Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

sur

Φ Üyeler
  • İçerik Sayısı

    144
  • Katılım

  • Son Ziyaret

  • Lider Olduğu Günler

    1

sur tarafından postalanan herşey

  1. sur

    CANLI OLMAK

    Anlatmak istediğim bir şeyler var ama nasıl anlatırım bilemediğim. Hele bir vurayım dedim klavyeye belki bir şeyler gelir. Sanatın kalitesi hissiyat ve ilhamın geldiğine en yakın derecede anlatılabilmesi ile ölçülür bence. Sanatçı olamadığım için hissiyat ve ilhamaktarma kalitem oldukça düşük seviyelerde. Ancak yüzsüzlük işte yinede anlatacağım diye inat ediyorum. Gelelim asıl meseleye, konumuz canlı olmak. Yine anlatmak istediğime uygun bir kelime bulamadığım için Can kelimesini çekip büküp çeşitli manalarda anlam değiştirerek bir şeyler anlatmaya çalışacağım. Buradaki canlı manası kalbin atması değil aslında. Kalbin atıyor ama ölüsündür, kalbin atmıyor ama canlısındır. Kalbin atıyor ve canlısındır, kalbin atmıyor ve ölüsündür. Bütün ihtimalleri yazdıktan sonra canlıdan ve ölüden kendimizce bahsetmeye çalışalım. Sonra isteyenler kendilerini uydurduğum kategorilerden birisinde görebilir. Tabi kalbin atmadığı ihtimallerde yazının manası değerlendirilebilir mi onu tam bilmiyorum. Zombi filmlerinde hep gördüğümüz senaryo, kalp atıyor yani canlı ancak bu dünyaya neden geldiğini sorgulayacak aklı yok oluyor. Aslında hayvan dediğimiz varlık kategorisine düşüyor insan. Buradan işaretle hayvanlar cansızdır demeyeceğim. Keza bir fiil bütün mevcudat canlı olmak hükmündedir bir dağ dahil. Ancak insanda işler biraz değişiyor. Eğer zombi diye bir şey mümkün olsa zombileşen insan da canlı hükmünde. Evet ortalığı iyice karıştırdık. Ne diyorum kardeşim ben. Şimdi bağlamaya çalışacağım. Bütün varlık canlıdır dedikten sonra insanda bir istisna açalım. “Yunus öldü diye sela verirler Ölen hayvan imiş, AŞIKLAR ÖLMEZ” ne güzel demiş Derviş Yunus abim. İnsan dediğimiz varlık gerçeğinden ve özünden habersiz olduğu sürece ölüdür. Çünkü İnsan olan bu varlığa hakikati fark edebilme potansiyeli verilmiştir. Bu potansiyeli fark etmediğin ve değerlendirmediğin sürece ölüsün aslında. Derviş Yunus söylemiş ancak bana göre özünü fark etmeye çalışmayan insan hayvan mertebesine bile yaklaşmış olmaz. Çünkü hayvan canlıdır, üstüne vazife olan işi benliğinden bilmeden harfiyen yerine getirmektedir. Ama özünden uzak olan insan yaptıklarını kendinden bilerek canlı olma fırsatını da tepebilir. İnsan da ne olursa olsun takdirden öte bir hareket yapamaz tabii, ancak buradaki önemli ayrıntı yaptığı hareketleri kendinden bilme zannına kapılabilme potansiyeli. İşte işin özü; canlı dediğimiz teslim olmuş ve kendini ortadan kaldırabilen demek aslında. Siz hiÇ bir dağın “Ben olmasam bu üzerimdeki ağaçlar var olmazdı, meyveleri ile insanları besleyemezdi ve üzerimden düşen taşları tutamazdı. Böylelikle insanlar açlıktan ölür o olmazsa ben erezyon ile onların evlerini başlarına yıkardım.” dediğini duydunuz mu. Duyamazsınız. Çünkü dağ yokluğunun farkında olmak zorundadır. İnsandaki potansiyel güçlerin ortaya çıkabilmesi, beraberinde bazı zorlukları getirmek zorunda. Çünkü işleyen bir evren ve sistem silsilesi var. Bu düzen içerisinde böylesine büyük bir lütfü bir karşılığı olmadan almak mümkün değil aslında. Dolayısı ile insanın canlı olması zorlaşıyor. Can için çabalamak emek sarf etmek lazım. Bizim emeğimiz, düşünmemiz, sorgulamamız ve neticesini uygulamaya çalışmamız. Bu gün incelediğim, dinlediğim, yazılarını okumaya çalıştığım düşünürlerin ve yazarların çoğunda insanları canlı tutma çabası çok fazla, evrendeki her şey canlı olmayı hakk ediyor. Kendimizi bu hakktan mahkum bırakmamamız lazım. Bir anlık yokluk itirafı bizi saatlerce canlı tutabilir. Ben kaynaklı virüs’ün bize ne kadar çok zarar verdiğini ölünce anlarsak ciddi sıkıntı çekeriz. Dünyada var iken yürüyen bir ölü isek öldüğümüzde canlanırız. Bu canlanma neticesinde yaşadığımız sürece ölü olarak dolaştığımıza öyle bir yanarız ki geri dönüşü olmaz. Yaşarken canlı olmayı becerebilenler, artık ölümsüzdür. Sonsuzluğa kadar canlı olarak hayatlarına devam ederler. Bu sonsuz canı evrenin her köşesinden hisseder. Titreşimleri sonsuzluğun en uzağındaki bir canı etkiler, canların selamlaşmaları kendinden kendine döner. Kendindeki en zayıf oluşum evrenin diğer köşesinden anında yine kendine döner. Canlı olmak cennette olmaktır. Ölü olmak ise farkında olmasak ta cehennemde yanmaktır. Kaynak : http://www.nerdenbileceksin.com/canli-olmak/
  2. sur

    Din ve Siyaset

    Bilinen dünya tarihi boyunca hep iç içe olmuş iki kavram. Yazımda bilimsel bir araştırma ve ya net kanıtlar bekleyenler hayal kırıklığına uğrayabilir. Bahsedeceğim konular tamamen şahsi inanış ve görüşlerimden oluşmakta. İnsan’ın potansiyeli gereği, karmaşık bu evrendeki bütün işleyişi en ince detayına kadar anlayabileceğini düşünüyorum. Bu anlama ve ya idrak etme işine, okumak adını verelim istiyorum. Okuma potansiyelini bilinçli ve ya bilinçsizce fark eden insanlar her dönemde mevcut, bu farkındalıkla bir şeyler düşünen ve söyleyen insanlara seviyelerine göre çeşitli isimler yakıştırılmış. Okuma vazifesini her fark eden okumuştur diye bir şey söz konusu değil. Ancak bu potansiyel onların düşünme ve araştırma yetilerini tetiklemiş. Bu insanlar düşündükleri ve söyledikleri ile bazen siyasi bir oluşuma bazen de bir dine vesile olmuşlardır. Düşündükleri ile bir toplum yönetim biçiminin temellerini atan düşünür bireyler, kurumlar ve devletlerarasında olası gelen ilişkileri yönetmek için siyaset temelli bir hareketi de beraberinde var etmiş olur. Yeni yönetim biçiminin geldiği toplumlarda genelde mevcut ve yaygın bir din anlayışı olacaktır. Genelde, mevcut düzenin hatalarının olduğunu düşünen beyinler tarafından getirilen yeni kurallar, direniş ile karşılaşmak zorundadır. Bizim gözümüzden karmaşık olan bu evrenin, okunması farkındalığı ile, düşünme ve araştırmalarına devam edip okuma sonucuna ulaşanlar ise, sisteme din demişler. Din in gayesi ise, okunan ve idrak edilen sonsuzluğun düzenini anlayıp, bu düzenin kurallarına paralel hareketi sağlamak. Okumayı becerebilen bu insanlar uygulanabilir kuralları farkındalık ile kusursuz bir biçimde bulundukları toplumlara anlatmışlardır. Karmaşık ve çok üst seviyedeki sonsuz bilinci, geri kalmış mevcut topluma en uygun dil ile anlatmayı başarabilirlerdi. Aynı dönemde okunması gerekliliğinin farkında olan birçok insan yaşayabilir. Elinden geldiğince okuyan ama çözemeyenlerin var ettiği sistem her zaman din ile gelmiş kusursuz sistemin üzerine puslu bir örtü gibi gelmiştir. Aslında eksik okuyanında bir kabahati yok, potansiyeli kadar okumuş. Kusursuz okuyanın gördüklerini değerlendiremediği için eksiksiz sistem ona kusurlu gelmiştir. Toplumda destek bulan bu eksik okuma mevcut kusursuz din anlayışlarında da bozulmaya sebebiyet vermiştir. Din ile siyasetin temel ayrımı nedir diye soracak olursak, kusursuz okunan sistem din, kusurlu ve ya esik okunan sistem siyaset olarak karşımıza çıkmış. Dolayısıyla din ile siyaseti birbirinden ayırmak elzem bir durumdur, çünkü kusursuz bir sistem ile onun küçüğü olan kusurlu sistemi bir arada yönetmeye kalkarsanız hem kusursuz sistem anlayışını bozarsınız, hem de kusurlu olan küçük sisteminizi düzgün işletemezsiniz. Birçok toplumda kronik hale gelen bu konu günümüzde dünya siyasetinde de kendini çok ciddi hissettiriyor. Uzun yıllar din ile siyaset iç içe yaşanmaya çalışıldığı için kusursuz din anlayışı da birçok yara almış ve siyaset ile paralel işlemeye başlamış. İnsanların çoğu arasında eksik ve yanlış anlaşılan din olguları elbette tekrar anlaşılır seviyeye gelecektir. Ancak hal böyle değilken din ile yönetmekte siyaset ile yönetmekten çok farklı sonuçlar vermeyecektir. Sistemi okumaya durup insanca bir anlayış ile eksik anlayışımızla da olsa, kanun kural ve yaşananları değerlendirmek bize faydalı olacaktır diye düşünüyorum. Olaylara ezilen din kardeşimiz bakış açısıyla değil de ezilen insan kardeşimiz çerçevesinden bakacak olursak hem dine hem de siyasete daha uygun bir düşünce açısıyla yaklaşmış oluruz. Ahmet Serhat UĞURLU Kaynak : nerden bileceksin
  3. sur

