Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

phantom_lord

Φ Üyeler
  • İçerik Sayısı

    204
  • Katılım

  • Son Ziyaret

  • Lider Olduğu Günler

    2

phantom_lord tarafından postalanan herşey

  1. Kutlarım... Daha mükemmel yazılamazdı...
  2. Çabuk karar veriyorsunuz... Çok çabuk.... Yanlış... Çok yanlış...
  3. Ergenekon davası asla bitirilmeyecek, aydınların ve toplumun üzerinde demoklesin kılıcı olarak sürekli sallandırılacak, balon bir davadır. En başından beri bunu söylüyoruz. Bu davada hiç kimsenin darbecileri yargılamak suçlarının cezalarını vermek gibi bir niyeti yoktur. Eğer öyle olsaydı en başta Kenan Evren'in o kişiler araasında olması gerekirdi. Sonra e muhtıra veren Yaşar Büyükanıt'ın orada sanık sandalyesinde oturması gerekirdi. Öyle olmadı "netekim". İlk günden beri söylüyoruz biz bunları. Bakın anayasa değişikliklerini de yaptı hükümet? Kenan Evren ve saz arkadaşlarının önündeki yargılanma engeli de "güya" kalktı? Gerekli suç duyuruları da yapıldı 13 Eylül itibariyle? Hala yaprak kımıldamıyor "netekim". Siz şimdi diyorsunuz ki darbelerle uzaktan yakından alakası olduğunu düşünmediğim bir gazeteciyi, Ahmet Şık'ı içeri aldılar, tutukladılar... Ben de size ısrarla ve tekrar diyorum ki: "Ahmet Şık'ı tanımam. Bir yazısını bile okumuş değilim. Kendisi, fikirleri, başardıkları, başaramadıkları beni hiç mi hiç ilgilendirmiyor. Varsa gerçekten somut bir kanıt Ahmet Şık'ın darbe destekçisi planlayıcısı uygulayısıcı ya da terör örgütü üyesi olduğuna dair tek bir somut delil, tamam o zaman, doğrudur gözaltına alınması. Ama eğer mevzu başkaysa, tek adamlık özlemi yatıyorsa birilerinde, en ufak bir çatlak ses duymaksızın Abdülhamitvari bir sulta özlemi içindeyse ve o nedenleyse bütün bu "ETÖ" saçmalığı ve mahkeme komedyası, orada duralım... Suçluluğu kanıtlanana kadar herkes masumdur kimseyi suçlu olarak addedemeyiz "netekim". Dediniz ki başka 28 Şubatlar olmasın, başka 12 Eylüller yaşanmasın ondandır bu yargılamalar... Ben de istemem yaşanmasın askeri darbeler. Asker günlük siyasetten uzak dursun evet ama ülke savunması için gerektiğinde kafa da yorsun ülkede ve dünyada olup bitene... Kendi içinde... "1000 yıl sürecek 28 Şubat sultası, tiranlığı oluşturmak istediler, Ergenekon davasıyla amaçlanan şey bu oyunu bozmaktır" dediniz. Ben de diyorum ki size "1000 yıl sürecek korku imparatorluğudur ufukta görünen bu gidişle. Gözaltılar, tutuklamalar, cezaevinde tecritler vs..." Bitmeyecek bu dava, bitirilmek istenmiyor çünkü. Amaç at koşturmak dilediğice "dört nala gelip Uzak Asya'dan ve Akdeniz'e bir kısrak başı gibi uzanan" bu "MEMLEKETTE"... Tekrar söylüyorum, bu kez bir kerecik olsun sağduyulu okuyun yazdıklarımı. İnsanları bir şeylerle itham etmek kolaydır, önemli olansa ispatıdır. Amaç sadece lekelemekse bir insanı yalan yanlış uydurma kaynaklarla çok kolaydır bunu yapmak... İlhan Selçuk, Mehmet Haberal, Mustafa Balbay, bazı "EMEKLİ" kuvvet komutanları ve muvazzaf subaylar... Haydi İhan Selçuk öldü... Diğerleri senelerdir içerideler ve bir arpa boyu yol alınamadı yargılama sürecinde. Şimdi de Ahmet Şık'ı almışlar, bilmem kimi almışlar tanımam etmem, ne yaptı ne etti bilmem... Bildiğim tek şey var çanlar demokrasi için çalıyor, bitmiyor bu DAVA "netekim..." Saygılar...
  4. Beni ne Soner Yalçın ilgilendirir ne Fehmi Koru ilgilendirir ne Uğur Mumcu ilgilendirir ne de Engin Ardıç ilgilendirir. Beni ilgilendiren yalnızca sizin insanların şerefine haysiyetine dil uzatmanızdır. Kimseye bayıldığım yok kendimden başka. Ama ortada kesinleşmiş bir karar bile yokken konuşuluyor olması canımı sıkıyor..
  5. Bütün bahsettikleriniz, eğer hukuk tarafından geçerli ve somut kanıtlarla ispatlanmadıkça hala iddia ve varsayımdan ibarettir, ve bu iddia ve varsayımlarınız gerçekler tam anlamıyla ortaya çıkana kadar İFTİRADIR! Hukuk tüm gerçekleri ortaya çıkarabilecek yegane araçtır ve kesinleşmiş bir mahkeme kararı olmadıkça iftira atmış olmaktan kurtulamazsınız. O nedenle de yukarıda söylediklerinizin aynısı sizin için de geçerlidir. Kusura bakmayın...
