Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

hititli

Φ Süper Üye
  • İçerik Sayısı

    30
  • Katılım

  • Son Ziyaret

hititli Hakkında

hititli - Başarıları

Meraklı

Meraklı (6/14)

  • İlk İleti
  • Ortak Nadir
  • İçerik Başlatan
  • Birinci Hafta Tamamlandı
  • Bir Ay Sonra

Son Rozetler

0

İçerik İtibarınız

  1. M.E.B Ders kitaplarında, “Şehircilik algısı ve Planlama”! Üniversite öncesi, örgün eğitim için seçmeli/zorunlu ders kitapları hazırlanırken, hedef kitleye yönelik elamenter ve analitik bilgiden önce konsepte uygun, kişinin bilinçlendirilmesi ve algı kapasitesini (vizyonu) artırmaya yönelik bir yazım, sunuş ve epistomolojik bir yöntem tekniği kullanılmalıdır. Bu konu aslında, alan uzmanlarından önce, eğitim bilimcileri ve uzmanlarının ilgi alanıdır. Pedagojik ve eğitim psikolojisini ilgilendiren yönleri de vardır. Örneğin; a) Din dersi kitaplarında, “inançlar tarihi-felsefesi verilmeli, b-)Felsefe ve mantık derslerinde, belli bir felsefe değil. Felsefe ve düşünce tarihi verilmeli, c) Demokrasi ve yurttaşlık bilgisi dersinde ise, keza öyle…, d) Sağlık bilgisi dersinde ise, mutlaka ilk yardım tekniklerine de yer verilmelidir. ….listeyi daha da uzatmak mümkündür. Uzmanlık alanım olan “Şehircilik ve Planlama” açısından bir örnek vermem gerekirse; Mimar Feral Eke’ye yazdırılan yada sipariş edilen ve ders kitabı olarak da, MEB tarafından basılan hatta, “atıf”! yapılması da kesinlikle yasaklı, ISBN numarası almış, elimde orijinal! bir yayın var. 3541/741… Eleştirilerim: a) Eserde kaynakça veriliyorsa, metin içerinde dipnot olarak mutlaka verilmelidir. b-) Anlaşılabilirlik ve okunabilirlilik açından, yararlanılan kaynak eserler, Lisans ve yüksek lisans düzeyinde geçmişte okutulan ve dinozor döneminden kalma olmamalı, güncel kaynaklara yer verilmelidir. c) “Derleme” bir yazından öte, ana teması ve amacı okuyucu kitlesine göre örülmeli, bütüncü (kendi içinde bütünlüğü olan) bir yaklaşımla ele alınmalıdır. Teorik karmaşadan kaçınılmalı. Yalın bir içerik ve dil kullanılmalıdır. d) “Mal sahibi,mülk sahibi ..hani bunun ilk sahibi” türünden bir etik kazası izlenimini bile, insan aklına bile getirmemelidir. e) Ders kitabıdır deyip geçilmemeli, akademik yönü titizlikle incelenmelidir. Konuya, “milli eğitim” duyarlılığı içinde yaklaşılmalı. Eğitici olmalıdır. Son olarak, özellikle şehircilik, kentlilik ve çevresel değerler konusunda; üniversite öncesi örgün eğitim gören öğrenci yaş profili üzerinden yapılan, (algı ve bilinç ölçme ve değerlendirme) sayısız bilimsel çalışma ve tebliğe en azından bir göz atılması bile, akademik saygının ve MEB’ in titiz ciddiyetin bir gereği olarak görülmelidir. Yüzlerce yıllık geçmişi olan Türk şehirleri, ve medeniyetinin ve şehircilik tarihi deneyimimiz ve bilgi birikimimizin,.. Başkent ANKARA’mızın da, öğrencilerimize aktarılması, çağdaş gayemiz değil midir?!
  2. Empati Yoksunlığu Psikiyatrisi: Mobbing “MOBBİNG’" in PSİKOLOJİSİ… !! İşyerinde Psikolojik taciz olarak, Türkçemize geçen bu olgu; şimdilerde cinsiyet tanımaksızın, mahkemelerimizin gündemine de girmiş durumda… Mobik, “tüzel kişilik”ten daha ziyade, esas itibariyle,”gerçek kişileri” konu edindiğinden; idare mahkemeleri değil, asliye hukuk ve ceza mahkemelerinin uhdesindedir. Mobik örneklerine, askeri yapılanmalarda rastlamak mümkün değil, zaten işin doğasına da aykırı iken, Üniversitelerdeki sayısı ile kıyaslandığında, üniversitelerin, kışlaya fark attığı gözlenmektedir. Olayların, % 99 ‘unun üzeri örtülmekte, kol kırılmakta, “yen” içinde bırakılmaktadır. Sadece % 0.5 ‘ lik bir oran ise, aysbergin su üstüne çıkan boyutudur. Batı ülkelerinde ise; olgunun oldukça yol almış bir geçmişi ve yerine oturmuş, hatırı sayılır bir hukuku ve yaptırımı vardır. Maalesef, üniversitelerde yaşanan “mobik” vakaları, neredeyse hangisi “mobik” değil ki? dedirtecek cinstendir. Tacizci kurbanını nasıl seçiyor? Kurbanında olması gereken asgari nitelikler nedir? Senaryosunu nasıl kurguluyor? Örneklem alanını nasıl belirliyor? Nasıl bir yöntem izliyor? Bu yazıda, mobik olgusuna, sibernetik açıdan bilimsel bir açılım getirmek amaçlanmaktadır. Tacizci ile başlayalım; Tacizci (mobik-seven): Tacizci kahramanımız bir amirdir. Şefkat ve ilgi mağduru bir “cevher”dir. Özellikle tacizcide, ağır kompleksi ve kompülsif bir takıntı varsa; durum daha da ciddi demektir.Bu gruba giren kişiler, psikolojik olarak kendilerinde, kendilerinin bile tarifleyemediği bir saygı/saygınlık! arayışı içindedirler. Kendi “gerçek kişiliklerini” oluşturan varlık alanını, sahip olduğu makamın tüzel kişiliğinden üstün tutarlar. Kendilerini her daim kanıtlama ve “ispat” histerisi içindedirler. Kontrolü ellerinde tutayım derken, kontrolsüz ve akıldışı(irrasyonel) davranışları dikkat çekicidir. Bu kişilerin, eğer “bir üst amiri” de aynı hastalıktan müzdarip değilse, geçici de olsa kontrol altına alınabilir. Ama bu bile, zaman zaman tacizciyi içten içe öfkelendirebilir.Temel çözüm; tacizciyi görevden almak, makamsız bırakmaktır.