    İyi ve Kötü İnsanlar

    Beşer’in uydurduğu, hayatımızda bir sürü karmaşa ve cevapsız sorulara sebep olan, basit ama olabildiğince karmaşıklaştırılmış iki olgu üzerinde duracağız; iyi ve kötü. Felsefe’nin kendisine kılavuz olarak seçtiği bu olgular, temeldeki bütün duygularımız ile etkileşimli. Uydurmak, temelinde özün’ün ne olduğunun idrakinden uzaklaşmış olmanın yarattığı, duygu karmaşalarından kaynaklanıyor. Bu uydurma işini nereden çıkarttığımıza bakalım: Özünden uzaklaşan beşer-birim, gökyüzüne değercesine uzun, yeşil yaprakları olan kavak ağaçları ile çepeçevre sarılmış orman’ın içinden yürüyerek köyüne doğru yol alıyor. Köye gitmesi için yaklaşık bir saatlik bir yolu kalmışken aniden bir yağmur bastırıyor. Üstüne gelen damlalar o kadar iri ki dolu mu, yağmur mu olduğu konusunda bir an tereddüde düşüyor. 10 sn içerisinde kuru yerini bırakmayan sağanak yağmur içindeki isyan duygularını kamçılıyor ve yağan yağmura lanet okuyor. Yağmur o anda onun için başına gelebilecek en kötü şeydi. Kötüydü yağmur çok kötü. Bastığı yerler küçük birer göle dönüşüvermişti, ayaklarının içi su dolmuş, her yeri çamur içinde kalmıştı. 10 dk kadar yürüdükten sonra yağmur ormanın zemininde küçük bataklıklar oluşturacak kadar yoğunlaşmıştı. Ayağı çamura battıkça her şey daha da kötü oluyordu. Yürümeye devam ederken aklına susuzluktan kurumak üzere olan buğday tarlası geldi, birden yüzünde huzur, mutluluk emareleri görülmeye başladı, yağmur gözünde iyi’ydi artık. Büyüyecek başaklarını düşünüp, hasat zamanında edeceği kar gözlerinin önüne geldikçe yağmur daha da iyi oluyordu. Artık köye çok az kalmıştı. Yağmur, sanki hiç yağmamış gibi birden kesilmişti. Yürüyen adımları hızlanmış, koşar adıma dönüşmüştü. Artık bütün gücü ile başak tarlasına doğru koşuyordu. Tarlaya vardığında toprağa bir damla su gelmediğini ve artık başaklarının susuzluktan boyunlarını iyice büktüklerine şahit oldu. Tarlaya yağmur yağmamıştı. Artık yağmur yeniden dünyadaki en kötü şeydi, lanetlerin en hası yağmur için dudaklarından dökülüyordu. Baktığımız yere göre değişen iyi ve kötü algısı kesin kötü ve kesin iyiler içinde geçerlidir. Herkes için iyi olan bir şey düşünün, mesela çocuk, iyidir, güzeldir. Ama çocuk büyüyüp anne ve ya babayı kestiğinde hala iyi diyecek miyiz? Aynı çocuk birden kötü oldu. Değerlendirdiğimiz boyuta göre değişti. Yine çocuk üzerinden devam edecek olursak, bir yaşındaki çocuğunu acımadan boğan bir adam çok kötü değil mi, ama bilseniz ki o çocuk büyüyecek ve dünyanın başına bela olacak, bir sürü masumu katledecek bir diktatör kesilecek, bir bebeğin ölümü 10 milyon insan’ın hayatını kurtarsa, baba yine de kötü mü? Kötülerin hepsi ortadan kalksa, ortaya kalacak olan koca bir kargaşa olur, çünkü kötü addettiğimiz birçok olay çeşitli etkiler ile iyi bildiğimiz birçok oluşu var ediyor. Zaten kime göre kötü, beşerin kendine göre uydurduğu kendi kötüsü. Kötü diye bir şey yok. Kötü dediğimizde zihninizde iyi’nin karşıtı gibi bir düşünce beliriyorsa iyi diye de bir şey yok. İyi, her şeyin olması gerektiği gibi olduğu, manaya gelmeli. İşte sihirli cümle, her şeyin olması gerektiği gibi olması. İyi ve kötüyü tartışmaya ve konuşmaya gerek yok. Çünkü onlar birim’lerin kendi varlıkları ile uydurdukları unsurlar. Ona göre kötü sana göre iyi olabilir, yani sanal bir olgu. Baktığımız zaman bir sebebi vardır demek önemli. Çünkü sonsuzluk ile kabul ettiğimiz evrenin, hangi ücra köşesinde ne var ve o bizi nasıl etkiliyor bilemiyoruz. Kendi varlığımız yani “ben” den çıkan iyi ve kötü olgusu bizi kandırıyor. Aslında evren senkron bir makine gibi. Büyük bir geminin makine dairesinde eli yüzü pislik yağa bulanmış işçide, geminin kaptan köşk’ünde bulunan kaptan’da geminin gitmesi için çalışıyor. Yaptıkları işler ile yapılan değerlendirme çok sığ kalacaktır. Özünde vazifesinin ne olduğunu idrak edebildiğimiz hiçbir şey kötü gelemez. İdrak edemeyebiliriz, ancak idrak edemememiz onun kötü olduğu manasına gelmez. Anlayamadığımız kötü değildir. Anlayamıyorsan yorumlamadan seyr etmeye çalışmak yapabileceğimiz en güzel şey olacaktır. Kaynak : http://www.nerdenbileceksin.com/iyi-ve-kotu/ Ahmet Serhat UĞURLU
  4. sur

    Alfa ve Beta Muhabbeti

    Alfa : Hani dünya üzerine gelen bütün insanlar ölüyor ya Beta __________ : evet Alfa : dünyaya gelmiş geçmiş bütün insanları toplasan ne eder? Beta __________ : her şey ölür Alfa : yani sona gelene kadar kaç tane insan geçer dünyadan? Beta __________ : eğer hepimiz yaşam için dünyayı kullandıysak mı ? Alfa : 10 milyar? Alfa : dünyaya gelmiş ve ölmüş olan insan sayısı bir dünya ömrünce Beta __________ : daha fazladır sanırım Alfa : 20 milyar olsun Alfa : 100 milyar olsun Beta __________ : tmm Alfa : bunun % kaçı cehennemlik Alfa : kaçı cennetliktir? Alfa : %50 desek olur mu? Alfa : cehnneme girip sonra cennete gidecekleri de sayarsak Beta __________ : daha fazladır ama onun da onemi yok sanırım Alfa : cehennemde ebedi kalacak olanlar Alfa : cehennemin yakıtı olcak yok olmayan vücütları ile Beta __________ : %49 ve daha azı olmalı Alfa : yani aslında cehennemin yok olmayan enerji kaynağı olacak Alfa : bu cehennemlikler. Beta __________ : evet Alfa : geri kalan cennetlikler Alfa : ise evrenin belli bir kısmının yönetimine gelecek Alfa : başarılı olan Alfa : insanlar topluluğu olabilir mi? Beta __________ : o kısmı biz analyamıyoruz yaa Beta __________ : çünkü şimdiki hayatımız ile o taraftaki çok farklı Alfa : dedin ya daha konuşacak öğrenecek bişi kaldı mı ki diye Beta __________ : zaman mefhumu felan kalkacak bizim için de Alfa : tamam işte egosundan arınmış yönetici lazım Allah’A Alfa : ego olduğu zaman iç savaş çıkar diye Beta __________ : dolayısıyla sonsuza kadar yaşamayı şimdi anlayamasak da o zaman anlıcaz Beta __________ : neden ? Alfa : sonsuza kadar melek olcaklar işte Beta __________ : bir yonetici arasın ki Alfa : ooo Alfa : oraya gelme Alfa : o zaman ne gerek Alfa : cebrail Alfa : ne gerek mikail Alfa : azrail Alfa : vs…. Alfa : biz su anda biraz daha fiziksel boyutta tevekküldeyiz. Alfa : tefekkür desek daha doğruydu Beta __________ : cebaril veya mikailin kendi insiyatifi ile yaptıgı iş var mıdır ? Alfa : yoktur Alfa : ama sen ne ihtiyacı var dedin Beta __________ : o zaman bir delegasyondan söz edemeyiz Alfa : vesiledir olar Alfa : yönetci cenler de vesile olacak zaten Alfa : delegasyon var Alfa : mecbur Alfa : sistem yönetimi Alfa : hepsi vesile Alfa : melekler arasında da delegasyon var Beta __________ : bence bizim anlamamız veya şu anki düşünce boyutumuz için gerekli olanı biz kendimiz tefekkürümüzle inşaa ettik Beta __________ : cebrail de yok Alfa : şu anki düşünce boyutumuzun sonu yok Alfa : çünkü sonunda kelime yok Alfa : kelime olmadığı zaman konusmaya gerek yok Alfa : ama onun olması içinde icraat’in full olması lazım Beta __________ : peygamberin yanında o mağarada biri gerçekten gelmiş midir ? Alfa : icraat full değilse daha konuşulacak çok şey vardır. Alfa : Cebrail kuvvesi onda zuhur etmiştir. Beta __________ : aynen öyle Beta __________ : konuştuklarımızla bilgi ve idrakın boyutunu arttırıyoruz ve korkum daha fazla oluyor Beta __________ : ama bunların idrakinin nokta olduğu yer icraattir Beta __________ : bende icraate dökemediğim şeyleri anladıkça daha çok korkuyorum Alfa : ha evet Beta __________ : ama gerçek bir korkmada deil Alfa : ama o korku arttıkça icraat gereksinmi artacak bence Beta __________ : çünkü gerçekten korksam bende bir değişikliğe vesile olmalı Alfa : bazen anlık flash patıyor bende Alfa : ama o flash’ı sürekli yakmak istiyorum Beta __________ : ancak cehaletimi anlıyorum desem yeridir cunku cahil cesareti gibi birşey yaşamım Alfa : tabi flash’ıu sürekli yakmak için çok kuvvetli bir güç kaynağı lazım. Alfa : o kuvvetli güç kaynağıda bizim içimizdeki o korku aslında Alfa : korku demek çok doğru olmasada böyle tabiri caiz. Beta __________ : aslında dedigin anladım sanırım belkide biz birşeyleri icraate dökmeden artık başka şeyleri idrak veya tefekkür edemeyeceğiz Beta __________ : çünkü sınıra ulaştık gibi geliyor bana Alfa : ve o flash yanarken gerçekleşen icraat doğrultusunda idrak edilenlerin karşılığında kelam yetkinliğini yitirir. Beta __________ : o yuzdede konuşcak bişi kalmadı diyorum Alfa : korku ateşini daha çok yakacak olan konuşmaktır. Alfa : ve tefekkür . Beta __________ : belki bu işin matematiği uzerine dusunulebilir yani nasıl yaparızda icraate geçebiliriz Alfa : konuşmak tefekküre vesile olmalı tabii Alfa : matematik filan hikaye Alfa : benim başıma inceden geldi. Alfa : gelidimi o sen icraat yapıyorsun Alfa : aslında en temelde nasip Beta __________ : onun gelmesini sağlamaktan bahsediyorum Alfa : sana bir vazife yoksa istediğin kadar tırmala Beta __________ : sen farkında olmadan evrene bi salınım yaptın Beta __________ : o yuzden o şey geldi Beta __________ : bir formul gibi düşün Beta __________ : yani o formulu buldugunu dusun Beta __________ : surekli yaparak bir anahtar gibi ışığı hep açık tutarsın Beta __________ : apartman boslugu gibi Beta __________ : sondukce yakarsın Alfa : tabi aslında kağıt üzerine yazılabilir mevzular ama seviye çok yüksek olduğu için anlaması zor ki nasıl matematik yapacaksın bu konuda Beta __________ : o da bizim ugrasımız olur bundan sonra Alfa : ama orda birden fazla yöntem var. Alfa : bir kere bütün şartlanmışlıklardan arınmamız Alfa : ve çevremizdeki rutin olan herşeyi sorguluyor olmamız lazım. Alfa : rutin bizi bataklığa çekiyor Alfa : yosun tutuyoruz Alfa : rutin ve şartlanmışlıklar. Beta __________ : bol sorgulama ancak kabımızı büyütüyor icraate sevk etmiyor Alfa : icraat üzere olan arkadaşlarımızın Alfa : sığ olarak değerlendirdiğimiz bazı icaatleri ve işi rutine dökmeleri , Alfa : bizi de icraat den uzaklaştırıyor sanki. O sığ kalıp ile derin icraat aynı kapta olmamalı diyoruz bazen Alfa : ama umursamamak kendi içinde doğrusunu yaşamak lazım. Beta __________ : biraz dusunelim ayrıca konusalım bu konuda Kaynak : nerdenbileceksin
  5. Verde -Merhaba ben sheen ırkından sheen Verde. Garvi –Merhaba Verde bende Garvi. Verde – Bizim ırkımız eziliyor ve sizin ırkınızın ülkesinde haklarını alamıyor. Garvi – Nasıl yani? Sen neden böyle bir şey söyledin ki şimdi bana? Ben daha ırkımı bile söylemedim ayrıca daha sana. Çok da önemli değil ırk zaten. Verde – Sen bu ırkın ülkesinde dilini özgürce ve ülke nezlinde kullanabilirken ben kullanamıyorum. Garvi – Tamam burası Torkshen ülkesi ve bende torkshen ırkındanım ama bu ırk meselesi senin önemsediğin kadar önemli değil bizim için. Verde – Tabii neden önemli olsun ki senin için kendi ırkının ülkesinde yaşıyorsun zaten. Garvi – Bu ülkede senin dilini konuşmana engel olacak bir şey yok ki. Verde – Konuşabilirim evet ama ülke’de resmi bir işim olduğu zaman sizin dilinizi kullanmak zorunda kalıyorum. Garvi – Bunun böyle olmasının nesi yanlış ki? Her dilin ülke resmiyetinde kullanılması ne kadar mantıklı bu ülkede ayrı ayrı 71 ırk ve dil var. Şu anda bile ülke hantalken bu kadar dili bilen insana hizmet vermek zor olmaz mı? Verde – Ama biz o diğer ırklardan fazlayız. Torkshen’lardan sonra en kalabalık olan biziz. Garvi – Bende tam bunu söyleyecektim. Bu ülke kurulduğunda ve şimdi de en kalabalık ırk ve dili Torkshen’ler olduğu için ülke dili Torkshen’ca olarak belirlenmiştir. Bu diyardaki bütün ülkelerde de bu böyledir. Verde – Ama biz eziliyoruz. Haklarımızı alamıyoruz. Garvi – Mesela hangi haklarını alamadığını düşünüyorsun? Torkshen’da bir devlet işinde size iş vermedikleri oluyor mu, herhangibir sosyal hak’ta Torkshen ırk’ından birine göre eksik kaldığın bir yer var mı? Verde – Hayır resmiyette böyle bir şey yok, ancak uygulamada insanlarınız bize karşı önyargılı davranabiliyrlar. Ayrıca geçmişte bize çok eziyet çektirdiniz. Garvi – Geçmişte bazı Torkshen saldırı birlikleri sizin üzerinize gelmiştir doğrudur ama şu anda böyle bir şey söz konusu değil. Geçmişte uygulanan bu zorbalıklar için bir özür ve ya bir karşılık değil ki sizin beklentiniz. Siz şu anda haklarınızı alamadığınızı ve almak istediğinizi söylüyorsunuz. Sizin alamadığınız bir hak göremiyorum ben. Varsa lütfen söyleyin. Verde – Toplumun bize karşı önyargılı ve arada bir gerginlik olması normal mi? Toplum’un çoğunluğu Torkshen’lı ve devlet’te Torkshen devleti. Bu şartlarda toplumlar arası oluşan gerginlikten zarar görecek ve hakları yenecek olan taraf neresi olur sence? Tabiki Sheen ırkından olanlar! Garvi – Yaklaşımın çok doğru aslında cevabı için de olan güzel de bir soru sordun. Bu konuda devletin yapabileceği bir şey yok. Devlet eşitlik sağlamış ve aradan çekilmiş. Bundan sonrasını halk’lar kendi arasında halledebilmeli, barışabilmeli. Verde – Hayır! Bu Torkshen ülkesi altında bizim barış ve kardeşlik içinde yaşamamız mümkün değil. Bir kere devletin ismi Torkshen. Biz bağımsız bir Sheen ülkesi istiyoruz. Sizin nasıl ülkeniz varsa bizimde ülkemiz olmalı, kendi kültürümüze göre yoğrulmalı. Garvi – Yani siz Torksheen ülkesinden bir parça toprağı kendinizin yaparak üzerine bayrağınızı dikmek istiyorsunuz. Torksheen devleti eşitlik ve özgürlüğü sağladığı sürece sizin bunu talep etmeniz içinde bir art niyet aramak bizim hakkımız sanırım. Verde – Bizimki sadece özgürlük talebi. Garvi – Özgür olduğunuz bir yerde özgürlük talep etmek abes değil mi? Verde – Biz ülkemiz olsun istiyoruz. Garvi – Böyle bütün ve büyük dışarıdaki düşmanlara karşı daha güçlü olmazmıyız? Küçük iki parça ülke çiğnemesi ve yutulması kolay iki lokma olmaz mı? Verde – Hayır! Biz ülkemiz ve bayrağımız olsun istiyoruz. Yaşasın özgürlük! Garvi – Da Allah bildiği gibi yapsın, daha fazla konuşmaya gerek yok sanırım, bundan sonraki süreçte sizin iyiliğinizi düşünmek bizim vazifemiz. İstesenizde ikinici bir devlet kurdurtamayız. Sizi kolay lokma yapmayacağız. Beraber ve birlikte kalacak düşman ülkelerin oyunlarına yenilmeyeceğiz. Kaynak : nerdenbileceksin
  6. 21 Aralık 2012 hakkında bilinen net bilgi maya takviminin sonu olması. Geri kalanı hep birilerinin görüşü. Birilerinin görüşlerine göz gezdirelim. Nasa diyor ki: Ekstra herhangi bir gök olayı gözlemleyemiyoruz. Maya takviminin bitmesi yeni yıla devrini gösterir buna ne anormallik var abartmayın. Bazı gruplar diyor ki: Maya’lar astronomide çok ileri seviyedeydi, bu gün bile bilemediğimiz birçok şeyi o zamandan bilmişlerdi, bu kadar bilgili olmaları ve bu takvimin bitmesi dünyanın sonunun geldiğine işaret ediyor. Bu tarihte bir kara delikle karşı karşıya kalacağımızı ve Marduk isimli bir gezegenin bize çarpacağını da söylüyorlar. Astrologların yoğun olduğu bir grup diyor ki: Gözlemlenen astrolojik olaylarda dünyanın yeni bir etki alanına gireceği, bu etki alanının insan şuurunda pozitif ve ruhsal sıçrama sağlayacağına, yeni bir çağın başlamasına vesile olacağına işaret ediyorlar. Diğer bir grup: Güneşte çok büyük patlamaların olacağını, ayrıca bir foton kuşağına gireceğimizi bu olaylardan ötürü dünyada elektronik bütün aletlerin 3,4 gün duracağını ve karanlıkta kalacağımızı, bununda çok ciddi zararlara sebep olacağını söylüyor. Din ile ilgilenen bazılar: Bu zaman diliminde Mehdi’nin geleceğini ve ardından deccal ile savaşacağını, Mehdinin de ona karşı gelip kazanacağını söylüyor. Dini otoriteler de ve hadislerde araştırma yapıldığında 2012 2025 arasında Mehdinin geleceği ile alakalı bilgi kendine yer buluyor.... Devamını Aşağıdaki Link'te okuyabilirsiniz... -www.nerdenbil...21-aralik-2012- nerdenbileceksin.com
  7. sur

