Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

Borana Karşı!

Φ Üyeler
  • İçerik Sayısı

    58
  • Katılım

  • Son Ziyaret

3 Takip eden

Borana Karşı! Hakkında

  • Doğum Günü 20-02-1984

Diğer Bilgiler

  • Website URL
    http://
  • ICQ
    0

Profil Bilgileri

  • Cinsiyet
    Erkek
  • Yer
    İstanbul

Borana Karşı! - Başarıları

Yazar

Yazar (5/14)

  • İlk İleti
  • Ortak Nadir
  • Birinci Hafta Tamamlandı
  • Bir Ay Sonra
  • Bir Yıl İçinde

Son Rozetler

0

İçerik İtibarınız

  1. Bence de çok güzel bir başlık.Osmanlı devleti;müslüman bir Türk devletinin çok ötesinde.Cumhuriyetin ilk yıllarında,öncesinde Osmanlı da ve sonrasında bugünde olan feodalizm ve Kürt sorunu birbirini tamamlayan olgulardır.
  2. bu sayfada okuduğum en güzel ileti,Mavi seni kıskanmaya başladım.Bu ne güzel cümleler
  3. tamam Hırçın Karadenizli bu sayfa artık senin tiranlığındaysa muhattabımız sensin ben sana Kürtçe öğretecektim değil mi?
  4. Mavi dediklerine de biraz yukardaki alıntıladığım yazıyı eklersek,olay daha da netleşir.Teşekkürler tepkili yürek!
  5. Emperyalistlerin çıkarlarına kurban edilen bir halk... Birinci Emperyalist Savaşın sonlarına doğru alevlenen Kürt ulusal hareketi, uzun yıllar boyunca bölgedeki diğer halklar (Arap, Filistin, Ermeni, Yahudi, Süryani, Nesturi ve diğerleri...) gibi bir ulus kurmanın mücadelesini vermiştir. Bu uğurda yeri geldiğinde savaşmaktan da çekinmemişlerdir. Fakat Türkler de İngilizler de onların bu taleplerini kendi çıkarları doğrultusunda kullanmaktan vazgeçmemişlerdir. Her zaman söylediğimiz gibi ulusal sorun tarihsel açıdan bir burjuva demokratik sorundur. Fakat içinde yaşadığımız emperyalist çağda, bu sorunun patlak verdiği yerlerde emperyalistlerin soruna müdahil olması neredeyse kaçınılmazdır. Ve doğal olarak emperyalistlerin bulacakları her türlü çözüm son tahlilde ezilen halkların taleplerini değil kendi “yüksek” çıkarlarını karşılamaya dönük olacaktır. Bu yüzden, hemen hemen her somut durumda görüldüğü gibi, çağımızda bu sorunun gerçek çözümünün proletaryanın omuzlarına düştüğünü söyleyebiliriz. İşçi sınıfının hegemonyası altında, bölge halklarının emperyalist güçlere karşı yürütecekleri mücadeleler sonucunda kurulacak sosyalist temelde bir sovyetler federasyonu olmadan hiç kimse rahat yüzü göremeyecektir. Tıpkı bugünlerde ABD emperyalizminin bölgede demokrasi havariliğine soyunduğu gibi geçmişte de İngiliz emperyalizmi aynı söylemlerle –bölgeye “medeniyet ve demokrasi” getirmek– tüm Mezopotamya’yı işgal etmişti. Başlangıçta İngilizlerin amacı sömürgeleri olan Hindistan’a giden yolu açık tutmak ve bu sebeple Kürdistan da dahil olmak üzere tüm Mezopotamya’yı kontrol altına almaktı. Buna 1871 yılında Berlin-Bağdat demiryolunun inşaasıyla uğraşan Alman uzmanlarının Musul’da petrol bulmuş olması da eklendiğinde, tüm Ortadoğu’ya “demokrasiyi ve uygarlığı” getirmek İngiliz emperyalizmi açısından vazgeçilmez bir görev (!) haline geldi. II. Abdülhamit 1888 ve 1898’de yayınladığı iki özel fermanla Musul ve Bağdat’ı “Hazine-i Hassa”ya[1] bağlamıştı. Almanlar “Anadolu Demiryolu Şirketi” ve İngilizler de Shell-Royal Dutch şirketi aracılığıyla petrol imtiyazlarını kapmak