Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

yam_yam

Φ Üyeler
  • İçerik Sayısı

    2.202
  • Katılım

  • Son Ziyaret

  • Lider Olduğu Günler

    9

yam_yam tarafından postalanan herşey

  1. "Eğitim insanlara vakaları, kuram veya yasaları öğretip onları değiştirerek ve eğlendirerek birer uzman teknisyen yapmak değildir. Onun amacı insanların dimağlarını açmak, ufuklarını genişletmek, zekalarını ateşlemek, mümkünse doğru düşünmesini, fakat hiç olmazsa herşeye rağmen düşünmesini öğretmektir. " (Hutchins) Konu eğitim olduğunda, en sevdiğim söz bu sözdür. İnsanları diğer canlılardan ayıran en önemli özelliğimiz düşünmek olduğuna göre, yeni nesillere bunu öğretmek temel amacımız olmalı. Gelgör ki bizde epeydir işler öyle yürümüyor. Biz bir süredir dindar, kindar, düşünmeyen, yalnızca biat eden bir nesil yetiştirmekle uğraşıyoruz. Sistemimizi bu amaç doğrultusunda kuruyor, kadrolarımızı bu amaç doğrultusunda şekillendiriyoruz. İşin tuhaf tarafı ciddi bir kesim bu durumdan memnun; memnun olmayanların da eli kolu bağlanmış durumda. Bugün yukarıda görselini gördüğünüz bir haber düştü ajanslara. Haberin detaylarına şuradan ulaşabilirsiniz :http://www.hurriyet.com.tr/mudur-yardimcinin-halk-oyunlari-mesaji-velileri-ayaga-kaldirdi-40085796 Haberi gördüğümde şaşırmadım çünkü neredeyse hemen her gün bu tür haberlere rastlar olduk. Malatya'da bir lisede müdür yardımcılığı görevinde bulunan ve eğitimci demeye dilimin varmadığı biri, halk oyunlarında kızlarla erkeklerin elele tutuşmalarından rahatsız olmuş ve namus cinayeti işleyenlerin bu duruma izin vermeyeceklerinden dem vurmuş. Şimdi neresinden tutsan elinde kalacak bu zırvayı herhangi birinden duysam, "meczup" der geçerim; lakin kazın ayağı öyle değil. Bunu söyleyen kişi çocuklarımızı emanet ettiğimiz, onları eğitmekle görevli olan biri. Bildiğin taliban kafası. Şimdi bu zat, bizim binlerce yıllık kültürümüzü kendi taliban kafasıyla değerlendirip tukaka ilan ettiği yetmiyormuş gibi, namus cinayetlerine de cevaz veriyor. Bakın bu adam bir lisede müdür yardımcısı. Şimdi bu olayı münferit bir vakaymış gibi değerlendirip geçersek, geleceğimiz adına ciddi bir hataya düşmüş olacağız. "Hadi canım sen de" diyebilirsiniz ama sistematik bir biçimde taliban kültürüne alıştırılmaya çalışıyoruz. Gündemi biraz olsun takip ediyorsanız, bunun sayısız örnekleriyle karşılaşmış olmanız gerekir. Binlerce yıllık kültürümüz; muhafazakarlık, dindarlık kisvesi altında taliban kültürüne devşirilmeye çalışılıyor. Daha 1,5 yıl önce aynı kafadaki Eğitim Bir-Sen tarafından, 19.Milli Eğitim Şurası'nda karma eğitimin kaldırılması yönünde bir önerge verildi. Bu önerge o gün için reddedildi ama şundan emin olabilirsiniz ki, çok da uzak olmayan bir zamanda bu önerge yeniden getirilecek ve bu kez kabul da görecek. Bunun zeminini hazırladıklarından emin olabilirsiniz. Bakın kendilerine "Türkiye Akademisyenler Platformu" adını veren ve danışma kurulunda prof. ünvanlı pek çok kişinin yer aldığı bir platform, internet sitesinde "YÜZ YILIN PEDAGOJİK YANLIŞI KARMA EĞİTİM SORGULANIYOR" başlıklı bir yazıya yer vermiş. (Bknz:http://akademikplatform.net/karma-egitim-sorgulaniyor/ ) Bu yazı ne zaman kaleme alınıp ne zaman yayınlanmış bilmiyorum. Ben bugün gördüm. İster inanın ister inanmayın, danışma kurulunda profesör ünvanlı kişilerin yer aldığı bu platformun yayınladığı yazıda karma eğitimin zararlarından bahsedilirken; * Özellikle muhafazakâr ailelerin kızları okula göndermemesine yol açıp, kızları eğitimsiz bıraktığından * Ergenlik çağındaki kız ve erkekler dersler yerine karşı cinsle ilgilenmesi ve ahlakî yozlaşmanın meydana gelmesine yol açtığından *Okullarda kız veya erkek arkadaşını başkalarından kıskanan erkek veya kızların kavga etmesine sebep olduğundan *Fiziken güzel olmayan ve arkadaş bulamayan kız ve erkekleri karamsarlığa sürüklediğinden dem vurulmuş. Bahane mi? Beğensen de, beğenmesen de bahane... Yakın bir zamanda karma eğitimi kaldıracaklar. Son 1500 yılı İslam ile sentezlenmiş binlerce yıllık Türk kültürü yerine, Arap ve Taliban kütürünü yerleştirecekler. Peki bu o kadar kolay mı? Kısa vadede pek kolay değil; ama alt yapıyı oluşturursanız, yeni nesillere bu kültürü empoze etmeye başlarsanız uzun vadede epey yol alabilirsiniz. Elbette bu kültürü kabullenmeyecek, hatta çevresinde bu kültürün gelişmesinden irrite olacak ciddi bir kesim de olacaktır. Alın size bir çatışma daha... Türk-Kürt , Alevi- Sünni çatışmasından sonra yeni bir çatışma daha : kültür çatışması. Olmaz mı diyorsunuz? Öyleyse gereğinden fazla iyimsersiniz demektir. Hadi k.i.b optum bye...
  2. yam_yam

    Mağdurum, Mağdursun, Mağdur...

    Yine mağdur oldular arkadaş. İnanılır gibi değil ama zeytin yağı gibi üste çıkıp yine mağdur oldular. Bu ülkede bir vakfa ait yatılı okullarda 10'u kesinleşmiş, iddialara göre muhtemel 45 çocuk istismarı vakası yaşandı. Bakın yazı ile "KIRKBEŞ". Sayının çokluğunu görünce, insanın aklına ister istemez organize işlenmiş bir vaka geliyor. Öyle ya, koskoca vakıfta yıllar boyunca 45 (yazı ile kırkbeş) çocuğa cinsel istismarda bulunulacak ama kimsenin haberi olmayacak. Organize olmasa bile bir göz yumma, görmezden gelme de mi yok? Olay patlak verince önce üzerini örtmeye çalıştılar; baktılar ki örtemiyorlar, olayı sıradanlaştırma, münferit bir vakaymış gibi gösterme çabasına giriştiler. Üstelik bunu yapanların başında da o çocuklara en çok sahip çıkması gereken kişi, aile ve sosyal politikalardan sorumlu bakan vardı. Bu mide bulandırıcı olayı gerçekleştiren, göz yuman, görmezden gelen, ihmali bulunan kim varsa ibretlik ders vermesi gerekirken, resmen ve alenen sahip çıktı. Öyle ki, TBMM'de olayın araştırılması için verilen önergeyi bile reddettiler. Sonra baktılar ki infial oluyor, geri vites yapıp "anlaştık komisyon kurulacak" dediler. Peki neden sahip çıktılar? Bu vakıfla aralarındaki menfaat ilişkilerine dair iddiaları göz ardı edip bir kenara bırakırsak, kendi ideolojilerini yaymak için kullandıkları bir araçtır bu vakıf da ondan. En ufak bir olayda karşısındakini itibarsızlaştırma çabası içine girenler, böylesine iğrencliğin yaşandığı bir vakfı şimdi yere göre sığdıramıyorlar. Böyle bir olay Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği'nde yaşanmış olsaydı, neler olabileceğini tahayyül edebiliyor musunuz? Ben söyleyeyim; kökünü kazırlardı. Yetmedi, muhalefetin bakan hakkında verdiği soru önergesi AKP lilerin oylarıyla reddedilince, takı merasimi gibi sıraya girip arlanmazca bakanı tebrik ettiler. Tüm bu olanlardan sonra ne oldu peki? Ana muhalefet partisi lideri , eski içişleri bakanının bir işadamını (!) kollamak için kullandığı ve 17/25 aralık tapelerine de yansıyan "önüne yatarım" sözüne atıfta bulunarak bakanı eleştirdi. Cinsiyetçi aşağılama ile hiç bir alakası olmayan, 17/25 aralık yolsuzluk olaylarına benzer bir şekilde bir kurumun kollandığını ifade eden bir kalıbı kullandı ana muhalefet partisi lideri. Ve olanlar oldu... Hükümet kanadı, kullanılan bu kalıbı anında işine geldiği gibi çevirdi ve kendisine yeni,yine, yeniden bir mağduriyet yarattı. Tüm bu mide bulandırıcı olayın yaşandığı vakıf unutuldu, hükümetin bu vakfı koruyup kollaması unutuldu, bakanın " bir kere rastlanmış olması hizmetleri ile ön plana çıkmış bir kurumumuzu karalamak için gerekçe olamaz." demesi unutuldu... Ne olduysa oldu AKP yine mağdur oldu. Vay arkadaş ! Vay benim köse sakalım... Biz halk olarak aklımızla bu kadar alay edilmesini hakediyor muyuz gerçekten? Galiba hakediyoruz... Nerede, neye, nasıl tepki vereceğini bilmeyen bir halk için gerçekten hakediyoruz. İzlanda'ya bakıyorum, panama belgelerinde başbakanlarının ismi geçtiği için halk sokaklara döküldü. Önce gönülsüz olan başbakan, sonunda istifa etmek zorunda kaldı. Sonra bize bakıyorum.... Amaaaaannnn bana ne! Ben mi kurtaracağım memleketi?
  3. yam_yam

    Özet Geç Lan...!