Çünkü “sahip olduğu kudret; kafacığının içindeki, kendisine tanınan yetkide ve arkasındaki kamusal güç zırhındadır.” İşte bu yüzden, kendilerinin mahkemeye verilmesi, onlar için “her şeyin bittiği” noktadır. Mobik kurbanının temel özelliği ise; “sıra dışılığı” dır. Evcileştirilmesi gereken bir alt(lık)tır. Tacizci, önceleri kurbanı ile iyi ilişkiler kurar. Daha sonrasında ise; tacizci ana hareket planını, birbir yerine getirmeye başlar. Mobik mağduru, genelde üstün zekalı ve kariyerinde başarılı ve sosyalleşme sürecini tamamlamış kişilerdir. Mağdura yüklenen rol; onun sözde “sorunlu”! bir kişi olduğudur. Pro-fesyonel tacizci; bu sorunu ve sorunun ne olduğunu bir türlü tanımlayamasa bile, böyle bir imajı(sabıkayı) kurbanının üzerinden yaftalayacak, her türlü suçlamayı a-simetrik psikolojik yollarını kullanarak yapacaktır. Kullandığı YÖNTEM; a) “Dedikodu Psikolojisi” Yakın çevre derin görüşmeleri c) Sistematik,idari soruşturmalar sinsilesi ve ardniyetli ithamlar. d)Abartılı duygu ve düşünceler,niyet okuma ve felaket tellaklığı. Tolga Yarman hocamın da belirttiği üzere; “Von Nevman’ ın matematikteki oyun teorisi, işin kuramsal çerçevesini oluşturur.Bu teori tüm harp oyunlarının da temel felsefesidir. Buna göre; yapılacak hamle yada hareketle kendinizin durumunu mümkün mertebe iyileştireceksinizdir; karşınızdakinin durumunu ise, mümkün mertebe kötüleştireceksiniz, yani “etkileşme” halindeki iki fonksiyondan biri maksimize edilirken öteki, aynı zamanda minimize edilecektir. İşte buna, Mobik’ in matemetiği derler” Tacizci aslında, korkağın ve kendine güvensizin tekidir. Bu yönüyle, acınası, hazin bir hayat hikayesi olduğu da söylenebilir. Dolayısıyla cinayet yerine ve mağdura sık sık uğrar. Can çekişen kurbanını öldürecek ve sonrasında da intihar süsü verecektir. Bu onun kurbanı ile “bağımlılık” aşamasına geldiğinin de göstergesidir. Brezilya şebekleri üzerinde yapılan bilimsel bir çalışmada; bir entropi formülü yardımıyla, Mağdurun, tacizciden aldığından daha fazla bilgiyi, tacizcinin mağdurdan aldığını göstermektedir. Bunun nedenine gelince; Tacizci(mobik-seven) “mağdur”un yaptığı her şeyden haberdar olabilmek için, kendini bitirircesine bir çaba sarf etmek zorundadır.Rakamlarla ifade etmek gerekirse; tacizci konumundaki baskın şebeğin mağdur konumdaki hayvanın davranış dışa vurumlarından (bilgi birimi olarak ölçüldüğünde bunun bütünü 0.6 bits değerindeydi) 0.2 Bits değerinde bir bilgi kaydettiği ve bunun tüm bilgilerin yaklaşık üçte biri olduğu, 0.4 Bits’ lik bir bilginin de kaybolduğu saptandı.. Ve bu aşamada sürpriz bir bulgu ortaya çıktı…!! Baskın durumdaki şebeğin “poz kesme”, “guruldama”, “taciz etme” ve “poposunu gösterme” gibi davranışlarından zayıf konumdaki şebeğin aldığı bilgi ise; sadece 0.02 bits düzeyinde bulunmuştur. Bu değerinde, zaman biriminde oluşan tüm bilgilerin sadece otuzda birine tekabül ettiği saptandı.Böylece bu değerin, tacizcinin kurbanından aldığı bilgilerden on defa daha az olduğu belirlenmiştir. ”Tacizci” şebeğin yükseklere tırmanayım derken poposunun daha da çok görüldüğü de saptanan başka bir bulgudur. Sonuç: Tacizci, mobik kurbanına, kurbanın tacizciye yöneldiğinden daha fazla yönelir.Bir anlamada aralarında, asker Şvayk ile subay Lukaş’ ın ilişkisi gibi bir ilişkiden bahsedilir. Mobik-severin, geçmişte buna benzer bir taciz yaşamış olma ihtimali yüksektir. Dolayısıyla, bir davranışsal model olarak yaptığı patavatsızlıkları “dopralık” ! olarak görme eğilimdedir. Sonuç olarak; Kişisel fikrim şu yöndedir. Mobik kaderimiz değildir. Mobik , yapanın yanına kar kalmaz. İnsan ırkının, arkaik sosyalleşme süreçlerinde görülen ve kendi ile barışık olmayan, zihin-ruh-duygu üçlemesindeki, “duygusal zeka” gerilemesini, pekala patolojik bir araz olarak görmek de mümkündür. Sorunu, kartezyen akılda aramamak ,çözümü ve tedavisini de “Ekolojik”bilinç kuramıyla bağıntılamak gerekir. Mobik-sevenin “durum psikolojisi”, saatlik fark gösterir. Süreç içinde stabil ve steril değildir. Bazı araştırmalar, mobik-seven kişilerin, intihale (bilimsel kapkaç) yatkın kişiler olduğunu da göstermektedir. Mobik- sevenler, karşılarındaki, kişilerin başarılarını hafife almaya ve aldırtmaya meyillidirler. Böylelikle kurban üzerinde orta ve uzun erimde bir “İtibarsızlaştırma” politikası uygularlar.Madur/madure , ahmak ıslatan yağmura maruz bırakılmakta sonrasında ise, sağanak yağmurda ıslandığı iddia edilebilmektedir. Bu süreklilik arz eden durum..sürecin kesin sonunu da hazırlar.Böylelikle işten el çektirmeye, yani zemin son darbeye hazır hale getirilir. “ Ardaşık zaman dilimlerinde, “AMİR” tarafından planlanan bu “ön-psikolojik taciz” eylemleri; (etik olmayan bir yöntemle),kurbana yönelik, gelecekteki olası ithamlarına zemin hazırlamak ve sürece yayarak, sözde “sorunlu adam” imasını zoraki algılattıracak, zorlama bir fişlemeye yöneliktir.” Unutulmamalıdır ki; Basiretsiz idareci, mobik yapmaya adaydır. Üniversite yönetimlerinin bu olaylarla mücadele etmesi veya en azından teşvik etmemesi gerekir. İdari açıdan tüm tedbirler alınmalıdır. Bunu yaparken de , “mobik-seven” in üzerine, aynı yöntemle gidilmemesi esastır. İyi yöneticiliğin “okulu” yoktur. Ama, “mobik”in bir "psikiyatri kliniği" vardır. Mobik tedavi edilemez bir vaka da değildir. Ancak hastanın, durumunu kabüllenmesi gerekir. Sinir krizleri ve kahkahaları ise, geçicidir. Bakalım, Mobik teorileriyle ilgili olarak gerçekleşecek, “doktora çalışmaları” yine de kim bilir bize hangi güzellikleri sergileyecek ve bize ne şebeklikler öğretecektir.Kafamızı sert bir kayaya vurmazdan ve kuma gömmezden az biraz, az önce…..!! tabiî ki de yani. Dipnot: 1) Tolga Yarman., “Dedikodu psikolojisi”., Popüler Bilim dergisi 2) Frederic,Vester .,( çev: Aydın Arıtan) “Ekolojinin anlamı”Arıtan yayın.1997 İstanbul
