeşit bir şüpheye düşme. / Benim için ağlama, "yazık yazık!" deme; şeytanın ayranına düşer, düzenine kapılırsan yazık olur, yazık yazık demenin sırası gelir. / Cenazemi görünce "ah ayrılık, ayrılık!" demeye kalkışma; kavuşup buluşmam o zamandır benim. / Beni kabre indirip bırakınca "elvedâ, elvedâ!" deme; çünkü kabir, can topluluğunun bir perdesidir. / Batmayı gördün ya, doğmayı da seyret; güneşe, aya, batmadan ne ziyan gelir ki? / Sana batmak görünür amma doğmaktır o; mezar, hapis gibi görünür amma canın kurtuluşudur o. / Hangi tohum, yere ekildi de bitmedi; neden insan tohumu için de böyle düşünmüyorsun? /Hangi kova kuyuya salındı da dolu dolu çıkmadı; can Yusuf'u, ne diye kuyudan feryâd etsin? / Bu yanda ağzını yumdun mu aç o yanda; artık senin hay huyun, mekânsızlık âleminin havalarındadır." (Dîvân-ı Kebîr, 3/169) Dinî sahada çok iyi bir eğitim görmüş ve tasavvuf terbiyesi almış olan Mevlâna, özellikle Şems-i Tebrîzî ile buluşmasından sonraki hayatı, fikirleri ve getirdiği yeniliklerle tarih boyunca pek çok kimseyi etkilemiş, Müslüman toplumların kültür hayatında derin izler bırakmıştır. Aşk coşkusu ve ayrılık ıstırabıyla geçen bir ömrün sonunda o, insanlık âlemine tasavvufî öğretinin en güzel biçimde işlendiği, ilâhi aşkın en güzel şekilde terennüm edildiği eserlerini bırakmıştır. 26 bin beyte yaklaşan Mesnevi'si, daha müellifi hayattayken büyük bir rağbete mazhar olmuştur. 40 bin beyti aşan Dîvân-ı Kebîr'i âşık bir ruhun en samimi ve en coşkun örneklerini taşır. Bu devâsa eser de asırlarca şairlerin ve gönül adamlarının ilham kaynağı olmuştur. Fîhi mâ Fîh, Mecâlis-i Seb'a ve Mektûbat adlı diğer eserleri de Mevlâna'nın fikirlerini açık ve berrak şekilde bizlere sunar. Mevlânâ'nın değerini bilmek... Kültür ve medeniyetimizi yoğuran aslî değerleri ifadede Hz. Mevlâna'nın önemi büyüktür. Asırlardır çağlayan bu gür sadâ, bugün artık hislerimizin tercümanı olarak bizim dünyaya yayılan sesimizdir. O, İslâmiyet'in güler yüzünü ve vizyonunu temsil eden, gönüllerde taht kurmuş büyük önderlerimizden biridir. Engin dehâsı, derin fikirleri, gerçekçiliği, yüksek şahsiyeti, eşsiz sevgi ve hoşgörüsüyle asırlarca insanları etkilemiş ve aydınlatmış olan Mevlâna, bugün artık, her gün biraz daha şiddete, çatışmaya ve çözümsüzlüğe doğru giden dünyamızda, bütün insanlığa düşünceleriyle ışık tutmakta ve manevî önderliğini sürdürmektedir. Millet olarak böyle değerli bir düşünüre, bir eğitimci ve gönül adamına sahip olmak, kuşkusuz büyük bir onur vesilesidir. O nedenle Hz. Mevlâna'nın 800. doğum yıldönümünü, lâyık olduğu şekilde kutlamak, UNESCO'nun kadirbilirlikle bizlere sunduğu bu altın fırsatı değerlendirmek ve kutlama yapacak diğer ülkelere de yardımcı olmak, millet olarak üzerimize düşen kaçınılmaz bir ödevdir. SELÇUK ÜNİVERSİTESİ ÖĞRETİM ÜYESİ DOÇ. DR. YAKUP ŞAFAK
  12. İrtica haberleri 28 Şubat’taki Kalkancı olayını hatırlatıyor İsmailağa Camii’nde meydana gelen cinayetin ardından medyanın ‘irtica geliyor’ kampanyasına dönüşen haberleri olayı yeni bir boyuta taşıdı. Medyanın, 28 Şubat sürecindeki haber tarzına yeniden döndüğüne dikkat çeken siyaset ve akademi dünyası, cami cinayeti ile Ali Kalkancı olayı arasında paralellik kuruyor. Kapanan Fazilet Partisi’nin eski milletvekili Mehmet Bekaroğlu, yapılan irtica haberleri ile hükümetin kenara sıkıştırılmak istendiğini