  6. Bir sözün durup dururken söylenebilmesi için ortalığın süt liman her şeyin güllük gülistanlık olması gerekmektedir, halbuki günümüzde her kurumu tahakküm altına almaya çalışan, tahakküm altına girmeyi reddeden kurumların üstünü çizmiş her fırsatta onlara saldıran bir hükümet vardır. Bu nedenle Süheyl Batum'un bu sözleri durup dururken söyleme ihtimali eşyanın tabiatına aykırıdır. Zaten bir konuda bir çıkış yapabilmek bir tepki göstermek OLUMSUZ BİR ELEŞTİRİ yapabilmek için ortada birilerinin hoşuna gitmeyen bir durum olmalıdır. Bu, o birileri çok mükemmel çok üstün oldukları için değil, DEMOKRASİ VAR diye böyledir, bu bir. CHP hangi tarihte ne zaman kimin demeciyle "ordu göreve" demiştir? Bana bir tane örnek verin? Ha eğer kastınız 1959'dan 27 mayıs 1960'a kadar İsmet İnönü'nün keyfi uygulamalar yapan, gericiliğe prim tanıyan Demokrat Parti'ye ve başbakan Adnan Menderes'e "Sizi ben bile kurtaramam" sözleriyse bu darbe çığırtkanlığı değil, tam tersine burnundan kıl aldırmayan küçük dağları ben yarattım havasında kendisinden ve kendi yandaşlarından başka hiçkimseye yaşam hakkı tanımayan iktidara bir uyarıdır bu iki... Siz hukukçu musunuz? Nereden karar verdiniz tutuklama kararının şartlarının oluştuğuna? Size daha önce de açıkça anlattım... Eğer deliller toplandıysa karartılma tehlikesi olan bir delil yok demektir. Bu nedenle tutuklama gereksizdir. Eğer deliller toplanmadıysa açılan kamu davası sakattır. Bu nedenle de tutuklamalar insan haklarına aykırıdır. Tutuklu sanıkların kaç tanesi soruşturma esnasında yurtdışına kaçmak üzereyken yakalanmış, kaç tanesi işyerinden alınmış, kaç tanesi sabaha karşı evinden alınmış, kaç tanesinin elinde bavul varmış kaç tanesinin elinde otobüs bileti uçak bileti tren bileti gemi bileti vs. vs. varmış bir sayın dökün ortaya ondan sonra kaçma şüphesi vardır deyin işkembeden atmayın, üç... ETÖ diye bir terör örgütü yoktur. Çünkü dava henüz sonuçlanmamıştır bu dört. Söylediklerinizle en temel insan haklarıni bizatihi siz ihlal ediyorsunuz AKP'ye ne hacet! Bakın İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi ne diyor: Madde 9 Hiç kimse keyfi olarak yakalanamaz, tutuklanamaz ve sürgün edilemez. Madde 10 Herkesin, hak ve yükümlülüklerinin belirlenmesinde ve kendisine herhangi bir suç isnadında bağımsız ve yansız bir mahkeme tarafından tam bir eşitlikle, hakça ve kamuya açık olarak yargılanmaya hakkı vardır. Madde 11 1.Kendisine cezai bir suç yüklenen herkesin, savunması için gerekli olan tüm güvencelerin tanındığı, kamuya açık bir yargılanma sonucunda suçluluğu yasaya göre kanıtlanıncaya kadar suçsuz sayılma hakkı vardır. Bu nedenle ne size ne AKP garantörlüğünüze güvenim yok, bu beş. Kendinizle çeliştiğinizi söylediğim nokta tutuklama kararıyla ilgili söyledikleriniz değil... Süheyl Batum'un ordu hakkındaki sözlerini, bu Ergenekon ve Balyoz Davası kapsamında önüne gelenin tutuklanmasına ses çıkaramamasını eleştirmesini, "Noldu şimdi bir zamanlar kaplandın? Şimdi niye sesini çıkaramıyorsun demekki kağıttan kaplanmışsın ABD içini çürütmüş senin" demesini ordunun siyasete bulaşmasını istemesi olarak değerlendirerek bu davaların siyasi olduğunu açıkça ortaya koymuş oldunuz diyorum... Yazdığımı doğru okuyun... Bu da altı...