için kıyasıya bir mücadeleye giriştiler. Uzun didişmeler sonunda Almanların baskısıyla 1912’de kurdurulmuş olan “Turkish Petroleum” şirketi üzerinden herkes gücü oranında pay almaya başladı. Neticede İngilizler şirket hisselerinin %75’ini ve Almanlar da %25’ini aldılar. Ardından Birinci Emperyalist Savaşın Almanların ve tabii Osmanlıların yenilgisiyle sonuçlanması üzerine bu paylaşımda bazı değişiklikler oldu. Ocak 1919’da Paris’te biraraya gelen savaş galibi emperyalist devletler, “Barış Konferansı”nın en önemli konusunun petrol meselesi olduğunu belirterek, paylaşımın İngiliz ve Fransız emperyalizminin çıkarları doğrultusunda yenilenmesini istediler. Böylece Almanların %25’lik hakkı Fransız petrol şirketlerine devredildi. Ancak hem İngilizler hem de Fransızlar, emperyalist yağma çetesinin yeni üyesi ve müstakbel elebaşısı ABD’nin payı verilmeden Musul-Kürdistan sorununun halledilemeyeceğini çok kısa sürede idrak ettiler. Sonuçta 31 Temmuz 1928’de yapılan bir anlaşmayla Turkish Petroleum şirketinin hisseleri Anglo-İran (İngiliz), Shell-Royal Dutch (İngiliz)[2], Compaigne Française de Petroles (Fransız) ve Near East Development (Amerikan) arasında her birine %23,75 pay düşmek üzere paylaştırılıyor, ayrıca %5’lik bir dilim de şirketin kurucularından ve II. Abdülhamit’in komisyoncularından Ermeni banker Gülbenkyan’a bırakılıyordu.[3] Daha sonra 1929’da Turkish Petroleum ismini “Iraq Petroleum” olarak değiştirdi ve bu şirketin Irak hükümetiyle yaptığı bir anlaşma sonucu Dicle nehrinin batısında kalan petrol yatakları 1942’de “Mosul Petroleum”a devredildi. Fakat yine bugün olduğu gibi, o yıllarda da mesele sadece petrolün paylaşımından ibaret değildi. Çok daha önemli olan bir konu da Ortadoğu’nun siyasi nüfuz alanlarına bölünerek ekonomik çıkarların uzun vadede garanti altına alınmasıydı. Böylece emperyalistler bölgedeki ulusal sorunlar yumağını halletmek için de uzunca bir süre teşrik-i mesai yapmak zorunda kaldılar. Bölge daha evvelinde Osmanlı Devletinin toprakları içerisinde kaldığından, 1918 Sevres Anlaşması temelinde emperyalistler kendileri açısından optimum bir çözüm getirmeye çalışmışlardı. Ancak sosyal ve ekonomik yapı öylesine geri, coğrafi yapı öylesine karmaşık ve dağınıktı ki, ne Araplar ne Kürtler ve ne de diğer halklar kendi başlarına bir ulus-devlet kuracak potansiyele sahip değillerdi. Aslına bakılırsa Kürt sorunu hiç de yeni bir mesele değildi. Fakat Kürt ulusal hareketi ancak Birinci Dünya Savaşından sonra ciddi anlamda dünya kamuoyunun gündemine gelmişti. Kürtler bağımsız bir devlet kurmak için birçok kez ayaklandılar ve kendi aralarında da savaştılar. Kuzey ve Güney Kürdistan arasında coğrafi bir engel oluşturan dağ sırası ve aşiretlere dayanan sosyal yapı, uluslaşmanın önündeki en büyük engeldi. Kuşkusuz bunun yanında ekonomik faaliyetin göçebe hayvancılık ve kaçakçılıkla sınırlı olduğu hatırlanırsa, kapitalist gelişmişlik düzeyi açısından ulus-devletin kurulmasının ekonomik altyapısının ne durumda olduğu da anlaşılmış olur. Bu çerçevede Kürtlerin de tek ümidi petrol gelirleriydi ve bu yüzden de emperyalistlerle iyi geçinmek zorundaydılar. Ne var ki, Kürtlerin bu talepleri ne Fransızların