dile getiriyor. Eski MİT mensubu Mahir Kaynak ise İsmailağa Camii’nde işlenen cinayetin Ali Kalkancı olayına benzediğine dikkat çekiyor. Kaynak, medyanın terör olaylarını büyüterek vermesini özel bir politika olarak görüyor. Emniyet İstihbarat Dairesi eski Başkanı Bülent Orakoğlu da irticanın geçmişteki komünizm tehlikesi yerine konulmak istendiğine dikkat çekiyor. Fatih’teki İsmailağa Camii’nde emekli imam Bayram Ali Öztürk’ün bıçakla öldürülmesi olayı medyada yeni bir ‘irtica’ paranoyası başlattı. Cinayeti unutan (!) gazeteler İsmailağa cemaati üzerinden irtica yaygarası yapıyor. Fazilet Partisi eski milletvekili Mehmet Bekaroğlu, medyanın 28 Şubat sürecinin bildik yöntemlerini yeniden kullanmaya başladığına dikkat çekiyor. İrtica haberlerinin yoğunlaşacağının ilkbahar aylarında yazılanlardan belli olduğunu hatırlatan Bekaroğlu, şunları söylüyor: “O zaman hep sonbahar sendromundan bahsediliyordu. Kötü şeyler olacağı belirtiliyordu. Hükümeti birileri kenara sıkıştırmak istiyor. Söğüt’te olanları, AK Parti otobüsünün taşlanmasını bu irtica haberlerinden ayıramazsınız. Danıştay saldırısını hatırlayın. Tansiyon bir anda yükseldi. Sonra da bir anda düştü. Şimdi başka şekilde gerginlik oluşturulmaya çalışılıyor. Benim kanaatim, hükümet kenara sıkıştırılmak isteniyor. Cumhurbaşkanlığı konusunda, medyanın bazı talepleri yada veya daha başka istekler olabilir.” İsmailağa cemaatinin hedef alınmasını ilginç bulduğunu anlatan Bekaroğlu, “Bu insanlar Süleymancılardan sonra en iyi Kur’an-ı Kerim eğitimi veren sivil toplum kuruluşu. Kimseyi rahatsız etmeden hafız yetiştiriyorlar. Bunların üzerinden Türkiye’de Kur’an-ı Kerim öğretimi ile ilgili bir şey mi yapmak istiyorlar? ”diyor. MİT eski mensubu Mahir Kaynak ise artan irtica haberlerini, ulusal değil uluslararası ölçekte değerlendiriyor. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın küresel sermayeden yana olduğunu öne süren Kaynak, “Bush, Putin, Sarkozsy küreselleşme karşıtı. Blair’i indiriyorlar aşağı. Küreselci olduğu için tasfiye ediyorlar. Amerika 11 Eylül’den beri ikiye ayrıldı. Küreselciler ve ulusalcılar var. Çatışmanın asıl büyüğü orada. Bizdeki yansımalarında olduğu gibi. Tartışılan konu dünyanın geleceğinin küresel sermaye ile mi, ulus devletler ittifakıyla mı olacağıdır.” şeklinde konuşuyor. Emniyet İstihbarat Dairesi eski Başkanı Bülent Orakoğlu ise Türkiye’yi yeniden 28 Şubat sürecine benzer bir döneme çekme girişimleri olduğuna dikkat çekiyor. O süreçte Ali Kalkancı, Fadime Şahin gibi provokasyonların olduğuna dikkat çeken Orakoğlu, “İrtica geliyor söylemini güçlendirmek için yapılmıştı onlar. Tüm çıplaklığıyla aydınlandı. Dört darbenin hepsinden önce ekonomik veya terör konularında sıkıntılar başgöstermiştir.” diye konuşuyor. Türkiye’de darbe tehlikesinin ortadan kalkmadığı görüşünü savunan eski bakan Hasan Celal Güzel, İsmailağa olayının münferit bir hadise olarak yorumluyor. Güzel, 28 Şubat sürecini isteyecek kimselerin bulunduğunu ancak böyle bir durumun varlığından bugün için bahsetmenin söz konusu olmadığını dile getirdi. Ağustos ayından bu zamana kadar Ankara’da ortamın biraz gergin olduğunu aktaran Güzel, bunun 28 Şubat süreci öncesi ile aynı dozajda olmadığını savunuyor. Güzel, şunları söylüyor: “Bundan sonra ki havanın gerginleşip gerginleşmemesi Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığı konusunda vereceği karara bağlıdır. Erdoğan’ın, cumhurbaşkanı olma arzusu ortamı gerecektir” Mahir Kaynak - 28 Şubat’taki Ali Kalkancı olayına benziyor Orada kadın-erkek ilişkisi vardı, burada cinayet var. İrtica sadece bir bahane ve başka bahanelere de sıçrayabilir olay. Bundan evvel binlerce şehit verdik. Hepsine aynı tepki gösterilseydi Türkiye yaşanmaz hale gelirdi. Terör olaylarını gazetelerin büyüterek vermesi de bir politika. İçeride müdahalelerin yapılmasına imkân verecektir.” Bülent Orakoğlu - İsmailağa olayı fazla büyütülüyor İsmailağa olayı fazlasıyla abartılıyor. İlk çıktığında küçük bir haberdi. Gitgide kaşınıyor. Halkın dikkatli olması lazım. Darbe öncesi provokasyonlara alet olunmamalı. İsmailağa cemaatinin kullanıldığı bir gerçek. Bakın orada hoca öldürülüyor. Hemen arkasından onu öldüren öldürülüyor. Kennedy suikastına benziyor. Erkan Acar, Sıtkı Özcan; İstanbul ZAMAN
  13. Ben amerikan malı hiç bir ürünü asla kullanmam ve kullanmadımda... Fakat bunların da saçma olduğuna ve paranoyalık olduğuna inanıyorum...
  14. malesef müzlümanım dense de günümüz zihniyeti bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın düşüncesinden öteye geçemiyor!!! herşey lafta kalıyor... samimi insanlar , özü köz olanlar el ile gösterilecek kadar az! İnş.. gün gelir ve sözü ile eylemi bir insanlar çpğalır...Batıl zail olur...Zulumler sona erer...İnsanlara rengi , dili , dini ,ırkı ne olursa olsun farketmeksizin insan olduğu için değer verilir... İsrail sivilleri hedef alıyor, ölü sayısı 106'yı geçti İsrail’in Lübnan’a düzenlediği saldırılar sürüyor. Çarşamba günü başlayan İsrail saldırılarında çoğu sivil olmak üzere ölenlerin sayısı 106'ya ulaştı. ● Hizbullah Hayfa'yı vurdu: 9 ölü ● Bush acil ateşkes isteğini desteklemedi İsrail savaş uçakları, Beyrut'un güneyindeki Ciye elektrik santralini vurdu. İsrail'in Lübnan'da beş gündür gerçekleştirdiği askeri hareketta ülkenin altyapı sistemleri yerle bir edilirken, çoğu sivil 100'den fazla kişi de İsrail füzeleriyle öldürüldü. İsrail jetleri bugüne de ülkenin güneyindeki banliyöleri bombalayarak başladı. Al Manar televizyonuna göre Hizbullah'ın merkez bürosunun bulunduğu bir banliyöde 6 şiddetli patlama meydana geldi. İsrail'in bu sabahın erken saatlerinde başlattığı bu saldırının şu ana kadarki en ağır bombalama olduğu belirtiliyor. İsrail bu saldırıdan sonra Beyrut'un yaklaşık 20 kilometre güneyindeki elektrik santralini vurdu. İtfaiye yetkilileri, yetersiz su nedeniyle halka, ''kendi su tankerleriyle yardım etmeleri'' çağrısı yaptı. Bu arada Hizbullah İsrail medyasında çıkan "Hasan Nasrallah'ın İsrail bombardımanında yaralandığı" yönündeki haberleri yalanladı. Örgüt ayrıca Hizbullah gerillalarının Lübnan sınırını geçen İsrail askerleri ile çatıştığını bildirdi. Çatışmalarda İsrail'e ait bir buldozerin imha edildiği kaydedildi. Öte yandan İsrail'in saldırıları yüzünden 1.5 milyon nüfuslu Beyrut neredeyse tamamen boşaldı. Halk füzelerin hedefi olmamak için dağlık bölgelere ve ülkenin doğusundaki Bekaa Vadisi'ne sığındı. Kentteki bütün dükkanlar kapalı. İsrail'in Lübnan'da sadece dün gerçekleştirdiği bombardımanda 33 kişi öldü. Böylece beş günlük saldırıda ölü sayısı 106'ya yükseldi. İsrail cephesinde ise 11'i asker en az 24 kişi öldü.
×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.