  7. Pardon anlayamadım tam olarak... Biraz açar mısınız?
  8. Hiç alakası yok. Ortada somut deliller olmadan birileri içeri alınıyor. Hukuçu musunuz? Eğer hukukçuysanız tutuklama şartlarını bilmeniz gerekir. Değilseniz öğrenmeniz gerekir Yürürlükteki Ceza Muhakemesi Kanunu'na göre tutuklamanın 3 şartı vardır ve bu şartların birlikte gerçekleşmesi gerekir. Kanunun ifadeleri aynen şöyle... 1-Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olgular: Buradaki kuvvetli sıfatı boşuna eklenmemiş. Her suç işlenme şüphesi nedeniyle tutuklama yapılamaz. 2-Şüphelinin veya sanığın kaçması saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran SOMUT OLGULAR varsa: Size hukuk fakültesinde okurken hocamızın bu konuya ilişkin olarak verdiği somut bir örneği aktarayım. Bir suç şüphelisisiniz, ifadenize başvurulmuş ancak tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakılmışsınız, ya da cumhuriyet savcısı ifadenizi aldıktan sonra gidebilirsin demiş ama soruşturmaya devam ediyor. Eğer sizin savcılıktan sonraki ilk durağınız pasaport almak üzere emniyet müdürlüğü olursa gözaltına alınmanız kaçınılmaz olacaktır, zira pasaport almak, kişinin kaçacağına çok somut biçimde delalet eder. Ergenekon ve Balyoz davalarından sanık kaç askerin kaçma şüphesi uyandıran somut bazı olguları gerçekleştirdiğini bana söyler misiniz? 3-Şüphelinin delilleri karartma ihtimali, tanık mağdur veya başkaları üzerinde baskı girişiminde bulunması: Delilleri toplamak Cumhuriyet Savcısının görevidir. Anayasa'ya göre kimse kendisini suçlu gösterecek deliller ortaya sürmeye zorlanamaz. Ergenekon ve Balyoz olaylarında tüm deliller toplandıysa eğer, delil karartma şüphesi yoktur ve dolayısıyla bu kadar sanığın Silivri Toplama Kampında kalması için bir gerekçe de bulunmamaktadır. Yok eğer tüm deliller toplanmadıysa ve Ergenekon ve Balyoz halen daha soruşturma aşamasındaysa ve bu kadar insanın bu nedenle delilleri karartabileceğinden korkulduğu için içeride tutuluyorsa nasıl oluyor da davası açılıyor? Burada eksik evrak söz konusu o halde? Kamu davasının düşme sebebi vardır ortada, ki bu çok vahim bir durumdur. Senelerdir bu kadar insan boş yere içeride tutuluyor demektir? Tanık mağdur ve başkaları üzerinde baskı girişiminde bulunmasına gelince... Var mı alınan tutuklama kararlarının gerekçelerinde böyle bir husus? Hangi şüpheli yhakkında şu tanığa şu mağdura baskı yapıyor denmiş? Sizi bilmem ama Süheyl Batum bir hukukçudur. Hem de ülkenin en iyi hukukçularındandır. Hukukun en temeli olan Anayasa Hukuku'nun en genç profesörlerinden biridir. Bu saygın profesör, ülkemizin saygın üniversitelerinden birinde rektörlük yapmıştır. Sizden de benden de iyi bilir hukuku. Süheyl Batum bir hukuksuzluğa işaret etmiştir. Askerin bu hukuksuzluğa, kurumlarına yapılan bu saldırıya nasıl olur da kayıtsız kalabildiğine hayret etmiştir. Bunun olsa olsa TSK'nın içinin boşaltılmış olduğuna, artık o eski şaaşalı halinden eser kalmadığına delalet ettiğini söylemiştir. Bu arada kendinizle çeliştiğinizi de belirtmek isterim. "Batum basbayağı ordunun siyasete müdahalesini istemiştir" diyerek Ergenekon ve Balyoz davalarının aslında darbe heveslilerini cezalandıracak bir hukuk kavgası değil, hükümetle yanı görüşte olmayanlara gözdağı verecek, onları sindirecek, ezecek yok edecek bir siyasi kalkışma olduğunu kendiniz itiraf ettiniz. Yakalandınız dostum... Teşekkür ederim
  9. Ben her şeye rağmen adalete güveniyorum. Adaletin herkese lazım olduğunu düşünüyorum. Bu nedenle ve mesleğim gereği adaletten başka kriter tanımıyorum... Ancak iletimi dikkatli okursanız sorduğunuz sorunun yanıtını kendiliğinden alırsınız... Soryorum orada... Gerçekten darbeciler mi yargılanmak isteniyor yoksa bu yolla birilerine gözdağı mı veriliyor. Bu dava gerçekten bir gün bitecek mi... Biterse darbe iddiaları kanıtlanacak mı... Ben de emin değilim, kimse de emin olamaz. Bekleyip göreceğiz. Ama dediğim gibi adalet herkese lazım. Herkes için adalet... Bu nedenle dikkatli olmak gerekir düşüncesindeyim
  10. Yazdıklarıma karşıt görüşten tek bir cevap verildi mi? Verilmedi... Verilemez de zaten. Bu zihniyet her zaman gerçekler karşısında suskun kalmıştır. O zaman sorun yok...
  11. Süheyl Batum ne demiş? Özetle şunu: "Meğer çok güçlü olduğunu sandığımız ordu kendi mensupları haklarında somut delil olmadan dravdan bir suçlamayla içeri alınırken sessiz kalacak bir kağıttan kaplanmış. ABD ordunun içini yıllar yılı oymuş, o görkemli kocaman ağaçtan eser kalmamış..." Şimdi bunun neresinde darbecilik var? Yani Ergenekon ya da Balyoz davaları sonuçlandı, darbe iddiaları kesinleşti de bizim mi haberimiz yok? Nedir aceleniz? Durun bi bakalım bu dava bitecek mi? Gerçekten bitmesi isteniyor mu? Gerçekten darbecileri mi yargılıyorlar yoksa amaç birilerine gözdağı vermek mi... Aceleniz niye... O "darbe belgelerinin" gerçek olduğu ancak yargılamanın sonuçlanmasıyla kanıtlanmış olabilir. Yargılama sonuçlanmadan hiçbir şeyin kesin olduğu iddia edilemez! Nedir aceleniz? Niye düşünce ve ifade özgürlüğünü bu kadar savunurken hoşunuza gitmeyen bir tespite (kaldı ki ordunun ABD oyuncağı olduğunu siz daha çok söylüyordunuz) bu kadar tepki gösteriyorsunuz? Hani ileri demokrasi ülkesiydik biz ne oldu birden bire? Süheyl Batum hakaret mi etmiş, işlemediği ya da işlediği kesin olarak ispatlanmamış bir suçla itham mı etmiş? Bülent Arınç Balyoz "İDDİALARI" gündeme geldiğinde daha ortada ispatlanmış bir şey yokken ortaya konanlar da hala "bir iddiayken" "Bu orduyla savaşa gidilmez" dediğinde alkışlamıştınız? Her gün iktidarın güdümlü köşe yazarları en çirkin ifadelerle kin kusarken neredeydiniz? Neden o zaman ağzınızı açmadınız? Süheyl Batum'un ifadelerinde en ufak bir darbe çağrısı yoktur. O sadece bir kurumun mensuplarının kurumuna paılan saldırılara kayıtsız kalmasını, kurumu koruyamamasını eleştirmiştir. Bu kadar vahim iddialara karşı en ufak bir ses çıkarılamamasını eleştirmiştir. Askerin Hükümete ya da ABD'ye ne gibi bir gebeliği olduğu için bu tür suçlamalarla karşı karşıya kaldığını sorgulamış,merak etmiştir.