    Anayasa Mahkemesi, Can Dündar ve Erdem Gül ilgili verdiği hak ihlali kararının gerekçesini dün (09.03.2016) resmi internet sitesinden yayınladı. Tayyip Erdoğan gerekçeli karar hakkında "Gerekçeli kararı misafirlerim nedeniyle okuyamadım. 33 sayfalık bir gerekçeli karar açıklamış olduklarını duydum. Herhalde gerekçeyi izahta zorlandılar." demiş. Erdoğan'ın bu açıklamasını görünce aklına "özet geç lan !" mottosu gelen bir ben miyim bilmiyorum; ancak kendisi ifade ettiği için kitap okumadığını, başkalarının hazırladığı kitap özetlerini okuduğunu (!) biliyoruz. Dolayısıyla okumayla arası iyi olmayan birinin 33 sayfayı gereğinden uzun bulması normaldir. Bana kalsa Anayasa Mahkemesi'nin ilgili gerekçeli kararından koca bir kitap çıkması lazım. Neyse... Erdoğan aynı açıklama içerisinde "Anayasa Mahkemesi, bireysel başvurularda yargı yolunun tüketilmesini beklemek durumundadır. Yerindelik denetimi yapamaz, yapmamalıdır. Anayasa Mahkemesi, bu olayda kendini birincil mahkemenin yerine koymuştur. Yargıtay gibi de bu noktada inceleme yapması doğru değildir" demiş. Halbuki gerekçeli kararı okumuş olsaydı, tüm bu iddialarının Anayasa Mahkemesi tarafından geçersiz bırakıldığını açık ve net bir biçimde görebilirdi. "Gerekçeli kararı görmeden bir açıklama yapmam doğru olmaz" demek yerine, her zaman yaptığı gibi itibarsızlaştırma çabası içine düşmüştür. Bu çabanın kendisini bir cumhurbaşkanına yakışmayacak derecede komik duruma düşürüp düşürmeyeceği derdinde olduğunu sanmıyorum; böyle bir derdinin olmadığını daha önceki pek çok açıklamalarında ve eylemlerinde gördük. Böyle bir dert edinmek yerine, bu konuda söyleyecek sözü olanları da itibarsızlaştırma yoluna gitmek daha kolay olsa gerek. Bir de Erdoğan, kindar nesil yetiştirme konusunda gerçekten önder olabileceğini gösteriyor. Anasaya Mahkemesi'nin verdiği karar netice itibariyle bir 'beraat' kararı değildir. Mahkeme, Can Dündar ve Erdem Gül'ün tutukluluk hallerinin bir ihlal olduğuna karar vermiştir. Yani Dündar ve Gül'ün yargılamaları tutuksuz olarak devam edecektir. "Ağır bedel ödeyecek, öyle bırakmam onu"diyen Erdoğan için 'tutuksuz yargılama' kararı konusunda verdiği tepkilere bakacak olursak, bu tepkilerin "kin" e dayalı ve abartılı tepkiler olduğunu da görebiliriz. Allah muhafaza mahkeme bu iki isim hakkında beraat kararı verse neler olacağını tahayyül dahi edemiyorum.
  4. (Not: Aşağıdaki yazıyı bir yıl önce hazırlamaya başlamış, fakat uzun bir yazı olduğundan, daha sonra tamamlamak üzere taslaklara kaydetmiştim. Biraz yoğunluk, biraz da üşengeçlikten öylece kaldı. Sonra da unutup gitmişim. Bugün taslaktaki yazıyı görünce tamamlamak istedim; çünkü hala güncelliğinden bir şey kaybetmiş değil) ----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------- ..... zavallı bir yaratık olan insanoğlunun baş derdi, kendilerine doğuştan bağışlanan özgürlükten sıyrılıp bunu bir an önce başkalarına devredebilmektir. Özgürlüklerini, vicdanlarını huzura kavuşturana pekala teslim edebilirler. * * Dostoyevski'nin Karamazov Kardeşler adlı romanında, kardeşlerden Ivan ve Alyoşa arasında geçen diyalogtan... ----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------- Vicdan (TDK) : Kişiyi kendi davranışları üzerinde bir yargıda bulunmaya iten, kişinin kendi ahlak değerleri üzerine dolaysız ve kendiliğinden yargılama yapmasını sağlayan güç. ----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------- Başbakan Davutoğlu, iç Güvenlik paketinin "Ülkenin huzuru, özgürlüklerin korunması ve uyuşturucuyla mücadele konusunda adım atılmasını" öngördüğünü ileri sürerek, "Bu yasa, öyle veya böyle bu meclisten inşallah geçecek" şeklinde konuştu. Basından (20.02.2015) ------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------ İÇ GÜVENLİK YASA TASARISI İç Güvenlik Yasa Tasarısı şu an mecliste oylanmakta. Ben sabah evden çıkmadan önce haberlere göz attığımda ilk 16 madde kabul edilmiş, 17. maddeye geçilmişti. Sanırım pek çoğunuzun, bu yasadan (en azından önemli maddelerinden) haberi vardır diye düşünüyorum. Eğer yoksa, bir an önce öğrenmenizi tavsiye ederim; zira ülkenin bundan sonraki rejiminin ne olacağı konusunda bilgi sahibi olmanız ülke vatandaşı olarak yararınıza olacaktır. Ben burada tek tek maddelere değinecek değilim; ancak hukukçuların bu yasa tasarısına karşı yönelttiği eleştirilerden çok küçük bir bölümünü basından alıntı yapacağım : Büro Emekçileri Sendikası (BES), Yargıçlar ve Savcılar Birliği (YARSAV) ve Kartal Hukukçular Derneği, İç Güvenlik Yasa Tasarısı'nı protesto amaçlı basın açıklaması yaptı. Açıklamaya bazı hakimler, avukatlar ve adliye personeli de katıldı......... Kartal Hukukçular Derneği adına basın açıklaması okuyan avukat Osman Zeki Erdoğan, İç Güvenlik Yasa Tasarısı'nın demokratik rejimi ortadan kaldırarak baskıcı düzeni yasallaştırma çabası olduğunu belirterek, "Anayasaya açıkça aykırı düzenlemeler öngören paket ile birlikte bireyler yargı güvencesinden tamamen yoksun olacak, korumasız hale gelecek, hak ve özgürlükler iktidarın, polisin insafına terkedilecektir. Her türlü toplantı ve gösteri yürüyüşü terör eylemi, buna katılan herkes terörist sayılabilecektir. Yargı kararı olmadan polis amirlerinin emriyle istenilen kişinin 48 saat boyunca telefonları dinlenebilecek, kişilerin üstü, araçları aranabilecek, herkes fişlenebilecektir diye konuştu. http://www.radikal.com.tr/turkiye/adliyede-ic-guvenlik-paketi-protestosu-1290387/ Türkiye Barolar Birliği, başta İstanbul, Ankara ve İzmir baro başkanları olmak üzere Türkiye'nin dört bir yanından gelen avukatların, bu tasarının geri çekilmesi için cübbelerini giyerek Meclis'e yürüdüklerini de hatırlatayım. Ayrıca Hürriyet Gazetesi'nden İzzet Çapa, bugünkü (24.02.2015) köşe yazısında İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dekanı Prof.Dr.Adem Sözüer ile yaptığı bir röportaja yer vermiş. Bu röportajda Sözüer, hükümetin bugüne kadar hukuk alanındaki her reformunu desteklediğini, bu tasarıdaki 10 maddenin ne mantıklı, ne hukuken ne de siyaseten doğru olmadığını belirtmiş ve Güvenlik paketi komisyonda görüşülürken Ceza hukuku akademisyenleri olarakTBMM'ye yazı yazıp kendilerini komisyona davet etmeleri talebinde bulunmalarına rağmen kendilerine cevap bile verilmediğini söylemiş. Yani, ülkedeki neredeyse tüm hukukçular (ki bunlara hükümetin yargıyı kendine bağlayan düzenlemeleri reform olarak adlandırıp desteklediğini söyleyenler de dahil) bu yasanın demokratik olmadığını, insan hak ve özgürlüklerini gasp edeceğini bas bas bağırırlarken, Başbakan Davutoğlu bu yasa ile özgürlüklerin korunacağını söylemiş. AKP üyelerinin bu tür fantastik beyanlarına alıştığımız için, bu açıklamaya kendi adıma şaşırtıcı bulmadığımı belirteyim. Nasıl olsa kendi tabanlarının büyük bölümü gündemi ya takip etmiyor, ya da havuz medyasından takip ediyor.Sonuçta iflas etmiş Suriye politikasının neticesi olan türbe taşıma olayını bile kahramanlık gibi lanse edebilen ve bunu kabullenebilecek bir kitleden bahsediyoruz. Bu tasarının yasalaşması, bundan sonra ülkenin polis devletine dönüşmesi anlamına gelecek. Peki nedir polis devleti? POLİS DEVLETİ Polis devleti kabaca, halkın refah ve huzurunu sağlamak gerekçesiyle her türlü önlemi almak noktasında temel hak ve özgürlükleri kısıtlayabilen, bunu yaparken de kendisi herhangi bir hukuk kuralına bağlı kalmayan yönetim şeklidir. Bu açıdan baktığımızda, İç Güvenlik yasa tasarısının temel hak ve özgürlükler anlamında ciddi sıkıntılar doğurabilecek maddeler içerdiğini görebiliriz. Tamamen kolluk kuvvetlerinin inisiyatifi ile 48 saate kadar gözaltı, yine bu inisiyatife bağlı olarak telefonların dinlenebilmesi, kolluk kuvvetlerinin silah kullanma yetkisinin artırılması, protesto ve gösteri hakkının "sıkıyorsa yap" noktasına getirilmesi... Tüm bu özgürlüklerin kısıtlanmasına getirilen gerekçe ise hem polis devletlerine özgü bir gerekçedir, hem de üniversitelerde ders olarak okutulabilecek seviyede bir ironi barındırıyor :Ülkenin huzuru ve özgürlüklerin korunması için... Sanırım burada ülke huzurundan anlamamız gereken tamamen hükümetin huzuru; zira bu yasa ile birlikte muhalefet eden herhangi biri ya da birileri üzerinde baskı ve işkence kurulabilir. Buradaki işkenceden kastım, manevi işkencedir. Özgürlüğünüzün 5 dakika da olsa geçersiz ve gereksiz yere kısıtlanması, ya da kolluk kuvvetlerince üzerinizin ya da eşyalarınızın aranması da manevi bir işkencedir. Kısaca kolluk kuvvetlerine verilen bu antidemokratik yetkiler temel hak ve özgürlükleri kısıtladığı gibi, biri ya da birileri üzerinde baskı kurma ve bezdirme amaçlı da kullanılabilir. Demokratik bir hukuk devletinde bu tür yasaların olması beklenemez. VİCDAN, DEMOKRASİ VE ÖZGÜRLÜK Yazımın başında Dostoyevski'den bir alıntı yapmıştım. "Özgürlüklerini, vicdanlarını huzura kavuşturana pekala teslim edebilirler." Biz toplum olarak gerçekten hiç özgür olduk mu? Ya da daha can alıcı şekliyle şöyle sorayım : Biz toplum olarak gerçekten hiç özgür olmak istedik mi? Sanırım bu son soruya verilebilecek cevap, hak ve özgürlüklerimizin ne kadar farkında olduğumuz ve onları ne ölçüde kullandığımızla alakalı olacak, bu hak ve özgürlükleri kullananlara/kullanmak isteyenlere bakış açımız da bu soruya verilecek cevabı etkileyecektir.Aynı zamanda bu soruya verilecek cevap, bizim demokrasi bilincimizin de seviyesini gösterecektir. Dostoyevski'nin, ölümüne (1881) kısa bir süre kala tamamladığı Karamazov Kardeşler kitabında bahsettiği bir ifadeyi, 135 yıl sonra biz gerçekten yaşıyoruz. Toplumumuz, vicdanını huzura kavuşturduğunu düşündüğü iktidara artık özgürlüklerini teslim etmiştir. Peki iktidar ne yapmıştır da, toplumun vicdanını huzura kavuşturmuştur? Bence bundaki en büyük pay, kuşkusuz muhafazakar ahlak yapımızdan kaynaklanıyor. İktidar bu yapıya uygun söylemleri ve eylemleriyle toplumda kabul görüyor ve hatta fanatizm seviyesinde destek buluyor. Öyle ki, korkunç derecedeki yolsuzluk iddiaları bile ya komploya bağlanıyor, ya da görmezden geliniyor. Vicdanımızın baş aktörü muhafazakarlık olduğu müddetçe, gelecekte değişecek çok fazla bir şey de olmayacaktır. Peki toplum olarak giderek daha da muhafazakarlaşıyor muyuz? İlk bakışta öyle gibi görülebilir; ama tam aksini iddia eden akademik araştırmalar var. Bknz : http://sosyal.hurriyet.com.tr/yazar/ahmet-hakan_131/turkiye-dindarlasmiyor-aksine-dinden-uzaklasiyor_30083737 Dindarlık ve muhafazakarlık birbirinden farklı olabilir; ama pekala içiçe olduklarını da söyleyebiliriz. Bu durum gelecek adına umut verici olsa da, toplumun bugünkü seçimlerinin ülkeyi kısa vadede telafisi mümkün olmayan zararlara ve hatta bir felakete sürükleyebileceği endişesini ortadan kaldırmıyor. Netice itibariyle özgürlüklerimiz birer birer elimizden alınıyor; ya da Dostoyevski'nin söylemiyle, özgürlüklerimizi birer birer teslim ediyoruz. Ne diyelim, "Hayırlısı be gülüm." ...
  5. yam_yam