  3. "Ekoloji " de Ne kadar insan merkezlilik?! Yerküre üzerinde yaşanan 'post modernist' düşünce süreci; gerisinde kavram kargaşası / istismarı yaratan bir mirası akademiye bırakmıştır. Böyle bir defacto (fiili) mirası kucaklarında bulan bilimciler bu tıkanıklığı aşmaya yönelik olarak, üç (3) ekole ayrılmıştır. a) I. Ekol; Farklı kavramları birbirleriyle eşitlemek /özdeşleştirmek. ('Post modernist') (İşine nasıl gelirse öyle kullan mantığı) (Takiyeci - bilim) b.) II. Ekol; Bilim dallarında yaşanan pozitivist enflasyon. Her kavrama karşılık gelen kelimenin sonuna 'bilim' kelimesi eklenerek, yapılan küçük ölçekteki 'bilimsel'! savunma mevzileri.(normatif çılgınlık) c) III. Ekol; Kelimelerin gerçek anlamına fenomenolojik açılımlar getirerek, kuramın özünü savunan çalışmalar. Holistik (bütünsel) çalışmalar. Post modernizm döneminin, temel özelliği, modernist dönemden farklı olarak, kelimelerin (kavramların) istismar edilmesidir. İşte tam bu noktada; Ekolojizm ile Modernizm ya da Post-modernizm arasındaki farkı netleştiren aşağıdaki soruya verilen cevap önem taşımaktadır. 'NE KADAR İNSANMERKEZLİLİK ? ' (Çevreci Yazına Bir Atıf) 'Bazı ekologların ve biyologların 'Sıg ekolojik' olarak tanımladığı 'çevre' anlayışlarını insan merkezli , derin ekoloji anlayışını ise biyomerkezli olarak nitelendirmeleri insan merkezli ile kendimerkezli (ego-centrik) bencil kavramlarını ontolojik olarak ayırt etmediğinden, dolayısı ile, sosyo ekoloji ile fizik ekolojinin birliği açısından 'sığ'lığın ne olduğunun yorumunda ciddi endişelere yol açmaktadır' (Kaplan H. 160). 2005 Şehircilik Çalışmaları, Nobel yayın) Hemen belirtmek gerekir ki; 'Ne kadar insan merkezlilik?' sorusunu yönelten bir bilimcinin zihinsel karmaşası; henüz modernist kuluçka dönemini tamamlayamadan yuvasından uzaklaşmış, Post-modernist düşünce bataklığında, (çelişkiler içinde) debelenen çirkin bir 'ördek' yavrusunun dramı ile özdeşleştirilebilir. Bir örnek vermek gerekirse; Delenmiş, toparlanmış (bir öğretim üyesinin) çevrebilim ders notunda; “Ekoloji”den (bol ünlem işaretli) aşağıdaki şekilde bahsetmesi bile, “EKOLOJI” den ,bir çevreci olarak bile bihaber olması açısından düşündürücüdür. Şöyle ki; Alıntı: Dersin Adı: Çevre Bilimi Ders notu Sayfa 11. Ekoloji: ………._”insanların niçin problem oluşturduklarını, problemleri çözmedeki engellerin neler olduğunu açıklayamaz!”........buyurmuştur. Ekolojiyi, insan, insan sevgisi ve insani değerlerden bağımsız gören bir zihniyet buyurdu mu? işte böyle buyurur. İşte,“ dikili bir ağacı bile olmayan” bu müstebit zihniyet; tahakküm-sever bir zihniyettir. Ekolojiyi de kapsayan 'Ekolojist Bilim Paradigması'; Tüm eklektik! 'Merkezci' düşünceleri red eder. 'Çevre merkezci', 'insan merkezci', 'bio merkezcilik' gibi gruplandırmalar, ekolojist bilimcilerin alışık olmadığı ve de temkinli yaklaştığı 'Çevreci'! görüşlerdir. Birbirlerine göreceli olarak üstünlüğü / ayrıcalığı da savunulamaz. Sistem içindeki karsılıklı etkileşim önemlidir.. 'Merkezcilik' yaklaşımı yerine 'Durumsallık' kavramının benimsenmesi daha uygundur. Durumsallıktan kasıt ise; 'İNSANIN' durumsallığıdır ki; Ekoloji ve / veya Ekolojist bilim paradigması, özü itibariyle 'insan durumsallığını' gözeten bir paradigmadır. Ancak, bu bağlamda üzerinde durulması gereken nokta şudur; 'İnsan' faktörü; bir zihinsel gelişim aşamasında, quantitaive (nicel) değişken olarak algılanmaz, qualitative (nitel) bir değişken olarak ele alınır: Dolayısıyla., 'ne kadar' sorusu temelsiz bir çıkış noktasıdır. 'Çevreci zincirlerden' kurtulmuş bir ekolojist bilimcinin, gündeminde, 'Ne kadar İnsanmerkezlilik' sorusu yoktur. Bir 'çevreci'! akademisyenin dediği gibi; İnsan (antropos), zincirin en zayıf halkası mı , yoksa en güçlü halkası mı olacak? sorusuna bir ekolojist bilimci aşağıdaki cevabı verir; 1. En güçlü zincirin kuvveti; en zayıf halkası kadardır. 2. Evin ('oikos') kapısına ,bağlantı noktasındaki kilidin işlevselliği de, en az zincirin sağlamlılığı kadar önemlidir. Dolayısıyla, bir düşünce akımını betimlerken , 'Sığ' ya da 'derin' gibi, sıfat eklerinden ziyade, insanın zihinsel gelişim aşamalarında ki, 'İnsan durumsallığını' sorgulamakta yarar vardır. Bir ekoloji ya da 'sistem', derinligi kadar 'sistem' dir. Günümüzdeki temel sorun ; 'pozitivist durumsallığındaki, insan' ile 'doğa durumundaki insan' arasındaki temel paradigma hesaplaşmasından kaynaklanmaktadır. Aksi takdirde; 'Nasreddin hocanın' fıkrasında da anlatıldığı gibi, zincirlenmiş evin kapsındaki kilit açık bırakılırsa, yapacak bir şey de kalmaz. Bu bağlamda ; İçi; sağlam bir içerik (öz). ile doldurulmamış bir 'Ekoloji' savunuculuğu , biçimsel retorik bir söylem olarak , 'çevreci' düşüncenin kalıplarını zorlayamaz ve de farkında olmadan bir 'biçim' savunuculuğuna dönüşür. Sonuç olarak; 'Çevrebilim' adındaki çağdışı bir zihniyet, her zaman 'Ekoloji'ye eşitlenir. (indirgenir!) 'Ekolojizm', hem modernizm, hem de 'post modernliğin' panzehiridir. Artık günümüzde, 'çevrebilim', sözdebilim yada 'makyajcı bilim' olarak kabul görme noktasındadır. Tüm , 'gerçek ekolojist bilimcilerin', gündemindeki tek amaç; bütünsellik (holistik) paradigmanın,'yöntem bilimsel' açıdan bilimsel altyapısını hazırlamaya yöneliktir. Bugünün pozitivist bilim anlayışı içinde 'sosyal olan' ve 'doğal olan'/doğaya ait olan birbirinden koparılarak farklı gerçeklikler olarak kavramsallaştırılmaktadır. Newtoncu bir neo-klasik iktisat teorisi (çevre ekonomisi) ve sosyal bilim paradigmasının törpülenmesi , ekolojist plancıların üzerinde hassasiyetle durdukları önemli konulardır. Unutulmamalıdır ki; Ekolojist dönüşüm ; İnsanın uzuvlarında değişiklik yapıp, yeni bir 'yaratık' ortaya çıkartmayı amaçlayan bir fiktiv süreç olarak değil, sadece zihinsel bir devrimi başlatan bir aşama/durumsallık olarak algılanmalıdır. Bugün ,'ne kadar insan merkezlilik' sorusunu soran, yarın 'insanlık' kavramını da teraziye koyup tartmaya kalkar. 'Ne kadar insan merkezlilik?' ve sonrasında ise, 'İnsanmerkezlilik , ne kadara?' sorusu ; aslında biz ekolojistlere bazı ipuclarıda vermekte. Bu ipucu şudur; Sırasıyla, a) 'Pozitivist' + b.) 'Neo-liberal', tınılar içeren , parçalı bulutlu ve ifade sendromlu , bu tür bir yaklaşımın, kozmozdaki şirin tekrarı; (ego-centrik)-'kendi merkezli'- ruh haline sahip akademisyenler , ve de değişmez hayat felsefeleridir. Bu vesile ile; Tüm Türkiye'nin , Dünya ekoloji haftasını (pardon,'çevre' gününü) kutlarım. TAHİR ÇALGÜNER (ÖGRT.EL.)GAZİ ÜNİVERSİTESİ
  4. hititli