  12. Olaya farklı bir bakış açısı getirmek, bir korkumu paylaşmak istiyorum... Gerçekten öyle mi değil mi bilmiyorum ama bir olasılıktan bahsetmek istiyor, bir soru sormak istiyorum... Ya Mısır'da bu olanlar gerçekten bir devrim değil de emperyalistlerin yeni bir oyunuysa? Ya değişim reform özgürlük isteyen mazlum halk yine kandırılıyor, birilerinin çıkarları uğruna kullanılıyorsa? Ya gelen gideni aratır, işler arap saçına döner, özgürlük gelecek yerde daha beter bir totalitarizm baş gösterirse? Ha her şeye rağmen kazanan yine emperyalizmse... Bilmiyorum... İhtiyatlı yaklaşmak gerekit diyorum... Evet Mübarek gerçekten ABD'nin dümen suyunda siyaset yapan biriydi... Ama ya Saddam için oynanan oyunun aynısı, Ahmedinejat için düşünülenin tıpkısı, Büyük Ortadoğu Projesi'nin bir adım sonrası Mübarek'in devrilmesiyse... Acele etmeyelim derim... Bekleyelim görelim bakalım neler olacak...
  13. olsa idi yapsa idi etse idi... yahu neden olasılıklar olmamışlar üzerinden konuşuyorsun? dünya birleşseydiymiş... sanki öyle bir şey söz konusu da... olsaydısını söyleyeyim sana madem çok merak ettin... adı dünya olurdu arkadaşım... dünya birleşik devletleri olurdu... olmadığına göre? ulus devlet denilen şey hala var olduğuna göre? ulus devletle ırkçı devlet arasında dağlar kadar fark olduğuna göre? ama sen bunu hala daha anlayamadığına göre? konu kapanmıştır
  14. puhahahaha bunu sevdim... mükemmel bir espri... harikasın canraşit
  15. Yazılarını okuduk arkadaşım o yüzden cevap veriyoruz zaten. Irkçılık senin sandığın kadar basit bir şey değildir. Irkçılığa hiç şahit olmamışsın. Senin söylediğin ve özlediğin düzen anarşist düzendir. Anarşizmde devlet diye bir şey yoktur, dünya halkları kardeştir şiarından yola çıkılarak devlete gereksinim olmadığı inancı yatar. Bu nedenle de devlet olgusuna karşıdırlar zaten. Türkiye Cumhuriyeti ırkçı olsaydı adı Türkiye Cumhuriyeti değil, Türk Cumhuriyeti olurdu. Gerçi bu da yetmez, çünkü ırkçılıkta bir de diğer ırkları yok sayma vardır, devletimizde (her ne kadar yanlış giden şeyler de olsa) özüne bakıldığında ırkları yok sayan bir anlayış yoktur. Özüne bakıldığında eğer yasalarında ve anayasalarında bir başka ırkı yoketmeye, onu yok saymaya yönelik yasalar olmayan hiçbir devlet ırkçı değildir. Tabii yapılan bazı yanlışlar vardır, ancak bu da devleti ırkçı yapmaya yetmez, böyle bir durumda o uygulamaları yapan KİŞİLER ırkçı olur. Devletin kişiliği yoktur ki ırkçı olsun? Önemli olan uygulamayı yapmakta olan KİŞİLERDİR!!! Ve zaten bu KİŞİLER geçici, millet ve devlet kalıcıdır. İnsan emeği olmayan toprağın insan buluşu olan devletlerce sahiplenilemeyeceğini söylüyorsun! Böyle saçma sapan bir şey var mı ya? Mülkiyet nerede kaldı o zaman? Eğer gerçekten toprağın insana ait bir şey olamayacağını düşünüyorsan tapuda üzerine kayıtlı gbütün taşınmazları sat da görelim? Parasını da hayır kurumlarına bağışlayacaksın ama... Hadi bir an senin gibi düşünelim? Adil şekilde ırk farkı gözetmeden paylaştıralım toprakları? Hangi kriteri göz önüne alacaksın? Demokrasiyle belirleyelim diyorsun? Dünya Toprak Dağıtımı Referandumu mu yapacaz? 6 milyar insan oy mu kullanacak yani? Peki aynı şekilde demokratik bir hak olan pasif kalma hakkı kullanılırsa bu hakkı kullanan insanlar için nasıl bir dağıtım ön görülecek?
  16. "Derin Dünya Devleti Atatürk'e Türkiye Cumhuriyeti'ni kurdurdu..." Çok güldüm buna... Evet Kurtuluş Savaşı'nı kazandıran da Derin Dünya Devletiydi değil mi? Baksana bunda da uzaylıların parmağı olmasın sakın?