    Gelecek mi? Çok Karanlık. Çooookk...

    İlkokul 2. sınıflara Arapça dersinin seçmeli ders olarak konmuş olduğunu bugün (23.10.2015) haberlerde görmüşsünüzdür. Gerekçe olarak da tarihi ve kültürel sebepler gösterilmiş. Yersen... Ne yazık ki geleceğimiz giderek batıyor, kararıyor. Matematik ve Fen konusunda dünya ortalamasının çok çok altındayız. Ne bilim üretebiliyoruz, ne sanat. Buna rağmen 7-8 yaşındaki çocuklarımıza öğretilenlere ve öğretilmek istenenlere bir bakın! Tamam, yabancı bir dil öğrenmek iyidir. İyi de neden arapça? Bu çocuklar arapça öğrendiklerinde ülkemizin en büyük eksikliklerinden biri olan bilimsel makale/kaynak ihtiyaçlarını giderebilecekler mi? Arapça dilinde üretilmiş kaç tane bilimsel makale, kaç tane sanat eseri var? Arapça öğrenen bir yavrumuz, yarın öbür gün yurtdışındaki saygın bir üniversiteye gitmek istediğinde arapça işine yarayacak mı? Cevap koca bir HAYIR .. Kültürel olarak giderek araplaştırılmaya çalışılıyoruz. Cumhuriyetin kazanımlarıyla her anlamda çağdaşlaşmaya döndürülen yüzümüz, artık araplaşmaya döndürülmüş durumda. Yazık oluyor çocuklarımıza, geleceğimize.. Onlara bu kötülüğü yapmak için çıldırmış olmamız lazım. Çocuklarımızı bilime ve sanata yöneltmek yerine, dogmalara ve batık bir kültüre yönlendirmek için gerçekten çıldırmış olmamız lazım. Abarttığımı mı düşünüyorsunuz? Ortadoğu'nun ne halde olduğuna bakmak, bu endişelerin hiç de yersiz olmadığını anlamak için yeter de artar bile. Çocuklarımıza ve geleceğimize bu kötülüğü yapmayalım..
  6. yam_yam

    Mahkûm (Hikaye)

