Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

ÇarpışıkTümceler

Φ Üyeler
  • İçerik Sayısı

    33
  • Katılım

  • Son Ziyaret

ÇarpışıkTümceler tarafından postalanan herşey

  1. Eşcinsellik hakkında konuşmak oldukça zor. Ne kadar gelişmiş olursa olsun canlılığın sağlanması konusundaki en temel eylem üzerindeki alışılmışın dışında bir tutum olmasından dolayı hakkında en çok önyargı, yadırgama ve tepki oluşturan konu eşcinsellik. Belki de üzerinde konuşulmasının bile zor olmasını sağlayan durum da hayatın onun devamlılığını sağlayan ve normal halinin bile konuşulmasının yakın zamana kadar tabu olduğu bu konu hakkındaki geleneksel ve biyolojik normlara uymaması.”Toplumsal öncüller.. İşte asıl sorun buydu!” diyen filozof burada da haklı galiba.. Peki, eşcinsellik nedir? Hastalık mı, tercih mi yoksa doğal bir durum mu? Bilim adamları ve sağlık örgütleri bu konuda ne diyor? Osmanlı tarihinde eşcinselliğin yeri neydi? Eşcinsellik modernizmin dayattığı bir durum mudur? Eşcinselliği doğru tanımlamak Dini kaynaklarda eşcinselliğin doğru bir şey olmadığı geçer. Hatta İslam’ın kutsal kitabı Kuran’da bu nedenle lanetlenen bir kavimden söz edilir. Bu durum, diğer semavi kutsal kitaplarda da farklı değil. Kendilerini “eşcinsel Müslümanlar” olarak tanımlayan bir gruba göre ise eşcinsellik günah değil; nimet olsa da genel görüş bu yönde değil elbette ki. Din ile birlikte; toplumun kendi oluşturduğu yazısız kurallar topluluğunda da hoş karşılanan bir durum değil eşcinsellik. Gelişmiş toplumlar dâhil olmak üzere hala bir alay konusu. Hala böyle tanımlananlar için ifadesinin zor olduğu bir şey.. Peki, eşcinselliğin doğru yani bilimsel tanımı nedir? Dünya Sağlık Örgütü (WHO), eşcinselliği 70'li yıllarda hastalıklar ve rahatsızlıklar kapsamından çıkarttı. Benzer şekilde Amerikan Psikoloji Derneği (APA) da eşcinselliğin bir tercih olmadığını, doğal olduğunu ve değiştirilemeyeceğini açık ve net bir şekilde belirtti. Yani gerek “muhafazakâr” kesimin kullandığı “hastalık” savı ve gerekse özgürlükçü kesimin kullandığı “kişisel tercih” savı bilimsel olarak doğru değil. Bu konuda otorite olan kurumlar bunun böyle olmadığını söylüyor. Eşcinselliğin tedavi edilebilir olduğunu savunanlar da var. Ancak bir hastalık olarak kabul edilmediği için buna tedavi demek de doğru değildir. Bu terapinin bir tedaviden çok toplumun eşcinselliğe yönelik tutumunu desteklemek olduğu ortada. Aynı zamanda terapilerin içeriği eşcinselliği yok edip yerine heteroseksüelliği koymaktan ziyade telkinler yöntemiyle kişinin eşcinsellikten aldığı zevki azaltmak şeklinde. “Tam çözüm” değil.. Eşcinselliğin bence en doğru tanımını Amerikan Psikoloji Birliği 26 Şubat 1990’da yaptığı şu deklarasyonda veriyor: “Eşcinsellik ne bir hastalıktır ne de moral bir yoksunluktur. Sadece toplumdaki bir azınlığın sevgiyi ve cinselliği ifade tarzıdır. Gayların ve lezbiyenlerin, ruhsal olarak sağlıklı oluşu birçok araştırma ile belgelenmiştir. Araştırmalar cinsel yönelimin temelinin yaşamın ilk yıllarında hatta olasılıkla kısmen doğumdan önce atıldığına işaret etmektedir. Eşcinselleri “Onarma” girişimleri psikolojik üniformaya bürünmüş sosyal önyargıdan başka bir şey değildir. Cinsellik ve cinsel yönelim, varlığımızın temel unsuları olarak kişisel koheziflik duygumuzun ve dünyada rahat ediş düzeyimizin önemli belirleyicileridir. Eşcinselliğin bir hastalık veya ahlaksızlık olduğu varsayımı, bu azınlığa dâhil bireyler için kendini ifade etme, sevme ve insanlığa bağlılığın en derin formlarını acı çektirici bir suçlanma ve kendinden nefret etme yoluyla bu an bir duygusal, sevisel ve spiritüel hapishane yaratır. Sağlıklı ve kendi insanlığı ile barışık heteroseksüeller, eşcinseller nedeniyle içsel tehdit yaşamazlar. Sağlıklı heteroseksüeller, eşcinselleri baskı altına alma gereği duymazlar. Sağlıklı heteroseksüeller eşcinselleri “onarma”ya kalkışmazlar. Bu gün toplumun karşısındaki esas mesele neden insanların birbirini belli bir şekilde sevdikleri veya bu sevgiyi aradıkları değil, nasıl olup da bazılarının sevmekte bu kadar yetersiz olduğudur.” Deklarasyonun bir bölümü oldukça ilgi çekici: “Eşcinselleri “Onarma” girişimleri psikolojik üniformaya bürünmüş sosyal önyargıdan başka bir şey değildir.” Eşcinsellik modernizmin bir dayatması mı? Buna biraz tarihe giderek cevap vermek gerekiyor. Milattan önce 1400’lü yıllardan kalma Hititlilere ait bir tablette erkeklerin erkeklerle evlenmesine izin verilen bir madde var. Sezar için de “Kleopatra’nın kocası, tüm Romalıların karısı” deniyormuş, vakt-i zamanında. Eski Girit’te ve Isparta’da da eşcinsellik yasayla düzenlenmişti. Hatta buralarda, yasaya göre, gençler bir süre için eşcinsel olmak zorundaydılar. Yunanistan’da genel olarak pasif eşcinsel ilişki, oğlan 12-13 yaşındayken başlıyor, ergen oluncaya yani sakalı çıkıncaya kadar devam ediyordu. Genellikle bütün önemli erkeklerin kendi cinslerinden sevgilileri oluyordu. Hatta Perikles sadece kadınlara ilgi duyduğu için çok tenkit edilmiştir. “Lezbiyen” kelimesinin kökeni olan Lesbo’lu Soppha’ya bakalım. Kendisi ilk lirik şairdir. Aynı zamanda bilinen ilk lezbiyendir. Onu “10.Musa” olarak adlandıran Platon’un da eşcinsel olduğu ise zaten popüler bir bilgi. Döneminin süper gücü olan Büyük İskender de erkek sevgilisinin ölümünün ardından günlerce ağlamıştı. İskender ile birlikte İsviçre Kraliçesi Christina da eşcinseldi ve evlenmeyi reddetmişti. Aristoteles, Sokrat, Fransis Bacon.. Mitolojik karakterler Aşil ve Hylas.. Rönesans döneminin parlak sanatçılarından Donatello da ünlü “Davut Heykeli” ni sevgilisi Jonathan için tasarlamıştı. Michalengelo daşiirlerinde hiç gizlemedi eşcinsel olduğunu. Tıpkı onun gibi divan edebiyatı şairi ve “mahallileşme akımının” öncüsü Nedimi de aynen şöyle döktü duygularını kâğıda: Bir elinde gül bir elde câm geldin sâkiyâ Kangisin alsam gülü yahut ki câmı ya seni (Ey Saki! Bir elinde gül, bir elinde kadeh tutarak geldin. Acaba hangisini alsam? Gülü mü, kadehi mi, yoksa seni mi ?) PEKİ, YA BİZ? BİZ DE DURUM NEYDİ? Evliya Çelebi, İstanbul’daki meslek gruplarını bir bir anlatırken “eşcinselleri” de es geçmiyor: Pasif dilber eşcinsel esnafı: Bunlar, evsiz-barksız 500 kişidir. Kendi kadir ve kıymetlerini bilmeyip Bábulluk’ta, Kalatyonoz’da, Finde’de, Kumkapı’da, San Pavlo’da, Meydancık’ta, Kiliseardı’nda ve Tatavla’da malum işin yapıldığı yerlerde boğaz tokluğuna çalıştıkları sırada avlanıp Subaşı’nın (yani, o zamanın polis müdürünün) tuzağına düşer ve deftere kaydedilirler. İşte, sözü edilen bu kişiler geçit resminde Subaşı ile şakalar ederek yürürler. Bunlar gibi daha nice esnaf mevcuttur ama anlatmakta hiç fayda yoktur ve sadece Subaşı tarafından bilinirler. Resmigeçide katılan deyyusların sayısı 212, pezevenklerin adedi de 300’dür.” Gördüğünüz gibi o dönem de eşcinseller devletin resmigeçidine dahi katılıyorlardı. Osmanlı zamanında “hız oğlanı” denen bu kişilerden mesleklerini yapanlar kayıt altına alınmak zorundaydı. Bu kişiler, yani “hızan” resmigeçitte, padişahı selamlamak için duruyorlardı. İmamlar, müezzinler, esnaflar ve eşcinseller.. Rahmetli Türkeş bunu okusaydı o ünlü sözünü şöyle söylerdi muhtemelen: “Ne mozayikmiş ulan!” II. Bayezid 1482 yılında oğlu Şehzade Şehinşah’a 5 oğlan, 5 cariye göndermişti. İki yıl sonra bunların sayılarını ikiye katlamıştı. Yani Osmanlı hareminde cariyelerle birlikte ‘oğlan’ lar da vardı. Tüm bu örneklerden anlaşılıyor ki eşcinsellik; modern zamanların getirdiği bir durum değil. Antik diye adlandırılan zamanlarda bile var. Anadolu’daki atalarımız Hititliler’de bu durum kanunla bile düzenlenmiş. Hatta Girit’te zorunluluk haline gelmiş. Selef devletimiz Osmanlı’da bile var. Edebiyatında da, ticaretinde de, payitahtında da, hanedanında da.. Eşcinsellik hedonizm mi? Hedonizm; davranışlarını, eylemlerini hazza yönelik sürdürme, değerlendirme eğilimi. Epikuros’tan bu güne gelen bir felsefe. Ancak bu felsefedeki “haz” daha çok “cinsellik” olarak yorumlanıyor ve “hayatını cinsellik merkezli yürütmek” anlamında kullanılıyor. Aslında bu bile ne derece sapkınlık tartışılır.. Ancak; tüm yaşantısını, ikili ilişkilerini buna göre kurgulamak pek sağlıklı olmasa gerek. Çünkü hedonist birinin sürekli cinsel ilişki peşinde koşması beklenir. Cinsel zevke düşkün ve hatta bağımlı olmaları gerekir.. İşte eşcinseller de genelde böyle zannedilir.. Genel görüş belli: sabah akşam sürekli ilişkiye giren, erkek peşinde koşan, yaşamı boyunca tek derdi seks olan kimselermiş gibi bilinir eşcinseller.. Oysa öyle değil.. Çalıştığım dönemde lezbiyen bir çift arkadaşım olmuştu. Başlangıçta elbette ki bu benim için yadırganacak bir durumdu. Arkalarından edilen lafları duyuyordum ve benim bakış açım da bu önyargılı sözlerden farklı değildi.. Ama zamanla tanıdıkça anladım. Tıpkı benim bir kadını sevmem gibi seviyorlardı birbirlerini. Aynı biçimde kıskanıyorlardı. Aynı biçimde bölüşüyorlardı. Aynı biçimde emek veriyorlardı. Merak edenler için söyleyeyim; “normal” bir insan için cinsel ilişki ne anlama geliyorsa onlar içinde o anlama geliyordu ve o sıklıktaydı. Gözlemlerime göre rahatlıkla söyleyebilirim: kimsenin peşinde değillerdi. Pek çok entelektüel konuda muhabbet edilebilecek kişilerdi.. Her ikisi de.. Bunları yazarken aklıma türban özgürlüğü için yürüyen lezbiyen ve gayler geldi. Cemil İpekçi geldi. Bir dönem mail gruplarında çok dönen o “bir eşcinselin gözüyle türban” başlıklı duygu dolu yazı geldi.. Tanıdığım bütün eşcinseller kendi toplumsal dışlanmışlıklarından yola çıkarak diğer dışlanmışlıklarla bağlantı kuruyorlardı.. Gazze’de yapılan katliamı kınamak için İstiklal Caddesi’nde yapılan “İnsanlık Zinciri” eylemine de gökkuşağı bayraklarıyla katıldılar.. SONUÇ Önyargıları parçalamak, bir atomu parçalamak kadar zordur derler ya, kişi kendi önyargısını parçalarken bu öyle değil. Benimkisi çok kolay parçalanmıştı. Dolayısıyla “hedonist, seksomanyak, sapık, dinsiz” diyip bir kenara ve en kötüsü fuhuşa ittiğiniz bu insanlara bir de bu gözle bakın. Neyi neden anormal neyi neden normal olarak gördüğünüze bakın. Ahlak denen o kavramın neye göre şekillendiğine bakın. Sapkınlık kavramının sizin ahlak tanımınıza göre oluşan bir kavram olduğunun farkına da varırsanız eğer; doğamızın bizler kadar doğal olan bu parçalarına bakışınız farklılaşacaktır.. Saygılar..