    Ne Gerek Kişisel Gelişim

    Teşekkür ederim. Geçmiş bayramınız kutlu olsun.
  8. sur

    Ne Gerek Kişisel Gelişim

    Ne Gerek Kişisel Gelişim Ne gerek kişisel gelişim müslüman’a diyerek cümleyi biraz daha uzatalım. Öncelikle bu söylemi dalga geçmek için söylemedik, gerçekten müslümanın kişisel gelişim; eğitim, kitap, dayatmalar ile işi olmaması gerektiğini düşünüyoruz. Neden mi böyle düşünüyoruz, ilerleyen paragraflarda beraberce irdeleyelim. Öncelikle kişisel gelişim ile ne anladığımızı özetlemeye çalışalım, bütün detaylarını yazmamız mümkün değil tabi, neticede 400 – 500 sayfalık kitaplar var bu konularda, dediğimiz gibi, sadece anladığımızdan özet. Kendine güveni kalmamış insanları motive etmek, kendine inanmayan insanları motive etmek, başarısız insanları başarabileceğine inandırma noktasında motive etmek, istediği zaman başarabileceğine inandırmak, çevresindeki insanlar ile iletişimini nasıl olması gerektiğinin izahı, geçmişe bağlı kalmadan yaşayabilmeyi telkin etmek, hep şu anı değerlendirerek yaşamayı öğütlemek gibi konularda bize verilen eğitim, seminer ve kitaplardan oluşan bir olgu. İnsanlar bu durum üzerinden çok güzel para kazanıyorlar, ancak Muhammed (s.a.v) ümmetinin böyle işler için ne zaman ne de para harcamaya ihtiyacı yoktur. Çünkü din bizlere zaten bu konuları çok iyi öğretmekte ve hazmettirmeye çalışmaktadır. Kader’e iman ettim diye birisinin; “kendime güvenmiyorum” deme hakkı yoktur çünkü Allah’a güvenir ve teslim olur. “Kendime inanmıyorum” diyemez çünkü o sadece Allaha inanır ve teslim olur. “Başarısızım diyemez” çünkü hak böyle buyurdu böyle oldu, bende elimden gelenin en iyisini yaptım demesi yeter. “İnsanlar ile iletişimim bozuk” diyemez çünkü din örnekler ile insan iletişimini en ince detaylarına kadar anlatmıştır, zayıflık varsa hadisleri tatkik ederek insan iletişimini en iyi seviyeye getirebilir. “Geçmiş’e bağlı pişman olmak” kesinlikle müslümanda mümkün olmaz, müslüman pişman olmaz “keşke” demez, Allah böyle takdir etmiş, hamd olsun, elimden geleni yaparım der, o an’a bakar a,n dan ötesi onun için belirsizdir, en iyisi için çalışır, öncesi de ehemmiyetini yitirmiştir, onlardan sadece ders çıkarır. Demek istediğimiz şu ki, etrafta çeşitli çıkışlar aramak yerine islam’a derinlemesine dalmayı denesek, herşeyin üstesinden kolaylıkla gelebileceğimizi çok net görürüz. Allah yardımcımız olsun vesselam.
  9. sur