    Sevgili Karıcığım; Bu mektubu, sana ulaşıp ulaşamayacağını bilmeden yazıyorum. Umarım ulaşır. Bir arkadaşım, sana bu mektubu ulaştırabileceğini iddia eden adamlara güvenebileceğimi söyledi. Gerçi yüzde yüz garanti veremiyorlar. Biraz riskliymiş. Yöntemlerini çok gizli tutuyorlar. O yüzden bu mektubun sana nasıl ulaşabileceği konusunda hiç bir fikrim yok. Tek bildiğim, bu mektubun sana ulaştırılması karşılığında 25 günlük kahvaltımdan feragat etmek zorunda kaldığım. Aslında 30 günlük istemişlerdi ama nasıl sıkı bir pazarlıkçı olduğumu bilirsin. Sakın endişelenme. Zaten sabah kalkar kalkmaz pek yiyemediğimi biliyorsun. Acıkana kadar da öğle yemeği vakti yaklaşmış oluyor. Hem ben yine iyi durumdayım. Burada birçok kimse günü tek öğünle geçirmek zorunda kalıyor. Hatta duyduğum kadarıyla 48 saatlik yemeğinden feragat edenler bile varmış. Sonuçta burada para geçerli bir araç değil. İnsanlar özel bir takım istekleri olduğunda yemeklerinden feragat etmek zorunda kalıyorlar. Bulunduğumuz yeri sana tarif edebilmem epey zor. Viranelikle teknolojinin karışımı bir yerdeyiz. Virane, çünkü çevresi yüksek ve kalın duvarlarla çevrili, bombardımanlarla harabeye dönmüş bir şehrin içindeyiz. Teknolojik, çünkü her ihtiyacımız kolumuzdaki bileklikler sayesinde otomatik makinelerce karşılanıyor. Bilekliğimizi yemek makinesine okuttuğumuzda alüminyum folyoya sarılı öğünümüz önümüze geliyor. İçme suyu da benzer şekilde... Ancak içme suyu bu mevsim için günlük 1 litre ile sınırlı. Onu da en en az üçer saatlik aralıklarla birer su bardağı şeklinde alabiliyoruz. Haftada bir banyo yapabiliyoruz. Tabii yine otomatik makinelerce... Bilekliğimizi okutup makinenin içine giriyoruz. Makine içerisinde kalabileceğimiz maksimum süre 1 dakika ile sınırlı. Bu sürenin ilk 30 saniyesinde köpük, son 30 saniyesinde ise durulanma suyu akıyor. Tuvalet konusunda bir sınırlama yok; ancak tuvaletlerimiz teknolojik değil. Burada bu konudan bahsetmek istemiyorum.Yalnız hiç de hijyenik olmadığını bilmen yeterli olur sanırım. Burada herkes yeşil renkli tek tip üniforma giyiyor. Ayda bir bu üniformaları bir makinenin içine bırakıyoruz ve yenilerini alıyoruz. İç çamaşırlarını ise her banyo sonrası makine veriyor. İİç çamaşırları, daha önce hiç görmediğim bir kumaştan üretilen tek kullanımlık çamaşırlar. Çok rahat olduğu söylenemez ama idare ediyor işte. Bildiğimiz anlamda yatak, yastık, yorgan gibi eşyalarımız yok. Geceyi harabeye dönmüş binaların içinde, bir karış yüksekliğindeki saman yığınlarının üzerinde geçiriyoruz. Neden bilmiyorum, geceleri de soğuk olmuyor burada. Bir yorgana ihtiyaç duymuyoruz. Açıkçası ilk zamanlar bu tuhaf yatağa alışmakta epey zorlanmıştım. Sorun kaşındırması ya da rahatsız olması falan değil. Sorun fareler.. Bu saman yığınlarının içinde cirit atıyorlar. İlk zamanlar fareler yüzünden geceleri uyuyamıyordum. Bana dokunduklarını düşünmek bile o kadar tiksindirici geliyordu ki, bir kaç gece çıplak betonda, kıyafetlerimi yere sererek uyumayı denedim. Olmadı... Mecburen o saman yığınlarına dönmek zorunda kaldım. Şimdi artık varlıklarına alıştım. Muhtemelen tüm gece üzerimde dolanıyorlar ama ben farketmiyorum bile. Bu arada sen hiç evcil bir fare görmüş müydün? Hamster'dan falan bahsetmiyorum. Bildiğin fare... Adını "Mayki" koymuşlar. Seslendiklerinde çıkıp geliyor. Kendi etrafında dönmek gibi bir kaç hareket de öğretmişler. Komut verdiklerinde kıçını yakalamaya çalışır gibi etrafında dönüyor. Tabii ödülünü de alıyor. Garip doğrusu... Günümüzün çoğu dıraşıda geçiyor. Yapılacak pek bir şey yok burada. Düşünmek ve sohbet etmek için bol bol vaktimiz var. Arada küçük taşlarla icat edilen bazı oyunlar da oynuyoruz. Yalnız yağmura dikkat etmemiz gerekiyor. Yağmur suyuna maruz kaldığımızda cildimiz kızarıyor ve bir kaç günü kaşınarak geçirmek zorunda kalıyoruz. Kaşıntılar geçtikten sonra bir süre de kaşınmaktan oluşan yaraların geçmesini bekliyoruz. Anlayacağın burada yağmur yerine zehir yağıyor. Şehri çevreleyen duvarlardan biri aynı zamanda şehri ortadan ikiye bölüyor. Bizim bulunduğumuz tarafta hafif suçlardan mahkum olanlar var. Diğer tarafta ağır suç mahkumları varmış. Oradaki şartların çok daha kötü olduğu söyleniyor. O taraftan bazen insanın içini ürperten çığlık sesleri geliyor. Ne olduğunu bilmiyoruz ama buradan bazıları her çığlık sesinden sonra "birinin kolu daha gitti" diyor. Galiba bilekliklerini almak için yapıyorlarmış. Tanrım ne vahşet ! Neyse ki bizim tarafta böyle şeyler olmuyor. Çarptığım adam kazayı hafif sıyrıklarla atlattığı için tanrıya her gün dua ediyorum. Burada gardiyan ya da herhangi bir görevli yok. İilk geldiğim günden bu yana mahkumlar dışında kimseyi görmedim. Sanırım mahkumların kalın ve yüksek duvarları aşamayacağını düşünüyorlar. Haksız sayılmazlar. O kadar yüksekler ki, bir ipi duvarın ucuna ulaştırabilmek için zıpkın falan kullanmak gerekir herhalde. Oraya ulaşsan bile, dikenli teller yüzünden vücut bütünlüğünü koruyarak diğer tarafa ulaşmak imkansız. Bizim bölümde görece kısa süreli mahkumlar olduğundan kaçış konusunda ne bir plan, ne de bir teşebbüs görmedim, duymadım. Muhtemelen "yakalanırsam diğer tarafa götürürler beni" korkusu da etkili olmuştur bu konuda.Birilerinin burasıyla ilgilendiğinin tek göstergesi, her sabah duyduğumuz kamyon gürültüsü. Sanırım erzak ve diğer ihtiyaçları bu kamyonlarla getirip makinelere yüklüyorlar. Bu arada sağlığımın iyi olduğundan bahsetmedim sana. Endişelenme iyiyim ben. Bilekliğimiz düzenli olarak nabız, tansiyon, ateş gibi vücut değerlerini ölçüyor. Gerekirse makinelere yönlendirip ilaç almamızı sağlıyor. Ben hiç kullanmadım ama ciddi sağlık sorunu olanların girdiği bir makine var. Bu makine vücut içi görüntüleme teknikleri kullanıyormuş. Burada bulunduğum sürede hiç acil bir vaka olmadı. Söylendiğine göre acil vakalarda, önce bilekliklerden vücuda etken bir madde enjekte ediliyormuş. Sonra da tıbbi çıkış noktasından alıyorlarmış hastayı. Benim için sakın endişelenme lütfen. Umarım benim de sizler için endişelenmemi gerektirecek bir durum yoktur. Burada tek sorunum sizlere olan özlemim. Çocuklara, onları çok özlediğimi ve iş seyahatinden döndüğümde onlara bir sürü oyuncak getireceğimi söyle. Umarım bu mektup eline geçmiştir.Şimdilik hoşçakalın... Seni hala büyük bir aşkla seven kocan....
  7. yam_yam

    Oynatmaya az kaldı, doktorum nerede?

    Erdoğan, "Papa'nın özel uçağı var, bizim dini liderimizin neden olmasın?" demiş. Eh, ne de olsa erkek deveyi dişi deveden ayırt edemeyeceğini düşündüğü bir topluma seslendiğinden, gerçeğe ve akla mugayir beyanlar vermekten çekinmiyor. 1 - Papa'nın özel uçağı yoktur. En son Türkiye ziyaretine de Alitalia'nın (İtalya Hava Yolları) kendisine tahsis ettiği uçakla gelmiştir. 2 - Türkiye ziyaretinde kullanmak üzere Fiat Albea araç talep etmiş, ancak kendisine güvenlik gerekçesiyle lüks bir araç tahsis edilmiştir. 3- Papa yalnızca bir dini lider değildir. Papa, Vatikan Devleti'nin devlet başkanıdır. Aynı zamanda dünya üzerinde 1 milyardan fazla kişinin ruhani lideridir. 4 - Erdoğan "Bizim dini liderimiz" demiş. Türkiye'nin resmi ya da gayriresmi olarak ne zamandan beri bir dini lideri var? Diyanet İşleri kanunla belirlenen görevleri yerine getiren bir kurumdur ve başkanı da dini lider değil, atama ile görevlendirilen bir memurdur. Yoksa... Şeyhülislam..? Halife..? 5 - Son olarak, - Şecaat arzederken merd-i kıpti sirkatin söyler. - Yiyin efendiler yiyin, bu han-ı iştiha sizin Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin. - Oynatmaya az kaldı, doktorum nerede?
  8. yam_yam