    EKO –AFORİZMA

    EKO –AFORİZMA “Kentli” dir Pro-Dr…”Şehirli”leşmez , “Çevreci” bezirgandır … Pro.Dr , “Ekoloji”den azade, Adamıştır yaşamını bilime, intihalinden ziyade.! ** Yararlıdır, Hem kentine hem çevresine ve locasına, Keskin sirrke, Kendisine armağanıdır, zararı ise, yazdırdığı “Anıbilim” kitabına, Hem sözde, hem özde. ** O, bir “Pro-Dr.” dur artık… “Prof.Dr” luktan kazazede, İlimden ve yaşamdan azade. ** Hayatının “Mülkiye” ti , engizisyona, Adamıştır… adaklığını ! akademiye, Ödediği her bir diyetine, Sayılmıştır adambaşına, adamlığına. * * Aslında “adamlığa” aday, Adaylığı ise, askıda, Miyopisi ile de sabit, Eşkali; sevgisiz - empatizede.! ** Putlaşan her fikirde, Dişisinde ve de erkeğinde, Astrolojisi, fal kıvamında, Kova kova leziz “Balık” burcunda, Ziyadesi olsun… eksik olsun,ziyade.! . ** İlim , bilim! Hukuk ise guguktur, Fikr-i özerk üniversitesinde, Fikr-i sade, ve de Fikriyle de sabit … Fikri-sabit, ”Paşazade”! Tahir ÇALGÜNER
  5. hititli

    Çevreci gladyo!

    ÇEVRE DOSTU GLADYO!.. Korkurtucu..! bir o kadar da toplumsal ve ulusalcı, artçı bir sele dönüşen..ve devamında taş duvara vuran bir “balyoz” darbesi sesi gibi deprem olan ... ve de taş taş üstünde de kalmaya..(n)…!! …..Sarı saçlı, mavi gözlü kınalı yiğidim gibi. Bu yazı, yarı kurmaca deneme türünden bir çalışmadır. İçinde doğrular ve yanlışları, ya da doğrular ile yanlışları bir arada ve yan yana bulabilirsiniz. Yanlışlar doğrulardan türer, hiç ummadığımız anda ve noktada, tahmin edilemez bir yerden karşımıza çıkabilir. Ancak; bağımsız “doğru” bir ve “TEK” tir. İşte ben buna, 1 (bir) numara diyorum. Eskiden uyuşturucu ticareti, kadın ticareti, silah kaçakcılğı ve din ticareti ile oluşturulan bir kapital nemanın legal ya da legal olmayan güç odaklarına dağılımı ve transferi yapılırken, şimdilerde neden daha sevimli bir sektör yolu ile aynı işler yapılıyor olmasın ki? Darphane aynı darbe-hane değil mi…? “B.M”, “A.B” çevre fonlarından yararlanmak için 7 kişiden oluşan, kıçı kırık bir dernek kurar, uyduruk proje önerinizle de fonlardan para alabilirsiniz. Oturdum. Düşündüm. Bir küresel senaristin eline, ana senaryoyu yazdıracak kadar kuramsal ve kılgısal bilgi verilse; o senarist, post modernist bir kurgu ile, adı “Demokrasi” olan nasıl bir film yapardı? Ve bu Ekoloji’ nin doğasına ne kadar “uyumlu” ve gerçekçi olurdu? Çevreci kılığında, hem çevreyi azıcık korumak hemi de Fon trafiğini yönlendirerek, çevrelerini güçlendirmek.! Evet..! “çevre” bu noktada akıllı bir seçim. İyi bir “sektör”…! Çevre; hem önemli, hem de önemsiz, Çevre, hem şirin hem dost, Çevre; gizil ve ihmal edilen Çevre; kılık değiştiren Çevre; bir “o”, bir “bu”, Hem orada, hem burada, Dil üstünde kaydırmaca, *** Çevre; varoluşumuz, Çevre, çevremiz Çevre; tanımsız ve eşgalsiz, Çevre; yıkıcı, Çevre; kullanılan, Çevre; atılan Çevre; kirlilik Çevre; geri dönüşümlü, *** Çevre; intikamcı, kadınsı ve bir o kadar da ..*****, Çevre; kılık değiştiren Çevre; “çevreci” Çevre; istismar edilen, eden. Çevre; bilinmeyen, sessiz. (VE) Çevre; “Çevreci” Gladyo Çevreye yan-bakan, Bakanı kör eden, “Hüsnü kuruntu” Özde, boynu bükük bir “doğan” gibi, Sözde, “kafese” konmuş bir guguk kuşu gibi! Çevre sanki “ekoloji” gibi, (ama değil) Tarımında, ormanında, kentinde. Sistemin sürdürülebilirliğinde, Hayatın sürekliliğinde, *** -Çev-re- iki hece, Çevre, bilmece, Çevre; iki(2) numara, Ekoloji; bir(1) numara, Bakın bakalım etrafınıza, İşte! O, aynı “çevre”! Çevre; bütündeki “bütün”, Bütün ise, “Ekoloji”, de.!! Çevresi, “bonus” unda, Ekolojisi, “çevre”ciliğinde,! *** Ekoloji, bütünde, Her parça(sın)da, Kilit taşında. Yani “SİSTEM” de, Çevrecinin daniskasında!, Matrüşkanın içinde. *** Bilimi; fakültesindeki kürsünün tabelasında! Üstünün hukukunda, Hukuku ise, Hukukun da üstünde! Zemini ise, temelsizliğinde, Reytingi tavanda, “TV”si ise, “prime time” da !! ….. …. Kıssadan hisse; Senaryonun içini dolduramam amma; sonunu şöyle bağlayabilirim. Eksik taş malzeme ile temel atan itibarsız mason usta(d)larına benzeyen, günümüz “Toplum Mühendisleri” için; hayatın üstün akışından gelen “Ekoloji” gerçeği, onlar için oldukça korkutucudur. Gökte, ay yıldızı kucakladığında, Alaca karanlık, kızıl kuşağında, Ve kucaklarda…kızılca kıyametle, gümbür gümbür gelen… Evet..! Korkurtucu..! bir o kadar da toplumsal ve ulusalcı, artçı bir sele dönüşen..ve devamında taş duvara vuran bir “balyoz” darbesi sesi gibi deprem olan ... ve de taş taş üstünde de kalmaya..(n)…!! …..Sarı saçlı, mavi gözlü kınalı yiğidim gibi. Tahir ÇALGÜNER Kemalist Ekolojisi Savunmanı
  6. hititli