    Kader, İrade, İmtihan

    Nerden başlayalım nereye gidelim hiç bilemediğimiz bir konu ve bu yazıyı yazmak gerçekten çok zor. Yazarken yanlış anlaşılmalara mahal vermek çok kolay. Yazmak için de çok bekledim ve çok düşündüm. Yazarken oluşuyor aslında nasıl anlatacağım, dolayısı ile giriş kısmını çok uzun tutmayacağız. Konumuz Kader ve İrade, Amentü’nün (İmanın şartlarının) 6. Maddesi “Kader hayır ve şerr’in Allahtan Olduğuna” iman. Sahih bir kaç hadisle başlayıp üzerine anladığımızı yazalım : 1. Hadis Abdullah b. Mesûd (r.a.) şöyle anlatır: Bize daima doğru söyleyen ve kendisine de doğru bildirilen Allah (c.c.) Resulü (a.s.) şöyle buyurdu: “Sizin birinizin yaratılışı kırk gün anasının karnında toplanır. Sonra orada bir o kadar zaman içinde asılı bir parça hâlini alır. Sonra yine o kadar zaman içinde bir çiğnem ete dönüşür. Sonra bir melek gönderilir ve kendisine ruh üfürür. Melek, dört kelime yani rızkını, ecelini, amelini şaki ve said olduğunu yazmakla emrolunur. Kendisinden başka ilah olmayan Allah (c.c.)’a yemin ederim ki, sizden biriniz Cennet ehlinin ameli ile amel etmekte devam eder, nihayet kendisi ile Cennet arasında bir arşından başka mesafe kalmaz. Bu sırada yazısı o kişinin önüne geçer de Cehennem ehlinin ameli ile amel etmeğe devam eder ve Cehenneme girer. Ve yine sizden biriniz Cehennem ehlinin ameli ile amel eder, nihayet kendisi ile Cehennem arasında ancak bir arşın mesafe kalır. Bu sırada yazısı önüne geçer de Cennet ehlinin ameli ile amel eder ve Cennete girer.” Sahih-i Müslim’deki hadis numarası: 4781 Hadis çok net, bir açıklamaya gerek yok aslında sadece anladığımız özet şöyle; insanlar doğmadan önce bütün ameli belli, şaki “cehennemlik” , said “salih kul” olduğu yazılıyor. İnsan doğduktan sonra sadece kendine biçilmiş olan rolü yerine getiriyor. Cennetlik ise cennetlik amel Cehennemlik ise cehennem ehli ameli işliyor. Sağa sola çekmeye eğmeğe büğmeye gerek var mı? Çok net değil mi, kaderin ne olduğu. Burdan sonra akla ilk gelen soru imtihan, amel, irade nasıl? Bunuda 2. hadis’de efendimizden dinleyelim. 2.Hadis Hz. Ali (r.a.) şöyle anlatır: Bakiu’l-Ğarkad mezarlığında bir cenazede idik. Allah (c.c.) Resulü (a.s.) yanımıza gelip oturdu, biz de etrafına oturduk. Beraberinde bir asa vardı. Allah (c.c.) Resulü başını eğdi. Elindeki asayla yeri çizmeye başladı. Sonra: Sizden hiç bir kimse ve yaratılmış hiç bir nefis yoktur ki, muhakkak Cennetteki ve Cehennemdeki yerini Allah (c.c.) yazmış olmasın. Ve herkesin bedbaht veya bahtiyar olduğu muhakkak yazılmıştır! buyurdu. Bunun üzerine bir kimse: Ey Allah (c.c.)’ın Resulü! Öyle ise bizler ameli terk edip yazımız üzere durmayalım mı? dedi. Allah (c.c.) Resulü: “Saadet ehlinden olan kimse saadet ehlinin ameline varacak, şekavet ehlinden olan ise şekavet ehlinin ameline varacaktır,” buyurdu ve şunu ilâve etti: “Sizler amel edip çalışın. Çünkü herkese imkan verilmiştir. Saadet ehline, saadet ehlinin ameli müyesser olacaktır. Şekavet ehline de, şekavet ehlinin ameli kolay gelecektir.” Sonra Allah (c.c.) Resulü şu ayetleri okudu: Bundan sonra kim verir ve sakınırsa, en güzeli de tasdik ederse, biz de onu en kolaya hazırlarız. Ama kim cimrilik eder, kendisini müstağni görür ve en güzeli yalan sayarsa biz de onu en güç olana hazırlarız. Sahih-i Müslim’deki hadis numarası: 4786 Ne muhteşem bir zat. Nasılda güzel açıklamış. Konu çok basit yine karıştırmaya gerek yok, efendimiz de öyle yapmış net söylemiş. Biz amel etmek zorundayız çünkü fıtratımızı var eden, böyle var etmiş. Amelimiz, yaratılışta belirtilen gaye üzerine olacak. Yani cehennem ehlinin amelini işleyip Cennet’e giremeyeceğiz. Cehennem’e girecek olan zaten Cehennem’e girecek ve ben neden Cehennem’e girdim diyemeyecek çünkü ameli öyle. İki hadis örneği kafi, ancak merak edeniniz varsa “Kader ile alakalı hadis” yazarak internette aratabilir. Hepsinin aynı şeyi söylediğini göreceksiniz. Hadisleri ve ayetleri okuduktan sonra; hani irade, hani adalet, diye düşünme ihtimali yüksek. Din’de anlatılan herşeyi birey bazına indirip anlamaya çalıştığımız için çözemiyoruz. Şimdi de bir kaç ayet örneği verelim ve irade ve adalet hususundaki araştırmalarımız dile getirelim. Kuran noktasında müteseffir olmadığımız için ayetlerin tefsirini yapmak üzerimize vazife değil ancak, Kuran, biz yeryüzüne halife olan insan için indiğine göre anladığımızı yazmakta bir sakınca görmüyoruz. Belirtilen ayetlerin altına bize yansıyanı yazacağız. 10. Sure/49. Ayet: De ki: “Ben, Allah’ın dilediğinin dışında kendi kendime ne bir zarar, ne de bir fayda verebilirim. Her ümmet için bir süre vardır. Süresi dolunca artık ne bir an geri, ne de bir an ileri gidebilir.” Burda anlaşılması gereken birinci husus; herşeyi Allah’ın istediği ölçüde yapabileceğimiz. Ikinci husus ise; ümmet ve birey olarak hayata dair yaşam süremiz belli, artırmamız ve ya azaltmamız mümkün değil. Çok yaşayacaksak Allah bizim fıtratımıza sağlıklı beslenmeyi ve ona uygun ortamda yaşamayı nasip ediyor, ayrıca güvenli bir de iş veriyor. Aksi durumda da tersi geçerli, tabi ne kadar sağlıklı yaşarsak yaşayalım 15 yaşında arkadan vurulmayacağımızın garantisi yok, bunada izin veren yine Allah. Allah indinde bir sır bu, neden ve ne zaman öleceğimiz onun hesabı, biz bilemeyiz. Cehennemde bize ihtiyaç varsa, dünyada cennet ameli işletip insanlara faydalı olmamızı sağlayıp son nefesimizde şirke düşürerek Cehennem de vazifemize gönderebilir. Bunu ancak Allah bilir. Şunu farkettim ki yazdıkça karmaşıklaşıyor. Eğer yazdıklarımız karmaşık gelirse, ayeti ve ya hadisi ilk okudunuğunuz da sizde zuhur eden manaya amel etmeniz en doğrusu olacaktır. 7. Sure/34. Ayet: Her ümmetin dünyada kalacağı müddet için takdir edilmiş bir ömrü vardır. Süreleri biten ümmet ne bir an geri kalır, ne de bir an ileri gidebilir. Keza bu ayetten de yukarıdaki mana çıkarılabilir. Bırakın bireyi Allah ümmetlerin ömürlerini kesin çizgiler ile belirlemiştir. Birey bir olgu ise ümmet’te birey gibi Allah indinde tek bir olgudur. 54. Sure/52.-53. Ayet: Yaptıkları her şey kitaplarda kayıtlıdır. Küçük büyük her şey satır satır yazılıdır. Bu ayette belirtildiği üzere Allah bütün yapacaklarımızı öncesinde belirlemiş, “ben yaptım” kelamını manasız bırakan bir ayet. 6. Sure/2. Ayet: Sizi çamurdan yaratan, sonra size bir ecel takdir eden O’dur. Tayin edilen bir ecel de O’nun katındadır. Sonra bir de şüphe ediyorsunuz. Kesinlikle şüphe etmememiz gerektiğini, gelenin Allah’tan olduğuna iman etmemizin ehemmiyetini vurgulayan bir ayet. Ecelimizi takdir eden yine o, Allah herşeyi biliyor ve bildiğini bize net bir şekilde bildiriyor. Kader’i anlama noktasında görüşümüz özetle şu : “Bizim bir hükmümüz yok, hüküm Allahın. Herşeyi bilen ve takdir eden o, biz sadece bize biçilmiş olan rolü yerine getirmekle yükümlü varlıklarız, ondan gayrı olarak kendimizi görmeyiz, onun bir parçası, ancak asla o değiliz.” Bu tanımlama aslında kolu kanadı kırık eksik bir tanım, kader, insanın içinde yaşaması, hissetmesi gereken bir olgu, anlatmak mümkün değil, çünkü kaderin anlaşıldığı yerde ne dil var ne kelam ne de ben. Kader bahsini bitirmeden önce Hz. Hızır ve Musa A.S arasında geçen kıssayı buraya eklemek istiyoruz : Musa aleyhisselâm, birgün Hazret-i Hızır’ı “aleyhisselâm” görünce, ona yaklaşıp selâm verdi. Selâmına cevap veren Hızır aleyhisselâm sordu: - Burada selâm veren bulunur mu? Sen kimsin? - Ben Musa’yım “aleyhisselâm” - İsrailoğullarının Musa’sı mı? - Evet. Bu tanışmadan sonra, Musa aleyhisselâm, asıl maksadını söyledi: - Allahü teâlânın sana ihsan edip bildirdiği ilimden, biraz öğretmen üzere sana tâbi olayım mı? Bunun üzerine Hızır aleyhisselâm şu cevabı verdi: - Ya Musa! Bende, Allahü teâlânın ihsan edip verdiği öyle bir ilim vardır ki, sen onu bilemezsin. Sende de Allahü teâlânın sana verdiği öyle bir ilim vardır ki, ben de onu bilemem. Sen benimle beraber olamazsın ve bende bulunup, sende olmayan ilmim ile yaptığım işlere sabredemezsin! - Beni inşaallah sabırlı bulursun. Senin hiçbir işine müdahale etmem. - Ben sana hikmetini ve sebebini izah edinceye kadar, yaptığım işler hakkında bana sual sormamak şartıyla, benimle beraber olabilirsin. Musa aleyhisselâm, oraya kadar beraber geldikleri Yûşa aleyhisselâmı İsrailoğullarının yanına gönderdi. Hızır aleyhisselâm, Musa aleyhisselâm ile sahil boyunca bir müddet yürüdüler. Giderlerken bir geminin geçmekte olduğunu gördüler. Gemicilere, kendilerini gemiye almalarını söylediler. Gemiciler Hızır aleyhisselâmı tanıyıp, onları ücretsiz olarak gemiye bindirdiler. Bu sırada bir serçe geminin kenarına konup, denizden bir iki yudum su aldı. Hızır aleyhisselâm, bu kuşu göstererek dedi ki: -Ya Musa, Allahü teâlânın ilmi yanında benim ve senin ilmin; denizin yanında, şu serçenin denizden aldığı bir yudum su kadar bile değildir. “Bana güçlük çıkarma!” Bindikleri gemi bir müddet yol aldıktan sonra, Hızır aleyhisselâm, bir aletle gemiye hasar vermeye başladı. Geminin suya temas eden tahtalarından birini söktü. Musa aleyhisselâm, bu durumu görünce, müdahale ederek dedi ki: -Sen ne yapıyorsun? Bizi ücretsiz gemiye bindirdiler; sen ise gemiyi delip, içindekileri batırmak istiyorsun. Bunun üzerine, Hızır aleyhisselâm, “Ben sana benimle olmaya sabredemezsin demedim mi?” diyerek ayrılmak istedi. Musa aleyhisselâm, “Dalgınlığımdan dolayı beni kınayıp da bana güçlük çıkarma!” deyince; Hızır aleyhisselâm, yapılan bu ilk muhalefetin dalgınlık ile olması sebebiyle, Musa aleyhisselâmdan ayrılmadı ve yolculuğa devam ettiler. Yine sabredemedi Musa aleyhisselâm ile Hz. Hızır’ın bindikleri gemi karşı sahile varınca, inip yürüdüler. Yolda oynamakta olan bir grup çocuğa rastladılar. Hızır aleyhisselâm, o çocuklardan birini tutup, öldürüverdi. Musa aleyhisselâm dayanamayıp, Hızır aleyhisselâma dedi ki: - Tertemiz bir cana kıydın. Hiç günahı yok iken onu öldürdün! - Ben sana benimle olmaya sabredemezsin demedim mi? - Eğer bundan sonra sana bir şey sorarsam, benimle arkadaşlık etme! O zaman benim sana bir diyeceğim yoktur. “Ayrılmayı gerektiren sebep” Bunun üzerine Hızır aleyhisselâm bir müddet daha beraber olmayı kabul etti. Yolculuklarına devam ettiler. Sonra yolları bir beldeye düştü. O memleketin ahalisinden yiyecek bir şeyler istediler. Fakat onlar hiçbir şey vermediler ve misafir etmek de istemediler. Sonra o beldede dolaşmaya başladılar. Bu sırada, yıkılmak üzere olan bir duvar gördüler. Hızır aleyhisselâm, eliyle duvarı doğrultuverdi. Duvarın yıkılmasına mâni olup sağlamlaştırdı. Musa aleyhisselâm, kendilerini misafir etmeyen bu belde halkına böyle bir yardımın yapılmasına sabredemeyip şöyle dedi: -Eğer isteseydin, bu duvarı doğrultmana karşılık, onlardan bir ücret alırdın. Biz de ihtiyacımızı gidermiş olurduk. Bunun üzerine Hızır aleyhisselâm, Musa aleyhisselâma ayrılık zamanının geldiğini bildirerek dedi ki: -İşte bu sualin artık ayrılmamızı gerektiren bir sebeptir. Şimdi sabretmeye dayanamadığın şeylerin hikmetini sana açıklayacağım: Bindiğimiz gemiyi delip yaralamamın sebebi şudur: O gemi, geçimlerini denizden temin eden on fakir kardeşe aitti. Karşı sahilde ise, sağlam olan gemilere el koyarak, zorla alan zalim bir hükümdar vardı. O zalimin, “Bu gemi sağlam değildir!” diye el koymaması için gemiyi yaraladım. İşte gemiyi kusurlu hâle getirişimin sebebi budur. Böylece, o zalim hükümdarın onu gasp etmesine mâni oldum. Öldürdüğüm çocuğa gelince; bu çocuk, bulûğ çağına ermiş, yol kesen azgın ve taşkın bir kâfir idi. Anası ve babası ise halis birer mümindiler. Eğer, o çocuğu öldürmeseydim, ana ve babasının küfre düşmesine sebep olacaktı. O çocuğu öldürmekle, biz istedik ki; mümin olan anne ve babası küfre düşmekten kurtulsun; Allahü teâlâ da onlara bedel olarak, temiz ve salih bir evlât versin. [Hızır aleyhisselâmın öldürdüğü çocuğun anne ve babasına, Allahü teâlâ hayırlı bir kız çocuğu vermiştir. Bu kız, bir peygamber annesi olmuş ve o peygamber vasıtasıyla bir ümmet hidayete ermiştir.] Yıkılmak üzere iken doğrulttuğum duvara gelince; o duvar, salih bir babanın iki yetim çocuğuna aitti. Altında bir define vardı. Eğer duvarı düzeltmeseydim, yıkılıp define ortaya çıkacak, çocuklar da henüz küçük oldukları için, mallarına sahip olamayacak ve define başkalarının eline geçecekti. Çocuklar büyüyünce defineye sahip olabilsinler düşüncesiyle duvarı düzelttim. Bütün bunlar, her ikimiz için Rabbimizden bir rahmet idi. İşte senin sabredemediğin hâdiselerin hikmeti bunlardır. Hızır aleyhisselâm bu sebepleri açıkladıktan sonra, Musa aleyhisselâmdan ayrıldılar. Peygamber efendimiz “aleyhisselâm” bir hadis-i şerifinde, bu hâdisenin, Musa aleyhisselâmın üçüncü suali sormasına kadar olan kısmını anlattıktan sonra buyurmuştur ki: (Allahü teâlâ Musa’ya rahmet etsin. Ne olurdu, sabretseydi de aralarında geçecek hâdiseler Allahü teâlâ tarafından bize bildirilseydi.) Gelelim iradeye, iradeden kasıt insanın bir şeyi tercih etmesi, tercih etmek kime göre? BEN mi tercih ediyorum yaşadığım hayatı. Hayır. Bizim tercih ettiğimiz hiç bir şey yok. Bakın Allah kitabında ne diyor: Enfâl(*) Sûresi 17 – (Savaşta) onları siz öldürmediniz, fakat Allah onları öldürdü. Attığın zaman da sen atmadın, fakat Allah attı. Mü’minleri, tarafından güzel bir imtihanla denemek için Allah öyle yaptı.4 Şüphesiz Allah hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir. Böyle bir ayet’i kerime varken benim iradem var demek ne oluyor? Nerde ki senin iraden, yani cüz’i iraden. İrade küll’dür yani tektir. Herşeyde olduğu gibi irade’de tek’tir. Özünde kadere iman etmekte böyledir. İrade Küll’dür Cüz’i irade diye bir şey yoktur. Bunu izah edelim; Cüz’i irade yok dediğimiz anda insanlara biraz itici bir tabir gibi geliyor, olabilir. Aslında Cüz’i irade yok demek “bireyler, yok görünen herşey, bir hayalden ibaret” demekten farklı değil. Cüz’i irade denen şey Küll’i iradenin birey tarafından gözlemlendiğinde isminin değiştrilmiş halidir. Yani birey gözü ile bakarsan evet cüz’i irade var, ancak o sadece küll’I iradenin yansıması. Bütünden çokluğa nazar ettiğinizde ise cüz’i irade hükmünü yitirir. Kuran söylüyor, sen yapmıyorsun ancak Allah yapıyor. Buraya kadar anlattıklarımızdan sonra gayet doğaldır ki imtihan nerede, buna bağlı olarak Allah’ın adaletine ne oldu diyebilirsiniz, zaten sormanız lazım. Şimdi bu konuya değinmeye çalışalım. Allahın adaletine örnek olarak yukarıda verdiğimiz kıssa bir referans kabul edilebilir, yani adalet anlayışı birey bazında çok başka Allah indin’de çok farklıdır. Adalet ile alakalı bir de Hz. Ömer uygulaması örnekleyelim : Hz.Ömer beytül-mal’dan (kamu hazinesinden) halka mal verirken der ki: ‘Allah adaleti ile mi mal dağıtayım, yoksa Ömer adaleti ile mi?’ Oradakiler ‘Allah adaleti ile’ derler. Bunun üzerine Hz.Ömer sırayla gelene eline geleni vermeye başlar… İtirazlar yükselmeye başlar… ‘Ya Ömer sen ne yapıyorsun? Biz daha adaletli olur diye Allah adaletini istedik, daha da adaletsiz oldu dağıtımın’ derler. Hz:Ömer der ki: ‘Ömer adaleti deseydiniz, kim neyi hak ediyor bilemezdim, eşit olmaya gayret ederdim…’’” Hz. Ömer’den aldığımız örnekte gördüğümüz gibi, Allah’ın adaleti beşeriyet nazarındakinden çok farklı, beşer noktasından adaleti değerlendirmemiz çok doğru olmaz. Allah adaleti herşeye ve bütüne var. Bireysel nazardan düşündüğümüz adalet ancak bizi yanıltır. Allah adildir diyeceksin ve bırakacaksın. Allah’ın adaletine sorgu olmaz, çünkü bilemeyiz ve bütün evreni düşünerek bir sonuç oluşturamayız. İnsanın en küçük hareketi evrenin en ücra noktasındaki bir oluşumu etkiliyebilir, keza terside geçerli, çok kısıtlı olmamızın sebebi dünya hayatı ile bağımlı olmamız, anlayamamız ve ya değerlendirememiz de bundan. Gelelim bir diğer konu imtihana. Genel olarak imtihan’a beşer, bireysel açıdan yaklaşıyoruz. Yani imtihan diyince bu gün girdiğimiz çeşitli fiziki sözlü ve ya yazılı imtihanlar geliyor aklımıza. Bizim bu daracık, Allah indinde yok hükmündeki bünyemizde düşündüğümüz imtihan ile sonsuz sınırsız olanın imtihan’ının aynı olduğunu düşünmek abes değil mi, imtihan ile alakalı bir kaç ayet’e göz gezdirelim : 2:155 – Çaresiz biz sizi biraz korku, biraz açlık, biraz da mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltme ile imtihan edeceğiz. Müjdele o sabredenleri! Ayette görüldüğü üzre imtihan dan kasıt başımıza gelen müsibetlere sabredip sabredemeyeceğimiz. Allah öyle bir düzen var etmiştir ki belirli özellikleri elde etmek için bazı müsibetlerin üstesinden gelmek gerekir. İşte imtihan bu, başımza gelen müsibetlere sabredip sabredemeyeceğimiz. Her ne kadar Allah indinde bizim sabredip sabredemeyeceğimiz belli bile olsa. Allahın yaratmasında bütün oluşumlar, öncesinde bir hikmet ile bağıntılı ve reaksyona girerek oluşur, dolayısı ile bu açığa çıkışa kullanılacak ve beşere anlatılabilecek en uygun kelime bu; “İmtihan” sistemin dayatmalarına verdiğimiz yanıt, ve bizdeki açılımları. 3:186 – Muhakkak siz, mallarınız ve canlarınız hususunda imtihan olunacaksınız. Sizden önce kendilerine kitap verilenlerden ve Allah’a ortak koşanlardan size eziyet verici bir çok söz işiteceksiniz. Eğer sabreder ve Allah’dan gereği gibi korkarsanız, şüphesiz işte bu azmi gerektiren işlerdendir. Bu ayette de aynı noktaya vurgu yapılmış, gelen eziyete sabredebilme kabiliyeti ve sonucunda bizde gerçekleşen açılımlar. 21:35 – Her nefis ölümü tadacaktır. Sizi bir imtihan olarak kötülük ve iyilikle deneyeceğiz. Hepiniz de sonunda bize döndürüleceksiniz. Hayatta çeşitli zorluklarla karşılaşarak kendimizi ölüme hazırlayacağımızı hatırlatıyor. İşte gerçek, ölüm. Bizi var ettiği fıtrat doğrultusunda imtihana tabi olacağız ve sistemin dayatmalarına verdiğimiz cevaplar ile kendi ahiretimizi var edeceğiz. 7:168 – Ve onları yeryüzünde birçok ümmetlere ayırdık. İçlerinde iyi olanları da vardı, olmayanları da. Onları biz, bazan nimetlerle, bazan da musibetlerle imtihana çektik. Sonunda belki hakka dönerler diye. Hakka dönmemize vesile olacak imtihanlar Allah tarafından bizlere verilir. O imtihanlara sabredebilenlerden olursak Allah’ın Cennet için var ettikleri kategorisine girebileceğimizi iletiyor C.C . Bu yazımıza burada nokta koyarken, sabırla sonuna kadar okuduğunuz için teşekkür ediyorum. Allah hakka erenlerin yoldundan bizi ayırmasın, Amin. Alıntı Kaynağı: -www.nerdenbileceksin.com/kader-irade-imtihan-
  10. sur