    Akıl Tutulması

    Türkiye'den parçalı olarak izlenebilen güneş tutulması an itibariyle devam ediyor. Ne yazık ki bazı bölgelerde bulutlanmadan dolayı tutulma izlenemiyor. Güneş tutulması bir tarafa da, ülkece hemen her gün akıl tutulması yaşar olduk. Dün (19.03.2015) Tayyip Erdoğan, Harp Akademileri Komutanlığı'na yaptığı ziyarette, "Samimiyetle ifade ediyorum; eski Genel Kurmay Başkanımız başta olmak üzere, birlikte mesai sarf ettiğim için yakından tanıdığım pek çok komutanın tutuklanmasına şahsen gönlüm hiç bir zaman razı olmadı. Tereddütlerimi, itirazlarımı o dönemde bu işin sorumlularına ifade ettim, hatta kamuoyu önünde de dile getirdim." demiş. Halbuki biz Erdoğan'ı, ordunun tasfiye sürecinin başlangıcı olan Ergenekon davasının savcısı olarak biliyorduk. Ergenekon davası başta olmak üzere, sonrasında orduya yönelik açılan davalarda da mağduriyet söylemlerini dillerinden düşürmemişlerdi. Evet Erdoğan, (yanlış hatırlamıyorsam 2012 yılında) İlker Başbuğ'un tutuklanması konusunda tutuksuz yargılama istediğini ifade etmişti. Ancak Ergenekon davası 2008 yılında açıldı ve 2012 yılına kadar pek çok ordu mensubu yıllarca tutuklu kaldılar. Peki aradan geçen yıllar boyunca tutuklu kalanlar için rahatsız olmayan Erdoğan, Başbuğ'un tutuklu yargılanması için neden rahatsız olmuştu? Bence iki seçenek var : 1- Ülkenin genel kurmay başkanının tutuklanması konusunda yöneltilecek olan eleştirileri yumuşatmaya yönelik samimi olmayan bir açıklamaydı (ki Başbuğ'un tutuklanmasını bizzat Erdoğan'ın istediği yönünde ciddi iddialar atıldı ortaya bknz :http://www.cnnturk.com/haber/turkiye/basbugun-tutuklanmasini-basbakan-istedi ) 2- İşler çığrından çıkmıştı. Netice itibariyle her durumda mağdur olan bir Erdoğan var ortada. Davalar sırasında, yapılacak olan darbenin hedefi olmakla mağdur olmuştu, tüm bu davaların kumpas olduğunun ortaya çıkmasından sonra da, kandırıldıkları için mağdur oldular. Peki tüm bu olayların müsebbibi kim? Paralel çete.. Zaten paralel çete de gökten zembille inerek her kurumun içine girdi. Evet ülkece akıl tutulması yaşıyoruz. Ne yazık ki bu tutulma, güneş tutulması gibi gelip geçici görünmüyor.
  9. yam_yam

    Doğalgaz Lobisi !

    Termik santral yapılacağı gerekçesi ile, yangından mal kaçırır gibi bir anda 6.000 zeytin ağacının kesildiği Yırcalı Köyü'nden bir grup köylü, köylerinde termik santralı yapılması için 4.000 imza toplayarak Enerji ve Tabii Kaynakları Bakanı Taner Yıldız'a teslim etmişler. Köylerinde termik santral yapılmasını isteyen köylüler "Dışarıdan gelen Green Peace üyeleri, doğalgaz lobisi ve bazı muhalefet milletvekillerinin de kışkırtmasıyla bizler mağduruz" demişler. bknz : http://www.hurriyet.com.tr/ekonomi/28493617.asp Termik santralı yapacak olan şirketler grubunun başkanı da, yaklaşık 3 ay önce "Doğalgaz lobisinin işi" demişti. bknz : http://www.hurriyet.com.tr/ekonomi/27852670.asp Belli ki köylülerin eline bir metin tutuşturup, "Bunu söyleyeceksiniz." demişler. Kızmıyorum o köylülere; kızamıyorum. Asıl kızdığım, köylünün 3 kuruşa muhtaç edilerek, böylesine arsız bir tiyatroda figüran olarak kullandırılmalarıdır.
  10. yam_yam

    Big Brother Is Watching You !

    Manken Merve Büyüksaraç'a Erdoğan'a hakaret ettiği gerekçesi ile dava açılmış ve böylece Erdoğan'ın açtığı hakaret davalarına bir yenisi daha eklenmiş. Bence her ilde en az bir mahkeme Erdoğan'ın açtığı/açacağı hakaret davalarına bakmak üzere özgülensin. Böylece mahkemeler üzerindeki ciddi bir yük hafiflemiş olacak ve diğer davalara bakma fırsatı bulacaklardır. Elbette hakareti meşrulaştırmak doğru değildir; bu yazıyı yazmaktaki amacım da bu değildir. Pekala herkesin, kendisine hakaret edildiğini düşündüğünde yargı yoluna başvurması kadar doğal bir şey olamaz. Her ne kadar eleştiriler noktasında en çok hoşgörü göstermesi gerekenler siyasiler olsa da, özellikle basın yolu ile edilen hakaretler için hoşgörü beklemek de doğru olmayabilir. Erdoğan'ın açtığı hakaret davalarına bakınca, ne gazeteci, ne öğretmen, ne de öğrenci gözetilmeden hemen herkese davalar açıldığını görüyoruz. 16 yaşındaki bir çocuğun bile Erdoğan'a hakaret ettiği gerekçesi ile tutuklandığını göz önüne aldığımızda, bu davaların bir hak arama çabasından ziyade, baskı ve yıldırma amacıyla yapıldığı açıktır. Muhtemelen Erdoğan'ın bu amaçla oluşturduğu kalabalık bir ekip var ve gerek basılı ve görsel medyayı, gerek sosyal medyayı ve hatta protesto gösterilerini bile tek tek inceleyerek kime dava açabiliriz diye didik didik tarıyorlar. Tüm bunlar bana George Orwell' ın 1984 adlı romanını hatırlatıyor: Big brother is watching you. Nasıl olsa iç güvenlik yasa tasarısının maddeleri de bir bir meclisten geçiyor. Artık dava açmaya bile gerek kalmadan 101 numaralı odaya* alınmamız çok da uzak bir olasılık değil. * George Orwell'ın 1984 adlı romanında, partiye muhalefet edenlerin hayatlarındaki en büyük korkularıyla başbaşa bırakıldıkları oda.
  11. yam_yam

    Çocuk mu Kandırıyorsunuz?

    Başbakan Davutoğlu, "Eşme için izin falan talep etmedik nota verdik, yani 'Biz oradayız, orada olacağız' kayda geçirmek için. Orası artık bizim toprağımız. Kimse de buna itiraz edemez veya kimse buna meydan okuyamaz. Yani birisi meydan okuyorsa oraya dokunsun bakalım, anında müdahale edilir." demiş. Al sana aklımızla alay eden demeçlerden bir tanesi daha. Yahu daha bir kaç gün önce "risk" gerekçesi ile vatan toprağı kabul edilen bir bölgeyi, tası tarağı toplayarak başka bir yere taşıyan siz değil miydiniz? Orası vatan toprağı değil miydi? Şimdi bu neyin atarlanması? Madem bu kadar atarlanacak gücümüz vardı da, tası tarağı toplayıp neden terk ettik vatan toprağını? Çocuk mu kandırıyorsunuz nedir anlamadım... Ya da "anında müdahale edilir" den kasıt, türbenin yine bir başka yere taşınacağı mıdır?
  12. yam_yam

    Suikast Şenlikleri !

    Havuz medyasının bugünkü (20.02.2015) manşetleri : Star : Pensilvanya'dan Sümeyye'ye Suikast Emri Akşam : Sümeyye Erdoğan'a Suikast Güneş : Pensilvanya'dan Suikast Talimatı - Sümeyye'nin İcabına Bakın Havuz medyası 4. suikast şenliklerini başlatmış. Eğer suikastçılar siyah bandanalı, deri eldivenli ve yarı çıplak değillerse hayatta inanmam..
  13. yam_yam

    Taciz Yetmez, Kezzap Atın !

    Kepez Atatürk Anadolu Lisesi'ne yeni atanan müdür yardımcısı, okuldaki erkek sınıf başkanlarını toplayarak kısa etek giyen kız öğrencilerin peşine takılmalarını, önce uyarmalarını, sonra da gerekirse taciz etmelerini söylemiş. Böylece bundan rahatsız olan kız öğrenciler düzgün giyinmek zorunda kalacaklarmış. Bence taciz yeterli değil. O erkek öğrencilerin ellerine birer kezzap şişesi tutuşturup, ibret-i alem olsun diye kezzap attırsınlar; daha etkili olur. Şimdi "Bunu da mı hükümete bağlayacaksın?" diye soracaklar olabilir. Müsaade buyurursanız, evet bağlayacağım. Geçtiğimiz yıl 7 bin okul müdürünün görevlerinden alınarak yerlerine AKP'li kadroların nasıl atandığını şuradan görebilirsiniz : http://www.sendika.org/2014/08/7-bin-mudur-gorevden-alindi-egitim-tarihinin-en-buyuk-kadrolasma-operasyonu/ Bu yeni atanan kadrolar içerisinde "liyakat" arandığını düşünmek fazlaca saflık olur. Her söylemini, her eylemini daha fazla muhafazakarlaşma adına yapan hükümetin, atadığı kadrolardan ne beklediğini tahmin etmek de zor değil. Evet, insanlığını kaybetmemiş, hiç bir aklı başında yöneticinin böyle bir işe kalkışacağını düşünemeyiz; ancak artık kraldan çok kralcı olanların el üstünde tutuldukları da yadsıyamayacağımız bir gerçek. Yadsıyamayacağımız bir gerçek daha var ki, normalde kanımızın donmasını bekleyeceğimiz haberlere artık şaşıramıyoruz bile ve ne yazık ki bunlar daha iyi günlerimiz.
  14. yam_yam

    Ay Ben Gülerim !

