Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

yucemanitu

Φ Üyeler
  • İçerik Sayısı

    15
  • Katılım

  • Son Ziyaret

1 Takip eden

Profil Bilgileri

  • Cinsiyet
    Belirtmemiş

En Son Profil Ziyaretçileri

3.996 profil görüntüsü

yucemanitu - Başarıları

Çırak

Çırak (3/14)

  • İlk İleti
  • Ortak Nadir
  • Birinci Hafta Tamamlandı
  • Bir Ay Sonra
  • Bir Yıl İçinde

Son Rozetler

0

İçerik İtibarınız

  1. Kuran’ın içindeki çelişki ve mantıksal tutarsızlıklar onun tanrı katından gelen bir kitap olmadığını pekâlâ ortaya koymaktadır bundan başka bir de Kuran’da bazı yerlerde Muhammed gaf yapmıştır ve Allah değil de Muhammed’in konuştuğu bariz bir şekilde ortadadır. EN'ÂM – 114’e bakalım mesela. Diyanet İşleri’nin eski bir çevirisine bakalım önce: “Allah size Kitap'ı açık açık indirmişken O'ndan başka bir hakem mi isteyeyim?' Kendilerine Kitap verdiklerimiz, onun gerçekten Rableri katından indirilmiş olduğunu bilirler. Öyleyse, sen şüpheye düşenlerden olma!” Burada gördüğünüz gibi Allah’tan 3. şahıs olarak bahsediliyor. Ayrıca “O'ndan başka bir hakem mi isteyeyim?” diye konuşanın da Allah değil Muhammed olduğu apaçık ortadadır. Diyanet daha sonra Kur’an üzerine tartışmalar vs. olunca bu gerçeği gizlemek için bakın ne yaptı. Kuran çevirisinde tahrifat! Evet sırf Kur’an’daki bu açığı kapatmak için Kur’an’da olmayan kelimeleri sureye parantez içerisinde ekleme yoluna gidildi: “Size Kitab’ı (Kur’an’ı) hak olarak indiren O iken ben Allah’tan başka bir hakem mi arayacağım?” (de). Kendilerine kitap verdiklerimiz de onun, Rabbin katından hak olarak indirilmiş olduğunu bilirler. O hâlde, sakın şüphecilerden olma.” İşte ayetin orijinali, okunuşu ve kelime kelime anlamı: أَفَغَيْرَ اللَّهِ أَبْتَغِي حَكَمًا وَهُوَ الَّذِي أَنْزَلَ إِلَيْكُمُ الْكِتَابَ مُفَصَّلًا ۚ وَالَّذِينَ آتَيْنَاهُمُ الْكِتَابَ يَعْلَمُونَ أَنَّهُ مُنَزَّلٌ مِنْ رَبِّكَ بِالْحَقِّ ۖ فَلَا تَكُونَنَّ مِنَ الْمُمْتَرِينَ E fe gayrallâhi ebtegî hakemen ve huvellezî enzele ileykumul kitâbe mufassala(mufassalan), vellezîne âteynâhumul kitâbe ya’lemûne ennehu munezzelun min rabbike bil hakkı fe lâ tekûnenne minel mumterîn(mumterîne). 1. e fe gayre allâhi : artık, Allah'tan başka mı 2. ebtegî : arayayım, arıyorum 3. hakemen : bir hakem, hüküm veren 4. ve huve ellezî : ve o ki 5. enzele : indirdi 6. ileykum : size 7. el kitâbe : kitabı 8. mufassalan : açıklanmış olarak 9. ve ellezîne : ve onlar ki 10. âteynâ-hum : onlara verdik 11. el kitâbe : kitap 12. ya'lemûne : biliyorlar 13. enne-hu : onun ..... olduğunu 14. munezzelun : indirilmiş 15. min rabbi-ke : senin Rabbinden 16. bi el hakkı : hak ile 17. fe : o halde 18. lâ tekûnenne : sen sakın olma 19. min el mumterîne : şüphe edenlerden Görüldüğü gibi ayette “de” kelimesi yok. Peki söz konusu olan sadece EN'ÂM – 114 mü? Şimdi Diyanet’in TEVBE – 30 mealine de bakalım: “Yahudiler, “Üzeyr, Allah’ın oğludur” dediler. Hıristiyanlar ise, “İsa Mesih, Allah’ın oğludur” dediler. Bu, onların ağızlarıyla söyledikleri (gerçeği yansıtmayan) sözleridir. Onların bu sözleri daha önce inkâr etmiş kimselerin söylediklerine benziyor. Allah, onları kahretsin. Nasıl da haktan çevriliyorlar!” Aceba bu ayette “Allah onları kahretsin!” diye beddua eden Allah mı yoksa Muhammed mi? Gelelim Hûd suresine… Hûd suresinin ilk iki ayetinin eski çevirisine bakalım: “Elif, Lam, Ra. Bu Kitap, hakim ve haberdar olan Allah tarafından, Allah'tan başkasına kulluk etmeyesiniz diye ayetleri kesin kılınmış, sonra da uzun uzadıya açıklanmış bir Kitap'dır. Ben size, O'nun tarafından gönderilmiş bir uyarıcı ve müjdeciyim.” Bu Diyanet’in eski mealidir. Görüldüğü gibi burada da Allah değil Muhammed konuşuyor. Diyanet bu ayetteki tuhaflığı