    TECELLİYAT-I VÜCÜD

    TECELLİYAT-I VÜCÜD Bilinsin ki vucudun çeşitli mertebelere iniş sureti ile oluşumu ancak açığa çıkmaya yönelmesi ile mümkündür ve yönelme istemekten ibarettir. Halbuki istemek bir sıfat ve isim olduğundan bütün isimlerin ve sıfattan soyutlanmış ve temiz olan vücud bu istemek vasfından dahi beridir. Zira vucud-I mutlak kendi cemalinda – zatında boğulmuş ve yok olmuş gömülmüşlükte istemek olmaz. Nitekim vucudun vahdet mertebesine yani uluhiyet mertebesine inişi kendi zatında olan gömülmüşlüğünden bilinç boyutuna gelmesi demektir ki, buda istemek ile değil belki onun zatının gereğidir. Zatının gereği ise sebeb ve etki söz konusu olamaz. Vücudun oluşum mertebeleri yedidir. Lâ-taayyün Taayyün-i evvel Taayyün-i sânî Mertebe-i ervâh Mertebe-i misâl Mertebe-i şehâde Mertebe-i insan Bu oluşum, bütünlük itibariyledir; kısımları itibariyle vucudun mertebelerinin bir çerçeve içine almak ve saymak mkansizdir. Şimdi bu mertebeler keşfi e akıl yönündendir. Zamansal ve hakiki değildir. Yani vucud bir zamanda luşmamış ve o an içinde kendi cemalinde gömülmüşlüğü hasebiyle bütün isimleri ve sıfatı kendinde helak ve çökmüş yok olmuş idi; sonra bir zaman geldi ki bu gömülmüşlükten ayrılıp kendisine geldi ve kendindeki şuur sıfatı hasıl oldu çıktı ve bu zaman dahi geçtikten sonra düşünüp dedi ki “bende bu kadar sıfat var bunların eserlerini açğıa çıkarayım; falan şeyi şöyle yapayım falan şeyi böyle yapayım.” Ondan sonra bu etraflıca düşünmesinin arkasından eşyayı yaratmaya başladı ve cümlesini yoktan var etti. Bu asla böyle değildir. Bu mertebeler keşfe ve akla göredir. Yoksa zaman ile asla ilişkileri yoktur. Zira vucudun inişi ve oluşumları vucud ile beraber vardır. Sonradan peyda olma ancak evrendeki suretlerin çeşitliliği fertlere göredir. Ve evren bizim evrenimizden ibaret değildir. Sonsuz evrende sonsuz evrenler mevcut olup arkası arkasına oluşmakta ve bozulmaktadır. Bu oluşmak ve bozulmanın ne evveli ne sonrası vardır. Zira keyfi yaratış evveli olmayan ve sonsuz olup, ne evveli ne sonu vardır. Öncesi ve sonrası ancak yaratılmış olan beşer’e göredir. Üstadlar Üstadı Zat: İbn-I Arabi Füsus’ul Hikem Dördüncü Fasıl Bize Yansıyanlar : Yukardaki pasaj zaten Türkçeye çevrilmiş bir metnin bizden yansıyan tekrar tercümesi, yani bizim anladığımız. Anladığımızın da özünü yazmak istedik. Zat Vucudun, varlığın yaratılışını izah etmiş. Var etmek ve edilmek kavramının beşer nazarında algılanan sahte bir yanımsama olduğunu anlatmış. Aslında var etme eyleminin bütünden gayrı olmadığını, var etmek ile kendinden gayrı bir ortam yaratmanın imkansız olduğunu bunun keşfi ve aklı yönden olduğunu belirtmiştir. İniş ve yaratmanın vucud ile beraber var olduğunu, çeşitliğliğin birim bazında olduğunu anlatmıştır.
  11. sur