    Başbakan Davutoğlu, Ak Parti Belediye Başkanları İstişare ve Yönlendirme Toplantısı'nda yaptığı konuşmada aynen şöyle demiş : "Buradan farklı partilerden 12 büyükşehir belediyesi başkanına sesleniyorum. AK Parti'ye oy vermiş ilçelerimizi cezalandırmayın bunun yapılması durumunda gerekli hukuki, işlem yapılır." Ay ben gülerim.. Hatta sadece ben değil, o 12 büyükşehir belediyesinde yaşayan herkes güler. Önce, daha dün tarihli (18.02.2015) şu habere bakalım : Raylarda da üvey evlat : Bakanlıktan İzmir'e proje yok ! Bakanlar Kurulu Kararı Resmi Gazetede yayınlandı. Buna Göre Ulaştırma Bakanlığı İstanbul, Ankara ve Antalya'da metro projelerini üstlenirken Üçkuyular-Narlıdere ve Üçyol-Buca Metro hatlarını programa almadı. http://www.egedesonsoz.com/haber/Raylarda-da-uvey-evlat-Bakanliktan-Izmir-e-proje-yok-/891457 Ulaştırma Bakanlığı 2015 yılında kenti içi ulaşım için Ankara'ya 955 milyon, İstanbul'a 750 milyon lira ayırırken, İzmir'e sadece 62 milyon lira ayırmış. Lütfetmişler doğrusu.. Yıllardır, AKP dışındaki yerel yönetimler "Merkezi yönetimden yeteri kadar destek alamıyoruz" diye feryat ederken kulaklarını tıkadılar, şimdi de bunu söylüyorlar.. Birazcık samimiyet...
  15. yam_yam

    Bir Fatiha da Siz Okuyun

    Cumhurbaşkanı (!) Erdoğan, feministler için "Ya senin bizim dinimizle, medeniyetimizle ilgin yok ki.Biz sevgililer sevgilisinin hitabına bakıyoruz" demiş. Siz kimsiniz? Sizin dininiz ne? Sen cumhurbaşkanı mısın, halife misin, diyanet işleri başkanı mısın, papa mısın, kardinal misin? "Biz" den kastın kim? Türk Halkı ise, bu halkın içerisinde müslümanı da, hristiyanı da, musevisi de, ateisti de var. Bu ülkede yaşayan herkes sizin dininizle ilgili olmak zorunda mı? Hala ayrıştırma, hala ötekileştirme, hala kutuplaştırma çabası. Üstelik cumhurbaşkanıyım diye dolaşan birinin bakacağı yer sevgililer sevgilisinin hitabı değil, Türkiye Cumhuriyeti Anayasasıdır. Ne anayasa tanıyorlar, ne hak, ne de hukuk.. Laik ve demokratik devleti hunharca katlettiler. Biliyorsanız bir Fatiha da siz okuyun gari...
  16. yam_yam

    Timsah Gözyaşları

    Kadına karşı işlenen suçlar neredeyse vaka-ı adiye haline gelmişken, hunharca, canavarca, adice bir cinayet daha işlendi bu ülkede. Bardağın son damlasıydı ki, toplumsal infial oluştu, ülke ayağa kalktı. Özgecan ilk kurban değildi; ne yazık ki son da olmayacak. Olayı geniş bir perspektiften değerlendirdiğimde, beni dehşete düşüren, iğrendiren, endişelendiren o kadar nokta var ki, hangi birisini sayacağımı şaşırdım. Öncelikle bu olayın faillerini kısa sürede ortaya çıkaran kolluk kuvvetlerine kendi adıma tebriklerimi sunuyor ve teşekkür ediyorum. Dilerim adalet de en kısa zamanda gereken en ağır cezayı verir.. Bir ülkede bir suç sistematikleşmişse, artık orada suçun bireyselliğinden bahsetmek pek mümkün değil. Bu ülkede artık kadına karşı şiddet sistematikleşmiş ve bir sistem, kültür sorunu haline gelmiştir. Dün (16.02.2014) Başbakan Davutoğlu da, kadına karşı şiddet için yeni bir eylem planından bahsederken "Yasalar yapılır ama önemli olan ortak yaşama kültürü konusunda güçlü bir seferberliğin başlatılması. Bu bir zihniyet, kültür meselesi" demiş. Doğru söylemiş... Doğru söylemiş ama, bu çarpık zihniyet ve kültürü yerleştirmek için ellerinden geleni yapan kendileri değil miydi? Şimdi bundan şikayet etmek komik olmuyor mu? Üstelik daha bir kaç yıl önce "kadınlara yönelik şiddet olaylarının muhalefetin ve medyanın istismarıyla artıyormuş gibi bir havada takdim edildiğini" söylememişler miydi? Karma eğitimi bile kaldırma eğiliminde olanlar, hangi ortak yaşam kültüründen bahsediyorlar? Her söylem ve eylemleri, kadınları cinsellikleri ile ön plana çıkarıp onları toplumdan soyutlamaya, geri plana itmeye, ikinci sınıf insan yerine koymaya yönelik olmadı mı? AKP hükümeti, başa geldiğinden bu yana kadına yönelik söylem ve eylemleri ile, kadına karşı işlenen suçlardaki rekor artış arasında bir korelasyon yok mu? "Kadın herkesin içinde kahkaha atmayacak, bütün hareketlerince cazibedar olmayacak, iffetini koruyacak" demediler mi? Kendi resmi yayın organı haline getirdikleri TRT'de, Hamile kadının sokağa çıkmasının terbiyesizlik olduğu söylenmedi mi? Cinsiyet eşitliğine ters düşen, kadınlara yönelik baskıları teşvik eden bu söylemlere yapılan şikayetler için, daha dün yabancı bir dizide geçen "Tanrı" kelimesine ceza veren RTÜK, bu söylemin yayın ihlali olmadığına hükmetmedi mi? Dahası, bu söylemde bulunan kişi halen programına devam etmiyor mu? Tecavüzcüsünden de hamile kalsa, kürtaj yaptırmaması gerektiğini söylemediler mi? Kadına, kendi bedeni üzerinde dahi hak sahibi olamayacağını dikte etmeye çalışmıyorlar mı? "Anneler, annelik kariyerinin dışında bir başka kariyeri merkeze almamalıdır" demediler mi? Kadının çalışma özgürlüğüne set çekmeye, "kadının yeri evidir" demeye getirmediler mi? Tüm bu ve buna benzer söylemler, giderek muhafazakarlaşan toplumda kadınları baskı altına alıp, öz güvenlerini yitirmelerine sebep olmuyor mu? Böyle bir ortamda kadınlar şiddet de görseler, tecavüze de uğrasalar seslerini çıkaramayacak duruma gelmiyorlar mı? Sen kadını yalnızca cinsel bir obje olarak ön plana çıkarır, üstüne de ikinci sınıf insan muamelesi yaparsan, bunu fırsat bilecek, kadın üzerinde şiddet ve tecavüz de dahil her hakkı kendilerinde görecek hastalıklı beyinler çıkmayacak mı? Diğer taraftan, kadınların saçından bile tahrik olan zihniyet, bir çift kadın bacağı görünce sapıtıyor. Hoş, saçını, bacağını kapatsa elinden tahrik olacak. Elini kapatsa, gözlerinden tahrik olacak. Gözlerini kapatsa çarşafın altından seçilen vücut kıvrımlarından tahrik olacak. Perde arkasında dursa, kahkahasından tahrik olacak. Sonuç? Sonuç her halukarda tahrik olacağı için, en iyisi kadın kapı dışarı çıkmayacak. Bu işin sonu buraya varır çünkü. Evet sayın başbakan, bu bir zihniyet ve kültür meselesidir. Bu noktaya gelmemizin sebebi, sizin kadını yalnızca cinsel bir obje yerine koyan zihniyetinizin ve yerleştirmeye çalıştığınız bu kültürün sonucudur. Bu zihniyette olanlar, şimdi Özgecan'ın ardından timsah gözyaşı döküyorlar. Vay benim köse sakalım...
  17. yam_yam

    Masumiyetler Birer Birer Gasp Edilirken...

    Diyanet İşleri Başkanlığı’nın aylık dergisinin şubat sayısında yer alan bir makalede, nişanlı çiftlerin “el ele dolaşmalarının dinen uygun olmadığı” savunulurken, fetvada, nişanlı çiftlere “İslami usullere göre görüşüp konuşmaları” önerilmiş. Muhafazakarlık denen şey, böyle bir şey işte. İnsanlık adına bütün masumiyetleri yok eder. İlkokul çağındaki çocukların saçlarından tahrik olunacağını düşünür; türban takar, çocukluğun masumiyetini öldürür. El ele tutuşmanın, sevdiğinizin saçını, yüzünü okşamanın verdiği tüm hislerin yalnızca cinsellik barındırdığını düşünerek, dokunmanın masumiyetini öldürür. Velhasıl, ahlak denilen şeyin, kadın ile erkek arasındaki ilişkinin yalnızca cinsellikten ibaret olduğu iddiasında bulunduğunu düşünerek sevginin masumiyetini öldürür. Tüm masumiyetlerimiz aynı hızla gasp ediliyordu; birinciliği hangisine vereceklerini bilemediler.
  18. yam_yam

    Kimin Cumhurbaşkanı?