da fark ediyor ve daha sonra yukarıdaki kırmızıyla yazılan cümlenin başına parantez içinde bir “de ki” ekliyor ki ayetin orijinalinde bu “de ki” yok. ZÂRİYÂT suresi 50. ve 51. ayetlerin mealine bakalım şimdi de: “O hâlde Allah’a koşun. Şüphesiz ben, size O’nun katından gönderilmiş açık bir uyarıcıyım. Allah ile beraber başka bir ilâh edinmeyin. Gerçekten ben, size, Allah tarafından gönderilmiş açık bir uyarıcıyım.” Allah tarafından gönderilmiş uyarıcı Allah’ın kendisi mi Muhammed mi işte Muhammed bu ayetlere de “de ki” koymamış ve Diyanet henüz buralardaki sakatlığa ayıkıp “de ki” eklememiş. MUNÂFİKÛN – 4’e de bir bakalım: “Onlara baktığın zaman cüsseleri hoşuna gider; konuşurlarsa sözlerini dinlersin; tıpkı, sıralanmış kof kütük gibidirler; her çığlığı kendi aleyhlerine sayarlar; onlar düşmandır, onlardan çekin; Allah canlarını alsın, nasıl da aldatılıp döndürülüyorlar.” Burda da “Allah canlarını alsın” diye konuşup beddua eden şüphesiz ki Allah değil Muhammed. Gelelim TEBBET – 1’e: “Ebû Leheb’in elleri kurusun. Zaten kurudu.” Allah beddua edemeyeceğine göre bu sözde Muhammed’e ait. İşte Kuran’da Tanrı sözü olmadığı kesin olan ayetlerden bir demet.
  2. Salih peygamberin Semud kavmine gönderilişi ve kavmini bir deve vasıtasıyla imtihan edişini anlatmadan önce Salih peygamberin bu imtihanının Kuran’da kaç kez anıldığına bakalım. Bu olay Kuran’da altı ayrı surede tam altı kez anlatılır. Bu sureler: Araf, Şuara, Hud, İsra, Kamer ve Şems sureleridir. Malumunuz olduğu üzere Kuran’ın yazılışı 22-23 yıl sürmüştü, belki de bu süre içinde Muhammed Salih’i ve mucize devesini anlattığını umutup tekrar tekrar anlatmıştır yoksa böyle bir şeyin neden altı kez anlatıldığını başka türlü açıklamaya çalışmak ancak aklını cebine koyup Kuran’daki bir mantık dışılığa kılıf uydurmadır. Bakalım şimdi şu Salih’in mucize devesi Araf suresinde nasıl geçiyor: • Semud (toplumuna da) kardeşleri Salih'i (gönderdik. Salih:) "Ey kavmim, Allah'a kulluk edin, sizin O'ndan başka ilahınız yoktur. Size Rabbinizden apaçık bir belge (mucize) gelmiştir: Allah'ın bu dişi devesi size bir belgedir; onu salıverin de Allah'ın arzında otlasın, ona bir kötülükle dokunmayın, sonra sizi acı bir azab yakalar" dedi. (73) • "(Allah'ın) Ad (kavminden) sonra sizi halifeler kıldığını ve sizi yeryüzünde (güç ve servetle) yerleştirdiğini hatırlayın. Ki onun düzlüklerinde köşkler kuruyor, dağlardan evler yontuyordunuz. Şu halde Allah'ın nimetlerini hatırlayın, yeryüzünde bozguncular olarak karışıklık çıkarmayın." (74) • Kavminin önde gelenlerinden büyüklük taslayanlar (müstekbirler), içlerinden iman edip de onlarca zayıf bırakılanlara (müstaz'aflara) dediler ki: "Salih'in gerçekten Rabbi tarafından gönderildiğini biliyor musunuz?" Onlar: "Biz gerçekten onunla gönderilene inananlarız." dediler. (75) • Büyüklük taslayanlar (müstekbirler de şöyle) dedi: "Biz de, gerçekten sizin inandığınızı tanımayanlarız." (76) • Böylelikle dişi deveyi öldürdüler ve Rablerinin emrine karşı çıkıp (Salih'e de şöyle) dediler: "Ey Salih, eğer gerçekten gönderilenlerden (bir peygamber) isen, vaadettiğin şeyi getir, bakalım." (77) • Bunun üzerine onları dayanılmaz bir sarsıntı tuttu da kendi yurtlarında diz üstü çöke kaldılar. (78) • O da onlardan yüz çevirdi ve (şöyle) dedi: "Ey kavmim, andolsun size Rabbimin risaletini tebliğ ettim ve size öğüt verdim. Ama siz, öğüt verenleri sevmiyorsunuz." (79) Diğer surelerde de olay ancak bu kadar anlatılır. Şimdi Kuran her ne kadar apaçık bir kitap olduğu çeşitli defalar vurgulanmış olsa da bu ayetlere bakıp olayı tam olarak anlamak mümkün değil. Mesela deve neden bir mucizedir deve her yerde görülebilen bir hayvanken bu olaydaki devenin mucize