  2. Bütün düşünceler kapana sıkıştırılmış artık. Benim sesim olan özgürlüğün simgesi olan, düşüncelerimin timsali olan, kim varsa şimdi korkulukların ardın da. Nasıl bir politik düzen, nasıl bir yargı, nasıl bir yasama, nasıl bir memleket oldu burası böyle? Birilerinin çıkarları, perdenin arkasın da karanlık simaları, namaza durmuş (!) ulemaları ayyuka çıkacak diye üstüne toprak atılıyor tüm aydınların..1949'undan 1969'una, kıblesini şaşırmışlar şimdi bize pervasızca dürüstlük taslıyorlar. Gazete sayfaların da fütursuzca ona buna çamur atanlar, nereden geldiğini unutup halkı ver yansın etmek için tıpkı "Doğrucu Davut" (!) misali nutuk atıyorlar. Kandırılıyoruz, uyutuluyoruz, aldatılıyoruz, avutuluyoruz ve altımız da yanan kısık ateş ile günden güne kavruluyoruz. Uyanın! Çok yakındır doğmamış düşüncelerin ve doğacak güneşin önünü kapatacak sarıklılar. Yarın için savaşın! Kulağınız da zafer nidaları dolaşsın, en sevdiğiniz özgürlük marşları ile proleter halk yine döksün o hayasızları boğaza, alışık oldukları denize. Hangi milletten olursanız olun, kendiniz olun. Şu kendini bilmez, halkını sevmez, neydüğü belli olmayan, beyhude kafasının içini örümcek ağları saran soysuzların size yutturmak istediği oyunlar da rol almayın. Şimdi yücelmek vaktidir. Şimdi Musa'nın Gül'ünü (!), Musa'nın Çocuklarını (!), göndermek vaktidir. Ey! ***** Korkun, titreyin ve kendinize gelin! Saygılar..
  3. Sayın DoğrucuDavut, İsteğiniz üzere göz gezdirerek size cevap verebileceğim kısımları okudum ve taradım. Bir arkadaşımızda güzelce, hava araçlarının yakın mesafede şu şu şartlarda ateş açamayacağını veyahut bombamdıramana tutamayacağını söylemiş. Fakat uçakların yatay ve dikey pozisyonlarını ve bombamdırmanın etkisini hesaplarsak saldırı yapılan kısımdan direkt karakolun paraleline değil de saldırı yapılan yerin sağ veya solundan gelindiği takdirte uçakların olumlu sonuç verebileceğini uzman bir asker olmadanda hesaplayabiliriz. Ben düz mantık ile en basite indirgenmiş şeklinde sorumu soruyorum. Video'yu izlediyseniz saldırının yapıldığı kısımı görür ve mesafeyide hesaplayabilirsiniz. Saygılar..
  4. Sayın DoğrucuDavut, Benim ne askeri kötülemek gibi bir niyetim ne de başka bir ereğim var. Benim görüntülerde izlediğim ve eksik olarak gördüklerim onlardır. Bunlar için herhangi bir şekilde mazeret üretilemez. Her şey yerinde ve zamanında yapılsa idi belki de bu kadar fazla acı yaşanmazdı. Bu ülkede askeri yatırımın boyutu alenen ortadadır. Bunların ne için ve neden yapıldığıda aşikardır. O yüzden tekrar diyorum ve soruyorum ki; Arkadaki ve bir kaç kilometre geride bir birliği korumak için yapılan bir karakola saldırı yapılıyor ise ve bu karakol saldırır anında en yakın birliğe haber veriyorsa ve o birlikte merkezde ki "hava üssü" olan bir birliğe haber iletiyorsa o birliğin ve jetlerin bu karakola gelmesi ne kadar zaman alır? Saldırı yaklaşık olarak 2 ila 3 saat arasında devam etmiştir. Ve bu süreçte o jetlerin oraya gelmesi an meselesidir. Bu hiç bir şekilde inkar edilemez. Benzine zam geldi diye jetlerin yakıtı mı yok? Yok canım onlar "jet yakıtı" kullanıyor daha ucuz. Bırakın yahu.. Saygılar..
  5. Aktütün'e yapılan saldırıda anı anına çekilen ve bir kaç açıdan meydana getirilmiş bir video. Artık bu kadarına pes dedirtecek ve insanın içini parçalayan görüntüler. Bu kadar gürültüye neden müdahele edilmedi? Buraya yakın bir askeri birliğe neden haber verilmedi? Verildiyse oraya jetler neden gelmedi? Yanıtsız sorular ve yanan onca yürek.. Saygılar,
  6. Anketin son durumu: Total Yes No World stats 130554 47% 53% Europe 83422 46% 54% Middle East 662 65% 35% Asia 2929 49% 51% Caribbean 403 62% 38% Africa 372 79% 21% South America 9946 54% 46% Oceania 1570 30% 70% Central America 3433 63% 37% North America 27817 44% 56% Your country Total Yes No Turkey 7719 76% 24%
  7. Sizce, bu söylenenin yapılması durumunda hangimiz taşa tutulmaz? (Sizin inancınıza göre). Hangimiz çarmığa gerilmez? Hangimiz yuhalanmaz? Hangimiz çarpılırsan deyipte yine sizin tarafınızdan çarpılmaz? Şimdi burada sanırım benim idrak edemediğim şey şu: Hem dünyalar dolusu ayetlerle "inanmazsanız ve iman etmezseniz cehennemliksiniz" deniyor.. Ve ardından yukarıda ki ayet geliyor. Bu ne yaman bir çelişkidir böyle? Alıntı Doğan Gülbudak'a aittir. Verdiğiniz ayeti en iyi şekilde çelişkiye düşürecek olan yazıların devamı Burada devam etmektedir. Saygılar..
  8. Kalabalıkların ve çoğunluğun başı çok, beyni yoktur! - Pivarol - Bakınız.. Devlet, hükümet ve saire devlet adına konulan kaideler tek tek her bireyi tatmin edecek diye bir şey yok. Eğer öyle olsa idi günü birlik anayasalar ve kurallar konulurdu. Her gün bir kişinin ayrı bir isteği üzerine bir şeyler tekrardan yapılandırıldı. Bir örnek vereyim; İnsanoğlu aynen bu şekildedir. İstedikçe ister ve hiç bir zaman memnun kalmaz. Hani derler ya ipin ucu bir kere kaçarsa bir daha tutulmaz diye. Bırakın özgürlük kavramını bir kenara. Bu arenada önemli olan ilk şey birlikte yaşayabilmektir. Sürekli bir yerlerden bir şeyler bularak. Bunlarıda bir şeylerin gereksinimleri olarak göstererek hiç bir noktaya gelinemez. Kimsenin kimseden "yaşama hakkını" aldığı yok. Boğazasına bıçak dayayarak bunları kabul edeceksin diyen de yok. Sadece olması gereken ve konulan kurallar vardır. Şimdi bunu tutupta o ülkede bile bunlar yok, şu ülkede bunlar bile yok diye sıçramayınız. Her ülkenin vatandaşı farklı olduğu gibi her ülkeninde yönetim ve kuruluş şekilleri farklıdır. Bu ülkede TÜRKİYE'de defalarca söylediğim gibi olan kurallar vardır. Her ne olursa olsun bu kurallara uyulmak zorundadır. Daha düne kadar (2000) böyle tartışmaların bu kadar aleni olduğu görülmemiştir. Hep bir şekilde kışkırtma ile bir dayatma ile yapılanmıştır bu tür ideler. Bana kalırsa bu durumun daha fazla üzerine giderek bitmeye yüz tutmuş olan "millet kardeşliğinin" benliğini tamamı ile kaybetmemeye çalışalım. Yoksa iki tarafta yok olacaktır. "Tanrım! Değiştirilebilecek şeyleri değiştirebilmem için bana güç ver, değişemeyecek şeyleri kabullenebilmem için sabır ver ve bu ikisini ayırt edebilmem için akıl ver." Adalet ağır aksak ve topaldır ama nihayetinde gideceği yere varır. Saygılar..
  9. Anketin son durumu; Total Yes No World stats 127477 47% 53% Europe 81623 46% 54% Middle East 644 65% 35% Asia 2884 49% 51% Caribbean 384 63% 37% Africa 364 79% 21% South America 9681 54% 46% Oceania 1491 29% 71% Central America 3338 63% 37% North America 27068 44% 56% Your country Total Yes No Turkey 6646 78% 22%
  10. Neden mi kabul edilmiyor? Şöyle açıklıyayım o halde; Bir ülkenin belirli başlı kuralları içerisinde yaşayan her insan yapmak istediği her şeyi yapacak diye bir kaide yoktur. Aksine belirli başlı kaideler vardır bunlar için. Bunlardan biride "Türban ile örtünme" durumunu kısıtlamaktadır. Her şeyi kendi pencerenizden bakmak yerine; "acaba ben bunun böyle olmasını istiyorum, ya diğer tarafta (yani sizin söylemlerinize göre bu diğer taraf bizler oluyoruz) bunun aksinde olan şeylerin olmasını isterse (DAHADA açılmak ve saire.) bu ülke Anayasa ve kuruluşundan bu yana koymuş olduğu kaideleri değiştirmek zorunda kalmaz mı?" diye hiç soruyor musunuz kendinize? Her insan özgür ve demokratik haklara sahip olabilir. Fakat bu demek değildir ki her hak her "yerde" uygulanacak. Bu ülkede yaşıyor iseniz bu ülkenin kuruluşundan bu yana olan tüm kurallarına uymak zorundasınız. Sizin idelerinize yakın bir iktidarın bir yerlere gelmiş olması demek bütün düşüncelerinizi ve yapmak istediklerinizi yapabileceğiniz anlamına gelmez. Demokratik seçimlerlede gelmiş olsa, halkın %65465435465 oyunuda almış olsa geriye kalan kısımda bu ülkede yaşıyor demektir. Size bir örnek vereceğim; Ben bir gayim, bir gay arkadaşımla Türkiye'de evlenmek istiyorum. Fakat "devlet ve Anayasa kurallarımız" buna müsaade etmiyor. Ne yapmalıyım sizce? Seçeneklerim hatta tek seçeneceğim; Bu tür evliliklere izin verilen bir ülkeye git orada ne yapıyorsan yap! Velhasıl-ı kelâm.. Ben bir "türbanlıyım" ve "türbanla" kamu kuruluşlarına girmek istiyorum. Fakat "devlet ve Anayasa kurallarımız" buna müsaade etmiyor. Ne yapmalıyım sizce? Size göre seçenekleriniz; 1-) Ülkenin tüm Anayasal düzenin karman çorman ederek kendimize hak çıkartmalıyız, 2-) Bu konuyu her yerde irdeleyerek "aman lanet olsun alın türbanınız sizin olsun" zihniyetini oluşturuna dek bu konunun çılkını çıkartmak, 3-) "Kendini bastırılmış sessizliğin sesi" sananlardan medet ummak, ve en son olarak; 4-) BU TÜR HAKLARA İZİN VERİLEN BİR ÜLKEYE GİTMEK VE ORADA NE İSTİYORSAK ONU YAPMAK! Saygılar..
  11. Devlet, yönetimdir. Laiklik ise; "yönetim şekillerin biridir". Bir insan hayatını sürekli sorgulayarak ve cevap arayarak geçirir. Fakat ben hayatımın hangi noktasını "çelişkili" yaşadım diye soruyorum kendime.. Şayet buna bir cevap alamıyorum. O halde yaptığınız bu genelleme kime hitap ediyor? Peki.. İnsana ait olan demek ile Kişiye ait olan demek arasında ki fark nedir Sayın Mavi Olmayan Gökyüzü? Pekala.. Umarım anlayabilmişsinizdir. Kimsenin hakkını kimseden alıp kimseye vermişliğimiz yok ki bizim. Sadece gereksinimler ve olması gerekenler yapılıyor diye hak mı "gasp" ediliyor? Devleti oluşturan bireylerdir. Bireyleri yöneten ise yine bireylerin başında olduğu devlettir. Bunun diğer mealinide kendiniz bulabilirsiniz. Saygılar..