  17. Türkiye 1980'den beri dikta rejimiyle yönetiliyor uyuyor musunuz siz! 12 Eylülcüler darbeyi yapıp 3 sene hüküm sürüp yeni anayasa ve serbest (!) seçimlerden sonra köşelerine mi çekildiler ki dikta rejimi son buldu sanırsınız! O ağzınızdan düşürmediğiniz statükocular 1980'de bugünleri hazırlamak bugünkü totalitarizmi sağlamlaştırmak için çalıştılar ve AKP iktidara geldi! 1970'lere kadar hiçbir kimsenin bir diğeri ile dil din ırk mezhep giysi inanç yaşantı gibi konularda çakışması çatışması hatta kavgası yoktu. Sizin o ağzınızdan düşürmediğiniz derin devletçilerdir PKK'yı da AKP'yi de yaratan, ülkeyi AB-D'nin kollarına atan! 80 yıllık tortu diyorsunuz, isim vermeden Mustafa Kemal'i ve onun silah ve siyaset arkadaşlarını hedef gösteriyorsunuz! Oysa Mustafa Kemal'in ta kendisiydi kardeş kavgasının önüne geçen! Ulusalcılığın ta kendisiydi emperyalizme karşı bu ülkeyi ve halkı tek yumruk hale getiren! Referandumda "yetmez ama evet" dediğiniz "olacak yapacaklar bunu" dediğiniz hangi şey yapıldı? 12 Eylülcülerin yargılanmasının önündeki engel (güya) kalktı Anayasanın geçici 15. maddesinin kaldırılmasıyla... Referandumdan bu yana 5 ay geçti yaprak kımıldamıyor hala neyi savunuyorsunuz! Kadınlara ve çocuklara pozitif ayrımcılıkmış! Hani nerede TBMM? Yapsın da görelim bakalım alkışlayalım o zaman! Hala töre cinayetleri hala çocuk istismarı! 6 aylık çocuğunu ağladı diye biberonla döve döve öldüren ruh hastaları var hala bu ülkede! Hani nerede pozitif ayrımcılık? Referandumdaki en güçlü silahlarınız bunlar değil miydi evet diyebilmek için? Hani? Tek bir olumlu adım var mı bütün bunların önüne geçecek! Yoksa her zamanki gibi AKP diktasını pekiştirmeye mi gönüllü oldunuz! Kemalist ideoloji diye bir şey yoktur. Mustafa Kemal arkasında bir miras bir ideoloji bırakmadan ebediyete intikal etmiştir. Atatürk'e ve Atatürkçülere saldırmanın yolu olarak onun eserlerine "-izm" ekleyip kategorize edemezsiniz! Çağdaşlaşma hareketinin başlangıç tarihi 23 Nisan 1920'dir! Daha o tarihten başlar ve 10 Kasım 1938'e kadar devam eder. içinde kılık kıyafet devrimi, harf devrimi medeni yasa devrimi, o zamana kadar dünyanın hiçbir yerinde olmayan kadınlara seçme ve seçilme hakkı devrimi, o dönem için erken de olsa Cumhuriyet rejiminin Osmanlı İmparatorluğu'nun devamı niteliğinde totaliter bir rejim olmadığını halka ve tüm dünyaya ispatlama açısından düşünülen ve uygulamaya konulan ama başarılamayan çok partili yaşama geçiş dönemi mevcuttur. Ayrıca iktisadi yaşamı kalkındırmaya yönelik bir sürü atılım yapılmıştır. Ülkenin en azından bugünleri görebilmesini sağlayan ama bugün kıymeti bilinmeyen ve bazı güdümlü liboş kalemler tarafından her gün lanetlenen devlet teşebbüsleri de o dönemde kurulmuştur. Şimdi hepsi birer birer elden çıkarılıyor. (Elbette ki özel teşebbüs olacak. Mustafa Kemal tam anlamıyla kapalı ve tamamı devlet tarafından finanse edilen bir ekonomi zaten istemiyordu. Ama ülke zenginliklerinin birilerine yok pahasına haraç mezat satılması başka bir şeydir özel teşebbüsü teşvik etmek bambaşka bir şeydir. Bu ülkede hiçbir zaman dindar vatandaşlar düşman olarak kabul edilmedi. Öyle olsaydı cami sayısı kütüphane sayısının 200 katı olmazdı. Ülkenin kuruluşundan 1970'lere kadar da hiçbir etnik kökenle de problem yaşanmıyordu. Bu da bazı kompradorların ve onların uşaklarının Batı'daki sahiplerine yaranmak için kaşıyıp, yara haline getirdiği bir durumdur. Bu ülkede GERÇEK ANLAMDA Atatürk'ün izinden giden hiçkimsenin kendisinden farklı bir etnik kökene dine mezhebe inanca yaşayışa v.b mensup kişilerle hiçbir sorunu OLMAMIŞTIR, OLAMAZ DA... Ama eğer derseniz Atatürk'ün arkasına sığınıp kendi ceplerini dolduranlar, faşizm yapanlar, Atatürk'ün açtığı çağdaşlaşma ve her türlü özgürlüğü gericiliği ümmetçiliği tebaacılığı köleliği hizipçiliği ve bölücülüğü hortlatmak amacıyla istismar edenler olmuştur, bakın ona katılırım o zaman. Bunların en başında da 12 Eylülcüler, bugün AKP'nin en yetkin koltuklarında oturanlar, PKK, ve PKK'yı meşru kılmaya çalışanlar gelmektedir. Herkes aynaya bir baksın, özeleştiri yapsın
  18. Haklılığınız anlaşıldığından mı? Pardon ama yazımı okumadınız galiba? Es geçmek kolaydır okumanızı dilerim. Bakın HSKY'nın yapısının değiştirilmesiyle Yargı'nın iş yükü hafiflemiyor sevgili arkadaşım. Güdümlü bir yargı oluşuyor! Hükümet HSYK'nın yapısını değiştireceğine, yasasını çıkardığı istinaf mahkemelerinin bir an evvel işler hale getirilmesine çalışmalıydı. Hakimlik ve Savcılık sınavının üstündeki şaibe bulutlarını ortadan kaldıracak düzenlemelere gitmeliydi! Torpile ve adam kayırmaya sebep olacak mülakat esasını ya ortadan kaldırmalıydı ya da adam gibi bir hale getirmeliydi. Timsah gözyaşları dökülerek ülke yönetilmez. Delikanlı gibi adam gibi iş yapacaksın! Yoksa defolup gideceksin! Ama hükümette o delikanlılık bile yok! Yetmez ama evet'çilerde de özeleştiri yapacak yürek yok...