oluşu nerden kaynaklanır? Buna Kuran’da bir cevap bulamayız. Bu yüzden Araf suresini anlamak için İbn Kesîr’in tefsirine bakmak lazımdır. Tefsir bildiğiniz gibi hadislere dayanarak yapılmaktadır. Ve İbn Kesîr’in tefsiri okununca bu sure anlaşılır olmaktadır. İbn Kesîr’in tefsirine göre kavmi Salih’ten kendilerine bir mucize göstermesini isterler. İstedikleri mucize de şudur, bir kayayı gösterirler işte bu kayadan karnı aç ve on aylık gebe bir deve çıkarsa sana inanırız, derler. İşin tuhaflığına bakın, istenen mucizeye bakın; mucize istesem ne bileyim bir hayvanı konuştur derim, gökten taş yağdır derim, ağzından alev çıkar derim ama kırk yıl düşünsem kayanın içinden deve çıkar demek aklıma gelmez. Ayrıca neden deve gebe olacak onu da anlamış değiliz. Her neyse devam edelim. Salih kalkıp namaz kılıyor, dua ediyor sonra da kaya hareket etmeye başlıyor ve yarılıyor kayanın içinden on aylık hamile bir deve çıkıyor. Deve daha sonra yavrusunu doğuruyor bir gün deve bu kavmin kuyusundan su içiyor bir gün de Semud kavmi o kuyudan faydalanıyordu. Devenin kuyudan su içtiği gün semudlular deveyi sağıp devenin sütünü içiyorlardı. Bir gün kuyuyu bir gün deveye verip bir gün kendileri kullanmak yerine her gün kuyuyu kullanmak için deveyi boğazlamaya karar veriyorlar. Ve bir gün Semud kavminden dokuz kişi devenin sudan dönüşünü bekliyorlar ve sonra da deve görününce saldırıp onu boğazlıyorlar. Yavrusu kaçıyor fakat peşine düşüp annesiyle birlikte onu da boğazlıyorlar. Salih deveyi boğazladıklarını görünce ağlıyor ve “Yurdunuzda üç gün daha kalın…” diyor. Deveyi öldürdükten sonraki ilk gün tüm Semud kavminin yüzleri sapsarı oluyor; ikinci gün yüzleri kıpkırmızı olur; üçüncü gün ise yüzleri kararıyor; dördüncü gün “Güneş doğdu ve gökten üzerlerine bir sayha, altlarından da şiddetli bir sarsıntı geldi. Canları çıktı ve bir saat içinde hepsi helak oldu.” Her şeyden önce kayanın yarılıp içinden deve çıkması bir saçmalık, suratlarının üç gün boyunca Almanya bayrağının renklerine bürünmesi (sarı, kırmızı, siyah) ayrı bir zırvalık en az bunlar kadar saçma olansa kayanın içinden deve çıkaran adamı dinlemeyip hiç korkmadan deveyi öldürebilmeleri. Bir masal kitabı için bile bu kadar saçmalık fazla günümüzden 14 asır evvel çölde yaşayan cahil insanlar Kuran için “eskilerin masalları” diyor. Bu Kuran’da bile geçer: ENFAL SURESİ : 31 Ayetlerimiz onlara okunduğunda şöyle derler: "Tamam, işittik. İstersek bunun gibisini elbette ki söyleriz; öncekilerin masallarından başka şey değil ki bu!" KALEM SURESİ : 15 Ayetlerimiz ona okunduğunda şöyle der: "Daha öncekilerin masalları!" Yazık ki 14 asır önce sağlıklı bir beynin düşünebildiğini din afyonu yemiş 21. yüzyıl beyni idrak edemiyor ve Kuran denen masal kitabına iman ediyor.
  3. Kur’an’ın Kehf suresinde Musa Hızır’la buluşmak üzere yanında bir gençle yola çıkar. Şimdi biraz şu sureye bakalım: Bir vakit Musa genç adamına demişti ki: “Durup dinlenmeyeceğim; tâ iki denizin birleştiği yere kadar varacağım, yahut senelerce yürüyeceğim.” Her ikisi, iki denizin birleştiği yere varınca balıklarını unuttular. Balık, denizde bir yol tutup gitmişti. (Buluşma yerlerini) geçip gittiklerinde Musa genç adamına: Kuşluk yemeğimizi getir bize. Hakikaten şu yolculuğumuz yüzünden başımıza (epeyce) sıkıntı geldi, dedi. (Genç adam): Gördün mü! Dedi, kayaya sığındığımız sırada balığı unuttum. Onu hatırlamamı bana şeytandan başkası unutturmadı. O, şaşılacak bir şekilde denizde yolunu tutup gitmişti. Musa: İşte aradığımız o idi, dedi. Hemen izlerinin üzerine geri döndüler.