ne de İngilizlerin umurunda değildi. Onlar ellerindeki petrol imtiyazlarını ve nüfuz alanlarını korumanın derdindeydiler. Üstelik ortaya bir de yeni kurulan Türk devleti çıkmıştı ve Musul-Kerkük vilayetleri üzerinde hak iddia ediyordu. Türkiye, Kürt aşiretlerinin kendi aralarındaki çekişmelerden ve İngilizlerin/Fransızların/Amerikalıların bağımsız bir Ermeni devleti kurmaları fikrinin Kürt aşiretleri arasında yarattığı rahatsızlıktan faydalanarak bazı aşiretleri kendi yanlarına çekmeyi başarmıştı. Bu fırsatı değerlendirerek derhal bölgeye asker sevkettiler. Türk egemen sınıflarının amacı, bölgedeki karışıklıktan ve siyasi boşluktan yararlanıp fiili bir durum yaratarak bunu hukuki süreçlerle destekleyip Güney Kürdistan’ın büyük bölümünü kendi sınırları içerisine katmaktı. Hatta bu uğurda İngiliz emperyalizmiyle her türlü pazarlığa giriştiler. Örneğin daha 1922’deki Lozan görüşmeleri başlamadan önce, dönemin İngiliz dışişleri bakanı Lord Curzon’un sorunu Milletler Cemiyetinin gündemine götürme önerisine cevaben, Türkiye’yi temsil eden İsmet İnönü, bunun yerine kapalı kapılar ardında yapılacak ikili görüşmeleri tercih edeceklerini söylemiştir. Görüldüğü gibi Kürt halkı kendi kaderini tayin etme hakkını almaya uğraşırken, yeni kurulan Türk devletiyle İngiliz emperyalizmi açısından sorun, Kürdistan’ın nasıl pay edileceği noktasında cereyan ediyordu. Ve nihayet 1924’te sorun İngiltere tarafından Milletler Cemiyetine getirildiğinde, oluşturulan komisyon yaptığı incelemeler sonucunda; bölge nüfusunun %63’ünün Kürt, %8’inin ise Türklerden oluştuğu, bu sebeple en doğru çözümün burada bağımsız bir Kürt devleti kurulması olduğu, ancak siyasi açıdan Türkiye ile İngiltere ve Irak devletleri arasındaki ilişkiler göz önüne alındığında en iyisinin Kürdistan’ın bu bölgesinin ikiye bölünerek kuzey kısmının Türkiye’ye güneyinin ise Irak’a bırakılması gerektiğine karar verdi. Bu karar kelimenin tam anlamıyla Kürt halkının kaderinin emperyalistlerin çıkarlarına kurban edilmesi anlamını taşıyordu. Buna rağmen, en birinci şiarının “Yurtta sulh, cihanda sulh!” olduğunu söyleyen Mustafa Kemal, Musul ve Kerkük’ün tamamen Misak-ı Milli sınırları içinde olduğunu ve bir karışının bile hiç kimseye verilmeyeceğini, gerekirse bu uğurda savaşa girmekten kaçınmayacaklarını beyan ediyordu. Hatta Mustafa Kemal hükümeti, uluslararası arenada koz olarak kullanabilmek için bu süreçte SSCB ile yakınlaşmayı da ihmal etmemişti. İngiliz emperyalizmi, kapitalistleşme yolunda önemli adımlar atan Türkiye ile arasını iyi tutmak istediğinden küçük de olsa bazı tavizler vermeyi kabul etti. Türkiye’nin talepleri Musul’un kuzeyinin kendilerine bırakılması, İngilizlerle askeri bir anlaşma yapılması ve Musul petrolünden kendilerine pay verilmesiydi. Yapılan müzakereler sonucunda esas olarak Musul petrolünden pay verilmesi hususu öne çıktı ve TC hükümeti kendilerine Musul’un petrol gelirinden %10’luk bir kâr payının 25 yıllık süre için ödenmesini kabul etti. Fakat ardından yine Türkiye’nin talebi üzerine bu kâr payına denk düşen 500 bin İngiliz sterlini TC hükümetine ödenerek konu bir daha açılmamak üzere kapatıldı(alıntı)
  6. en kısa zamanda Diyarbakırdayım.