  12. Tam olarak idelerimin boyutu Bilimsel'cininkilerden uzak olmadığından ötürü bu şekilde bir yorum yaptım. Forumun ilk sayfalarında gayet güzelce Türbana karşı olan fikirler anlatılmış. Ve asıl nedeninin bir şekilde vicdan hürriyetinin elden alınması değil kurulmuş bir sistemin yani doğru şekilde işlendiği sürece herkesin adil bir düzlemde yaşayacağı bir biçimin gerekliliğidir. Fakat insanoğlu en azından şu zamandaki insanoğlu başörtü kavramını öyle bir yerlere getirdiki bunu kabul ettirmekten ziyade bununla birlikte bir çok şeyin kabul edileceğini sanar oldu. Artık bu bir açık/kapalı - türbanlı/türbansız muharebesi değil, bunların arkasına sığınarak yok edilmeye çalışılan "doğru dürüst düzene" el atmaktır. Sanıyorum burada sizin karşıtınız yorum yapan herkeste türbanın bunu siyasete ve siyasi görüşlere bir "bayrak" gibi göstermesidir. Başlığın bilmem kaçıncı sayfasında Lostsoul isimli arkadaşımız bir kaç paragrafta bu durumu gayet aleni bir şekilde hülâsa olarak geçmiş. Bu nedir yahu? Bir hak mıdır, hukuk mudur? Safsata mı? ( Bunları yazıyorum, yazıyorum ki son mesajınızın içerisinde bunun örneklemeleri var. ) Sayın Mavi Olmayan Gökyüzüne; Aşağıdağı belirteceğim alıntıların altında cevaplarınız var fakat anlatılanlarla pek ilgisi yok. Genelde "işe gelen" kısımlar cevaplandırılmış. Kendi fikirlerim ve bunları toparlayınca size yeterli bir izah olmuş olur. Bu arada asla kötü yanlı "polemik" taraftarı değilim. Sizi de suçlamıyor neyin ne olduğunu "tam olarak bilmiyorum" dediğiniz için bunları yazmayı gerekli kılıyorum kendime. Anlayışınız için şimdiden teşekkürler. Saygılar..
  13. Ben Bilimselci olsa idim; Sayın Mavi Olmayan Gökyüzüne şöyle cevap verirdim muhtemelen... Bir "devlet" vardır. Bir de "yönetim biçimi" vardır. Bu tanım tıpkı şunun gibi olmuş: Bu iş yapılmalıdır. Yapılmalıdır çünkü bu bir iştir. Bu iyi bir iştir. Ama bu ne iştir? ( Bir şey anlatılamaz, kıvır kıvır olunur ya.. O anlardan biri işte ) Kişi ve insan. Bunlar ayrı ayrı mıdır? Yazıyor musunuz, yoksa yazmıyor musunuz? Hani bir söz vardır. Biliyorsan konuş alim sansınlar, bilmiyorsan sus adam sansınlar.. ( kötü niyetli değildir ) Daha bireylerin sahip olamadıkları ne "en temel" haklar var biliyor musunuz siz? Yumurta mı tavuktan çıkmıştır yoksa tavuk mu yumurtadan diye sormuşlar horoza... Ben işime bakarım gerisine karışmam demiş o da.. Tabii.. Ben Bilimselci değilim. .) Saygılar..
  14. Adım Adım Kadın Erkek Eşitliği 1843 Tıbbiye mektebi bünyesinde kadınlar ebelik eğitimi almaya başladı. 1847 Kız ve erkek çocuklara eşit miras hakkı tanıyan İrade-i Seniye yayımlandı. 1856 Köle ve cariye alınıp satılması yasaklandı. 1858 Arazi Kanunnamesinde mirasın kız ve erkekler arasında eşit olarak paylaştırılacağı hükmü yer aldı. Böylece kadınlar ilk kez miras yoluyla mülkiyet hakkını kazandı. 1858 Kız Rüştiyeleri açıldı. 1869 Kadınlar için ilk sürekli yayın olarak nitelenen (haftalık) Terakk-i Muhadderat dergisi yayımlandı. 1869 Kızların eğitimine ilk kez yasal zorunluluk getiren Maarif-i Umumiye Nizamnamesi yayımlandı. 1870 Kız öğretmen okulu Dar-ül Muallimat açıldı. 1871 Mecelle'nin (Osmanlı Medeni Kanunu) uygulanması için çıkarılan Hukuk-ı Aile Kararnamesi ile; evlilik sözleşmesinin resmi memur önünde yapılması, evlenme yaşının erkeklerde 18, kadınlarda 17 olması, zorla evlendirmelerin geçersiz sayılması düzenlendi. 1876 Kanun-i Esasi (ilk Anayasa) kabul edilerek temel haklar düzenlendi. Kız ve erkekler için ilköğretim zorunlu hale getirildi. 1897 Kadınlar ücretli işçi olarak çalışmaya başladı. 1913 Kadınlar ilk kez devlet memuru olarak çalışmaya başladı. 1914 Kadınlar tüccarlık ve esnaflığa başladı. 1914 İnas Darülfünunu adı altında kızlar için bir yüksek öğretim kurumu açıldı. 1921 Darülfünunda karma öğretime geçildi. 1922 Yedi kız öğrenci Tıp Fakültesine kayıt yaptırarak eğitime başladı. Haziran 1923 Nezihe Muhittin'in başkanlığında ilk kadın partisi olan Kadınlar Halk Fırkası'nın kurulması girişiminde bulunuldu, kadınlara oy hakkı tanımayan 1909 tarihli Seçim Kanunu gereğince valilikçe partinin kuruluşuna onay verilmediğinden dernekleşmeye gidildi. 29 Ekim 1923 Cumhuriyet ilan edildi. Cumhuriyetin ilanıyla birlikte kadınların kamusal alana girmesini sağlayan yasal ve yapısal reformlar hızlandı. 3 Mart 1924 Tevhid-i Tedrisat Kanunu (Öğrenim Birliği) çıkarıldı. Böylece eğitim laikleştirilerek tüm eğitim kurumları Milli Eğitim Bakanlığı'na bağlandı. Kız ve erkekler eşit haklarla eğitim görmeye başladı. 17 Şubat 1926 Türk Medeni Kanunu'nu kabul edildi. Kanun ile erkeğin çok eşliliği ve tek taraflı boşanmasına ilişkin düzenlemeler kaldırıldı, kadınlara boşanma hakkı, velayet hakkı ve malları üzerinde tasarruf hakkı tanındı. 4 Nisan 1926 tarihli Resmi Gazetede yayımlanan kanun 4 Ekim 1926 tarihinde yürürlüğe girdi. 1930 Belediye yasası çıkarıldı. Yasa ile kadınlara belediye seçimlerinde seçme ve seçilme hakkı tanındı. 1930 Kadın ve çocukların korunmasına ilişkin ilk düzenleme Umumi Hıfzısıhha Kanunu ile yapıldı. 1930 Doğum izni düzenlendi. 10 Haziran 1933 Kız çocuklarına mesleki eğitim vermek amacıyla Kız Teknik Öğretim Müdürlüğü kuruldu. 26 Ekim 1933 Köy Kanunu'nda değişiklik yapılarak kadınlara köylerde muhtar olma ve ihtiyar meclisine seçilme hakları verildi. 5 Aralık 1934 Anayasa değişikliği ile kadınlara seçme ve seçilme hakkı tanındı. 8 Şubat 1935 Türkiye Büyük Millet Meclisi 5. Dönem seçimleri sonucunda 17 kadın milletvekili ilk kez meclise girdi, ara seçimlerde bu sayı 18'e ulaştı. 8 Haziran 1936 İş Kanunu yürürlüğe girdi. Kadınların çalışma hayatına düzenleme getirildi. 1937 Kadınların yeraltında ağır ve tehlikeli işlerde çalıştırılması 1935 tarihli 45 sayılı ILO sözleşmesi ile yasaklandı. 1945 Analık sigortası (doğum yardımı) 4772 sayılı yasa ile düzenlendi. 1949 Yaşlılık sigortasının kadın ve erkekler için eşit esaslara göre düzenlenmesi 5417 sayılı yasa ile sağlandı. 1950 İlk kadın belediye başkanı (Müfide İlhan) Mersin'den seçildi. 1952 Sağlık Bakanlığı bünyesinde ana çocuk sağlığı hizmetleri verilmeye başladı. 1965 Gebeliği önleyici araçların satış ve dağıtımının serbest bırakılmasını ve tıbbi zorunluluk halinde kürtaj hakkı tanınmasını düzenleyen Nüfus Planlaması Hakkında Kanun çıkarıldı. 22 Aralık 1966 Eşit değerde iş için kadın ve erkek işçiler arasında ücret eşitliğini sağlayan 1951 tarihli 100 sayılı ILO sözleşmesi onaylandı. 26.03.1971 İlk kadın bakan (Türkan Akyol) atandı. 1975 Birleşmiş Milletler tarafından Mexico City'de Birinci Dünya Kadın Konferansı düzenlendi ve bunu takiben 1975-85 yılları arasındaki dönem "Kadın On Yılı" olarak ilan edildi. 27 Mayıs 1983 10 haftaya kadar olan gebeliklerin kürtajla sona erdirilmesi ve gönüllü cerrahi sterilizasyon yöntemlerine izin verilmesi Nüfus Planlaması Hakkında Kanun'da yapılan değişiklikle sağlandı. Kürtaj için evli kadınlara kocadan izin alma koşulu getirildi. 1985 Türkiye, Birleşmiş Milletler Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesini (CEDAW) imzaladı ve sözleşme 1986 yılında yürürlüğe girdi. 1985 5. Beş Yıllık Kalkınma Planı'nda kadın konusu ilk kez bir sektör olarak yer aldı ve bu konuda politikalar belirlendi. 1987 Devlet Planlama Teşkilatı'nda Kadına Yönelik Politikalar Danışma Kurulu kuruldu. 1989 İstanbul Üniversitesi'nde ilk Kadın Sorunları Araştırma ve Uygulama Merkezi kuruldu. Bugün üniversiteler bünyesinde kurulan bu merkezlerin sayısı yurt çapında 13'e ulaştı. 24 Ocak 1989 İçişleri Bakanlığı kaymakamlık sınavlarına kadınların da alınacağını açıkladı. 29 Kasım 1990 Kadının çalışmasını kocanın iznine bağlayan Medeni Kanun'un 159. maddesi Anayasa Mahkemesi'nce iptal edildi. İptal kararı 2 Temmuz 1992 tarih ve 21272 sayılı Resmi Gazete'de yayımlandı. 1990 Tecavüz mağdurunun hayat kadını olması halinde cezanın indirilmesini öngören Türk Ceza Kanunu'nun 438. maddesi Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından yürürlükten kaldırıldı. 14 Nisan 1990 Kadın Eserleri Kütüphanesi ve Bilgi Merkezi Vakfı, ilk kadın kütüphanesi ve bilgi merkezini açtı. 1990 Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu Genel Müdürlüğü bünyesinde, şiddete uğrayan kadınlara ve çocuklara destek hizmeti vermek üzere ilk kadın konukevleri açılmaya başlandı. 2000 yılı itibariyle bu sayı yediye yükselirken kapasiteleri 170'e ulaştı. 1990 422 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile Kadının statüsü ve Sorunları Başkanlığı kuruldu. 25.10.1990 tarihinde kadın sorunları konusunda ulusal mekanizma olarak Kadının Statüsü ve Sorunları Genel Müdürlüğü (KSSGM) 3670 sayılı kanunla Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığına bağlı olarak kuruldu ve 24.06.1991 tarihinde de Başbakanlığa bağlandı. Eylül 1990 Yerel yönetimler kadın konusunda özellikle şiddete uğrayan kadınlara yönelik hizmet vermeye başladı. Türkiye'deki ilk kadın sığınma evi Bakırköy Belediyesi tarafından açıldı. 1991 48. Hükümet döneminde ilk kadın vali (Lale Aytaman) Muğla iline atandı. 17-20 Şubat 1992 Birleşmiş Milletler Uluslararası Kadının İlerlemesi İçin Araştırma ve Eğitim Merkezinin (INSTRAW) toplantısında, Kadının Statüsü ve Sorunları Genel Müdürlüğü Türkiye'de kadın konusunda odak noktası olarak kabul edildi. 