    "Pro-Dr." mi?! Prof.Dr. mu?

    "Pro-Dr." mi?! ... Prof.Dr. mu? Her Pro.Dr., Prof.Dr...Her Prof.Dr. da, bilim insanı değildir.Ancak gerçek bilim insanı olup ta "Prof.Dr" olmayanı da dünya üzerinde yoktur. Ünvanlar (Titirler!) "birşey"dir.Her zaman bir duruşa veya "biryere" tekabül etmeyebilir.Y.Ö.K' ün Üniversitelerde uyguladığı doktora programı tip yönetmeliği gereği, 6 aylık tez izleme jürileri ile biraz da sistematik çalışmaya meyilli iseniz, (hızlandırılmış bir doktora ve genişletilmiş bir y. lisans eşitliğinde) 2 (iki) senede, suya sabuna dokunmadan "Dr." ünvanı kazanır hatta evcil ve ittaatkar iseniz de; hemencecik akademik merdivenleri tırmanabilirsiniz. İyi hoş... tamam da.Ya ondan sonrasında?! Bilinç altlarında, Pro-Dr luktan Prof.Dr luğa geçiş yapamamanın verdiği, personel üzerinde yarattığı travmalar,kompleksi gizli kalmış duygular ve çelişkilerle örselenmiş duygu trafiğine ne olacak? Doğrudur.Narkozik bir yolla kutsanarak, "Doktor" ünvanına kavuşmuş aday, jüriyi 5-0 kazanmıştır.Ancak sonrasında anastesinin etkisi geçmeye başlar..artık bu arkadaş, yerleşik bir sistemin parçasıdır... Sonrasında elinde kalem, puantaj kartlarındaki puanlarını artıracak, ingilizce makaleler yazar durur..Aslında bu durumuyla üniversite sınavına girme arifesindeki, çoktan seçmeli bir test çocuğundan da farkı yoktur . Bir elinde renkli "pompon" başlıklı anahtarlığının ucuna asılı iki anahtarı ile , diğer elinde renkli kapaklı cep telefonu ile bölüm kurullarında caka satan birkişidir artık.."O". Sevgili Pro-Dr umuz, didinir çalışır ama Prof.Dr luk mertebesi kendisine halen daha uzaktadır.Bu kişiler acil olarak "Prof.Dr" kadrosuna ya da idari bir makama atanmalıdırlar.Aksi takdirde üniversite içinde soruna neden olurlar,agresifleşirler hatta hırçınlaşabilirler. Dolayısıyla, YÖK Başakanlığı tez elden ve 1.maddeden, Doktora programı eğitim tip yönetmeliğinde kapsamlı bir değişikliğe gitmelidir.Böylelikle üniversitelerde, Prof.Dr sayısı artar ve üniversiteler, asli görevi olan bilim yuvaları haline gelir.Belki içlerinden bilim adamı da çıkabilir. Nedersiniz? Etrafınıza bir bakın bakalım, 78 yaşında "Prof. Dr"! luktan bir intihal hükmü giyerek,kozmik bir takdirle, tenzil-i rütbe eyleyip tekrardan başlangıç noktasına olan "Pro.Dr" luğa geri dönen, sonrasında semeri alınıp eşşekliği baki kalan kişilerin sayısı hiç de az değildir. Tahir Çalgüner Gazi Üniversitesi Akademik personeli
  7. (BDP) D.T.P' den "Fırsat! Ekolojisi" kurmaca açılımı.....!! Arada sırada çok ilginç ve gülünesi olaylar ile karşılaşıyorum.Geçtiğimiz günlerde D.T.P, bir merkez açılımı yapmış. Tabelası dikkatimi çekti. A.B fon takviyeli kurulan "Ekoloji ve Yerel Yönetimler Merkezi." Hayırlı olsun. Efendim, İmralı hükümlüsü Abdül'ün , bir süredir koğuşunda, Murray Bookchin' ın Toplumsal Ekoloji kitaplarını, can sıkıntısından okuduğunu bilmekteydik de.. işleri bu kadar da abartacağını ve kuramı tahrip edeceğini hiç düşünmemiştik. Ekolojist düşünce ve toplum yapısı; sözde federatif bölünmenin ve özerk yönetim statüsünün bir gerekcesi ve talebi olarak kullanılmakta ve "Ekoloji" kelimesi de aynen "Demokrasi" kavramı gibi istismar edilmektedir. Ülkenin ulusal ekoloji politikalarından bağımsız; Bölge doğal (enerji) kaynaklarının vede ekosistemlerin, özerk işletiminide içeren, (gecekondudan bozma) federatif devlet talepleri mi var acaba? "Üstad Bookchin" orjinal kuramında der ki: 1. "Demokratik Ekoloji" adındaki kuramı incelendiğinde görülecektir ki; Eko-konfederal bir yapı; "Devletsiz" bir yapılanma için önerdiği, ütopik bir Toplum modelidir. 2. Ekolojik düşünce felsefesi, "Bütüncü" dür. (holistik) Olgulara bütünsel ve sistemik bir yöntemle yaklaşır. İndirgemeci değildir. 3. Bir bilim olarak, Ekoloji' de "üniterlik" prensibi vardır. Zaten, üstad Murray Bookchin, (ekoloji istismarcılarını bildiği için) tüm bu yazdıklarının "yönetimsel" açıdan düşünüleceğini ,Devlet kurma yanlılarının iştahını da kaçıracak şekilde ,bizzat kendisi "Toplumsal Ekoloji" kitabında, iki paragraf halinde vurgulamıştır.bkz syf 45. Anladığım kadarıyla, bazı uyanık teorisyenler(i); bulduk buluşturduk yada arakladıkları Ekolojist teorileri biraz da değişiklik yaparak , sakat düşüncelerine ve emellerine koltuk değneği yapmak istiyorlar. Bu çocuklar,-daha düne kadar, Ekoloji' ye "çevrecilik"! , Suya "bu" diyen, ekolojiden bihaber kişilerdi.Şimdi haberleri olmuş da...teorik-kurmaca çalışmalar yaparlarmış.Sevsinler sizin ekolojinizi ..