(60-64) İki denizin birleştiği yer neresidir? Musa neden durup dinlenmeyecek? Balıklarını unuttular bahsinde bu balıklar yemek için mi eğer yemekleriyse bu yemek nasıl denize atlayıp bir yol tuttu yok balıklar canlıysa adam elinde akvaryumla mı yolculuğa çıkmıştı? Musa’nın “İşte aradığımız o idi” dediği şey ne? Neden geri döndüler? Gördüğünüz gibi Allah’ın apaçık olduğunu çeşitli yerlerde üstüne basa basa tekrar ettiği Kur’an’ın bu ayetleri hiç de açık değil. (…. Biz ayetleri, gerçeği apaçık bilmek isteyenler için iyiden iyiye açıklamışızdır./Bakara-118; …Şu bir gerçek ki, size Allah'tan bir ışık ve apaçık bir Kitap gelmiştir./Maide-15; …apaçık, apaydınlık Kitap'ın ayetleridir bunlar./Yusuf-1 … Allah, ayetlerini insanlara işte böyle açıklar ki korunabilsinler./Bakara-187) Zannedersem Kur’an’ın “apaçık” olduğu iddiasının Kur’an’da yer aldığını göstermek için bu kadar delil yeter. Şimdi tekrar Musa ile Hızır’ın buluşması olayına dönelim. Derken, kullarımızdan bir kul buldular ki, ona katımızdan bir rahmet (vahiy ve peygamberlik) vermiş, yine ona tarafımızdan bir ilim öğretmiştik. Musa ona: Sana öğretilenden, bana, doğruyu bulmama yardım edecek bir bilgi öğretmen için sana tâbi olayım mı? dedi. Dedi ki: Doğrusu sen benimle beraberliğe sabredemezsin. (İç yüzünü) kavrayamadığın bir bilgiye nasıl sabredersin? Musa: İnşaallah, dedi, sen beni sabreder bulacaksın. Senin emrine de karşı gelmem. (O kul): Eğer bana tâbi olursan, sana o konuda bilgi verinceye kadar hiçbir şey hakkında bana soru sorma! dedi. Bunun üzerine yürüdüler. Nihayet gemiye bindikleri zaman o (Hızır) gemiyi deldi. Musa: Halkını boğmak için mi onu deldin? Gerçekten sen (ziyanı) büyük bir iş yaptın! dedi. (Hızır:) Ben sana, benimle beraberliğe sabredemezsin, demedim mi? dedi. Musa: Unuttuğum şeyden dolayı beni muaheze etme; işimde bana güçlük çıkarma, dedi.(Kehf 65-73) Bir gemiye biniyorlar lakin neden biniyorlar ve gemi sahibi onları neden gemisine alıyor bilinmez. Hızır geminin tabanını delmekle meşgulken gemidekiler Hızır’ın tek başına aşağı inmesine neden müsaade etmiş, nasıl kimse bu tanımadıkları adamdan şüphe duymamış ve Hızır geminin tabanını deldiği halde gemi nasıl batmamış bunlar da muamma tabii ki. Yine devam edelim: “Yine yürüdüler. Nihayet bir erkek çocuğa rastladıklarında (Hızır) hemen onu öldürdü. Musa dedi ki: Tertemiz bir canı, bir can karşılığı olmaksızın (kimseyi öldürmediği halde) katlettin ha! Gerçekten sen fena bir şey yaptın! (Hızır:) Ben sana, benimle beraber (olacaklara) sabredemezsin, demedim mi? dedi. Musa: Eğer, dedi, bundan sonra sana bir şey sorarsam artık bana arkadaşlık etme. Hakikaten benim tarafımdan (ileri sürebilecek) mazeretin sonuna ulaştın. Yine yürüdüler. Nihayet bir köy halkına varıp onlardan yiyecek istediler. Ancak köy halkı onları misafir etmekten kaçındılar. Derken orada yıkılmak üzere bulunan bir duvarla karşılaştılar. (Hızır) hemen onu doğrulttu. Musa: Dileseydin, elbet buna karşı bir ücret alırdın, dedi. (Hızır) şöyle dedi: "İşte bu, benimle senin aramızın ayrılmasıdır. Şimdi sana, sabredemediğin şeylerin içyüzünü haber vereceğim." "Gemi var ya, o, denizde çalışan yoksul kimselerindi. Onu kusurlu kılmak istedim. (Çünkü) onların arkasında, her (sağlam) gemiyi gasbetmekte olan bir kral vardı." "Erkek çocuğa gelince, onun ana-babası, mümin kimselerdi. Bunun için (çocuğun) onları azgınlık ve nankörlüğe boğmasından korktuk." (Devam etti): "Böylece istedik ki, Rableri onun yerine kendilerine, ondan daha temiz ve daha merhametlisini versin." "Duvara gelince, şehirde iki yetim çocuğun idi; altında da onlara ait bir hazine vardı; babaları ise iyi bir kimse idi. Rabbin istedi ki, o iki çocuk güçlü çağlarına erişsinler ve Rabbinden bir rahmet olarak hazinelerini çıkarsınlar. Ben bunu da kendiliğimden yapmadım. İşte, hakkında sabredemediğin şeylerin iç yüzü