1993 Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı işbirliği ile "Kadının kalkınmaya Katılımını Güçlendirme Ulusal programı Projesi" uygulamaya başlandı. Kadının Statüsü ve Sorunları genel Müdürlüğü'nün yürüttüğü proje kapsamında; eğitim programları, araştırma projeleri, pilot projeler ve istatistik/yayın faaliyetleri yürütüldü. 16 araştırma projesinin yanı sıra pek çok eğitim programı ve pilot proje desteklendi, araştırma projelerinin bir kısmı ve toplumsal cinsiyet temelinde farklı konularda oluşturulan özet göstergeler kitap haline getirildi. Ayrıca cinsiyete dayalı veri tabanı oluşturulması amacıyla Devlet İstatistik Enstitüsü'nde Toplumsal Yapı ve Kadın İstatistikleri Şubesi kuruldu. 1993 İstanbul Üniversitesi'nde ilk Kadın Araştırmaları Ana Bilim Dalı açıldı ve yüksek lisans programı vermeye başladı. Bugün Kadın Çalışmaları Ana Bilim Dalı açarak Yüksek Lisans Programı veren üniversite sayısı dörde ulaştı. 1993 Kadın Dayanışma Vakfı, Altındağ Belediyesinin desteğiyle kadın danışma merkezi ve kadın sığınma evini açtı. 25 Haziran 1993 Türkiye'nin ilk kadın başbakanı (Tansu Çiller) hükümeti kurdu. 5-8 Aralık 1993 Kadın ve Sosyal Hizmetler Müsteşarlığı ve Ankara Üniversitesi. Kadın Sorunları Araştırma ve Uygulama Merkezi işbirliği ile "Kadın Kimliği Kongresi" düzenlendi. Kongre gündemini; kadın emeğinin biçimleri, siyasette kadın kimlikleri, kadın bedeninin tanınması, kadın imgesinin üretimi ve dolaşımı, sanatın içinden kadın ve kadın örgütlenme biçimleri başlıklı konular oluşturdu. 1993 Halk Bankası'nca kadınları girişimciliğe özendirmek amacıyla kadınlara özel, düşük faizli kredi uygulaması başlatıldı. 1994 Kadının Statüsü ve Sorunları Genel Müdürlüğü bünyesinde, şiddete uğrayan kadınlara hukuki ve psikolojik danışmanlık, girişimcilik ve el emeğinin değerlendirilmesi konularında hizmet vermek amacıyla Bilgi Başvuru Bankası (3B) kuruldu. 5 Nisan 1994 Dünya Bankası ve Türkiye Cumhuriyeti .Hükümeti arasında imzalanan İkraz Anlaşması gereğince başlayan İstihdam ve Eğitim Projesi'nin alt bileşenlerinden Kadın İstihdamının Geliştirilmesi Projesi (KİG) Kadının Statüsü ve Sorunları Genel Müdürlüğü'nce yürütülmeye başlandı. Proje kapsamında on altı araştırma projesi gerçekleştirildi, on üç tanesi kitap haline getirildi. Kadının Statüsü ve Sorunları Genel Müdürlüğü'nde kitap, makale, tez, seminer, konferans dokümanları ve gazete kesiklerinin derlendiği ve Ankara'nın tek kadın kütüphanesi olarak da nitelendirilebilecek bir Dokümantasyon Merkezi kuruldu. 1000 saydamdan ve web sayfasından oluşan "Kadınlara Görsel Tanıklık" adlı kadın fotoğrafları arşivi oluşturuldu. Kadınların çalışma yaşamlarına dair "Kadın Çalıştıkça" adlı bir belgesel/tanıtım filmi yaptırıldı. Toplumsal cinsiyet yaklaşımını ana plan ve programlara yerleştirmek için resmi, özel ve sivil toplum kuruluşları çalışanlarına yönelik olarak kullanılması planlanan ve modüler bir eğitim materyali olan Toplumsal Cinsiyet Eğitim paketi hazırlandı ve pilot uygulamaları yapıldı. Haziran 2000 tarihinde proje sonuçlandı. 1994 Türkiye Kahire'de yapılan Birleşmiş Milletler Nüfus ve Kalkınma Konferansına katıldı. Konferans'da kadının statüsü ve sağlık ilişkisini vurgulayan "üreme sağlığı" kavramı üzerinde duruldu ve kadın sağlığında "bütüncül" bir yaklaşım benimsendi. Bu yaklaşım doğrultusunda Sağlık Bakanlığı koordinatörlüğünde ilgili kesimlerden sağlanan katılımla "Kadın Sağlığı ve Aile Planlaması Ulusal Eylem Planı" hazırlandı. 1998 yılında kamuoyuna sunulan Eylem Planı 6 ana çalışma grubu tarafından oluşturuldu. Kadının Statüsü grubunun koordinasyonunu Kadının Statüsü ve Sorunları Genel Müdürlüğü üstlendi. 1995 Kurulduğundan bu yana, açtığı kadın danışma merkezi ile şiddete uğrayan kadınlara danışmanlık hizmeti veren Mor Çatı Kadın Sığınağı Vakfı, kadın sığınağını açtı. 1995 Kadının Statüsü ve Sorunları Genel Müdürlüğü'nce Dünya Bankası Japon Hibe Fonundan 1993 yılında elde edilen finansman ile ülkemizde kadın girişimcilere sağlanan finans ve finans dışı hizmetlerin neler olduğunu ve kadın girişimcilerin bu hizmetlere ulaşımlarını ortaya koymak üzere bir araştırma projesi olan Küçük Girişimcilik Projesi gerçekleştirildi. Proje kapsamında belli illerde alan çalışmaları yapıldı ve elde edilen bilgiler kitap haline getirildi. Şubat 1995 Kadının Statüsü ve Sorunları Genel Müdürlüğü'nce gönüllü kadın kuruluşları arasındaki iletişim ve dayanışmayı güçlendirmek, bilgiyi yaygınlaştırmak için aylık "Kadın Bülteni" çıkarılmaya başlandı. 11 sayı yayımlandı. 08-11Haziran 1995 Kadının Statüsü ve Sorunları Genel Müdürlüğü'nce Sinop'ta sivil toplum kuruluşları ve kamu kurumları temsilcileri, parlamenterler, gazeteciler ve akademisyenlerin katıldığı, "Türkiye'de Kadına Yönelik Politikaların Oluşturulması" konulu dört gün süren bir toplantı düzenlendi. 4. Dünya Kadın konferansı öncesi yapılan bu toplantıda, kurumsallaşma, siyasal alan, çalışma yaşamı, kadın sağlığı ve eğitim konularında kadına yönelik politikalar belirlendi. 17-19 Temmuz 1995 Avrasya ülkeleri kadınları arasındaki işbirliğini geliştirmek, Pekin Konferansında Türkiye ile birlikte hareket edebilmelerine yardımcı olmak amacıyla KSSGM ve Türk İşbirliği ve Kalkınma Ajansı Başkanlığı (TİKA) işbirliği ile "Pekin'e Giderken; Avrasya Ülkeleri Kadınları İşbirliği Kongresi" başlıklı bir toplantı gerçekleştirildi. Kongrenin sonuç bildirgesinde bir işbirliği grubu oluşturulması tavsiye edildi. Bu doğrultuda 27-29 Mart 1996 tarihleri arasında Ankara'da "Avrasya Ülkeleri Kadınları işbirliği Grubu Birinci Toplantısı" gerçekleştirildi. Toplantıda bu işbirliğinin kurumsallaşması için bir protokol hazırlandı, protokolün yürürlüğe girmesi için yedi katılımcı ülkenin imzasının tamamlanması gerekmektedir. 30 Ağustos 8 Eylül 1995 Türkiye Pekin'de yapılan ve 189 ülkenin katıldığı 4. Dünya Kadın Konferansı'na katılarak taahhütleri çekincesiz olarak kabul etti. Kasım 1995 Güneydoğu Anadolu Projesi Bölge Kalkınma İdaresi Başkanlığı tarafından bölgedeki kadınların durumunun iyileştirilmesi ve kalkınma sürecine entegre edilmesi amacıyla planlanan Çok Amaçlı Toplum Merkezlerinin (ÇATOM) ilki Urfa'da açıldı. 2000 yılı itibariyle bölgedeki sayısı 21'e ulaştı. 1996 Kadının Statüsü ve Sorunları Genel Müdürlüğü'nce, 4. Dünya Kadın Konferansı'nda kabul edilen eylem planı ve taahhütler çerçevesinde kamu kurum ve kuruluşları, üniversiteler, gönüllü kadın kuruluşları, siyasal partiler, sendikalar, meslek örgütleri ve basının katılımı sağlanarak ulusal eylem planı hazırlandı. 1996 Kadın Çalışmaları alanında ilk yüksek lisans diploması İstanbul Üniversitesi Kadın Çalışmaları Ana Bilim Dalı tarafından verildi. 1996 4. Dünya Kadın Konferansında verilen taahhütler gereğince Kadının Statüsü ve Sorunları Genel Müdürlüğü koordinasyonunda gönüllü kadın kuruluşlarının katılımıyla kadın sorunlarının yoğunlaştığı dört alanda; eğitim, sağlık, hukuk ve istihdam komisyonları oluşturuldu. 29 Haziran 1996 Anayasa Mahkemesi Türk Ceza Kanunu'nun erkeğin zinasını suç olarak düzenleyen 441. maddesini anayasanın eşitlik ilkesine aykırılığı gerekçesiyle iptal etti. 27.12.1996 tarih ve 228600 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan kararda verilen bir yıllık süre içinde yasal düzenleme yapılmaması nedeniyle erkeğin zinası 27.12.1997 tarihinden itibaren suç olmaktan çıktı. 1996 Tarım ve Köyişleri Bakanlığı bünyesinde "Kırsal Kalkınmada Kadın Daire Başkanlığı" kuruldu. 1997 Kadının Statüsü ve Sorunları Genel Müdürlüğü koordinasyonunda 13 il valiliği bünyesinde "Kadının Statüsü Birimleri" kuruldu. 22 Mayıs 1997 Kadının evlendikten sonra kocasının soyadını almakla birlikte, kendi soyadını da kullanabilmesi Medeni Kanun'un 153. maddesinde yapılan değişiklikle sağlandı. 19.11.1997 Kadının Statüsü ve Sorunları Genel Müdürlüğü'nün önerisi üzerine İçişleri Bakanlığı'nca nüfus cüzdanlarında medeni hal kısmında "evli/ bekar/ dul/ boşanmış" gibi ifadelerin yerine sadece "evli" veya "bekar" ifadelerinin kullanılmasını düzenleyen genelge yayımlandı. 18 Ağustos 1997 Zorunlu temel eğitimi beş yıldan sekiz yıla çıkaran 4306 sayılı kanun yürürlüğe girdi. 13-14 Kasım 1997 Türkiye Cumhuriyeti, amacı uzman bakanların çalışma alanları ile ilgili konularda Avrupa Konseyi faaliyetlerine etkin bir şekilde katılmalarını teşvik etmek olan Kadın-Erkek Eşitliğinden Sorumlu Avrupa Bakanlar Konferansı'nın dördüncüsüne ev sahipliği yaptı. Kadının Statüsü ve Sorunları Genel Müdürlüğü'nce İstanbul'da gerçekleştirilen konferansa Avrupa Konseyine üye 40 ülkeden 38'i katıldı. 176 kişinin katıldığı konferans sonucunda üye ülkelerin eşitlik politikalarına yön verecek bir deklarasyon hazırlandı. 23 Haziran 1998 Anayasa Mahkemesi kadının zinasını suç olarak düzenleyen Türk Ceza Kanunu'nun 440. maddesini anayasanın eşitlik ilkesine aykırılığı gerekçesiyle iptal etti. Gerekçeli karar 13.03.1999 tarih ve 23638 sayılı Resmi Gazetede yayımlandı. 17 Şubat 1998 743 sayılı Türk Medeni Kanun'un yerini almak üzere Adalet Bakanlığı tarafından hazırlanan Türk Medeni Kanunu Tasarısı Adalet Bakanlığı ve Kadının Statüsü ve Sorunları Genel Müdürlüğü'nün ortaklaşa yaptığı bir toplantı ile kamuoyunun bilgisine sunuldu. 