  19. Ve bu söylediklerinizi de dünya üzerinde ırkçı olmayan tek devlet olduğunu, çünkü bir ırka dayanmadığını iddia ettiğiniz ABD gerçekleştirecek öyle mi? Gülerim ben buna....
  20. Yapılan bir ihbar ve daha öncesindeki çalışmalar neticesinde toplanan delillerin bir araya getirilmesiyle birlikte kolluk kuvveti olan polis bir eve baskın düzenlemiş, içeridekilere teslim olma çağrısı yapmış, ancak ÇATIŞMA çıkmış, bu çatışma sonucu bir islami TERÖR ÖRGÜTÜ'NÜN lideri ölü ele geçirilmiş, buna karşılık çatışmada ŞEHİT OLAN POLİSLER olmuş, çatışma sonrası eve girildiğinde bu evde bu yasa dışı TERÖR ÖRGÜTÜNE AİT bir çok doküman ele geçirilmiş, ve evde yapılan kazılar sonucu DOMUZ BAĞI İLE BAĞLANMIŞ CESETLER bulunmuştu bundan tam 10 yıl önce... Peki bir dava neden koskoca 10 yılda bitmez de POLİSLE ÇATIŞAN, ONLARI ŞEHİT EDEN, ÇATIŞMA MAHALLİ OLAN EVDE BİR TERÖR ÖRGÜTÜNE AİT olduğu apaçık belli olan dökümanlar ve üstelik yine aynı evde DOMUZ BAĞI İLE BAĞLANAN CESETLER bulunduruan sanıklar tahliye olur? Hükümet, adalet bakanı, Yargıtay, muhalefet, STK'lar... Herkes konuşuyor şuanda... Söylenenlerin birçoğu doğru... ama tatmin edici bir açıklama yok. Hiç kimse, yetkililer bile bundan sonrasında ne yapılacağını bilemiyor. Bakın adalet bakanının sözünü ettiği istinaf mahkemeleri ile ilgili düzenleme, ben hukuk fakültesine girdiğim yıl yapılmıştı ve 2007 yılına kadar istinaf mahkemeleri ile ilgili teşkilatlanmanın tamamlanacağı öngörülüyordu. Ben üniversiteyi uzattım 6 senede bitirdim, avukatlık stajımın tamamlanmasına 3 aydan az bir süre kaldı ama halen daha istinaf mahkemelerinin teşkilatlanması tamamlanmış değil. Peki nedir bu istinaf mahkemeleri denilen şey? Efendim istinaf mahkemeleri, yerel mahkeme dediğimiz (örneğin İstanbul bilmemkaçıncı Asliye Ceza Mahkemesi) tarafından verilen bir karar hakkında, Yargıtay'a gidilmeden çözülmesini sağlamayı görev edinmiş bir mahkemedir. Daha net bir şekilde açıklayacak olursak, yerel mahkeme kararını onayacak ya da bozacak bir bölge mahkemesidir, kurulduğu ve yargı çevresi sınırları içinde olan tüm mahkemelerdeki uyuşmazlıkları nihai karara bağlaması öngörülür. Burada da nihai bir karara varılamaz ya da varılan karara itiraz edilecek olursa ancak bundan sonra Yargıtay'a gidilebilecektir. Bu, bir nevi süzgeç niteliğinde olan, aşağıdan yukarıya doğru mahkemelerin iş yükünü azaltmasını hedefleyen, özüne bakıldığından güzel bir uygulamadır ancak bunun için sağlam ve yeterli kadrosu olan bir hukuk sistemi gerekmektedir. Nitekim yine örnek vererek açıklayacak olursak, sadece bu yıl ilk 9 ayda ve sadece Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığı'nın yargı çevresinde 80.000'in üzerinde iddianame düzenleniyor ve bu iddianamelerin yüzde 90'lık bir bölümü kabul edilip kamu davası açılıyorsa bu davaların tamamını kısa sürede sonuca bağlayacak, daha sonra da verilen bu kararların hukuka uygunluğunu denetleyecek olan kurum (istinaf mahkemeleri ile Yargıtay)da sağlıklı karar alabilecek fiziki imkanlara sahip olmalıdır. Tek bir hakimin bir gün içerisinde 75-80 davanın duruşmasını yaptığı günümüzde (ispat isteyenler ve merak edenler Sultanahmet'teki İstanbul adliyesinin koridorlarını bir dolaşsınlar. Adliyeler, mahkeme salonları ve duruşmalar bir dosya ile ilgili gizlilik kararı alınmadığı, gizli oturum yapılacağına dair bir karar olmadığı takdirde tüm halkımıza açıktır.) yularıda olması gerektiğinden söz ettiğim sağlıklı yapının olmadığı açıktır. İşin daha da vahimi, bütün bu dosyalar karara bağlanmış olsa da karara davacı ya da davalı tarafından itiraz edildiği zaman (istinaf mahkemeleri teşkilatlanmasını 6 senedir tamamlayamadığı için) bu onbinlerce dosya bu itirazları değerlendirecek ve karara bağlayacak tek merci olan Yargıtay'a gidiyor. Yargıtay'da 21 Hukuk ve 11 Ceza dairesi olduğu düşünülünce vehametin boyutu kat be kat artıyor. Sorunun asıl çözümü Yargıtay'daki daire sayısını artırmak değildir. Zira Yargıtay dairelerinin sayısını artırmakla bir yere varılamaz. Sorunun kökten çözülmesi isteniyorsa yerel mahkemelerin sayısını artırmak, kanuni düzenlemesi hazır olan istinaf mahkemelerini bir an önce işler kılmak, bunun için de hakim sayısını artırmak gerekir. Adalet Bakanı da hakim savcı sayısının artırılması