    Erdoğan, öldürülen Filistinliler için İsrail Cumhurbaşkanı Peres'e "Siz öldürmeyi iyi bilirsiniz" dedi. Erdoğan, Mısır’da İhvan lideri Muhammed Biltacı’nın ölen kızı Esma’ya yazdığı mektubun okunması sırasında canlı yayında ağladı. Erdoğan, Suriye’deki kimyasal silah kullanıldığı iddia edilen saldırıya ilişkin “O çocukları nasıl öldürdünüz, hâlâ birileri yorum getirmeye çalışıyor. BM Genel Kurulu toplandı hâlâ doğru bir açıklama yok. Aynı şey Mısır için oldu, orda da bir kınama dahi yok” ifadelerini kullandı. Erdoğan, ABD'de geçtiğimiz günlerde üç Müslüman gencin öldürülmesinin ardından Obama'ya seslenerek: "Ben, Sayın Obama'ya sesleniyorum, 'Neredesin Başkan' diyorum. Dışişleri Bakanına, Biden'e sesleniyorum, 'Neredesiniz' diyorum. Biz siyasiler, ülkemizde işlenen cinayetlerden sorumluyuz. Tavrımızı ortaya koymak zorundayız. Çünkü halk size oylarını verirken 'Benim can güvenliğimi, mal güvenliğimi sağlayacaksın' diye veriyor." dedi. Şimdi gelelim bu tarafa... Türkiye'de son 10 yılda resmen kadın katliamı yaşanıyor; Erdoğan'dan bu konuda hiç açıklama gelmedi. Yalnız şöyle bir şey söylemişliği var : "Kadın-erkek eşitliği fıtrata ters". Türkiye'de kaza görünümlü iş cinayetinde tek seferde 300 işçimiz öldü; Erdoğan'ın tek söylediği "Bu işin fıtratında var" Gezi olaylarında, biri 14 yaşında olmak üzere 8 kişi polisin aşırı şiddet ve hedef gözeterek ateş etmesi sonucu hayatını kaybetti; Erdoğan "emri ben verdim" dedi, polislerin kahramanlık destanı yazdığını söyledi. Reyhanlı'ya düzenlenen saldırıda 53 vatandaşımız hayatını kaybetti; Erdoğan "53 sünni vatandaşımız şehit oldu" dedi. Erdoğan'ın söylediğine göre, madem siyasiler ülkelerinde işlenen cinayetlerden sorumlular, biz de soralım o zaman "Sizin sorumluluk alanınız neresidir hocam?" Siz kimin/nerenin cumhurbaşkanısınız?
  19. Sabahtan beri ağlamaklı bir hal var üzerimde.. Türkülerini taa yüreğinin derinliklerinde hisseden milyonlardan biri olarak, dün sağlık durumunun bozulduğunu öğrendim. Haberde özel bir hastaneye kaldırıldığından ve durumunun ciddiyetinden bahsediliyordu. "Acaba hangi özel hastane, gitsem görebilir, bir geçmiş olsun dileyebilir miyim?" diye düşünürken, bu sabah ölüm haberini alacağım aklımın ucundan bile geçmemişti. Bıraktığı kültürel mirasın yanında, o her zamanki mütevazı ve mahcup halleriyle yaşarken efsaneleşmiş birine ölümü yakıştıramıyor insan. Sanıyorum yalnızca Neşet Ertaş ile aynı hayat dönemini paylaşan nesil değil, O'nun ölümünden sonra doğacak nesiller de bizler gibi o türküleri yüreklerinin derinliklerinde hissedecekler ve O'nu saygıyla anacaklardır. Yazık ki, bir koca çınarımız daha devrildi...
  20. yam_yam

    Fazıl Say

    "Ünlü piyanist ve besteci Fazıl Say, hakkında twitter mesajları nedeniyle "halkın bir kesiminin benimsediği dini değerleri alenen aşağılama" suçlamasıyla 1.5 yıla kadar hapis cezası istemiyle hazırlanan iddianame mahkemece kabul edildi." Hayırlı uğurlu olsun.. Fazıl Say aşağıda yazılı 'tweet' leri için İslam dinine, bu dine mensup müslümanlara yönelik ağır hakaretler ederek dini değerleri alenen aşağıladığı iddiasıyla yargılanacakmış : "Tanrı, uğruna yaşayacağın bir şey mi, öleceğin bir şey mi yoksa hayvanlaşıp öldüreceğin bir şey mi? Bunu da düşün" "Rakı cennette varsa ve cehennemde yoksa ama chivasregal cehennemde var cennette yoksa? o zaman ne olacak? Asıl önemli soru bu !!!" "Bilmem farkettiniz mi nerde yavşak,adi,magazinci,hırsız,şaklaban varsa hepsi Allahçı. Bu bir paradoks mu?" "Müezzin 22 saniyede okudu akşam ezanını yahu.Prestissimmo con fuca!!! Ne acelen var? Sevgili? Rakı masası?" "ateistim ve bunu bu kadar rahat söyleyebildiğim için gururluyum" "Ben ateistim, diğer yarısını bilmem" "Sanki; memleketin yarısı harbi ateist, diğer yarısı travmatik ateist!" "Irmaklarından şaraplar akacak diyorsun, cenneti ala meyhane midir? Her mümine 2 huri vereceğim diyorsun, cenneti ala kerhane midir?" "Bu akşam çok kişi ateist olmuştur, sağolsunlar" Evet Fazıl say bunları söyleyerek İslam dinine ve müslümanlara ağır hakaretler etmişmiş.. Cumhuriyet savcısı, Fazıl Say'ın Allah, cennet cehennem gibi kavramların anlamsız, gereksiz ve değersiz olduğu kanaatini uyandıracak şekilde dini değerleri aşağılamak kastıyla yazdığı kanaatine varmış. Mahkeme de iddianameyi incelemiş ve kabul etmiş. Yukarıdaki ifadeleri "hakaret kastı olabilecek ne olabilir" diye tekrar tekrar okudum. Belki en fazla zorlarsanız "Bilmem farkettiniz mi" ile başlayan cümle biraz kafa kurcalayabilir.. Ama orada da "Allahçıların hepsi yavşak,adi, hırsız ve şaklabandır" demiyor ki... Bu saydıklarının Allahçı olduğunu söylüyor. E işinize gelince "halkın %99 u müslüman" diyordunuz ya.. Öyleyse yavşak, adi, hırsız ve şaklabanların da %99'u müslüman olmuyor mu? Yahu ateist olduğunu ifade etmek ne zamandan beri dini değerlere hakaret unsuru taşır oldu? Bu ifadelerin iddianamede ne işi var? Ha, bu ifadelerin söylenmesi ile Fazıl Say'ın ateist kişiliği arasında bağlantı kurulmak isteniyorsa ne diye suç unsuru taşıdığı iddia edilen ifadelerin içerisinde yer alıyor? Ateist olduğunu söylemek suç mudur? Şaka gibi ama suç unsuru teşkil ettiği iddia edilen ifadelerin arasında Ömer Hayyam'dan dizeler de var. Demek ki Ömer Hayyam'ın kitaplarının da aynı gerekçelerle toplatılması yakındır. Şimdi asıl zurnanın zırt dediği yere gelelim.. Yahu her gün Türkiye'de sayısız insan İslam ve kutsal kabul ettikleri Kur'an üzerinden bilinçli veya bilinçsiz bana ve inanmayanlara hakaretler yağdırıyorlar. Hakaret mi istiyorsun? Al sana hakaret : 16/105- Yalanı, ancak Allah'ın âyetlerine inanmayanlar uydurur. İşte onlar, yalancıların ta kendileridir. (Sırf inanmadığım için bana yalancı deniliyor) 16/60- Kötü sıfatlar ahirete inanmayanlara aittir. (Sırf inanmadığım için bana kötü sıfatlar yükleniyor) 31/32- ...... Bizim âyetlerimizi ise ancak son derece kaypak, son derece nankör olanlar inkar eder. (Sırf inanmadığım için bana kaypak ve nankör deniliyor) 8/22 Şüphesiz Allah katında hayvanların en kötüsü, düşünmeyen sağırlar ve dilsizlerdir.(Bana hayvan deniliyor) 25/44 ...... Onlar hayvan gibidirler, belki yolca onlardan daha da şaşkındırlar. (Bak hala hayvan deniliyor) E bunlar ne? Sen her gün 5 vakit bana hakaretler yağdır, sonra utanmadan kalk "filanca kişi benim inancıma hakaret etti" diye dava aç.. (Sözlüklerin popüler jargonundan gelsin : Ya ben lan neyse bir şey demiyorum) Buradan cumhuriyet savcılarımıza suç duyurusunda bulunmak istiyorum: Türkiye'de her gün insanlar inancım (inançsızlığım) bahanesiyle bana hakaretler yağdırıyorlar. Bunu da kutsal kabul ettikleri kitaplar vasıtasıyla yapıyorlar. Kur'an'da geçen ilgili ifadeler açıkça halkı kin ve düşmanlığa tahrik ve aşağılama suçunu barındırdığından, adı geçen kitabın toplatılmasını ve toplu ibadet alanlarından ilgili ayetler vasıtasıyla şahsıma hakaretler edilmesini önlemek amacıyla gereğinin yapılmasını arz ediyorum.
  21. yam_yam