21 Ekim 1998 Adalet Bakanlığı, Kadının Statüsü ve Sorunları Genel Müdürlüğü, ve kadın kuruluşlarının oluşturduğu gündem sonucunda bekaret kontrolünün, ancak takibi şikayete bağlı suçlarda, mağdurun rızası alınarak, ırza geçme gibi re'sen takip edilen suçlarda ancak hakim kararı ile gecikmesinde sakınca bulunan hallerde ise Cumhuriyet savcısının yazılı izni ile yapılabileceğini düzenleyen bir genelge yayınladı. 1998 İçişleri Bakanlığı'nca nüfus cüzdanlarında yapılan düzenlemeye paralel olarak Emekli Sandığı Genel Müdürlüğü'nce verilen dul ve yetim tanıtım kartlarındaki "Emekliye Yakınlığı" bölümünde yer alan "dul kadın vb." ifadelerin yerine sadece "eşi, kızı, oğlu, annesi, babası" gibi ifadelerin kullanılması sağlandı. 1998 Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde, Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi'nin ana hedefleri çerçevesinde Türkiye'de kadının durumunu değerlendirmek amacıyla bir Araştırma Komisyonu kuruldu ve hazırlanan rapor kitap olarak Kadının Statüsü ve Sorunları Genel Müdürlüğü'nce yayımlandı. 17 Ocak 1998 Aile içi şiddete uğrayan kişilerin korunması için gerekli tedbirlerin alınmasını düzenleyen 4320 Sayılı Ailenin Korunmasına Dair Kanun yürürlüğe girdi. 1998 Gelir Vergisi Kanunu'nda yapılan bir değişiklikle aile reisinin beyanname vermesi esası kaldırılarak kadınların kocalarından ayrı olarak beyanname vermesi sağlandı. 1998 Ankara Barosu Kadın Hukuku Komisyonu tarafından Ankara Adliyesi içinde şiddete uğrayan kadınlara hukuki danışmanlık ve psikolojik destek hizmetleri vermek üzere Kadın Danışma Merkezi kuruldu. 1999 İstanbul Barosu Kadın Hukuku Komisyonu Kadın Hakları Uygulama Merkezi'ni kurdu. 20 Mart 1999 Barolar bünyesindeki Kadın Hakları/Hukuku Komisyonları arasında koordinasyonu sağlamak amacıyla "Türkiye Barolar Birliği Kadın Hakları Komisyonları Ağı (TÜBAKKOM)" kuruldu. Giderek artan komisyonların sayısı 2001 yılı itibariyle kırk civarındadır.. TÜBAKKOM bünyesindeki Kadın Danışma Merkezlerinin kurumsallaşmış olarak sayısı iki olmakla birlikte pek çok komisyon danışma hizmetleri de vermektedir. Eylül 1999 Türkiye, Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığı Önleme Sözleşmesi'ni onaylarken koyduğu aile hukukunu ilgilendiren 15 ve 16. maddelerine ilişkin çekinceleri kaldırdı. 1999 Kadın erkek eşitliği açısından önemli değişiklikler içeren Medeni Kanun Tasarısı hazırlanarak Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne sunuldu. 16 Aralık 1999 Kadınların yaşadığı ayrımcı uygulamaların giderilmesine yönelik kurumsal mekanizmaların oluşturulması çalışmaları çerçevesinde Kadının Statüsü ve Sorunları Genel Müdürlüğü ve Norveç Büyükelçiliği işbirliği ile "Eşitlik Ombudu Ne Kadar İşlevsel? Norveç Deneyimi" konulu bir konferans düzenlendi. 14 Mayıs - 14 Haziran 2000 Kadın sorunlarını gündeme getirmek, tartışmalara her yöredeki kadınların katılımını sağlamak amacıyla Kadının Statüsü ve Sorunları Genel Müdürlüğü, valilikler, barolar, üniversiteler ve gönüllü kadın kuruluşlarının işbirliği ile ülke genelinde "2000 Yılı Kadın Toplantıları" adı altında panel, konferans, şenlik, sergi vb. yaklaşık 200 etkinlik gerçekleştirildi. 01 Mart 2000 Kadının Statüsü ve Sorunları Genel Müdürlüğü'nce yapılan çalışma çerçevesinde Türkiye Büyük Millet Meclisi bünyesinde "Kadın Erkek Eşitliği Daimi Komisyonu" kurulmasına dair hazırlanan teklif, Türkiye Büyük Millet Meclisi Anayasa Komisyonunda görüşülerek, anılan Komisyon yerine "Kadın Erkek Eşitliğini İzleme Kurulu" kurulması yönünde karara varıldı. Kurulun oluşturulması TBMM içtüzüğünde değişiklik yapılmasına dair çalışmaların tamamlanmasını beklemektedir. 16 Mayıs 2000 Kadının Statüsü ve Sorunları Genel Müdürlüğü ve İstanbul Barosu Kadın Hakları Komisyonu işbirliği ile Avrupa Birliğine uyum sürecinde toplumsal cinsiyet eşitliği açısından Anayasanın değerlendirildiği "Avrupa Birliğine Giriş sürecinde Türkiye Cumhuriyeti Anayasası ve Kadın Erkek Eşitliği Politikaları" konulu panel düzenlendi. 5-9 Haziran 2000 Türkiye, Pekin Deklarasyonu ve Eylem Platformunun sonuçlarının değerlendirilmesi, tam olarak uygulanmasının sağlanması, yeni eylem ve girişimlerin belirlenmesi amacıyla New York'ta yapılan "Kadın 2000:21.Yüzyıl İçin toplumsal Cinsiyet Eşitliği, Kalkınma ve Barış" konulu Birleşmiş Milletler Genel Kurul Özel Oturumuna katıldı. Türkiye tarafından teklif edilen, kadın erkek eşitliği bakış açısının ana plan ve politikalara yerleştirilmesi, kota uygulamaları ve diğer araçlarla olumlu ayrımcılık politikalarının geliştirilmesi, erken ve zorla evlendirme ile namus cinayetlerinin kadınlara yönelik şiddet türleri arasında yer almasının yanısıra diğer temel konulardaki önerilerin Sonuç Belgesinde yer alması sağlandı. 8 Eylül 2000 Ek İhtiyari Protokol Türkiye tarafından imzalandı. Onay aşaması için Türkiye Büyük Millet Meclisi gündemine alındı. Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesinin daha etkin bir şekilde uygulanmasını sağlamak amacıyla Birleşmiş Milletler tarafından hazırlanan Ek İhtiyari Protokol ile Sözleşmenin taraf devletler tarafından ihlali durumunda kişilere ve kişilerden oluşan gruplara başvuru hakkı tanınmakta ayrıca uygulamaları denetlemek üzere Kadına Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi (CEDAW) Komitesine yapılacak şikayetleri kabul etme ve inceleme yetkisi tanınmaktadır. 26 Ekim 2000 Kadına yönelik uluslararası sözleşme ve konferanslarda, eşitlikçi bir toplumsal yaşamın gereği olarak vurgulanan ders kitapları ve müfredatın eğitimin ilk basamağından başlayarak cinsiyetçi öğelerden ayıklanması hedefi doğrultusunda Kadının Statüsü ve Sorunları Genel Müdürlüğü'nce "Eğitim Materyallerinde Cinsiyetçi Ögeler" konulu panel ile "Ders Kitaplarında Cinsiyetçilik 1928'den Günümüze" konulu fotoğraf sergisi düzenlendi. Toplantıya ilişkin dokümanların derlendiği "Eğitim Materyallerinde Cinsiyetçi Öğeler" adlı kitap ile ayrıca "Ders Kitaplarında Cinsiyetçilik" adlı bir araştırma kitap olarak yayımlandı. 24 Kasım 2000 Ülkemizde giderek artmakta olan töre cinayetlerine karşı kamuoyu oluşturmak üzere "25 Kasım Kadınlara Karşı Şiddete Hayır Günü" nedeniyle Kadının Statüsü ve Sorunları Genel Müdürlüğü ve Şanlıurfa Valiliği işbirliği ile "Kadına Yönelik Şiddet" konulu bir panel düzenlendi. Panel resmi düzeyde töre cinayetlerine karşı duruşun zeminini oluşturdu. 17 Şubat 2001 Türk Medeni Kanunu'nun yıldönümü nedeniyle TBMM Adalet Komisyonunda görüşülmekte olan Medeni Kanun Tasarısının eşitlikçi özünün korunarak yasalaşması için Kadının Statüsü ve Sorunları Genel Müdürlüğü ve kadın kuruluşları tarafından kamuoyu oluşturma faaliyetlerinde bulunuldu. Kadının Statüsü ve Sorunları Genel Müdürlüğü'nce "Türk Medeni Kanunun'un Kabulünün 75. Yıldönümü 2001 Gündemimiz: Tasarının Yasalaşması" konulu, tasarı ile öngörülen değişikliklerin değerlendirildiği bir panel gerçekleştirildi. Kadın dernekleri ve diğer sivil toplum kuruluşlarının katılımıyla "Medeni Yasa Tasarısı İçin Hep Birlikte" yürüyüşü gerçekleştirildi. Nisan 2001 Kadın ve aileden sorumlu Devlet Bakanlığı ve Kadının Statüsü ve Sorunları Genel Müdürlüğü'nün katkılarıyla Avrupa Birliği Müktesebatının Üstlenilmesine İlişkin Türkiye Ulusal Raporu'nda, eşitlik politikaları için bir alt yapı oluşturulması, hazırlanan tüm plan ve politikaların bu madde ile uyumlu olması gerekliliğinin sağlanması, aynı zamanda devletin eşitliği sağlamak için olumlu ayrımcılık dahil her türlü tedbiri almasının yolunu açmak üzere Anayasanın eşitlik ilkesini düzenleyen 10. maddesine bir fıkra eklenmesi önerisi; ulusal mekanizma olan Kadının Statüsü ve Sorunları Genel Müdürlüğü teşkilat yasasının çıkarılması; farklı statü hukukuna bağlı olarak çalışanların doğum izinlerine ilişkin farklı düzenlemelere son verecek ve ebeveyn izni müessesesini tesis edecek kanun tasarısının yasalaşmasının yanısıra ilgili her konuda işbirliğine gidilmesini öngören kısa ve uzun vadeli hedeflerin yer alması sağlandı. 16 Mayıs 2001 Kadının Statüsü ve Sorunları Genel Müdürlüğü'nce, Kadın-Erkek Eşitliğini Ana Plan ve Politikalara Yerleştirme Stratejisini benimseyen ülke örnekleri konusunda bilgilenmeyi sağlamak üzere Hollanda Sosyal İşler ve Çalışma Bakanlığı Devlet Sekreteri'nin deneyimlerini aktardığı "Kadın-Erkek Eşitliğini Ana Plan ve Politikalara Yerleştirme: Hollanda Deneyimi" başlıklı bir konferans düzenlendi. 21 Haziran 2001 TBMM Adalet Komisyonunca kabul edilen Türk Medeni Kanunu Tasarısı Genel Kurula sevk edildi. 27-29 Haziran 2001 Kadının Statüsü ve Sorunları Genel Müdürlüğü'nce, Norveç Büyükelçiliğinin katkılarıyla Ankara'da "Türkiye'de Kadın Politikaları ve Kurumsallaşma" konulu bir toplantı gerçekleştirildi. Toplantıya ilgili kamu kuruluşları, üniversitelerin Kadın Araştırma ve Uygulama Merkezleri ile gönüllü kadın kuruluşları temsilcileri katıldı. Toplantıda, hukuk, eğitim, çalışma yaşamı ve şiddet başlıkları altında çalışma grupları oluşturularak önümüzdeki dönem için hedefler belirlendi. 22 Kasım 2001 Yeni Türk Medeni Kanununun TBMM tarafından kabulü 1 Ocak 2002 Yeni Türk Medeni Kanununun yürürlüğe girmesi 30 Temmuz 2002 CEDAW Ek İhtiyari Protokolünün onaylanması Die - Kadın Hakları Saygılar..
  15. Hakkı'nın Hakkı'da Hakkı kalmış. Hakkı, Hakkı'dan Hakkını almaya giderken; Hakkı, Hakkı'dan alacağı Hakkı'nı alamadan Hakkı'n rahmetine kavuşmuş. Saygılar..