budur." Hele şuna bakın siz, gemiyi delmiş ki sağlam olursa hükümdar el koyuyormuş yahu gemi nasıl batmadı nasıl karaya çıktınız gemi delik delik yoluna devam mı etti bu nasıl iş böyle? Bunu geçelim çocuğu neden öldürdü. "Erkek çocuğa gelince, onun ana-babası, mümin kimselerdi. Bunun için (çocuğun) onları azgınlık ve nankörlüğe boğmasından korktuk." Diyor Hızır. Yani bir ihtimal üzerine, daha gerçekleşmemiş bir olasılık yüzünden Allah çocuğu öldürtmüş. İyi de o zaman Allah bu çocuğa hidayet verseydi çocuk iyi biri olsaydı daha henüz günahsızken bir suçu yokken ilerde ana babasını azdırma ihtimalinden korkarak çocuk öldürülür mü? Kaldı ki Allah Kuran’ın çeşitli surelerinde dilediğinin kalbini açıp hidayete erdirdiğini dilediğini saptırdığını kendisi söylüyor. Çocuğu neden iyi bir insan yapmak yerine hem saptıracak hem de sapıp ana babasını da azdırmasın diye öldürtecek? İstese çocuğu pekala doğru yola sevkedebilir. ( Şüphesiz Allah dilediğini saptırır, dilediğini hidayete erdirir./ Fatır-8) Diyelim ki Allah bu çocuğu öldürmeyi kafasına koymuş, neden derede boğmuyor, ağaçtan düşürmüyor da Hızır çocuğu bıçaklıyor? Bir peygambere kiralık katil gibi küçük çocuğu öldürtmek de neyin nesi? Peki Hızır neden yaptıklarını açıklamıyor? Neden Musa’nın soru sormasını hoş karşılamıyor? Aynı surede şöyle bir ifade de var: Hakikaten biz bu Kur'an'da insanlar için her türlü misali sayıp dökmüşüzdür. Fakat tartışmaya en çok düşkün varlık insandır.(Kehf-54) İşte şimdi daha iyi anlaşılıyor ki insanlar tartışmasın, insanlar konuşmasın, soru sormasınlar işte istenen bu. Sus, sorgulama ve itaat et. Özgür düşünceyi ifade özgürlüğünü yüzyıllarca Sokratesler, Voltaireler, Hallacı Mansurlar, Pir Sultan Abdallar, Wilhelm Reichlar savunsun ama Kur’an gelsin yüzlerce yıl insanların uğruna neler verdiği sorgulama özgürce düşünme ve tartışmayı boğsun. Bakın şu ayetin üstüne bilmem artık yoruma gerek var mı: Yoksa daha önce Mûsâ’nın sorguya çekildiği gibi, siz de peygamberinizi sorguya çekmek mi istiyorsunuz? Her kim imanı küfre değişirse, o artık doğru yoldan sapmış olur. (Bakara - 108)
  4. Hacc sizlerinde bildiği gibi İslamiyet öncesi de var olan bir gelenekti. Küçük bir farkla İslamiyetten önce Hac çıplak yapılırdı. Hac'da okunan telbiye de İslam'dan önce yine vardı. Şu şekildeydi: "Lebbeyk allahümme lebbeyk. Lebbeyk ve sadeyk. Ma ehabbena ileyk" Buyruğundayım, Allahım buyruğundayım! Buyruğun başım üstüne! Ortağın yoktur senin! Yalnızca tek ortağın var! O da senindir! İslamiyet'ten sonra değiştirilerek şu şekilde okunmaya başlandı: "Lebbeyk, Allahümme lebbeyk, lebbeyke la serike leke lebbeyk, innel’hamde ve’n ni’mete leke ve’l-mülk, la serike lek." “Buyruğundayım Allahım, buyruğundayım! Buyruğun başım üstüne, ortağın yoktursenin , buyruğundayım, Hamd ve nimet senindir, ortağın yoktur senin!” Mekke'nin fethi sonrasında Muhammed Kabedeki putları bir bir kırıp bir tekine dokunmamıştır: Hacer-ül Esved. O taşı bugün hacıların öpüp okşadığını biliyoruz. Nedeni de Muhammed'in bu taşı öpüp okşamasıdır. Bu taş çok kutsal çok önemli olmalı ki Muhammed bunu bırak yok etmeyi saygı göstererek bu putu okşayıp öpmüştür. Bunu Kütübü Sitte'den iki hadisle de ispatlayalım: 1315 - Ebu Davud ve Nesai'deki bir rivayet soyledir: "(Ibnu Omer) anlatiyor: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam), (tavafin) her savtinda rukn-i Yemani ve Haceru'l-Esved'i istilam etmeyi terketmezdi." Ebu Davud, Menasik 48, (1876); Nesai, Hacc 156, (5, 231). 