    Kürtaj II

    Ülkede artık tanımlamakta da, inanmakta da zorluk çektiğim şeyler oluyor.. 2 gün önce kürtaj ile ilgili yazımı yazdıktan hemen sonra Başbakan'ın "Zaten bakanıma söyledim, kürtajla ilgili yasayı hazırlıyoruz ve çıkartacağız" söylemiyle karşılaştım. Zaten AKP hükümetinin bu konuda yıllardır izlediği bir yöntem olduğundan (Başbakan bir konuda bir şeyler söyler, hemen ardından hükümet kanadından bir veya bir kaç siyasetçi bunu destekleyen açıklamalarda bulunur ve bundan sonra Başbakan çıkıp "Bunu yapacağız" der ve yapılır. Yaptım oldu.) şaşırtıcı olan bu değil. Benim anlamakta güçlük çektiğim, herkesi kör, alemi sersem zannedilerek yapılan açıklamalar ve atılan adımların cânım ülkemde doğal karşılanıyor olması. Başbakan "yasayı hazırlıyoruz ve çıkartacağız" diyor, Sağlık Bakanı "Kürtaj konusu 12 Eylül yasası olarak darbeden sonra bir oldu bittiye getirilmiştir. Elbette tartışacağız. Tartışan bir Türkiye istiyoruz" diyor. Tartışma böyle mi olur? Bunun anlamı "Biz yasayı çıkartırız, siz isterseniz sabahtan akşama tartışın" dır.. Üstelik kürtaj ile darbe anayasası arasındaki bağlantı da tam olarak "dam üstünde saksağan, vur beline kazmayı" kıvamında olmuş.. Sanırım "Bu yasa darbeci bir zihniyetin ürünüdür" algısı yaratılmaya çalışılıyor. Vay benim köse sakalım!! Bu yasaya en çok karşı çıkması gerekenler TBMM içerisindeki bayan milletvekilleri olması gerekirken, bakıyoruz ki hükümetin bayan milletvekilleri sus pus olmuşlar. Kendisi de bir bayan olan Aile ve Sosyal Politikalar Bakanımız ise kürtaj ve sezaryen konusunda akıl ve bilimin dediğinin uygulanacağını söylemiş. Yersen.. Yaratılış teorisi (!) ni evrim teorisinin alternatifi diye ders kitaplarına koyan bir zihniyetin, akıl ve bilimden neyi kastettiğini tahmin etmek güç değil. Başbakan "Sezaryen olayı aynı zamanda bu milletin nüfusunu dengeleme, engelleme operasyonundan başka bir şey değildir." demiş.. Buna söyleyecek söz bulamıyorum.. Geçen gün tesadüfen farklı konuda rastladığım bir yorumu alıntılamakla yetineceğim : "40 yıllık tinerciyim, böyle kafa görmedim."
  22. yam_yam

    Kürtaj

    Milli görüş gömleğini çıkardıklarını iddia ederek başa geçenlerin, artık "ustalık dönemi" diye tabir ettikleri dönemi hep birlikte yaşıyoruz hamdolsun !! E zaten ülkenin ilgilenilmesi gereken yüzlerce, binlerce sorunu ulu orta dururken, çıkardıklarını iddia ettikleri gömleğin cebinden aldıkları ajandadaki maddeleri sırasıyla şakkadanak ülke gündemine sokmaları bu ustalığın göstergesi değil mi? Dünya üzerinde görülmemiş derecede ileri demokrasi teknikleri kullanarak, ülkeyi muasır medeniyet seviyesinin gerektirdiği (ve hatta ötesinde) muhafazakarlığa sürüklemek için gösterdikleri insan ötesi çaba da takdire şayan doğrusu.. Hedefi "dindar bir nesil yetiştirmek" olanların, ne olursa olsun din dışı uygulamalara müsamaha göstermeyeceklerini anlamak için ermiş olmaya gerek yok. Ha bugün gösteriyormuş gibi görünebilirler; ta ki o ajandalarındaki maddeleri birer birer ülke gündemine sokup yasalaştırana kadar. Başbakan bir kaç gün önce çıktı ve "Sezaryenle doğuma karşıyım. Kürtajı bir cinayet olarak görüyorum" dedi. Olabilir.. Demokratik bir ülkede bir başbakanın da belli bir konuda kişisel fikrini beyan etmesi kadar doğal bir şey olamaz. Lakin biz bir demokratik ülkeden ziyade, ileri demokrasi ülkesi olduğumuzdan bizde biraz problem.. Biz başbakanın kişisel görüş ve isteklerini anında emir telaki ederek üzerine vazife alan siyasetçilerle dolu bir ülkeyiz!! Başbakanın ilgili söyleminin hemen ardından TBMM İnsan Hakları İnceleme Komisyonu Başkanı çıkarak, kürtajın bir insanlık suçu olduğunu, kürtaj ile doğacak çocuğun yaşam hakkının elinden alındığını, bunun kötü bir şey olduğunu ve anne karnında hayatını devam ettiren çocuğun maddi ve manevi varlığına karşı yapılan saldırıların cezalandırılması gerektiğini söyledi. Buna gerekçe olarak da insan hayatının tam olarak ne zaman başladığının bilinmemesi ve işin gelenek görenek boyutuyla birlikte insan hakları boyutu gösteriliyor.. Ne yazık ki (!) TBMM'nin gündemi ağırmış ve bunun için biraz beklemek gerekirse de önümüzdeki günlerde gündeme alınabilirmiş.. Hazmettire hazmettire yani.. Hedefi dindar bir nesil yetiştirmek olan Başbakan'ın, kişisel görüş ve isteklerinin kaynağı da malum; Din... O yüzden de özellikle son dönemlerde çıkarılan yasalara baktığımızda, sivil toplum kuruluşlarından ve daha da önemlisi konunun muhatabı olan bilim insanlarından görüş alınmadan, hatta onların karşı çıkmalarına rağmen yasalaştığını görüyoruz. Bunun son örneğini 4+4+4 olarak adlandırılan yasada gördük. Bu yasanın içeriğindeki pek çok madde, eğitimcilerin ve pedagogların karşı çıkışlarına rağmen yasalaştı. Şimdi de görüyoruz ki kürtajın yasaklanmasına ilişkin olarak ciddi bir hazırlık içindeler. Türk Tabipler Birliği Kadın Hekimlik ve Kadın Sağlığı Kolu, Başbakan'ın sözlerine karşılık internet sitelerinden bir bildiri yayınladı. ( http://www.ttb.org.t...haber-3194.html ) Türk Tabipler Birliği de bu konu ile ilgili olarak yarın ( 30 Mayıs 2012) bir basın toplantısı düzenleyeceğini duyurdu. Eminim ki Başbakan bu tepkilere karşılık yine belli bir alaycı üslup kullanacak, "monşer" benzeri bir yakıştırmayla küçümseyerek bunları ideolojik bir yaklaşım sergilemekle itham edecek ya da "taraf olmayan bertaraf olur" da sergilediği gibi aba altında sopa gösterecektir. Belki de her ikisi.. Ne de olsa bu konularda ulemadan cevaz alındıktan sonra gerisi laf kalabalığı... Kürtaj neden yaptırılır peki? Genelde planlanmamış, istenmeyen gebelikleri sonlandırmak için. Bunun yanında anne hayatının tehlikede olması ya da doğacak çocuğun anomalili olması gibi durumlar da olabilir. Muhtemelen kürtaj yasağı ikincil durumları kapsamayacaktır. (E o kadar da değildir umarım) Buradaki yasağın amacı planlanmamış, istenmeyen gebeliklerin sonlandırılmasını engellemek. Peki bunun için zaten hali hazırda önlemler yok mu? Yani etkin doğum kontrol yöntemleri kullanılamaz mı? Örneğin doğum kontrolü için halkın büyük kesimini içine alacak şekilde bilinçlendirme çalışmaları ve bu yöntemlere daha kolay ulaşılmasını sağlamaya yönelik tedbirler alınamaz mı? Elbette olabilir... de, o zaman aşağıdaki gibi bir taşla 3-5 kuş vuramazlar.. Dince uygun olmayan bir uygulamayı yasaklamak.. 3 çocuk isteğinin önündeki engellerden birini kaldırmış olmak.. Kadınları kendilerince layık gördükleri konuma biraz daha yerleştirmek.. Kürtaj yasağıyla zina olarak değerlendirilen evlilik dışı ilişkilere bir nebze olsun çekince getirmek.. Sırf dogmatik bir nedene dayalı olarak getirilecek bu yasaklama, çok ciddi olumsuzlukları da beraberinde getirecektir. Bu olumsuzlukları önleyecek bir mekanizmanın kurulması da ne yazık ki mümkün değildir. Kürtajlar bir şekilde merdiven altlarında yine yapılacak, insanlar ilkel ve fiziksel şiddet içerikli yöntemlerle düşük yapmaya kalkacak, istemsiz dünyaya gelen çocuklar sosyal bir travmaya neden olacaklardır. E ne diyelim... Yetmez ama evet...
  23. yam_yam

    Kuran Mucizeleri

    Ne yazık ki bu safsataların her yerde alıntılanıyor olması bu yazıların bilimselliğinden değil, ülkemizin bilimden nasiplenmediğindendir....
  24. yam_yam

    Kuran Mucizeleri

    Yukarıdaki resme iyi bakın... İşte kutsal kitabınız size tam da böyle bir evren modeli çiziyor..
×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.