  16. Tutturmuşsunuz bir 20 milyon gidiyorsunuz Sayın Diyarbakır'lı.. Ne?! Dedim.. 20 milyon mu? Bir bakayım, ufaktan bir araştırayım dedim.. Biraz desteklice lütfen.. Türkiye'de kaç milyon Kürt var? Türkiye nüfusunun etnik dağılımını öğrenmeye yönelik yapılan araştırmada toplam 73 milyon olan nüfusun 55 milyon 484 bini etnik olarak Türk. Türkiye'de 11 milyon 445 bin Kürt yaşıyor. Ülkede yaşayanların %85'i 'Anadilim Türkçe' diyor. Araştırmada, toplumun etnik kimliğini ifade etmekte sıkıntı duymadığı görülüyor. Toplam 73 milyon olan nüfusun 55 milyon 484 bini etnik olarak Türk. Türkiye'de 11 milyon 445 bin Kürt yaşıyor Milliyet'in Tarhan Erdem yönetiminde KONDA'ya yaptırdığı araştırma, çok farklı sayılarla tartışma konusu edilen Türk vatandaşlarının etnik kimliklere göre dağılımında son derece önemli bulgular ortaya koyuyor. Yaklaşık 50 bin kişi ile yüz yüze görüşme yapılan araştırmada, yaygın kullanılan adlandırmalar yerine halkın kendini nasıl bildiği, nasıl tanıtmak istediğinin belirlenmesine önem verildi. Bunun için, kimliğe dair sorularda deneklere seçenek sunulmadı ve herhangi bir yönlendirme yapılmadı. 100'ün üzerinde yanıt Anketörlerden, kişilerin kendi verdikleri ilk cevabı anket formlarına yazmaları istendi. Denekler bu soruya 100'ün üzerinde farklı cevap verdi. Daha sonra bu cevapların benzerlikleri ve sıklıkları incelenerek istatistikî anlam ifade eden belli gruplar oluşturuldu. Araştırmanın en merak edilen bulgularından birisini ortaya koyan soru şöyle formüle edildi: "Hepimiz Türk vatandaşıyız, ama değişik kökenlerden, yörelerden olabiliriz; siz kendinizi, kimliğinizi ne olarak biliyorsunuz veya hissediyorsunuz?" Yandaki tabloda deneklerin cevaplarına göre oluşturulan kimlik grupları ve bu gruplardaki kimliklerin söylenme oranları yüzde olarak yer alıyor. Yetişkinler etnik olarak kendini nasıl tanımlıyor? Anadil kontrolüyle sağlanan dolaylı bilgininde katılmasıyla ortaya çıkan tabloda Türkiye'de yetişkinlerin (18 yaş ve üstündekilerin) etnik kimliklerin dağılımı, yüzde 78.1 Türk, yüzde 13.4 Kürt, yüzde 1.5 "Laz" ve "Türkmen" gibi yerel kimlikler, yüzde 0.1 Asya Türkü, yüzde 0.3 Kafkas kökenli, yüzde 0.2 Balkan kökenli, yüzde 0.4 göçmen, yüzde 0.9 Müslüman Türk, yüzde 0.2 Alevi, yüzde 0.3 "Türkiyeliyim, dünyalıyım" vs. diyenleri ifade eden genel tanımlayan, yüzde 0.7 Arap, yüzde 0.1 gayrimüslim, yüzde 0.03 Roman, yüzde 0.05 diğer ülkelerden ve yüzde 3.8 TC vatandaşı şeklindedir. Araştırma 18 yaş üstü kişilerle yapıldığı için, bu yüzdeler etnik kimliklerin sadece yetişkin nüfus içindeki oranlarını gösteriyor. Türkiye İstatistik Kurumu'nun 2006 yılı nüfus tahminine göre 48 milyon 709 bin kişi olan yetişkin nüfus içinde örneğin Türklerin nüfusu 38 milyon 43 bin, kendini Kürt olarak tanımlayanların nüfusu 6 milyon 524 bindir. Tabloda ham veriye göre etnik dağılım, yukarıda özetlediğimiz düzenlemeyle ortaya çıkan dağılım ve etnik kimliklerin yetişkin nüfusları özetlenmiştir. Ancak yüzde 1'den düşük olan gruplarda hata payının yüksek olduğu dikkate alınmalıdır. Nüfusun yüzde 15.6'sı Kürt Kendisini 'Kürt' ve 'Zaza' olarak tanımlayan yetişkinlerin toplam nüfusa oranı yüzde 13.4. Ancak 18 yaş altındaki nüfusun eklenmesiyle yüzde 15.68'e çıkan bu oran 11 milyon 445 bin kişiye denk düşüyor Yetişkinlerden elde edilen etnik kimlik dağılımı, toplam 72 milyon 975 olan tüm Türkiye nüfusunda görülmek istenirse, 18 yaş altındakileri elde edilen verilere orantılı olarak eklemek gerekir. Türkiye genelinde "her 66 yetişkin için 33 çocuk" varken, doğurganlık oranları daha yüksek olduğu bilinen Kürtler için bu oran farklıdır. Araştırmadaki hane halkı sayısı bilgisine, illerin nüfus artışlarına ve yaş grubu dağılımlarına dayanarak Kürtlerde bu oranın "her 53 yetişkin için 47 çocuk" şeklinde olduğunu temel bir kabul olarak dikkate almak doğru olacaktır. Bu durumu dikkate alan yaklaşımla yapılan çalışmada tüm Türkiye nüfusu içinde Türklerin yüzde 76.03 ile 55 milyon 484 bin, Kürt ve Zazaların yüzde 15.68 ile 11 milyon 445 bin, diğer etnik gruplar toplamının da yüzde 8.3 ile 6 milyon 46 bin kişi olduğu hesaplandı. Yetişkinlerin cevaplarına göre yüzde 13.4 olan Kürt-Zaza nüfusun oranı, 18 yaşın altındakilerin eklenmesiyle yüzde 15.68'e ulaştı. Türkiye'de Kürt ve Zazaların nüfusu için 7 ile 25 milyon arasında değişen tahminler yapılmıştır. Bu tahminler karşısında KONDA, 2006 ortalarında Türkiye'de yaşayan Kürt-Zaza (çocuk, genç ve yetişkinler toplamının) nüfusu için yaptığı son araştırma ve TÜİK verilerine dayanarak bulduğu 11 milyon 445 bin sayısının daha gerçekçi olduğu kanısındadır. KONDA'nın 1993'te İstanbul'daki kimliklere dair yaptığı araştırmada "Hepimiz Türk vatandaşıyız, ama değişik kökenlerden de olabiliriz. Siz kendinizi ne olarak hissediyorsunuz?" sorusuna yüzde 25.15 oranında "Müslüman" ve "Müslüman Türk" cevabı verilmişti. Şimdi bu oranın yüzde 1.02 düzeyinde kaldığı görülüyor. Biri İstanbul, diğeri Türkiye örneklemine göre hazırlanmış olsa da oldukça büyük olan bu farkın sebebi, 1993 araştırmasında din ve mezhebe dair soru sorulmamış olmasıdır. Bu araştırmada ise kimliğe dair olan bu sorudan hemen önce din ve mezhepler ile ilgili sorular yöneltilmiştir. Diğer bir deyişle, görüşülen kişiler dinleri ve mezhepleri ile ilgili bilgi verdikten sonra kendilerini ait hissettikleri kimlik için dini aidiyet dışında bir aidiyet sorulduğunu anlayarak ya da bilerek cevap vermişlerdir. Böyle anlaşılması, etnik yapının değerlendirilmesi açısından yararlı olmuştur. Din ve mezheple ilgili sorulardan sonra kimliğini 'Alevi' olarak belirtenler ayrı bir kimlik grubu olarak tabloya eklenmiştir. Bu hususun, Aleviliğin tanımına ilişkin tartışmalara ışık tutabileceğini sanıyoruz. Etnik kimlik saklanmıyor Etnik kimlikle ilgili soruya cevap vermeyenlerin oranı, tüm diğer sorular gibi yüzde 2-3 oranında çıktı. Bu oran, halkın kimliklerini açıklamada temelde bir sorunu olmadığını gösteriyor. Ancak yine de Güneydoğu veya Kürt sorununun devam ettiği bir ortamda kimliklerini açıkça söylemekten çekinen kişiler olabileceğinden, araştırmada kişilerin etnik kimlikleriyle ilgili dolaylı olarak bilgi sağlayan verileri de incelemek gerekti. Bunun için, kimliğin önemli unsurlarından olan anadili bir gösterge olarak alıp etnik kimliklerde buna göre düzenleme yapıldı. Örneğin anadili Arapça olup da kimliğini "Türk" olarak belirtmiş olan kişiler "Arap" olarak değerlendirildi ve buna göre yeni yüzdelere varıldı. Böylece "Müslüman", "TC vatandaşı" gibi etnik kimlikle ilgisiz cevap verenlerin etnik kimliğini daha doğru tespit etme fırsatı elde edildi. Başat dil ve başat kimliğin aleyhinde görünse de bu düzenlemenin bizi etnik kimlikler konusundaki gerçekliğe daha fazla yaklaştırdığı söylenebilir. TÜRKİYE'NİN YÜZDE 85'İ 'ANADİLİM TÜRKÇE' DİYOR Anadil ile kimlik karşılaştırması, kimliklerin tutarlı belirlenmesinde önem taşıyor. Türkiye'de oturanların yüzde 85'inin anadili Türkçe... İkinci sırada yüzde 13 ile Kürtçe-Zazaca geliyor Araştırmada, deneklerin anadilleri ve konuştukları dilleri belirlemek amacıyla iki ayrı soru soruldu. Bu sorular, "Anadiliniz hangisidir, yani annenizden öğrendiğiniz konuşma diliniz hangisidir? ve "Aile içinde günlük yaşamda hangi dil kullanılmaktadır?" ifadesiyle deneklere yöneltildi. Bu sorulara alınan cevaplara göre, Türkiye'de oturanların yüzde 85'inin anadili Türkçedir. İkinci sıradaki anadil yüzde 13 ile Kürtçe-Zazaca, üçüncü sıradaki anadil yüzde 1.38 ile Arapçadır. Aralarında yakın bir ilişki bulunan anadil ile kimlik karşılaştırması, kimliklerin tutarlı belirlenmesinde önem taşıyor. Araştırmamızda, kimliğini "Türk" olarak söyleyenlerin bir kısmı (yüzde 4.08'i) anadilinin Kürtçe olduğunu söyledi. Ayrıca, kimliğini "Kürt" ya da "Zaza" olarak belirtenlerin yüzde 8.82'si anadilinin Türkçe olduğunu belirtti. Kimliğini "TC vatandaşı" olarak ifade edenlerin yüzde 14'ünün anadili Kürtçe-Zazacadır. Anadili Kürtçe olanların içinde kendisini "Türk" olarak tanımlayanlar, başka bir deyişle asimile olanlar bulunduğu bir gerçektir. Ancak etnik kimliklerin bu çelişkiler giderilerek tespit edilmesi gereği açıktır. Kimlik kısmında bazı kabullerle bu yaklaşım uygulanmıştır. Aşağıdaki tablolarda, birbirleri içine giren kimlikler, anadillerin kimliklerin arasına sıkışması, erimesi görülmektedir. Kürtlerde eğitim ortalamanın altında Araştırmada, farklı kimlikleri yaşayan insanların ekonomik ve sosyal durumlarının, tavırlarının, farklı sorunlar hakkındaki görüşlerinin de öğrenilmesi amaçlandı. Eğitim durumuna bakıldığında, toplum genelinin yüzde 67.4'ünün eğitim seviyesi lisenin altındayken, Kürtlerde bu oran yüzde 78'e çıkmakta, yüzde 9 olan genel üniversiteli oranı da Kürtlerde yüzde 5.5'e düşmektedir. Kendilerini "genel" tanımlayanların ve "diğer" etnik kimlik gruplarının eğitim durumlarının genelden biraz daha iyi olduğu görülmüştür. Laz, Çerkez ve göçmenler "Deneklerin cevaplarına göre Türkiye'de yetişkinlerin kimliklerinin dağılımı" bulgularına 18 yaşın altındaki gruba ilişkin veriler de eklendiğinde, Arapların nüfusu 550 bin olarak hesaplandı. Aynı çalışmada göçmenlerin 310 bin, Lazların 220 bin, Kafkasya kökenlilerin (Çerkez, Çeçen, Gürcü) 210 bin, Romanların 30 bin kişi olabileceği görüldü. Türkiye'de yaşayan gayrimüslimlerin sayısı ise 80 bin dolayında tahmin edildi. Ancak çok düşük oranları ifadelendirmeye çalışan bu sayılardaki hata paylarının yüksekliği göz ardı edilmemelidir. Yeni nesillerin durumu Diğer taraftan, bu gruplardaki yeni nesillerin etnik aidiyet konusundaki ifadelendirmelere nispeten daha az önem verdikleri dikkate alınmalıdır. En yoksul gelir diliminde en çok Kürt-Zazalar yer alıyor Etnik kimliklerin gelir durumuna bakıldığında en yoksul gelir diliminde en çok Kürt-Zazaların (yüzde 23.8) olduğu görülüyor. Hemen ardından Araplar geliyor. "Diğer" etnik kimlikler en yüksek gelir dilimlerinde nispeten daha az yer alıyor ve yarısından fazlasının hane geliri 2. dilimde toplanıyor. Araştırma bulgularında Kürtlerin, kendini "Zaza" olarak belirtmiş olanları da içerdiğini not etmek gerekiyor. Kimileri Zazaların da Kürt olduklarını düşünürken, bazıları Kürtler ve Zazaların tamamen ayrı etnik gruplar olarak değerlendirilmesi gerektiğini iddia ediyor. Sonuçlar, Zaza nüfusunun Kürt nüfusuna göre çok daha az olduğunu ve bazı konularda farklı düşündüklerini gösteriyor. Yetişkinler arasında kimliğini Kürt olarak hissedenler Türkiye nüfusunun yüzde 8.61'ini oluştururken "Zaza" olarak hissedenler yüzde 0.41'ini oluşturuyor. Kürt ve Zaza nüfusu kendi içinde değerlendirildiğinde, Zazalar bu toplamın 4.5'i oranındadır. Tabloda, Kürtlerin ve Zazaların durumlarındaki ve görüşlerindeki farklılıklar yaklaşık oranlarla görülüyor. Kürt ve Araplar daha kalabalık hanelerde yaşıyor ve daha yoksul Etnik kimliklere göre hane halkı sayısına bakıldığında, Kürtlerin ve Arapların daha kalabalık hanelerde yaşadığı görülüyor. Kürtlerin yüzde 17.6'sı, Arapların yüzde 12.1'i 9 veya daha fazla kişilik hanelerde yaşıyor. 1927'DEN 1965'E KADAR YAPILAN SAYIMLARDAKİ BULGULARLA KARŞILAŞTIRMA Sayılar tarihsel gelişime uygun 1927 yılından 1965'e kadar Devlet İstatistik Enstitüsü'nün (Türkiye İstatistik Kurumu) yaptığı 7 nüfus sayımında vatandaşlara "anadil" ve "konuştuğu ikinci dil" sorulmuştur. Ancak 1965'ten sonraki nüfus sayımlarında bu soru yöneltilmemiştir. Bu soruların yöneltildiği 7 nüfus sayımında "Anadilim Kürtçe" veya "Bildiğim ikinci dil Kürtçe" diyenler, en düşük yüzde 8.07, en yüksek yüzde 9.88 olmuştur ki bu sayılara Zazaca konuşanlar dahil değildir. Kuşkusuz devlet memurlarınca yapılan bu sayımlarda da, kimliğini gizleyenler, soruya yanıt vermeyenler olmuştur. KONDA'nın Milliyet için yaptığı araştırmada da, "anadil" ve "bilinen ikinci dil" konusundaki sorularda "Kürtçe" cevabı veren yetişkinlerin sayısı yüzde 11.97'dir. Etnik kimliğe ilişkin soruda da kendisini "Kürt" olarak tanımlayan yetişkinlerin oranı 8.61'dir. Görüldüğü gibi, araştırmamızda elde edilen oranlar genel olarak tarihsel gelişime uygundur. 3 milyon Türk-Kürt evlilik yoluyla akraba Toplumsal yapı, nüfusun belli yüzdelerini temsil eden etnik ve dini kimliklerden ibaret değildir. Farklı etnik kimlikler arasında evliliklere bakıldığında Türkler ve Kürt-Zazalar arasındaki evliliğin, nüfusun yüzde 3.7'sini temsil ettiği görüldü. Diğer bir deyişle, Türklerle akraba olan Kürt sayısı (aynı zamanda Kürt-Zazalar ile akraba olan Türk sayısı) 2 milyon 708 bindir. Yani 2 milyon 708 bin kişinin ailesinde Türk-Kürt/Zaza evliliğinden kaynaklanan akrabalık bağı vardır. Türkler ve "diğer" etnik kimlikler arasında yüzde 3.6 oranı ile 2 milyon 661 bin kişide akrabalık bağı gözlendi. Kürt-Zazalar ve "diğer" etnik kimlikler arasında akrabalık yüzde 0.5 ile 353 bin kişide görüldü. Bu akrabalık ilişkileri, Türkiye'nin toplumsal yapısının, beraber yaşayan, birbiriyle evlenen ve ortak kültürler oluşturan farkı farklı grupların birbirine geçen ilişkileriyle oluştuğunu göstermektedir. Milliyet Saygılar..