1316 - Buhari ve Nesai'de gelen bir diger rivayet soyle: "Bir adam Ibnu Omer (radiyallahu anhuma)'e Haceru'l-Esved'i istilam etme hususunda sormustu. Su cevabi aldi: "Ben, Resulullah (aleyhissalatu vesselam)'i, onu hem istilam eder hem de oper gordum..." Adam tekrar sordu: "Pekala, sikisacak olsam, bana galebe calacak olsalar, (ne yapayimIbnu Omer (radiyallahu anhuma) kizgin bir eda ile: "Sorusu Yemen'de batasica, Resulullah (aleyhissalatu vesselam)'i, onu hem istilam eder, hem oper gordum." Buhari, Hacc 60; Nesai, Hacc 155, (5, 231). Kabe 7 kez tavaf edildikten sonra Safa ile Merve tepeleri arasında da 7 kez koşarak gidilip gelinir buna "say" denir. Bu da hem İslamiyet'ten önce vardır hem de daha sonra İslam'da devam etmiştir. Bu iki tepe bir nevi puttu ve bu ikisi arasında koşmak da putlara yapılan ibadetti. Say edilmesinin İslamiyet'te bile sürdürülmesi önce Ashabtan bazı kişilerin tepkisini bile çekmişti. Câhiliye döneminde Safa ile Merve tepeleri üzerinde iki put bulunmaktaydı. Umretul-Kaza esnasında müslümanlar; "Bu iki tepe arasında nasıl tavaf ederiz? Çünkü biz cahiliye döneminde bu iki put için burada sa'y ederdik. Şimdi biliyoruz ki putlara saygı göstermek ve Allah'dan başka her hangi bir şeye ibadet için yönelmek O'na şirk koşmaktır. Bu iki taş arasında tavaf etmemiz de bunlardan biridir. Allah tarafından bugün İslâm gelmiş bulunmaktadır. İbadet kastıyla onunla birlikte başka bir şeyi yüceltmek için bir yol bulunmamaktadır" diyerek, sa'yetmekten çekindiler. Bunun üzerine; "Muhakkak ki Safa ile Merve Allah'ın şeâirindendir..." âyeti nâzil oldu (İbn Cerir et-Taberî, Câmiu'l Beyân, Mısır 1968, II, 45) Muhammed şayet putperest bir gelenek olan Haccı kaldırsaydı Mekke ekonomisinin can damarlarından birini kesmiş olacaktı ve o böyle bir hata yapmayacak kadar akıllıydı.
  5. BAKARA SURESİ: 259 Ya şu kişi gibisini görmedin mi? Çatıları çökmüş, duvarları-damları yere inmiş bir kente uğramıştı da şöyle demişti: "Allah şurayı ölümünden sonra nasıl hayata kavuşturacak?" Bunun üzerine Allah, o kişiyi yüz yıllık bir süre için öldürmüş, sonra diriltmişti. "Ne kadar bekledin?" demişti. "Bir gün veya günün bir kısmı kadar bekledim." dedi. "Hayır, dedi, aksine sen, yüz yıl kaldın. Yiyeceğine, içeceğine bak! Henüz bozulmamış. Eşeğine bak! Seni insanlara bir ibret yapalım diyedir bu. Kemiklere bak, nasıl yerli yerince düzenliyoruz onları ve sonra et giydiriyoruz onlara." İş kendisi için açıklık kazanınca şöyle dedi o: "Allah'ın her şeye kadir olduğunu biliyorum." BAKARA SURESİ: 260 Hani, İbrahim de şöyle yakarmıştı: "Rabbim, göster bana, nasıl diriltiyorsun ölüleri?" "İnanmadın mı?" diye sordu. "İnandım, dedi, ancak kalbimin tatmin olması için ..." Allah dedi ki: "Kuşlardan dört tane al, onları kendine ısındırıp alıştır. Sonra her dağın üstüne onlardan bir parça koy. Sonra da onları çağır. Koşarak sana geleceklerdir. Bil ki Allah Azîz'dir, Hakîm'dir. Şimdi Allah inanmayan birinin eşeğini iskelet yapmış geri canlandırmış. Hatta İbrahim bile ölümden sonra dirilmeye kani olmak için Allah'tan mucize istemiş Allah konuştuğu peygambere bile yazıklar olsun, bir de seni peygamber diye gönderdik demeden itirazsız mucize göstermiş. Bize niye göstermiyor kaldı ki biz Allah'la konuşmuyoruz da. Şimdi peygamber bile mucizeyi görüp de inanıyorsa küçük bir mucizecik bizim de hakkımız değil mi? Bu hiç yüce bir varlığa yakışıyor mu?
  6. '' Sizi bir tek nefisten yaratmış sonrada ondan eşini yaratmıştır'' Evet bu ayet var o önce Adem'i yaratmış sonra da Adem'den eşini hatta Tevrat'ta açık açık neresinden yarattığını da söylüyor kaburga kemiğinden. Havva Adem'in vücudundan alınan bir parçayla yaratılıyorsa bunun konuyla alakası yok.
  7. Bu Kuran'ın neresinde var? Kuran'da var demeyin yoksa Yunus suresinde dediği gibi öbür dünyada azap sizi yutar. Kuran'da yoksa da kafanıza göre konuşmuş oluyorsunuz.
  8. Çok teşekkür ederim. Utandırdın beni:)