yolunda çalışmalar olduğunu ancak buna bazı engeller çıkarıldığını, Hakimler Savcılar sınavı hakkında bu güne kadar 4 yürütmenin durdurulması, 1 tane de iptal kararı verildiğini çok mağdur durumda olduklarını açıklayarak timsah gözyaşları akıtıyor. Sayın Adalet Bakanı'na buradan sesleniyorum. Hükümetiniz bundan 1 sene önce HSYK'nın yapısını ve üye seçimini değiştirecek ve son derece şaibeli hale getirecek olan Anayasa düzenlemesine kafa yormak, üzerinde bu kadar mesai harcamış olduğunuz bu şaibeli düzenlemeyi inatla uzlaşmasız olarak referanduma taşımak ve referanduma taşıdığınız bu değişikliklerin geçmesi için halkın oyunu satın alacak çalışmalar yapmak yerine hakkında bu kadar dava açılan Hakimler Savcılar Sınavı ve Mülakatları hakkında iktidarda bulunduğunuz bu kadar sene içerisinde makul bir düzenleme yapmış olsaydınız bütün bu skandallar yaşanmazdı elbette. Bugün hukuk sistemimizin sahip olduğu hakim sayısı yeterli değildir. Mevcut sayının en az 3 katı kadar daha hakimin görev yapması gerekmektedir. Dolayısıyla buna uygun olarak da mahkeme sayısının, keza adalet personeli sayısının da artması gerekmektedir. Saygılarla
  21. ama amerika kıtasını bulan adam beyazdır ve dolayısıyla beyaz adamın ismi verilmiştir. Sizin mantığınızdan gidecek olursak bu da bir tür ırkçılıktır!
  22. Olağanüstü durumlar, olağanüstü kararlar gerektirir. Bunun bir örneğini daha Galatasaray-Konyaspor karşılaşmasında gördük. Kadrosunun yetersiz olduğu hemen herkes tarafından kabul edilen ve tarihinin en başarısız sezonunu geçiren Galatasaray, sonunda "genç futbolculara şans vermek" gibi radikal bir karar almayı başarabildi! Forvetsiz Galatasaray, altyapıdan bir forveti getirip oynatmayı sonunda akıl edebildi ve 19 yaşındaki Anıl Dilaver ilk kez resmi bir maçta forma giyerken, Galatasaray'ı zorlu bir deplasmandan 3 puanla çıkardı. Avrupa kulüpleri bu yaştaki futbolcuları, artık amatörlükten çıkıp gelişimini tamamlamış birer oyuncu olarak görerek ilk 11'lerinde banko oynatırken, yabancı futbolculara milyon dolarları dökerken, genç futbolcuların adını dahi duymamış haldeyiz. Anıl, 1990 Trabzon/Sürmene doğumlu. Geçen sezon A2 Ligi'nde gol kralı olmuştu. Sezon sonunda sözleşmesi bitecek olan Anıl 3 kez 21 yaş altı ulusal takım forması giydi. Memleketi Trabzon'un 61 numarasını isteyen Anıl, bu numara dolu olduğu için, Arda Turan gibi ilk sezonunda 66 numaralı formayı giyiyor. Konyaspor maçında attığı golün aksine, A takımla ilk resmi maçı olmasına rağmen iyi performans sergileyen Anıl'ın benzer sevincini 2006 yılında Aydın Yılmaz yaşamıştı. 2005-2006 sezonunda Gerets döneminde ilk kez A takıma yükselen Aydın, ligin kırılma maçlarından biri olan Konyaspor maçında 90+2'de takımına galibiyeti getiren golü atmış, şampiyonlukda önemli pay sahibi olmuştu. Şöyle bir bakınca, gelecek vaat eden Aydın'ın o günden bu yana futbolunun üstüne pek bir şey koymadığı, halen yerinde saydığı görülüyor. Bundaki sebep nedir? Bunca yıldır kendisini neden geliştirememiştir? Futbolcuların kendi payları olabileceği gibi, takımlarımızın da büyük sorumluluğu olduğu açıktır. Bir zamanların altyapı uzmanı Galatasaray'ın, şimdi Arda'dan başka fark yaratan, takımı sürükleyen bir "kendi" oyuncusu var mı? Yine gelecek için umut veren Uğur Uçar, Almanya'dan getirilen Alpaslan Erdem, Özgürcan Özcan gibi futbolcular neden takımdan gönderilmiştir? Bu futbolcular Aydın Yılmaz'dan daha mı başarısızlardır? Anıl Dilaver'in aylık maaşı 1500 TL. Arabası yok ve toplu taşıma aracı kullanıyor. Şimdilik! Attığı golle Galatasaray'a 750 bin TL'lik galibiyet primi kazandırdı. Beşiktaş'taki sakatlıklar sebebiyle forma şansı bulan ve attığı golle takımına beraberlik kazandıran Ali Kuçik'in maaşı ise sezon başında 1250 TL'den 3000 TL'ye çıkarıldı. Takımlarımızın genç takım politikalarını gözden geçirmek gerekiyor. Genç bir futbolcu A takıma çıkacağı günün hayaliyle canla başla savaşırken, isme ve yabancıya itibar eden teknik adamlara bir şekilde kendilerini gösterip şans bulurlarsa ve bu şansı da hasbelkader iyi değerlendirilerse, kısa sürede mütevazi bir maaştan milyon dolara ulaşabiliyor, altlarına son model araba çekip 20'li yaşlarda "ben oldum" diyebiliyorlar. Altyapıdayken müthiş bir idman temposuyla disiplinli