  17. Resimde tarihe damgasını vuran isimleri çalışmış arkadaşlarımız. Çoğunu bir kareye toplamışlar. İlk önce dikkatimi Atatürk var mı diye çekti fakat dikkatlice inceledikten sonra Atatürk'ü göremedim. Resmin ortasında ki Elvis Presley'in altında ki Atatürk değil ayrıca onuda belirtelim.. Bulabildiklerim ; Ernesto Che Guevara Fidel Castro Cengiz Han Albert Einstein Charli Chaplin Muhammed Ali Pele Michael Jordan Stalin Darwin Saddam Huseyin Arafat George W. Bush Bill Clinton Marlin Monro Elizabeth Elvis Presley Mao Prens Charles God Father Adolf Hitler Cristoph Colomb Nuh İbrahim Picasso Pavorotti Ceronimo Napolyon Bonabarte Rusvelt Cesar Tesla Usame Bin Laden Guthenberg Abraham Lincoln Atilla Bruce Lee Mahatma Gandhi Büyük İskender Friedrich Nietzsche Karl Marx Shirley Temple.
  18. Vakt-i zamanında cadde ve sokakların isimleri değiştirilip; "Cumhuriyet Çıkmazı", "Atatürk Çıkmazı" gibi isimler kullanılmıştı. E herkes aynı kafa değil ya.. Ondan sonra "Pardon" denilip tabelalar indirildi. Bizde demiyoruz ki; Yunus Emre ve Nene Hatun kötüdür diye. Burada erek olarak tutulmuş yol paraların üzerinde resimlerin değiştirilmesi değil. Farklı olguların (anlayana) bir şekilde köreltilmeye doğru gidilmesi. Bu saatten sonra tek çekindiğim nokta; Amerikan doları modeli gibi "Tanrıya güvenip dayanarız biz"e benzer, "Esirgeyen ve bağışlayan Allah'ın adıyla" yazılsın diyenlerin türemesi. Saygılar..
  19. 200'lük banknotlar geliyor... Halen kullanımda olan 1 YTL ile 50, 25, 10 ve 5 Yeni Kuruştaki (YKr) "Yeni" ibaresi 2009 yılından itibaren kalkacak. Resmi Gazete'nin bugünkü sayısında yer alan Hazine Müsteşarlığı tebliğine göre, 1 TL ile 50, 25, 10, 5 ve 1 Kuruş madeni paralar 1 Ocak 2009 tarihinde tedavüle çıkarılacak. Halen tedavülde olan 1 YTL ile 50, 25, 10, 5 ve 1 Ykr madeni paralar, tedavüle çıkarılacak yeni madeni paralarla, 1 Ocak 2009 - 31 Aralık 2009 tarihleri arasında, birlikte tedavülde olacak. Merkez Bankası ve Ziraat Bankası şubeleri 1 Ocak 2010 ile 31 Aralık 2010 tarihleri arasında YTL ve YKr madeni paraları değiştirecek. Yılbaşından itibaren YTL'den TL'ye dönülecek ve 200 TL'lik banknot piyasaya çıkacak. Ekim'de tanıtımı yapılacak TL banknotlar, yüksek güvenlik özellikleri taşıyacak. Paralarda, Yunus Emre, Nene Hatun gibi isimlerin resimleri yer alacak. Kaynak: www.bizkackisiyiz.com http://www.bizkackisiyiz.com/Haber.php?Haber_id=1588
  20. İstanbul Üniversitesi'nde öğretim üyesi Alman asilli Prof. Naumark ile bir kısım talebesi Boğaziçi'nde geziye çıkarlar. Talebelerden biri prof. Naumark'a su soruyu sorar: - Avrupa bizi neden sevmez hocam ? prof. Naumark su cevabi verir: - Çok samimi olarak itiraf edeyim ki, Avrupalı Türkleri sevmez ve sevmesi de mümkün değildir, Asırlardır kilisenin Türk ve İslam düşmanlığı Hıristiyanların hücrelerine sinmiştir. Sebeplerine gelince: 1. Müslüman olduğunuz için sevmez. Ama faraza laik söyle dursun, Hıristiyan olsanız da size düşman olarak bakmaya devam eder. 2.Sizler farkında değilsiniz ama, onlar su gerçeğin farkındadırlar: Tarihten Türk çıkarılırsa tarih kalmaz. Osmanlı arşivi tam olarak ortaya çıkarsa, bugünkü tarihlerin yeniden yazılması gerekir. 3. Avrupa'nın pazarı idiniz. Simdi Avrupa'yı pazar yapmaya başladınız. 4. En az 400 yıl Avrupa'da sırtımızda ve ensemizde at koşturdunuz. 5. Selçuklular Anadolu'yu, Osmanlılar ise orta Avrupa ve Balkanları Haçlı ordusuna mezar ettiler. 6. Sizi silah ile yenemeyenler, sizleri kendilerine benzeterek hakimiyet sağladılar.önce ahlaki değerlerinizi yıpratmaya başladılar giyiminizden yaşantınıza kadar sonra kendi içinizde sizi bölmeye başladılar A-B-C-D gibi 7. Selçuklu ve bilhassa Osmanlı, İslamiyet uğruna her şeyini feda etmeseydiler, İslamiyet bugün belki sadece Hicaz'da varlığını devam ettirirdi, Kaldı ki Vahhabiliği kuranlar da, İngiliz Dominyon Bakanlığı�nın adamlarıdır. Bati her yerde İslamiyet'i, sapık inançlara kanalize etti.Ama Osmanlı, Asr-i Saadet'i devam ettirdi. 8. Kilise size kin kusmaktadır. Ve sebepleri yukarıdadır. 9. Ben Türkiye'ye geldiğimde 2 üniversiteniz vardı, simdi 19 üniversite var. (O tarihte öyle idi simdi ise çok daha fazla.) Osmanlı zamanında ise her yerde bir medrese vardı tarihinize bakin her medresede bilim eğitimi vardı ilk denizaltını Osmanlının yaptığını çoğunuz bilmiyorsunuzdur belki de ama Avrupa bunu biliyor 10. Sizler, gerçek hüviyetinize döndüğünüz an Avrupa'nın refahı ve medeniyeti yıkılır.Ama sizde bunun olması bu şartlarda çok zor. 11. Yine sizler, Avrupa'nın tarihi düşmanısınız ve daima düşman olarak kalacaksınız." Evet, almasını bilene ders ve ibretlerle dolu bir itirafname...
  21. Aynı çatının, ayrı kiremitleri olmak.. Bir sınıfın, en arka sırasında ki tembel çocuklara gibi davranılmak.. Ve pencerenin, perde olan kısmından bakmak. Olabildiğine, alabildiğine ve görebildiğine yaşamak. Şimdi bakıyorsun ki, iki kol, iki bacak, iki kulak ya sen ya o yavşak ama gel gör ki o sana tepeden baksın, sen aşağıdan bak.. Farkımız tarzımız gibi bir yaklaşım.. Hadi diyelim durumu benden güzel, ama durumu da benden vahim.. Neyse girişi bu kadar da uzatmanın manası yok. Konunun asli kısımlarına girmek en mantıklısı. Şimdilerde yaşanan ve yaşayan ve benim yaşadığım konum ayrımı ve farklı davranımları esas almak istiyorum. Bir grubun içerisinde bulunduğun, mevkiinin ondan farksız olmadığı lâkin bir şekilde ondan aşağıya olduğun bir durum bu. İnsanları hoşnut olmadığı bir şekilde belki de zorlada olsa itildiği bir durum. Bir çeşit birkaç zaaftan yada mecburiyetten pay alınarak, ve bunları en iyi şekilde kullanarak yaratılmış birkaç olaylar dizisi. Eşit paylaşımın ve eşit davranış şekillerin olmadığı bir dünya. Devlet dairesi, özel sektör fark etmez.. Her yerde hep aynı muamele ; İnsan sınıflandırılması! Hatta sınıflandırılamaması. Herkese hak edilenin verilememesi. Hakkı olmayanın hakkı olandan çok hak kazanması. Bin bir türlüsü… İş hayatında belki de çoğu insanın yaşadığı olaydır bu. Önüne geçilemez durumlar. Birileri hep vardır, arkadan gelen birileri de hep vardır. Fakat arkadan gelenler hiçbir zaman öndekileri tutamazlar. Sürekli çelme takma olayı mevcuttur. Atağa kalkarsın, bir kılıç iner yukarıdan tepene. ‘ Sen dur! Ben varken sen nereye ’ diye. Birde farklı yüzü vardır. Ufak anlardan çok mutluluklar çıkardığın, bir saniyelik huzurun tüm kötülüklerin üzerini örttüğü. Sonra yine aynı senaryolar, yeni bir Pazartesi ve bir hafta ya da yeni bir ay. Artık her neyse işte. Ve lanet olası dostluklar.. Dün başka, bugün başka. Bir önce ki senaryodan kalma verilen gazların yerini doldurmuş, sahte ve yapmacık gülücükler. Ah! Niye böyle or*spudur insan oğlu? Niye böyle dönme dolap gibi bir ileri bir geri bir sağa bir sola döner. Yok artık güvenim, umudum ve beklentilerim. Artık öyle bir zaman ki ben bu kapıyı çeker giderim… Bilen bilir, ya da yaşayan bilir. Anlatmak istediklerim iş yerinde ve iş ortamlarında yaşadığım sıkıntılar veya sizin de içlerinden birini yaşadığınız sıkıntılardır. Neyse ben pes ettim, ve bıraktım suyun akışına kendimi. Kıyıdakiler arada sesleniyor, ‘ sen eski sen değilsin ’ diye.. Ah ben… Ben ki o eski ben… Nasıl doğabilirim ki yeniden… Saygılar..