  9. Ne iftirası? Gerçi demirefe de belirtmiş. Kuran'da Adem ve Havva yok mu? Adem ile Havva'nın çocukları kardeş olmuyor mu?
  10. ESKİ MISIR'IN YARATILIŞ EFSANESİ İlk tanrı Re-Atum hiçbir şey yokken sudan çıkarak meydana geldi Re-Atum erkekti ve başka hiçbir tanrı yoktu. Re-Atum masturbasyon yapıp spermlerini fışkırttı bu spermlerden Şu ve Tefnut oluştular. Bunlar bacı-kardeşti. Şu ve Tefnut evlendiler. (Zaten Mısırda Firavunlar kızkardeşleriyle evlenirdi dinlerinde de ensest bir mit var. Ayrıca şimdi İbrahimi dinlerin kaynağı olan Mısır dinine bakarak Tevrat'a dolayısıyla da Tevrattan kopya edilen Kuran'a sokulan ensest üreme ile ilgili bir fikir sahibi olabiliyoruz.) Şu Tefnut'un evliliklerinden yer ve gök meydana geldi.
  11. CHEROKİLERDE YARATILIŞ EFSANESİ Tanrı bir gün çamuru aldı yoğurdu bir insan yarattı. Yarattığı bu insanı fırına attı fırından çok erken çıkardı rengi çok soluktu beğenmedi. İkinci bir kez çamuru yoğurdu fırına attı fırından insanı tam zamanında çıkardı bu insanın rengi kızılımsı kahverengiydi ve bu insan çok güzeldi. Tanrı bir deneme daha yaptı bir kez daha çamuru yoğurup fırına attı bu sefer yaptığı ikinci tip güzel insanı hayran hatyran eyretmeye başladı bu güzel insanı seyrederken burnuna yanık kokusu gelmeye başladı hemen koşup fırından üçüncü tip insanı çıkardı üçüncü tip yanmış simsiyah olmuştu. İşte soluk benizlilerin, kızılderililerin ve siyahi ırkların yaradılışı.
  12. GREKLERDE KADININ YARADILIŞI Zeus Prometeus'u affetse de öfkesi dinmemişti. Çok kızgındı aklına bir fikir geldi kadını yaratarak intikam alacaktı Prometeus'tan. Oğlu demircilik tanrısı Hephaistos'u çağırdı. Kadını yaratmasını istedi hephaistos çamuru aldı ve çamura şekil vererek bir kadın yarattı. Kadının adını Pandorra koydular ve Zeus kadına bir kutu verdi al bunu ama sakın açma, dedi. Kutunun içinde hastalık, açlık, ölüm, felaket gibi şeyler vardı. Prometeus Zeus'un kendisine kızgın olduğunu biliyordu ve kardeşi Epimeteus'a kendisi yokken Zeus bir hediye gönderirse almamasını söyledi. Fakat Epimeteus kardeşi Prometeus yokken Zeus'un gönderdiği Pandorra'yı güzelliğine dayanamayıp aldı. Pandorra bir gün merakına yenik düşüp kutuyu açtı. Ve kutunun içinde hastalık, ölüm, sefalet gibi şeyler tüm dünyaya yayıldı. Yalnız kutunun dibinde bir şey kaldı: umut. Burada hatayı yapan Tanrı'nın tuzağına düşen yine kadın. Yine tanrının koyduğu bir yasak ihlal ediliyor. Yine erkek kadından önce yaratılıyor. Adem Havva masalına ne kadar benziyor değil mi? Ayrıca insan yine çamurdan yaratılmış.
  13. GREKLERDE İNSANLARIN YARADILIŞI Eski Yunan mitolojisinde ilk başta insanlar yoktu tanrılar ve titanlar (devler) vardı. Bu tanrılarla titanlar egemenlik kavgasına girişip savaşa tutuştular. Müthiş bir savaştı bu. Titanlar ve tanrılar Yunanistan'daki dağları söküp birbirlerine fırlatıyorlardı. Mitolojide Yunanistan arazisinin engebeli olması bu savaş yüzündendir. Savaş sonunda tanrılar galip geldi titanlar yenildi. Bazı titanlar tanrılar tarafından cezalandırıldı. Mesela Atlas gökkubbeyi sırtında taşımakla cezalandırıldı bu yüzden omuriliğimizdeki en üstteki omurun adı Atlas yanılmıyorsam. Bir kısmı da Tartaros'a (Cehennem) gönderildi. Titanlarla Tanrılar savaşırken