    Üç Aşama

    Üç Aşama Üç aşama öngörüyorum herşeye, söylemek istediğimiz şey görmek ile alakalı. Aslında baya özet, hepsi çok detaylandırılabilir. Sadece bir dost sohbetine akla gelen üç aşama. Örnekler ile aşama izahına çalışalım. Birinci aşama : İnsanlar, yaşıyorlar ve varlar. Bunu görüyorlar. Ölüm diye bir kelime ve gerçek, gözlerinin önünde. Sonrası da yok olmak. Hayat felsefelesi ve yaşama gayesi; “Öleceksek, bunun bir sonu varsa, yok olacaksak, bütün bu anı değerlendirebildiğimiz en güzel biçimde değerlendirelim. Yiyelim, içelim, gezelim, eğlenelim, harcıyalım, tüketelim.” İkinci aşama : İnsanlar, yaşıyorlar. Bunu görüyorlar. Ölüm diye bir kelime ve gerçek, gözlerinin önünde. Sonrası da var ve inançlı, arz da halife olduğunu duymuş ve bunu gözlemlemiş, görüyor, kader var ve izliyor. Ama idrak yok, hayatına uygulayamıyor fıtrat müsait değil. Hayat felsefesi ve yaşam gayesi; “Bize bir rol biçilmiş ve oynuyoruz. Ölüm sonrası için yapmam gerekenler belli yapmam lazım ama elimden gelmiyor. Kadere teslim elden geleni yapalım. Rahim olan Allah yardım etsin.” Üçüncü aşama : İnsan-I Kamil’ler, yoklar, bunu görüyorlar. Gayrını bilmiyorlar, özlerini okuyorlar. Kadere tam teslim, alemi okuyorlar. Yapmaları gereken bütün ibadetleri açıkça görüyor ve eksiksiz uyguluyorlar. İdrak tam, uygulama eksiksiz. Tam halife, tam kamil, tam veli. Fıtrat veli fıtratı yansıma Muhammed’ül emin. Hayat felsefesi ve yaşam gayesi; “Yoktur ondan gayrı. Ne felsefesi ne rolü, benim elim onun eli, benim dilim onun dili. Zaten ancak o var ne kaldı ki gayrı.” Bahsettiğimiz gibi aşamalar çok özet. Aralara 1,5 2,5 3,5 düşünenler ekleyebilir. Gözlem ve yansıması böyle oldu. Kaynak -http://www.nerdenbileceksin.com/uc-asama/-
  12. Arkadaşım selamlar; İnsan tanrı değildir. Zaten tanrı diye bir şeyde yoktur, insan uydurması bir kavram. Anlayamadığı büyük gücün sembolleştirilmiş hali. Yaratıcı kendini anlatmış anlayabilen seyre dalmış anlayamayan kendine bir sürü küçük mabud edinmiş, sizin mabudunuz sonsuz evrense bile bu çok küçük bir simgedir yaratıcı indinde. Evrenler, evren içre evrenler , paralel evrenler komik büyüklükler yaratıcı indinde.
  13. sur

    Orta Doğu

    Orta Doğu Eylül 16th 2011 Genel Açtık karşımıza Avrupa ve Orta Doğu’yu içeren siyasi haritayı. Haritada üzerine küçük bir font ile bile üzerine ismi yazılamayan bir ülke ismi İsrail. Etrafında komuşuları Ürdün Lübnan ve Mısır içinde abluka altında Filistin. Bütün dünyanın gözü burada. Nedir ki buranın bu çekiciliği. Sadece petrol mü. Petrol dediğimiz kaynağın kullanımı 10 en fazla 15 yıl sonra bitecek. Böyle kısa sürede modası geçecek olan bir madde için kim dünyayı bu kadar karıştırmak isteyebilir ki. İlk açık bahane orta doğu ya barış, demokrasi getirmek. İkinci gizli bahane; Batı ve ABD de tükenen petrol kaynaklarının buradan uygun fiyata karşılanabilmesi. Üçüncü ve en gizli bahane İsrail ve BOP şahane. Tabiki bunların gizliliği durumuda gerçek değil, herkez biliyor ama kimse konuşmuyor. Kimseden kasıt üst düzey. Orta Doğu’nun tarih boyunca medeniyet ve din için bir merkez olduğu bir gerçek. Ancak son 300 yılda bu biraz değişti. Din’i olarak merkeziyeti değişmesede medeniyet olarak geri kalmışlığa itildii, ve sürüklendi. Ancak kesinlikde demiyorum ki Orta Doğu geri kalmıştır. Orta Doğu bilinçli olarak geri bırakılmıştır ki, günü gelince demokratikleştirme bahanesi ile müdehale edilebilsin. Bütün herşeyin bazı güçler tarafından çok uzun yıllar once planlandığını düşünüyorum. Eğer bu bir plansa çok iyi işliyor ve 400-500 yıldır aksamıyor, böyle bir planın önünde durmak filin önüne çıkan bir karıncanın durumundan farksız olur. Günümüze geldiğimizde Orta Doğuda ABD ve Israil ile ilişkilerinde hiç sorun yaşanmayan diktatörler zinciri söz konusuydu. Ancak bu diktator amcalar gücü ve parayı buldukça herhangi bir merkezi otoriteye bağlı kalmak istemediler. Her dediklerini yapmamaya başladılar. Merkezi güç artık yönetemiyordu. Yönetilemeyen güc’ün güç olmadığını bilem merkezi otorite bu diktatörlerin son kullanma tarihinin geçtiğini ilan etti ve sahte bir demokrasi oyununu sahnelemeye başladı. Bu konjoktür gerçekten Türkiyenin çok işine yarıyordu. Türkiye konumu ve geçmişten gelen tecrübesi ile konjoktürün de itmesi ile birden bu bölgelere ağabey olmaya başladı. Merkezi otorite desteği şu anda Türkiye ile beraber. Her ne kadar İsraile sesimizi yükseltsek’te bu yüksek sesi nasıl çıkarabildiğimizi anlamış değilim. Sizin askeri teknolojinizi geliştiren bir ülkeye bu kadar yüksek sesle bağırabilmek gerçekten büyük yürek ister. Eğer, artık bağırma dediklerinde bağıramayacaksak bağırmamalıyız. Dedik ki yönetilemeyen diktatörler, sahte bir demokrasi oyunu ile aşağı alındı. Bu gün Merkezi otorite ile iyi anlaşan biz yarın dediklerini yapmadığımızda aynı şekilde ters düştüğümüzde, müdehale edildiğinde ayakta durabilecekmiyiz. Eğer buna tam kanaat getirerek bir yerlere ağabeylik yapıyorsak, bir yerlerede sesimizi yükseltiyorsak amenna. Bu gücü bir şekilde halk’a kantlayın ki halk bu hareketlerin arkasında başka dümenler aramasın. Planların çok büyük ve merkezinde bizim olduğumuzu hiç bir zaman unutmadan siyaset yapmak en güzeli olacaktır. Aslında kader, önünde kollarınızı açıp duramazsınız, o size alır götürür. Mevlam neyler neylerse güzel eyler diyerek yazımıza son noktayı koyalım. Kaynak : -nerdenbileceksin.com/orta-dogu-
  14. sur

    Allah Nerede

    Allah Nerede Dört, beş yaşlarına gelmiş bir çocuk eğer müslüman bir ailede büyüdüyse muhtemeldir ki “Allah nerede” sorusunu evdeki yetişkenlere soracaktır. Peki bu sorunun cevabını biz biliyormuyuz ki acaba. Bazen o yaşlarda bir çocuğa nerde olduğunu çok iyi bildiğimiz bir varlığın bile yerini anlatmak zor olabilir, Mesela çocuk bize sorsa Antalya nerde diye, Türkiyenin en güneyinde diyeceğiz, o zamanda güney ne diyecek, yani zor izah etmek ki nerde Allah’ın yerini söyleyelim. Sanırım burada yapacağımız en güzel hareket: Zamanı gelince Allah’ın ona nerede olduğunu göstereceği cevabını vermek olurdu. Kendi kendimize sorsak Allah nerede diye acaba cevabımız ne olur, Allah bize kendinin nerede olduğunu gösterdimi. Kendimize göre olası cevapları değerlendirmeye çalışalım: Her halde kendini müslüman kabul edenlerin çoğunluğu yukarıyı gösterecektir. Yukarıyı göstermenin aslı şaman dinleri, mitolojik dinler, gök tanrı dini, yıldızlara tapanlar gibi Kuran’da ciddi bir şekilde tenzih edilen ve şirk ehli olarak belirtilen toplumlardan gelmektedir. Yani Allah nerede diyince yukarıyı göstermek bizi şirk ehline çok yakında tutar, dikkat etmek lazım. Allah yasaklamış Resulü ise bununla çok ciddi savaşmıştır. Bir diğer taraftan biraz daha okumuş araştırmış ve ya biraz daha iyi bilen müslümanlar, Allah heryerdedir diyecektir. Biraz daha makul bir cevap değil mi. Ancak burda da bir sorun var. Her yer neresi, yerden kastımız nedir. Sağ, sol, yukarı aşağı, kuzey, güney, doğu, batı, hangisi hepsine yayılmışmı. Yani gördüğümüz herşeye Allah mı demek istiyoruz “burda da şirk vardır” yoksa bir yere oturtamadığınız için heryer diyip geçiyormuyuz”burda da baştan sağma vardır”. Bazılarıda bu konuyu düşünmekten çekinir. Yukarıda bahsettiğmiz iki önermede kafasında bir yer edemediği için Allah’ın ne olduğunu anlamanın derinliklerinde kaybolmak istemez, konuyu kapatır. Bizim düşüncemize göre ise bu soru net bir şekilde abestir. Böyle bir soru olmaz. Mekan kavramı insanın bulunduğu ortama göre kafasında ürettiği sonradan uydurma bir kavramdır. Allah’a bir şekilde mekan adlederseniz “bu heryer bile olsa” büyük gaflete düşersiniz. Allah zaman ve mekan kavramından münezzehtir. Bizim indimizde Allah’I işaretlemek mümkün değildir, ama bu Allah görülemez demek değildir. Allah Hz. Muhammed ümmetine çok net görünür, ancak görebileceğimiz zatı değil, sıfatlarıdır. Zatı düşünülemez ve görülemez hemde yasaktır. Allahın yansımalarını görebilmek (sıfatlarını) büyük bir erdem ve şereftir ayrıca ümmeti Muhammede kolaylaştırılmıştır. Allah’ın yansımalarını görebilediğiniz zaman zatının görülmesinin neden imkansız olduğunu anlarsınız. Bakalım Allah kendini bize nasıl anlatmış : İhlas Suresi : 1- Kul huVaAllahu Ehad; De ki: “HU Allah EHAD’dır (son – sınır kavramsız TEK’tir)” 2- Allahus Samed; “Allah SAMED’dir (Som, kendisine bir şey eklenmesi, genişlemesi ya da kendisinden bir şey açığa çıkması söz konusu olmayan)” 3- Lem yelid ve lem yuled; “Doğurmamış ve doğurulmamıştır;(kendisinden varolmuş meydana gelmiş ikinici bir yapı yoktur ve kendisini var eden de yoktur)” 4- Ve lem yekünleHU küfüven ehad; “O’na hiçbir küfuv (denk) olmadı(hiçbir düşünülen O’na denk özellikler açığa çıkaramaz)” Kuran Açıklama : Ahmed Hulusi Aslında Allah çok net. Bu özelliklerdeki TEK varlığı herhangi bir mekana oturtmak sizcede abes değil mi?
  15. sur

    Şirk.