  22. Merak ediyorum; bu insanların akıllarında kalan tek bir bilgi yok mu? Sürekli bir yerlerden bir kitaptan bir siteden bir oradan bir buradan alıntı yapa yapa, oradan buradan bularak kopya çeke çeke bir başlık dolduruyorlar. Niye diyorum? Taklamakan, Tengeriin cevap verirken habire "kendilerine" ait şeyleri doldurup duruyorlar. Yani bir şekilde de olsa adamlar yazıp çiziyor. Acaba onların yazıkdıkları yazı fontları büyük diye mi bana çok geliyor? Hoş.. Burada önemli olanda çok yazmış boş yazmış olayı. Ama yok, boşlukta yok ki. Adam çatır çatır anlatıyor.. Gel gelelim diğer tarafın doldurmalarına. Yahu bir bakıyorum uhuuuuuuuu uzun uzadıya gidiyor.. Okuyorsun okuyorsun, çat altında kaynak şu şu diyor. Bu sefer diyorum ki; sırf laf olsun, kopya olsun başlık dolsun diye yazılıyor. Ne var ki; yazılan çizilenlerde forumların arka sayfalarında üzeri tozlanmış şekilde duruyor. Acaba ben mi yanlış tespitteyim, yoksa üşengeç miyim? Bir aydınlatın beni, "Flor Hasan" ile olsun. Saygılar..
  23. Ne diye hitap edeceğimi bilmediğim ey sen!.. Önce beni iyice bir dinle, eğer kendini dinliyormuş gibi olursan o zaman söylediklerimi ciddiye al. Yok eğer burada söylenenlerle hiçbir frekans tutturamıyorsan boş ver gitsin. Zaten birbirimize ihtiyacımız yok demektir. Ama benim birilerine ihtiyacım var (ki benim varsa başkalarının da bana, birilerine ihtiyacı var demektir). Niçin mi? 1- Çünkü; kendimi çok küçük (bir toz zerresi kadar) ve güçsüz hissediyorum. Beni her gün öğütmeye çalışan sistemle tek başıma, tek tek durumlarda savaşacak gücü kendimde bulamıyorum. Çoğu zaman kuyruğu toplayıp araziye uymak feci şekilde gururumu incitiyor. Gündelik hayatımda da güvenebileceğim dost insanlarla dayanışmaya girmek, bana her gün milyonlarca kez yeniden yeniden yaşatılan hiçlik duygusunu bertaraf etmek, varlık duygusunu tatmak istiyorum. 2- Çünkü; bu düzende, oyunun kurallarına uyamadım ve kelimenin tam anlamıyla başarısız oldum. Bu son derece doğal, çünkü bu oyunu sevememiştim. Derler ya "istemek başarmanın yarısıdır" işte ben bunu istemiyordum. Statüko ise seni, beni, hepimizi her şeyimizi istiyor. Eğer statükoya dahil olacaksan ona her şeyini vermelisin. Cismin bu dünyaya, zihnin ise başka bir dünyaya ait olacaksa sen, karşı taraftansın demektir. Yani ben, evet karşı taraftanım. 3- Çünkü; biliyorum ki sen de benim gibi bu zamanda ve bu mekanda yaşamaktan memnun değilsin. Hatta sen de kendini Anarşist, Liberter Özgürlükçü, Devrimci vb. gibi tanımlarla ifade etmeye çalışıyorsun. Sağda solda tartışıyorsun. Zaman zaman bir şeyler yapmak isteğiyle yanıp tutuşuyorsun, ama çevrene baktığında güvenecek bir - iki arkadaşından başkasını göremiyorsun, hatta kimisi bu kadarını bile bulamıyor. Ortada anarşist, özgürlükçü, bireyci vs. olarak geçinen bir sürü entelektüel karikatürünü görünce senin hevesin kursağında kalıyor. İnsanların bireysellik diye yücelttikleri, şeyin teorize edilmiş bencillikten, sevgiyi, hoşgörüyü, vermeyi, paylaşmayı unutmuş bir sefaletten başka bir şey olmadığını görüyorsun. Moralin bozuluyor ve kendini yine yalnız hissediyorsun. 4- Çünkü; ben bir muhafazakârım. Özgürlüğümü ve devrimci romantizmimi hâlâ muhafaza ediyorum. Özgürlükçü olmam liberalleşmemi gerektirmiyor. Aynı zamanda devrimci romantizmimi korumam sosyalist, kollektivist olmamı gerektirmiyor. Tıpkı bireyselliği savunmamın dayanışmaya ve cemaate karşı çıkmamı gerektirmemesi gibi. 5- Çünkü; şimdiye kadar sana toplumculuk, ortaklık, demokratlık ve eşitlik nutukları atanların, kendi kariyerizmleri uğruna insanları nasıl koyun gibi güttüğünü, ne kadar çıkarcı, bencil tahakkümcü olabildiklerini çok iyi biliyorsun. Yönetime karşı çıkanlar tarafından yönetilmek, hiç de cazip gelmiyor. 6- Çünkü; herhangi bir politik oluşum içinde yer almak daha baştan bireyselliğinden özgürlüğünden ve özgünlüğünden vazgeçmek olacaktır. Teorik olarak savunulan erdemler politik hareketlerin taktik manevralarında ezilir suyu çıkarılır, amaçlar araçlara feda edilir, sonunda ahlaki kaygılarla bir hareket içinde yer alan sen, kendini ahlaksız, kirlenmiş ve muhalif hissetmeye başlarsın. Sonunda depolitize olmayı seçersin, bir bakıma da iyi yaparsın. 7- Çünkü; geçmişte Marksizme sempati duymuş ya da ona bayağı inanmışsındır. Ama onun ne vaadleri cazip gelmektedir ne de düşleri eskisi kadar parlak ve kirlenmemiştir. Seni bunaltan tahakküm sistemi, büyük kent yaşamı, endüstriyel çılgınlık ve bunun sonucu olarak çevre kirliliği karşısında çok daha sempatik bulduğun yeşil harekete hatta feminizme ilgi duyarsın. Ancak bunları biraz tanıyınca, kafandaki sorunların onların varlık sahalarının sınırlarının çoktan dışına taştığını ve bu yapılarıyla ruhundaki kıpırdanışlara asla cevap veremeyeceğini anlarsın. Ve bu oluşumlardan da biraz uzak kalmayı tercih edersin. 8- Çünkü; her şeye rağmen bir şeyler yapmaya, kendini ifade etmeye çalışmışsındır. Söz gelimi birkaç arkadaşınla birlikte birkaç sayı dergi bile çıkarmışsınızdır. Hatta dergi parasızlıktan batmış olabileceği gibi dergide teorik takılan bazı heriflerin, dergiyi babalarının çiftliği gibi algılamaları yüzünden birbirinize girmiş ve bu yüzden bu macera da bitmiş olabilir. Ve bu yüzden ne yapacağını bilmeden hayat gailesiyle uğraşıp duruyorsundur. 9- Çünkü; "Çalışmayıp da ne yapacaksındır? Öğrencilik bir tür yaşam tarzı ama o da geçici. Öğrencilik bitince ne yapacaksın? Ya ticarete atılacaksın, ya da hiçbiri olmadı köprü altında yatıp kalkacaksın. Her birinin kendine göre iyi kötü yanları var tabii ki. Ama hepsinin dışında ve statükonun ötesinde bir şeyler olsaydı daha iyi olmaz mıydı." diye düşünüyorsundur. Hatta statükonun ötesinde olabilecek bir şeyler tasarlamışsındır da belki. Ama bunları şimdiye kadar hayata geçirmeyi ya hiç denememişsindir, ya da zaten denemeyi düşünmüyorsundur. (Niye?) 10- Ey sen hitapsız (kitapsız yani)! Bu muhtemelen sana çok benzeyen (muhtemelen de pek çok konumda benzemeyen) bir adamın çağrısıdır. Belki daha safça bir çağrıdır, ama yine de saflığın pek de kötü olmadığı düşünüldüğü için buna cüret edilmiştir. Ve der ki bu çağrının sahibi; "Yetmez mi, bu kadar bireysel takıldığın. Kollektivist toplumcu düşünceyi ve onun otoriter zeminini birçok konuda deşifre ettik. Hatta o kendisi deşifre oldu, itibar kaybetti. Artık bireyselleşmenin değil atomize olmanın sıkıntısını yaşıyoruz. Yaşamda (efervesant bir tablet gibi) eriyip gidiyoruz. Buna karşı bir şeyler yapalım. Tabiri caizse birbirimizin elini tutalım, bir araya gelip oturup konuşalım, neler yapabiliriz, neler yapamayız onu görelim. Birbirinden sorumlu ama birbirinden bağımsız bireyler olmayı deneyelim. Coşkularımızı, duygularımızı paylaşıp paylaşamayacağımızı görelim. Saygılar..
  24. Bu aralar yaratan yaratana olsa gerek.. Az önce posta kutuma bir ileti geldi ve daha sonra forumda bu başlığı gördüm.. Ve Tanrı Erkeği Yarattı.. Tanrı eşeği yarattı ve ona dedi ki: 'Sen bir eşeksin. Sabahtan akşama kadar yorulmadan, yakınmadan çalışacaksın ve ağır yükleri sırtında taşıyacaksın. Ot yiyeceksin, az akıllı olacaksın ve 50 yıl yasayacaksın'. '50 sene böyle bir hayat için çok çok fazla, Lütfen bana 20 yıldan fazla verme!“ Ve öyle oldu. Sonra Tanrı köpeği yarattı ve ona dedi ki: 'Sen bir köpeksin. İnsanların mallarını koruyacaksın, onların en yakın dostu olacaksın. Geriye kalan artıkları yiyeceksin ve 25 yıl yaşayacaksın.' Köpek cevap verdi: 'Tanrım, 25 yıl böyle yaşamak çok fazla. Bana 10 yıl ver yeter“ Ve böyle oldu... Daha sonra Tanrı maymunu yarattı ve dedi ki: 'Sen bir maymunsun. Ağaçtan ağaca sallanacak ve bir aptal gibi davranacaksın. İnsanları eğlendireceksin ve 20 yıl yaşayacaksın'. Maymun cevap verdi: '20 sene dünyanın palyaçosu olarak yaşamak çok fazla. Bana 10 seneden fazla verme'. Ve böyle oldu... En sonunda Tanrı erkeği yarattı ve ona dedi ki: 'Sen bir erkeksin. Dünyada yaşayacak tek mantıklı düşünen canlı olacaksın. Diğer yaratılmışlara zekanı kullanarak hükmedeceksin. Dünyayı yöneteceksin ve 20 yıl yaşayacaksın.' Erkek cevap verdi: 'Tanrım, erkek olmak için 20 yıl yetmez. Lütfen bana eşekten artan 20 yılı, köpekten artan 15 yılı ve maymunun 10 yılını ver.' Tanrı bunu kabul etti. Erkek 20 yıl erkek olarak yaşadı. Sonra evlendi ve 30 sene eşek olarak sabahtan aksama kadar çalıştı ve ağır yükler taşıdı. Sonra çocukları oldu ve 15 yıl köpek gibi yaşadı, evi korudu, aileden artanları yedi. Sonra ilerleyen yaşında 10 yıl maymun olarak yaşadı. Aptal gibi davrandı ve torunlarını eğlendirdi... Bu bugüne kadar böyle geldi...
  25. Sur'a; Zeki Müren'de bizi görebilecek mi? O özel alana ben girebilir miyim? Yada astronot olsam gidebilir miyim? 1 milyon dolarlık bir uzay yolculuğu esnasında geçmişte yaşananlar ve gelecekte olacakları kestirebilir miyim? Sanırım kestiremem. Bunu tek yapabilen kimdi? "O" idi. Netice olarak yine nereye geliyoruz? En başa.. Sayın Sur; bana kalırsa boşverelim. Sizinle kısır döngüden öteye gidebilecek bir "özel alan"ımız yok.. Saygılar..
×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.