Epimeteus ve Prometeus adlı iki titan kardeş tarafsız kaldı Zeus onlara dokunmadı. Prometeus her ne kadar savaş sırasında tarafsız kalmış olsa da savaştan sonra ırkını mahveden Zeus'tan intikam almak istedi. İnsan denen nankör ve şımarık bir varlık yaratarak tanrılardan intikamını alacaktı. Prometeus ağlayarak çamuru ıslatıp yoğurmaya başladı ve bu çamurdan insanı yarattı. Ona aslanın gücünü ve tavuskuşunun kibrini verdi. Bu kibirli "insan" tanrılara bile büyüklük taslayarak titanların öcünü alacaktı. İnsan çiğ sebze meyve yiyordu, çıplaktı, çiğ et yiyordu. Gece karanlıktaydı. Prometeus insanlara ateşi öğretmeye karar verdi. Gitti kuru bir dal parçası aldı. Ateş ve demircilik tanrısı Hephaistos yokken onun ocağından bir kıvılcım çaldı. Çaldığı kıvılcımı bu kuru dalın içine sakladı. Ve insana ateşi öğretti. İnsan ateşi öğrenince ısınmayı, aydınlanmayı öğrendi, eti pişirmeyi öğrendi. Sonunda o çıplak ve ilkel halini unutup tanrılara kafa tutmaya onları umursamamaya başladı. Zeus Prometeus'a çok kızdı onu cezalandıracaktı. Onu bir dağa zincirlerle bağladı her akşam bir akbaba geliyor Prometeus'un böğrünü deşip karaciğerini yemeye başlıyordu. Sabaha kadar Prometeus'un karaciğerini yiyen akbaba sabah olunca uğup gidiyordu. Akşama kadar prometeusun karaciğeri yeniden oluşuyordu. Akşam aynı işkence başlıyordu. Zeus otuz yıl sonra Prometeus'u affetti. Cezasına son verdi.
  14. Hucurat (hücreler) demek. Muhammed'in evinde dokuz hücre var ve her birinde bir karısı var. İşte Muhammed canı çekince bu hücreleri dolaşıyor. Neyse bir gün Muhammed öğle uykusunda uyurken Beni Temim kabilesinden kalbalık bir heyet gelmiş ve evin arka tarafında durmuşlar Elmalılı'nın dediğine göre: "Resulullah henüz uyuyordu, Ey Muhammed! Bizim yanımıza çık! diye bağırdılar, bunun üzerine uyandı ve çıktı" Bunun üzerine Hucurat suresi iniyor bakın Allah sevgili resulünü uykudan uyandıran densizler için ne diyor: (Ey Muhammed!) Odaların arkasından sana bağıranların çoğu aklı ermeyen kimselerdir.(HUCURÂT - 4) Onlar, sen yanlarına çıkıncaya kadar sabretselerdi, elbette kendileri için daha iyi olurdu. Allah, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.(HUCURÂT - 5) Sadece bu ayetler bile Muhammed'in insanları din iman için nasıl kandırdığın kanıtı değil mi? Adamın öğle uykusunu bölmesinler diye ayet inmiş. Muhammed'in eşlerine hitaben ayet, Aişe hakkındaki dedikoduya binaen ayet neye sıkışsa hemen onunla ilgili ayet e nerde kaldı evrensellik?
  15. Haberin olsun; halis (katıksız) olan din yalnızca Allah'ındır. O'ndan başka veliler edinenler (şöyle derler:) "Biz, bunlara bizi Allah'a daha fazla yaklaştırsınlar diye ibadet ediyoruz." Elbette Allah, kendi aralarında hakkında ihtilaf ettikleri şeylerden hüküm verecektir. Gerçekten Allah, yalancı, kafir olan kimseyi hidayete erdirmez. (ZÜMER SURESİ/3) Şimdi yukarıdaki ayetten de anlaşıldığı gibi Putperestler putları kendileri ile Allah arasında bir aracı olarak görüyor ve bu taşlara kendilerini "Allah'a daha fazla yaklaştırsınlar diye" ibadet ediyorlar. Şu halde Hacer ül Esved'i öpme okşama ve Kabe denen Kübik taş binanın etrafını dönme de bir nevi putperestlik olmuyor mu?
×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.