    Ben dedim şirk oldu. Sen dedin şirk oldu. O dedin yine şirk oldu. Siz dedin şirk oldu. Onlar dedin şirk oldu. Neden öğrettiniz şahıs zamirlerini? Çünkü bilmezdiniz aslında şahıs yoktu. Peki neden girdi dile bu kelamlar? Çünkü eskilerde bilmezdi şahıs yoktu. Gösterdim hocama yazdığım bu kelamı. Dedi ki : Nerde birinci çoğul şahıs? İşte burdayız hocam, tam burda. Duruyoruz öylece hiç gayrı olmadan. Şirk yok ki, biz diye söylenen kelamda. Hepimiz biriz çünkü; biz burda, tam burada. Kelam yetmez dil dönmez tek dediğin anda. Bakarsın sağa, sola kimse yok aslında orada. Yanlızlık çöker içine tek kaldığın anda. Yanlızlıkmıdır yoksa bütünlükmüdür dersin. Bütünlük dersen alemi seyre girersin. Eğer kalırsa yine yanlızlık. Al sana şirk yeniden şirk.
  16. İshak ve ya İsmail ne farkeder? Yazının içeriğini okuyup yazı hakkında yorum yapacağınıza bunun mitiloji olduğunu kanıtlamaya çalışıyorsunuz. Keşke ne olursa olsun inanmasanızda, en sevmediğiniz ve inanmadığınız görüşlerin bile pozitif noktalarından bir pay çıkarabilseniz.
  17. sur doğum gününüz kutlu olsun!

  18. Tanrı diye bitşey yoktur. Kafanızda oluşturduğunuz tanrı kalıbına Allah sığmaz. Allah hiç bir kalıba sığmaz, ölçeklendirilemez.
  19. Merhaba; Bu konuların bu kadar tartışılmasındaki asıl sebebin Tanrı kavramı olduğunu düşünüyorum. İslam dininde Allah insanlara La İlahe İllah dedirttiriyor ki buda = "İlah = Tanrı yoktur. Ancak Allah vardır". yani aslında kendine ateist diyen arkdaşlar nasıl Tanrı yoktur diyorsa islam da tanrı yoktur demektedir. İslam dediğimiz aslında ve özünde sistemin işleyişidir. Sisteme uygun davranırsanız oda size pozitif döner aksi takdirde negatif ki evrenin pozitif negatif değerlerede ihtiyacı vardır. Yani ikiside adildir, ihtiyaçtır. Bizim canlı otları yolup yememiz ne kadar doğalsa, hayvanları kesip yememiz ne kadar doğalsa Cehennem denen olgununda bizden negatif olanları kendine yakıt yapması o kadar doğaldır. Biz sistemin çalışmasını idrak yöntemiyle ve tefekkürle zuhrunda açığa çıkartabilen Efendim Muhammed Mustafa s.a.v bu ilmi hiç bir karşılık olmadan insanlar ile paylaşmıştır. Sistemi çözdüm diyecek olan arkadaş Efendimizin bir açığını bulabilirse (ki bulamaz çünkü oda aynı şeyi görecektir.) eleştirebilir. Ancak o seviyeye yaklaşması bile mümkün olmayan insanların aciz ve düşük bakış açısı ile o mükemmelliyeti eleştirmesi abese tekabül eder. İslam sistem ve sistemin açıklamasıdır dedik ancak Allah haşa evrenin vücudu değildir. Herşey ondan var olmuştur ama hiç bir şey o değildir. Her nasıl ki bir ressamın resmine baktığımız zaman ressamı göremeyeceğimiz ve tanıyamıyacağımız gibi. Allah yukarıda oturan bir tanrı değildir. Allah'ı hiç bir yerde aramayın, o bize kalbimize bakmamızı tavsiye etmiştir, ötede bir yerlerde aramak bizi şirke götürür. Dolayısı ile aslında ALlah Muhammed s.a.v ve islama inanan birisi olarak ataistlerin bir çok söylediğine hak verebiliyorum. Sembolik ifadeler insanları böyle direnişlere itebilir ki buda doğaldır onların fıtratı sorgulama, özgürlük üzre yaratılmıştır. Ve özünde doğru kanalize edilebilirse çok güzel bir fıtrattır.
  20. Hz. İbrahim, Oğlu Hz. İsmail’i Kurban Etmeseydi Kuran’ı Kerim de kurban ile alakalı en bilinen kıssa Saffat suresindeki Hz. İbrahim A.S nin kıssasıdır. Bu kıssa üzerinden yola çıkarak Kurban’ın mana ve mahiyeti ile alakalı hafsamız yettiğince kendimize göre bazı değerlendirmelerde bulunacağız. Öncelikle diyanet’in sitesinden direk olarak alınan Kuran’ı Kerim meali ile kıssa aşağıdadır; Sâffât 100. “Ey Rabbim! Bana salihlerden olacak bir çocuk bağışla.” 101. Biz de ona uysal bir oğul müjdeledik. 102. Çocuk kendisiyle birlikte koşup yürüyecek yaşa gelince İbrahim ona, “Yavrum, ben rüyamda seni boğazladığımı gördüm. Düşün bakalım, ne dersin?” dedi. O da, “Babacığım, emrolunduğun şeyi yap. İnşaallah beni sabredenlerden bulacaksın” dedi. 103,104. Nihayet her ikisi de (Allah’ın emrine) boyun eğip, İbrahim de onu (boğazlamak için) yüz üstü yere yatırınca ona, şöyle seslendik: “Ey İbrahim!” 105. “Gördüğün rüyanın hükmünü yerine getirdin. Şüphesiz biz iyilik yapanları böyle mükafatlandırırız.” 106. “Şüphesiz bu apaçık bir imtihandır.” 107. Biz, (İbrahim’e) büyük bir kurbanlık vererek onu (İsmail’i) kurtardık. 108. Sonradan gelenler arasında ona güzel bir ad bıraktık. 109. İbrahim’e selam olsun. 110. İyilik yapanları işte böyle mükafatlandırırız. 111. Çünkü o mü’min kullarımızdandı. 112. Biz onu salihlerden bir peygamber olarak İshak ile de müjdeledik. 113. Onu da İshak’ı da uğurlu kıldık. Her ikisinin nesillerinden iyilik yapanlar da vardı, kendine apaçık zulmedenler de. Hz. İbrahim Allah’ın lütfu ile evladını kurban etmemiştir, peki ya kurban etseydi? Bu gün bizde evlatlarımızı kurban edip etlerini kolu komşuya mı dağıtacaktık? Yoksa bu din mantıksız gelip dinimizimi değiştirmeye kalkacaktık? Yukardaki gibi kaç tane soru türetebilirim bilmiyorum, ama çok fazla olacağı noktasında şüphem yok. Aslında bu soruları sormamızın bile bizim önümüze ışık tutması gerekli. Kurban’ın manasını düşünürken sadece karnı aç olan insan kardeşlerimize et dağıtmak, onların karnını doyurmak ve bu gibi benzeri dünyevi pozitif unsurlar dışında etki düşünemiyorsak ayıp ediyoruz. Yukardaki soruların ilkinde Hz. İbrahim’in evladını kurban etmediğini söyledik. Aslında kurban etmiştir. Bizim değerlendirmemize göre kurban edilen dünya bağlılığıdır. Hz. İbrahim uzun dualar sonrasında ileri yaşlarda çocuk sahibi olmuştur. Ayrıca evlatlarını çok seviyor, ve çok bağlıydı. Ancak dünya çok pis bir yerdi ve dünya ile alakalı herhangibir bağlantı ahiretimizi çok yaralıyor, ahdadiyete ters geliyor ve çokluk ortaya çıkartıyordu. Oysaki Allahın varlığından gerisi aslında yoktu ve bu gerçekten Hz. İbrahim içinde büyük bir sıkıntıydı. Hz. İbrahim’e rüyasında evladını kurban etmesi gerektiği bildirilmişti (aslında bazı yorumlar getirilebilir ancak Kuran mütehassısı olmadığımız için pek vazife edinmedik.) çünkü dünyada en bağlı olduğu şey evladıydı. Bu bağıda kopardığı anda artık dünya sadece bir araç olacaktı. Allah indinde mümin kullardan olduğunu ve Allahın selamına layık olduğunu birdaha tescil edilmişti (Allah’ın selamı üzerine olsun). Indimizde kurban’ın asıl mahiyeti dünya bağının minimize edilmesi, ahdadiyet bilincinin içimizde oluşmasına katkı sağlması, diğer taraftan Allah’ın adalet tecellisinin anlaşılması noktasında bize büyük fayda sağlaması. Başka bir sürü faydası elbet vardır, bize yansıyanlar böyle, fakir fukaranın karnının doyrulması ise faydaları nazarında çok küçük kalır, dünyevi faydalar zahirde karşımıza çıkan ekstra, tabiri caiz ise bonus olan faydaları. Kurban, Allah indinde bir insanın ne kadar hiç olduğunu da gözler önüne apaçık serer. Kurban keserken hissettiklerim gerçekten çok ağır. Bir örnek ile anlatalım : Boynuzundan, ipinden çekilerek 5-6 kişi tarafından zorla kurban edileceği yere getirilen hayvan, varsa yakında bir ağaca bağlanır. Ondan once kesilecek olan hayvanlar varsa mümkünse direk hayvanın gözü önünde değilde, az kenarında bir yerde 3-4 kişi tarafından yatırılır ve üzerine basılır. Üzerine basanlardan birisi bizizdir. Hayvanın kafasına yakın bir yerden yardımcı oluyorsak, hayvanın gözündeki yalvarır bakışları görürüz, o anda “bırak kardeş ne yapıyoruz biz ya” diyesi gelir insanın, tabi merhametimiz var, eğer bu durumu yadırgamaz isek bize yazık. Ancak işte o anda Allah’ın adaleti gelir aklımıza, adalet bumu deriz? Güçsüz bir varlığı güçlülüerin ezmesi. Hayır insanın kafasındaki adalet bu olamaz, ve değildirde. Orda durup bunun bizim değil Allah’ın adaleti olduğunu anlamamız gerekiyor, kadere bırakıp teslim olmak gerekiyor. Bizim içimizde de cehenneme gidecek insanların zebanilere yem olacağını, kaçamayacaklarını düşünmemiz gerekiyor.İyi, kötü, adalet, çirkin, pis gibi dünyevi algılarımızın sadece insan indinde olduğunu bunların hepsinin Allah indinde bir, ve bizim algılayabilmemizin, zahirde mümkün olmadığını idrak etmemiz gerekiyor. İnce bir konu üzerine daha sayfalarca yazılabilir, sohbet ortamında saatlerce konuşulabilir. Bizim idrakımıza göre kısa özet böyle, vakit ayırdığınız için teşekkürler 
  21. Yazıda Azrail i gördüğümden bahsetmemişim, sadece gelmek üzere olacağını tahmin etmişim, zaten orda anlatılanlarda rüya, ayak üstü görülen uzun bir rüya, bu kadar kısa sürede bu kadar çok rüyayı görüken dünyada yaptığım işleri hatırlamamam enteresan, ayrıca gerçek zaman dilimine göre 1dk lik bir süreç rüyada 30dk nin üzerinde bir süreç olarak gerçekleşiyor. Burda zamanın bir yanımsama ve aslında zamanın izafi bir durum olduğunun idrakı var.
  22. Sen masal olarak oku o zaman, neticede hissedilen bu. Bana göre varmış demekki Azrail demişim hikaye olmuş, sana göre azrail yoksa masal sayarsın...
  23. Karşıya geçip markete uğradıktan sonra eve gitmem gerekiyordu. Yerler kaygandı ve tam karşıya geçme anında; bana araba çarpmasını ve ölmem durumunda ne olacağını düşündüm. Eşim ve çocuğum hızlıca aklıma geldikten sonra, kendimi bir divanın üzerinde yatarken buldum. Yatıyordum, gözlerimi dikmiş tavana bakıyordum. Etrafımda bir hareketlenme olduğunu fark ettim kalkmak istedim kalkamadım. Başımı oynatmak istedim oynatamadım. Etrafımda çaresizce beni dürten; seslerini duymuyordum ancak ağız hareketlerinden anladığım kadarı ile bağıran,çağıran, eşim, akrabalarım vardı. Kendi kendime herhalde ben öldüm dedim. Sonra eğer öldü isem her an Azrail gelebilir, münker nekir ile karşılaşabilirim düşüncesi aklıma geldi. Ve zikir çekmeye başladım. “Subhanallahivelhamdülillahivelailaheillalahuvallahuekber”, “Allahuekber” , “Subhanallah” diyordum. Zikre başlayınca başımdaki insanların yüzünde bir şaşkınlık ifadesi belirdi, adeta başlarından aşağıya kaynar su boşalmışçasına bana bakıyorlardı, korku ve ürperti içinde olduklarını hissedebiliyordum. Acaba benim zikirlerimi mi işitmişlerdi? Dedim ki “Beni duyuyor musunuz?” hepsi birden; “Duyuyoruz” dercesine kafalarını salladılar. Duymuyor, hareket edemiyordum ancak bir şekilde konuşabiliyordum. Felç olmuş olabileceğimi düşündüm ve onlarla da bunu paylaştım, bir umut doldu gözlerine, ancak ben hala şüpheliydim. Ölmek üzere miydim yoksa felç mi geçirmiştim. Öldü isem ruhum bedenden ayrılmalıydı, ben yaşarken buna inandırmıştım kendimi. Ruhumu bedenden ayırma çabasıyla bedenimden kalkmak istedim. Doğrulmuştum, ayağa kalkmıştım, odadakilerin arasında dolaşıyor, içlerinden geçebiliyordum. Ancak bedenimden ses kesilince odadaki herkes bedenimi sarsmaya feryat figan ağlamaya başladılar. Buna dayanamadım ve gidip tekrar bedenimin üzerine yattım. Konuşmaya çalıştım, tekrar konuşabiliyordum. Sakinleştiler. Artık öldüğümü anlamıştım. Neticede ruhum bedenden ayrılabiliyordu. Bunun üzerine eşime ve akrabalarıma telkin vermeye öldüğümü anlatmaya çalıştım. Sadece bir aksilik olmuştu Azrail gelmek üzereydi. Kendime geldiğimde market kasasında aldığım ekmeğin ücretlerini ödemek üzereyken buldum kendimi. Karşıdan karşıya geçip marketten ekmek aldığımı da hatırlıyordum, gördüğüm bu rüyayı da. Bir aksilik vardı, bu kadar kısa sürede böyle bir rüya görmeye mana verememiştim. Zaman artık yoktu benim için. Herşeyin anlık bir görüntü olduğunu anlamış ve ölümün sıcaklığını ensemde hissetmiştim.
  24. Selamlar arkadaşlar; Bu foruma en son en zaman girdim bimiyorum, ancak sanırım takriben 4 ay olmuştur, bu başlık hala güncel. Aslında güncelliğinide asla yitirmeyecektir, çünkü konu insanların hiç bir zaman net olarak çözemeyeceği bir konu. Öncelikli düşüncemi belirtmem gerekirse ALLAH "Bu benim inancımın bana söylettiği isim" adıyla işaret edilen; Evreni yaratmıştır, düzeni oluşturmuştur, genetiğini işlemiştir. Sonrasında hiç bir müdehale yoktur. Evren bu kodlarla yaşayan ve büyüen canlı bir varlıktır tıpkı insan gibi. Yaratılıştan gelen kanunlar Evreni düzene koymaktadır. Ancak ilk yaratılış anını ve öncesini düşünmemüz mümkün olmayacaktır, çünkü bizim hiç bir kanunumuz orda geçmez; dolayısı ile ALLAH adı ile işaret edileni de anlamak, o boyutu idrak etmedikce imkansız. Evet bilim gerçektir ve daha keşfedilecek çok şey vardır. Evren bir kanunlar silsilesidir, İslam da buna Hikmet denir. Bu kanunlar ister bilim ile araştırır öğrenirsiniz, ya da nasip olursa Resulullah gibi Evren'in yaratıldığı ilk noktaya gider bütün Evrenin yaratılış kurallarını ordan izlersiniz.
  25. sur