(pardon çevrenizi -çevre-ciliğinizi!) Ekolojist bilim kuramında; Bütün, parçanın kendisidir.Bütünün aldığı, komposizyon veri zaman ve veri süreçte, her parçanın kendisinde saklıdır..Parça da Bütünde..! Yoksa, Sürdürülebilirlik; ''Parca-lanmış" Ekolojiler ve bölünmüş! coğrafi ekosistemlerin alansal toplamında da degil!!! BÜTÜN' un tam da kendisindedir.Yoksa; (çakma) özerk federatif devlet de ise hiç değil. Sırasıyla, a) Teoriksel açıdan; "Ekoloji" kuram istismarcıları ve özerk Eko-Konfederatif devlet yanlıları ile, b- Biyoteknolojik açıdan; bitki genetiği ile oynama ustadı olan (GDO)! anti- ekolojik ve demokrat, (işgalci) İsrail, el ele vermiş, c) Kutsal (uhrevi) kitapları açısından ; "Dicle" den ...."Fırat" a kadar" İsrail'e sözde vadedilmiş!! kutsal(parasal) topraklarda , Anadolu köylüsüne "Ekolojik tarımı" mı öğretecekmiş? Bu tarihsel enosis dizgesi, bir "bubi tuzağı" dır. Zihinlerin mayınlı olması ve de vatan topraklarımızın İsrail'e tapu-tahsis belgesi ile verilmesi, mayından!! da beterdir. Yetti gari..!! " “GDO"' lu ve kısırlaştıran domateslerini de, İsrail; kendi yurtdaşlarına afiyetle yedirsin.! Yerse.?! Yöre halkı "yemiyor" da..!! Sırasıyla DEP, HADEP, D.T.P, B.D.P....belkide sonrasında yine, "D.E.P"(Demokratik Ekoloji Partisi). "Emek" gider yerine "ekolojisi" gelebilir. Aslında, yeni partinin ismi bence; "G.D.P" olmalıydı.."Genetiği Değiştirilmiş Parti". Türkiye kamuoyu artık yemiyor da...!! Tahir Çalgüner_Ekolojist _Gazi Üniversitesi. Öğrt.El
  8. Önce “Mülk”!, Sonra “Mülkiye” mi ? Geçen gün HT Ankara gazetesini okuyordum..Orjinal ve oldukça içeriksel bir fikir! (proce). Yine kan beynime sıçradı. Debelenip durdum. “Mülkiyeliler, Mülkiyeliler birliği lokal- mülkünü yıkıyormuş” diyerekten. Endişem, Mülkiye lokalinin , üye ihtiyaçlarını karşıladığını, karşılamadığını sorgulamak değil. Amacım; Mülk (yani) Kamu, kamu hukuku, kamusal mekan ,kamusal yarar, sosyal devlet gibi erozyona uğratılan kavramların kentsel mekan disiplini açısından açılımıdır. Şehircilik ilkeleri açısından olaya; “yer” ve “yerindelik” özelinde yaklaşmak gerekir. Söz konusu Bina, Kızılay MİA’ da ve yaya yolu aksındadır. Mevcut Altyapı kapasitesi bu türden yüksek katlı yapılaşmaları kaldıramaz. Otopark sorununun alan içinde çözümü halinde bile,trafik yoğunluğu ve sıkışıklığına neden olacaktır.Yaya yolunun profili dar olduğu için güneşlenme süreler kısalacaktır .Kentdaş, güneş hakkı ve görünüm hakkından mahrum bırakılır. Birde buna yeni yapılması düşünülen 8 katlı binanın, 2. sınıf bir mütehait elinden çıkmış olabileceğini de varsayarsak, kentsel estetik ve “göz hakkına” da pranga vurulmuş olur. İkinci önemli konu; 8 katlı olması düşünülen binanın (ne amaçlı olduğu da belli değil) yapımına; a) Hemen karşı binadaki mimarlar odası, b- Hemen sokağın köşe başındaki şehir plancıları odasının, c) SBF’ nin içinde bulunan “Ernst Reuter” iskan ve şehircilik kürsüsü öğretim elemanlarının, kent ve kentli hakları bağlamında toplumsal (akademik) tepkileri ne olacak ? Merak ediyorum.! Mülkiye camiasının yıkıma değil, aslında “yeniden yapılanma ve zihinsel dönüşüme” epeyden beri ihtiyacı vardı. Alan ihtiyacı ve genişleme arzusunu bilemem ama bireysel vizyon genişlemesi ve toplum yapısını yozlaştırmayacak ve dışla(n)mayacak bir bilinç sıçraması içine girmeleri kendileri açısından ve de kimliksel gelişimleri açısından da elzem olduğu görülmekteydi. Tüm bunlara rağmen, yetmiyorsa…Fiziksel mekan ihtiyaçlarını da Cebeci kampüsünden karşılayabilirler. Yüksel caddesindeki binayı da restore eder, adam gibi bakım onarımını yaptıktan sonra özelleştirebilirler!! ve lokalin başına da iyi bir ahçı getirilirse de iyi olur hani... Evet… bir ”değişim” (İttihad) ve “dönüşüm (Terakki) işi..! Bunu yapan iki kişi, Biri erkek biri dişi, Biri Mülk, diğeri Mülkiye! Yoksa, “Önce Mülkiye, sonra ANKARA mı ? Yoksa ve yoksa , “Önce yık, sonra yap, sonra da rant mı?” Bu vesile ile; Kuğulu parkında kesilen kavak ağaçları için eylem yapanlara da haksızlık yapmayın. Onların da hayallerini yıkmayın. Bireysel anılarımızı ve kurumsal hafızalarınızı zorlamayın. Kendinizi, çifte standartlı (ikili ahlak), “mülk-leştirilen”! toplum mühendisi olan sayın Gökçek’ in zihniyeti ile de aynı kefeye koymayın. Koymayın ki; Tarihsel kimlik kopuşunuzu (açılımınızı) ve demokratik-hukuki haklarınızı size hatırlatmak zorunda da kalmayalım.! TAHİR ÇALGÜNER Y.Şehir ve Bölge Plancısı G.Ü Şehir Planlama Bl. Öğtr. El.
  9. "Üst-Bilinçsel (Zihinci) Planlama” ya doğru… Bu yazıda, günlük dilde sıkça kullandığımız “Planlama” kavramını, mekan (yerleşim) planlaması açısından -iki tarihsel süreçte- yorumlamaya çalışacağım. Öneri üçüncü yol hakkında da bazı ipuçları vereceğim. DÖNEM I (MODERNİZM) Planlama düşüncesi, batıda (sanayi devrimiyle) öncelikle; Genel Halk Sağlığı ve hijyen yasaları ile ortaya çıkmıştır. Sanayi devrimini yapan ve tamamlayan Avrupa kentlerinin, ilk karşılaştıkları şey; “Duman” ve “Buhar” dır. Sıkışık, güneş ışığı almayan, yığınlaşmış yapılaşmalar ve kent merkezi içindeki torna atölyelerinden dönme, sağlıksız, rutubetli işçi konutları ve fabrikalar..vb. Dolayısıyla, Tüberküloz ve diğer üst solunum yolu enfeksiyonları , o dönemin gözde hastalıklarındandır. Öncelikle kent imarı kaynaklı, bu sağlık problemini çözmek için kentlere el atılmıştır. Yani, “Teknokrat Tamirciliğine” soyunmuşlardır. “Akılcı planlama ve planlar” olarak isimlendirdikleri bir yaklaşım ile, bir kentin ve çevresinin tamamının birebir planlamasını yapmak ve kentsel işlevlerin, aynen İngiliz saray bahçıvanı hassasiyetinde en ufak detaya kadar, temiz ve tornadan çıkmış gibi planlanacağını düşünmüşlerdir. Üstelik bu statik plan, 30 sene süre ile geçerli olacak ve değiştirilmeyecektir. Çünkü her şey aklın kontrolündedir ve “aklın yolu birdir ve doğrudur.” Biçim herşey dir” düşünce felsefesi vb. Klasik iktisat vb…. Sonradan görülmüştür ki, Evdeki hesap çarşıya uymamakta, plan dışı gelişmeler artmakta ve kentlerin makroformu “düzendışı” almış başını gitmektedir. İ.Kant-cı, pek bir analitik ve pozitivizm ile kutsallaştırılmış kartezyan insan aklı bir yerde kendisini modernite öncesi ”tanrısal inanç/akıl” yerine koymak istemiş olacak ki; akıllıca! bir bayrak teslimi fırsatı da böylelikle bu dönemde suya düşmüştür.