  7. sen gel Diyarbakıra,adresim belli,saol güzel cümlelerin için.

  8. Diyarbakırdan aldım sıcak selamını,o çocuk gözlerde saklı mavi.Az önce seninle ilgili çok güzel bir öm aldım;aynen şöyle diyordu arkadaşımız;bizim mavi kibar ve nazik cevaplar veriyor,kızcağızın üstüne çok gidiyorlar,bende buradayım artık.Bu öm ile kendisinin farkına vardığım arkadaş da Diyarbakırlı.Bu kadar sevilmek,ne kadar güzel.Kürtçe bilmene atrıca sevindim,Hırçın arkadaşa da öğret olur mu? Bu sana hayran kaldığım mavi yürek... Yitirilen Ola ki Yürürüm Bir Başka Aşka Ya da Yürürüm Mavi Olmayan Bir Gülüşe Unutma ki Tek Ask Olduğum Sensin Aşık Olduğum Değil Karanlıkla Süzülüyor İçime Yıkım Dur Diyorum Yıkılıyorum Uçurumları Bas Ucuma Koyuyorum Sonra Okşuyorum Rüzgarda Saçlarını Sıcak İlik Bir Koku Siniyor Yüreğime Gitme Diyorum Düşüyorum Sonra Beni Soruyorlar Bana Tanımıyorum Diyorum Daha Hiç Karşılaşmadık Aynı Çizgide Bile Susuşumu Dinliyorlar Ben Sustukça Yazık, Bir Çığlığın Doğusu Gibi Ölüyorlar; Önce Bir Bir, Sonra Hepsi Sonra Bir Uçurumlar Kalıyor Birde Yıkımlar Verilen Her şey Borçmuş Gibi Alınıyor Önce Bir Bir Sonra Hepsi Sonra Bir Ben Kalıyorum, Birde Yalnızlık Uçurumlar, Yıkımlar, Ben Ve Yalnızlık Zorlu Bir Savaşın Unutulmuş Cesetleri Gibi Yatıyoruz Yan Yana Öpüşüyoruz, Sevişiyoruz Da Hatta.... Her Şey Oyun Yasaklarına Uygun Bir Günah Oluyor Sonra Tek Umudumuzu Göye Gelin Ediyoruz Telli, Kanlı Düğün İste Üşüyor Sacların Biliyorum Dargın mısın? Bu Baharda Mayısa Bıraktığım Gibi Misin Hala? Vurulmuş Çocuk Gibi Büyümemiş Yüreğinde ki Hüzün Hala Kaçıyor musun Zamansız Gözlerini Bırakarak Birilerinden Hala Ellerinden Tutup Sevgileri Hala Öyle Soğuk Bir Gök Hala Öyle Yerini Yurdunu Bulamamış Bir Mavi Dipsiz Kuyuya Salıyor musun Ağlı*********** Küçücük Bir Dokunuşla Son Sevilen Olabiliyor musun? Kendim Kadar Aklımdasın Ve Askını Şaşırmış Bir Tanrı Çoğalan Sızısıyla Mutlu Bir Yara Öyle Misin Mavi Gözlü Sari Saçlı Yoldaşım Öyle Bıraktığım Gibi misin Gerçeği Yakmada Hala Usta mısın Yoksa Çırak mı Yanerken Yollarda Saçlarıma Dolanan Aydınlığımsın Somutlaştıramadığım Tek İmgensin Şiirde Anlattıkça Eksilen Tek Anlam Hala Bıraktığım Gibi misin Yoksa Beni Bıraktığın Gibi Mi Kaç Mevsimsiz Kar Düştü Toprağıma Hala Bıraktığım Gibi Misin Mavi sayfanda dolaşırken Umut Altınçağı sevdiğini gördüm.eminim bu şiiri de biliyorsundur.Çocuk bakışlı yüreğine...
  9. bence de bırakın,hoşgörü insana yaraşandır,insan kılığına girmiş olanlara değil.Kürtçe denir çünkü benim annemin dili.
  10. ABD ile tehdit ediyorsunuz,o zaman demokrasi anlayışınıza bakın.
  11. Diyarbekır mala mıne :)

  12. Kimlik anlayışını sorgularken burada resmen karalama yapan,forumdaşlarını anlamayan,üstelik tüm ısrarlarımıza rağmen bölücülük iddia eden iletileri göstereneyen arkadaşlara,birileri bu gerçeği haykırmalı.Bu gerçeği haykırmaya devam Diyarbakırlı.
  13. Borana Karşı!

    Dersim Olayı

    Dersim isyanı bir otorite zayıflığı ve güç gösterisi ile anlatılmayacak kadar karışık ve sürekli taraflı açıklanan bir isyandır.Gerçek olan şu ki,kanlı bir şekilde bastırılmıştır.
  14. Bu sayfada hep özür diledim,bugün Diyarbakır çocukları için gece gündüz çalışan Maviye bir teşekkürü borç bildiğim için yazıyorum.Mavi yukardaki resimde gördüğün gözler bana o kadar çok tanıdık ki.Ben orada bir çocuğun geçirebileceği en büyük yoklukları yaşadım.Aynı zamanda Diyarbakır sokaklarında bir çocuğun sahip olabileceği en büyük özgürlüğü yaşadım.Bu çocuklarda ben varım;bu çocuklar için çalışan yüreğin için çok teşekkür ederim,soğuk kız;)bu şarkıyı bilir misin?Umarım Kürtçe biliyorsundur.Selamlar... Diyarbekir warê mine Diyarbekir cihê mine Cihê bav û kalê mine Em meskin û paytaxta mine Paytaxta welatê mine Ew xumxuma ava mezin Diherikê û pêl bilezin Kulê dilêm pê re dibezin Civat û seyrana mine Li ser surhê singa te bû ferman Hatin bi te re xortên ciwan Bihêbet û bi qehreman îdî ne me tirsa giran Li ser birce te i bilind Mij û dûman her girtine Gul û Sosin pel weşandin Bimrim bijim li vê dinyayê Li te divegerim carek dine
×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.