    Nefs Terbiyesi !

    Nefis i Azarlamak ; Sabırla sonuna kadar okuyunuz. Sayın Okuyucu! Senin nefsinde herkesin nefsi gibidir. Öğüt ve azarlamadan etkilenir. O halde hemen nefsine öğüt verip onu azarla. Devamlı olarak azarlayıp deki: Ey nefsim! Akıllı olduğunu iddia ediyor ve sana ahmak diyenlere kızıyorsun. Oysa senden daha akılsız kimse olamaz. Zira ömrünü boş şeylerle geçiriyorsun. Senin durumun polislerin kendisini arayıp , yakaladıklarında idam edeceklerini bilen bununla beraber bürün zamanı eğlence ile geçiren katilin durumuna benziyor. Seni almadan gitmemeye karar vermişler. Cehennem senin için yaratılmış. Ecelin bugün gelmeyeceğini biliyor musun? Bugün gelmese bile elbette bir gün gelecektir. Öyle ise bu gün geldi bil. Zira ölüm kimseye önümüzdeki gece, gündüz erken,geç, kış veya yaz gelirim dememiştir. Herkese anısızın, hiç ummadığı bir zamanda gelir. O halde hazırlanmamaktan daha büyük akılsızlık olur mu? Ey nefsim! Sana yazıklar olsun. Her gün bir günahla meşgulsün. Eğer Allah senin bu halini görmüyor sanıyorsan Kafirsin. Eğer gördüğüne inanıyorsan çok cüretli ve utanmazsın ki onun görmesini ve bilmesini önemsemiyorsun. Senin hizmetçin sana böyle itaatsizlik etse, ona nasıl kızarsın. O halde Allah’ın kızmadığından nasıl emin olabilirsin? Eğer azabına dayanırım, diye düşünüyorsan parmağını ateşe tut, ve ya bir saat kızgın güneşin altında bekle yahut çok sıcak hamamda biraz dur. O zaman ne kadar zayıf olduğunu anlarsın. Yoksa yapacaklarının yanında kalacağını, hesaba çekilmeyeceğini mi sanıyorsun? O halde Allah’ın emrini inkar ediyor ve yüzyirmi dört peygamberi yalancılıkla itham ediyorsun. Allah(C.C) buyuruyor ki: “Günah işleyen cezasını çekecektir.” NİSA 123 Eğer “Allah kerem sahibidir, bağışlayıcıdır. Bana ceza vermez” diyorsan niçin bu kadar kişiyi bela ve sıkıntı içerisinde aç ve çıplak bırakıyor. Ve niçin kimse ekmeden biçemez? Eğer böyle düşünüyorsan niçin dünyalık arzularına kavuşmak ve dünya malını elde etmek için o kadar hile yapıyor “Allah kerimdir, zahmetsizce benim isteği verir” demiyorsun? Eğer “bunların böyle olduğunu biliyorum. Fakat zahmete katlanamam” diyorsan zahmet çekmeyen kimsenin yarın cehennem zahmetinden kurtulmak için biraz zahmet çekmesi gerektiğini bilmelisin. Bugün bu kadarcık zahmete dayanamzsan, cehennem zahmetine, işkence ve ızdırabına nasıl dayanırsın? Servet kazanmak için sıkıntılara katlanıyor ve vücut sağlığı için cahil bir doktorun sözü ile bütün arzularından el çekiyorsun da, cehennemin fakirlik ve hastalıktan daha zor olduğunu, ahiretin dünyadan çok daha uzun olduğunu bilmiyormusun? Eğer “Tevbe edip iyi işler yaparım” diyorsan, ölümün daha önce gelmeyeceğini nederen biliyorsun? O zaman pişman olursun. Yarın tevbe etmek, bu gün etmekten daha kolay olacağını sanıyorsan aldanıyorsun. Zira tevbe geciktikçe zorlanır. Ölüm yaklaştıkça tevbe etmek, yokuş önüne geldikten sonra hayvana arpa vermek gibidir: artık fayda vermez. Nefsin pisliklerini temizlemek uzun zaman alır. Onu tevbe ve mücahede potasında temizlemek gerekir ki arılaşsın, yakınlık ve sevgi derecesine erişsin ve yolun bütün yokuşlarına tırmanabilsin. Ömür boş geçip süre kalmayınca gaye nasıl elde edilebilir. O halde niçin ihtiyarlıktan önce gençliği, hastalıktan önce sağlığı, işten önce boş zamanı, ölümden önce hayatı ganimet bilmiyorsun? Ey zavallı nefsim! Yazıklar olsun sana. Yaz iken kış azığını hazırlamakta hiç gecikmiyorsun. Bunları elde etmek için de Allah (C.C)’ın merhamet ve ihsanına güvenmiyorsun. Oysa cehennemin dondurucu soğuğu kışın soğuğundan ve ateşinin sıcaklığı Temmuz güneşinden az değildir. Dünya hazırlığında hiç kusur etmiyorsun da, ahiret işlerinde niçin gevşek davranıyorsun? Yoksa ahirete inanmıyormusun? Yahut kalbindeki bu küfrü kendinden demi saklıyorsun? Bu ebedi felaketin sebebidir. Marifet nurunun himayesine sığınmadan, öldükten sonra şehvet ateşinin yakmasından kurtulacağını sanan kimse, kalın elbise giymeden kış soğuğundan Allah’ın lütfu ile kendisini üşütmeyeceğini sanan kimseye benzer. Allah’ın lütf ve keremi, birçok faydasından dolayı kışı yaratmışsa da, ondan korunmak için elbise yapacak şeyleri yaratmasıdır. Günahlarının Allah (C.C) kızdırdığı için azab çekeceğini zannetme ve “günahlarımın ona ne zararı olabilir ki, bana kızıyor ” deme. Seni yakacak olan cehennem azabı, senin içindeki kendi şehvetinden ve arzularından meydana gelir. Nitekim hastalık, doktorun emrine aykırı davranması yüzünden veya sana kızdığı için meydana gelmez. Zararlı şeyleri yemekten ileri gelir. Ey nefis! Anladım ki, dünyanın nimet ve zevklerine alışmış, kendini onlara kaptırmışsın. Cennet ve cehenneme inanmıyorsan bari ölümü inkar etme. Bu nimet ve zevklerin hepsi senden alınacaktır. Ve sen bunların ayrılık ateşi ile yanacaksın. Bunları ne kadar sever, ne kadar sıkı sarılırsan, ayrılık ateşi de o kadar çok olur. Sana yazıklar olsun. Ey nefis! Bütün dünya sana verilse ve dünyadaki bütün insanlar sana secde etse, az süre sonra sen de, onlar da toprak olacaksınız. İsimleriniz unutulacak, hatıralardan silineceksiniz. Geçmiş nice büyük padişahları anan var mı? Kaldı ki, dünyadan sana verilen az şeyde keder, felaket ve acılara karşılıktır. Bunu sonsuz olan cennete nasıl değişirsin? Ey nefs! Yazıklar olsun sana... Birisi bir mücevheri kırık bir vazo ile değiştirse ona gülersin. Dünya da saksı gibidir. Onu kırılmış bil ve değerli bir mücevher olan ahretin de elden çıktığını, sana yalnızca pişmanlık ve azap kaldığını farzet. Nefs bu çeşit sözlerle daima azarlanmalı ve öğüte kendi nefsinden başlanmalıdır. İmam-ı Gazali
×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.