(Aydınlanma dönemi öncesi insanlarının akılları yokmuş gibi sanki..!) Dönemin ana problem konusu ve Laboratuvar alanı “KENT” tir. Planlama ; modernist aydınlanma döneminin bir ürünüdür..artık.. (Günümüzde arkaik bir gelenek olarak bu “ imarcılık”! yaklaşımı; bazı üniversitelerimizin Kamu Yönetimi bölümlerinin,Kentleşme ve çevre hukuku (divan-ı engisizyon) kürsülerinde halen daha, ana ders izlencesini şekillendirmektedir..) DÖNEM II (POST-MODERNİZM) 1980 li yıllara doğru, bu sefer “akıllı insan” dan göreceli olarak biraz daha zeki ve pragmatik insanlar ortaya çıkmıştır. Aklı aforoz etmeye kalkışmışlardır. Oturmuşlar, düşünmüşler. Çalışmış ve didinmişler ; ”Bu iş böyle olmayacak, biz en iyisi mi “zeki projeler” diye bir şey ortaya atalım. Planlamanın adına da “düzenleme” (Projecilik) koyarız Demokrasiden, “çevrecilikten”! “yönetişim”den falan da söz ederek işi soslandırır,şirinleştiririz, arada da işimizi görürüz demişlerdir. Nasıl olsa, “küçük güzel..hayat kısa..yaşamak keyiflidir”. Bu dönem, Post-Modern dönem olarak isimlendirilir yada öyle olduğu söylenir. Bu süreç aklı eleştirir. “Ortak Zeka”, “zeka”dan ve akıldan da üstündür. Modernite aşıl(n)mıştır der.. ”Planlama” yı ise, büyümenin ve refah devletinin önünde bir engel olarak görür. Dolayısıyla, Planlama ve Planlar ,arkadan da gelse olur demişlerdir. Bu zeki yaklaşım aslında; Mantıksal Pozitivist düşüncesinin değişik ve dinamikleştirilmiş bir versiyonudur . Başka bir şey de değildir. Aklı “araç”sallaştırmış, tramvaya bindirmiş, Planlama yola koyulmuştur. Dönemin ana ilgi konusu ve laboratuar alanı yine “KENT” tir Peki… Batı kentlerinde yukarıda bahsettiğimiz bu sosyal ve mekansal süreç yaşanırken; şimdi gelelim bizim yalnız ve güzel ülkemiz kentlerinde neler oluyor.? Türkiye Kentlerine, Modernist dönem ile Post Modernist dönem arası “birşey” (ama ne!) yaşatılıyor. “Yaşatılıyor” kelimesini özellikle kullanıyorum. Çünkü , kentlerimiz ve planlama geleneğimiz tam olarak, ne Modernist dönemin imar-cılık anlayışını yaşadı nede Post modernist dönemin özelliklerini içselleştirebildi. “Kasaba şehirciliği” gibi bir şey olsa gerek!! yaşadığımız süreç.. Erken aydınlanmış Türk aydınları ile geç modernist dönemi yaşayan, “yarı aydınlık” ve yarım demokrat ülkemiz toplumu arasındaki temel uyumlaşamama ve aydınların kendilerini topluma anlatamamalarının altında yatan, sebep de budur. Evet.. tamamlama yolunda olduğumuz döngüsel bir süreci, toplum olarak yaşamak zorundayız. Anlaşılan o. Bunun için belli bir zaman geçecektir. İnşallah, ülkemiz kentleri ve planlama pratiğimiz; geçmişte yaşanan “Plan mı Pilav mı?” tartışmasına ilave olarak, “Mütehait mimarlığı” ile “Yerleşim planlaması” arasında bir seçim yapmak zorunda bırakılmaz (kalmaz) ve bu süreçten en az hasar, en çok bilinçli kazanım ve içselleştirilmiş deneyimlerle çıkarız.Kentsel dönüşüm projeleri altında yatan rantsal dönüşüm uygulamaları herkesin malümudur. YENİÇAĞ DÖNEMİ “EKOLOJİZM” (çevrecilik! değil) Amacım, akıl oyunları yapmak değil. “Aklı”, “zeka” ile çarpıştırmak hiç değil. Çünkü galibi olmaz. Ben özellikle “üst-bilinç” kavramı üzerinde duruyorum. Bilinç durumundaki bir düşüncenin, sınırlı insan aklndan ve sınır tanımayan doğrusal zekasından alacağı fazlaca bir ders yoktur. Pozitivist Aklın ve zekanın prangalarından kurtularak bilincimizi özgürleştirmeli ve üstbilinç düşünce durumsallığına geçiş yapmalıyız. Dikkat ederseniz; Yukarıda bahsettiğim iki dönemde de seçilen ortak problem alanı aslında , -bir mühendislik terfisi ile- biçimsel ve içeriksel açıdan formatlandırılan KENT tir ve “Kent Merkezlilik” dir.. Neo-liberal , ithal bir mekan politikası olarak; Kent ve “Kentleşme” hedefi, ülkemiz kentlerine dayatıla dursun , Türk plancıları da , kuramsal ve kılgısal açıdan bir dönüşüm içerisinde kendilerini yeniliyorlar, gerekçelerini ve varlık alanlarını güçlendiriyorlar. Bakalım gelecek nelere gebe..Göreceğiz. Küçük bir fener ışığı vermek gerekirse; Tasarı halindeki “Zihinci Planlama” kuramının önünde duran, kavramlar ve Türkiye yerleşmelerine özgü bazı kuramsal ve kılgısal yeni başlıkları şunlardır; * ŞEHİR (“Kent değil) * KIRSAL* YERLEŞİM EKOLOJİSİ* EKOLOJİK İKTİSAT *BÜTÜNCÜ DÖNÜŞÜM* SOSYAL EKOLOJİ* EKOLOJİZM (“çevrecilik”! değil)* *STRATEJİK-SİSTEMİK PLANLAMA*EMPATİ*DEMOKRASİ* Kavramlara ve kelimelere ve kuramlara sahip çıkmak zorundayız. Planlama neden değil bir sonuçtur. Sonuçlarından memnun olmayanlar varsa, gerçek nedenlerini kendilerinde arasınlar.. Planlam bilimin de değil. ”Nasıl” sorusunu sorsunlar. Nasıl olsa, önümüzde, düşünmeyi yeniden düşünecek kadar daha zamanımız var! Çıkar, görünen olanda, “Ortak Yarar” görünmeyen olandadır. Planlı yerleşimler dileği ile…… Alternatif çözüm önerilerin var mı? Diyenlere.!! Tahir ÇALGÜNER Y.ŞEHİR ve BÖLGE PLANCISI G.Ü Şehir ve Bölge Planlaması Bölümü öğrt. El.