çalışırlarken, kendilerine sunulan nimetler karşısında başları dönüp futboldan da profesyonellikten de kolayca uzaklaşabiliyorlar. Bundan sonraki amaçları bir an önce idmanı bitirip eğlence mekanlarına gitmek, içkinin dibine vurup manken peşinde koşmak oluyor. Bir futbolcunun da hakkı olan eğlenmek bu noktada futbolun önüne geçiyor, futbolcuların gelişimleri A takıma çıktıktan sonra duruyor, yerinde saymaya başlıyor ve "gelecek vaat eden" şeklinde nitelendirilenler takımdan gönderilerek ikinci sınıf futbolcuların arasında yer almaya başlıyorlar. Medyanın genç futbolcuları yaklaşımları da takdire şayan! Kendisini gösterdiği anda bir anda göklere çıkartılan futbolcular, malzeme bulmuşçasına üzerlerine saldırılarak kullanılıyor, manşetlerde sürekli kendisini gören futbolcu, ister istemez havalara giriyor, bu psikolojisine de, maç konsantrasyonuna da, kişiliğine de büyük zararlar veriyor. Bir anda vezir eden medya, futbolcunun kötü döneminde birdenbire değişerek acımasızca saldırılarda bulunarak bu sefer de rezil ediyor! Galatasaray'ın en önemli futbolcularından biri haline gelen Arda'da neler yaşandı? Aziz Yıldırım'ın teklifini reddettiği için, medyanın "her şeyi hak ediyor" baskısıyla 20 yaşında kaptanlık verilen, sırtına da 10 numara geçirilip Metin Oktay'la kıyaslanmaya başlanan, takımın tek kurtarıcısı olarak lanse edilip üzerine inanılmaz bir yük bindirilen Arda'nın, bir anda değişen hayatıyla birlikte, psikolojisinin ne hale geleceği hiç düşünülmüş müdür acaba? Sürekli manşetlere çekilen, her hareketi haber yapılan, özel hayatı magazin gündemlerine taşınan, kız arkadaşıyla olan ilişkisi sürekli irdelenen ve birdenbire acımasızca eleştirilen Arda'nın şimdi sakat olmasından dolayı oynayamamasının ötesinde, futboldan kopmasında bu tür bir medyanın olmasının hiç mi sorumlusu yok acaba? Galatasaray, şu anki gibi kötü bir durumda olmasaydı belki hiç de hiç şans bulamayacak olan Anıl, ve sakatlıklar sayesinde son maçlarda şans bulan Ali Kuçik, umarız iyi performansları sürdürerek kendilerini kanıtlarlar. Ancak maaşlarına yapılacak ani zamla, medyanın aşırı ilgisi ve göklere çıkarması karşısında dikkatli olmalı, kendisilerini yalnızca futbollarına odaklamalıdırlar. İnşallah, genç futbolcuların saman alevi gibi parlayıp sönmemelerine birer örnek daha olmazlar. Kaynak: terskose.org
  23. Kimisini biliyordum bu yazılanların... Deniz'in espri yeteneği, üniversite bahçesine atla girmesi, Mahir'in şairliği, yine Deniz'in futbol merakı... Bir de ek yapayım... Deniz'in idamı beklediği günlerde son bir defacık olsun Rodrigo'nun gitar konçertosunu dinlemeyi istediği... Ama bilmediğim de çok şey varmış... Olağanüstü bir derleme olmuş sizi tebrik ederim. Sadece KAVGA'daki taviz vermez duruşları, sapına kadar devrimci olmaları, özünde birer Kemalist olmaları ve hiçkimseye ateş etmemiş, kimseyi öldürmemiş olmalarına değinilmemeli... 68 kuşağı asıl bu insani özellikleriyle irdelenmeli Tekrar tebrik ederim
  24. Bak şeker kardeşim sen beni hala anlayamadın heralde. Sana sorduğum "başka ülkelerde hiç mi sorun yaşanmadı sorusu" kaçma sorusu değil sana bir şeyi düşündürme sorusudur. Ben söylediklerimin arkasındayım. Bu forumda şu başlık altında benden başka çözüm önerisi sıralayan oldu mu bir bak bakalım! Senin derdin işi yokuşa sürmek. Ben diyorum ki sorunlarımızı tartışalım evet var bir problem çözelim. Ama bunu ÜNİTER YAPIYA ZARAR VERMEDEN devletin adından rahatsız olmadan yapalım! Herkes biliyor kimlerin hangi konuda sorunlar çıkardığını. Daha yarım saat önce bütçe görüşmelerini seyrederken bizzat gözlerimle şahşit oldum kimlerin hangi konuları kaşıdığını kimlerin gerçekten samimi olduğunu. Sorun mu var çözelim gelin başbaşa verelim. Ama terörü teröristi PKK'yı neden ne nasıl ortaya çıktığını, bunların hepsini bir kenara bırakalım. Zaten amacımız kardeşçe yaşamayı sağlayacak mutlak demokratik bir ortam sağlamak değil mi? Ne gereği var geçmişin acı olaylarını irdelemeye o zaman? Kısır döngüden başka bir şey yaratmayacak ki? Çünkü ben yok o öyle değil böyledir diyecem sen bana karşı çıkacaksın yine elimizde hiçbir eşy olmayacak. O yüzden sen bırak ne oldu ne bittiyi de bundan sonra ne yapacağımıza bakalım! Kabul mü?
×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.