  10. EYMİR GÖLÜNDE OYNANAN ZİHNİYETSEL ONTOLOJİK OYUNLAR ÜZERİNE Hemencecik konuya giriyorum. Soru: Eymir , arazisinin mülkiyeti ODTÜ ye ait bir arazi midir.? Cevap; Hayır. Hazine(DEVLET) mülkiyetindedir. (yani, Kamu da değil) ODTÜ ‘ye hazine tarafından fi tarihinde geçici olarak tahsis edilmiştir. Sadece o kadar..! Soru; Göle ve kıyısına erişmek için ODTÜ’den icazet mi alacağız.? Cevap; Aman haaa.. Kesinlikle hayır. Soru: Bu konudaki, gerçek yasal düzenleme nedir.? Cevap: Kıyı Kanununun hükümleri ve Anayasa mahkemesinin 1998 yılındaki göl kıyıları hakkındaki içtihat kararı. (Ayrıntılı incelemeyi meraklısı yapsın.) Soru:(Biraz daha açabilir misiniz?) Cevap: Bende ondan bahsediyorum. Eymir Gölü , Ankara ’lının kullanımına açılsın diyoruz..ya! Anlamadınız mı? Soru: Rektörlükten yazılı (RESMİ) bir emir belgesi var mı? Cevap: Var da . “Yok”! gibi bir şey,tebliğ edilmişte alınmamış gibi.. sankim! Soru: Nasıl yanı? Siz okuyucuyla dalga mı geçiyorsunuz? Cevap: İmzasız, isimsiz, tarihsiz ve özellikle de Türkçesi bozuk bir dille yazılmış bir fotokopi var. (Orjinali gösterilemiyor) Soru; Bu yeterli değil mi? Cevap; Yeterli değil.Belki de sahte..ama sanki gerçekmiş gibi. Soru. İşlerine geldikleri gibi mi? Yani? Cevap; Körler sağırlar birbirlerini ağırlar gibi de denebilir. Soru: Dış nizamiyedeki “ODTÜ”lü görevlisi, bu alana yürüyerek de girebilirsiniz biz sadece araçla girenler için kart istedik derse? Cevap: Eymir gölüne ulaşım için bir toplu taşım güzergahı yoktur . Etrafınıza bakarsanız bir durak bile göremezsiniz. Zaten kimse oraya elini kolunu sallayarak yürüyerek gelmiyor. Millet salak mı? Soru; Eymir gölü arazisinde görevli (dış nizamiye) bizi içeri almazsa? Cevap: Hiç muhatap olmayın. Nezaketli davranın. Lakin O sadece görevini yapıyordur. Emir kuludur. Bölge, jandarma sahası içinde olduğundan, şikayetinizi, ( bir engellemeye mahsur bırakıldığınızı söyleyerek),Jandarmaya yukarıdaki mevzuat uyarınca yazılı başvuru hakkınızı kullanın. Kayıtlara girsin. Soru: Eğer görevli , ODTÜ rektörlüğü tarafından (bir ücret karşılığı) verilen üyelik kartını isterse,? Cevap; Kıyıya erişim için bunu yapmaya hakkı yasal olarak yok. O kart ancak, derme çatma gecekondu türünden inşa edilmiş tesislerini kullanmak için geçerli olabilir. Bu ise, içeride sorulur.Dış kapıda değil!!. Soru. Ormanda bir yangın çıksa , veya etraf kirletilse Üniversitenin göl komiserliğinin! bu konudaki etkinlik düzeyi nedir? Cevap Bir iki tane YSC cihazından başka cihazı yoktur . Onları da bekçiler birbirlerine (şaklaşmak maksadıyla) fışkırtarak bitirmiş de olabilirler.Her sene, bu tüplerin düzenli olarak doldurulması gerekir.Büyük bir yangın çıkarsa, yakın çevredeki Gölbaşı belediyesinden yardım isterler. İtfaiye gelinciye kadar da…yandı bitti kül oldu..anlayacağınız. Soru. ODTÜ, bunu (bile bile), bilerek mi yapıyor. Cevap: Evet Soru: Neden? Cevap: Bu yazının bütününden çıkaracağınız sonuç ve algılamanızla ilgilidir. Soru: ODTÜ, neden bu kart için özellikle kendisine müracaat edilmesini istiyor.? Cevap; De-facto (fiili) uygulamasını sözde güçlendirmek için. Muhatabınız benim diyor. Kayıt sistemini kendi çapında çaktırmadan oluşturuyor. Ama kanunu ve hukuku muhatap bile almıyor. Hukuksuz uygulamasını meşrulaştırmak için böyle bir araçsal yönteme başvurmuş. Aslında bu alana herkes ( ciddi bir göl yönetiminin sorumluluğun da ,gölün çevresel taşıma kapasitesi de dikkate alınarak)) girebilir ve karta da gerek olmadan (günlük 5 milyon gibi) sadece gölün bakımı için kullanılabilecek ve belli bir toplamdaki yüzdesi de Çevre Bakanlığı fonuna yatırmak şartıyla tabii ki..!. bir ücret talep edilebilir. Soru: ODTÜ yönetimi ve değerli hocaları, bir zamanlar “hukuk devleti” üstünlüğü falan diyerek “HUKUK” un üstünlüğünü savunurdu şimdi ne oldu? Cevap: sözde mi “ÖZDE” mi? Peki… son bir Soru; Bu söylediğiniz şeyler eğer doğru ise, bu olayların, acaba; ODTÜ arazisinde bulunan, asitli kuyulara atılan öldürülmüş köpekler ile, Genel Kurmay Başkanlığındaki -kamuoyunda bilinen adıyla-, sözde ve imzasız “sahte mi? gerçek mi? Belgesi” ile ve de Hükümetin İsrail’ e 49 yıllığına vadeli toprak tahsisi uygulamaları arasında da aktüel açıdan açılımsal bir bağlantı kurulabilir mi? CEVAP: Yöntemsel- yönetimsel bir Zihniyet ontolojisi açısından evet. Ancak, epistomolojik ve ampirik açıdan hem haklı hem de yersiz! bir soru diyebilirim. “Erksel” veya çok hukuklu, hukuksuz bir dükalıklar topluluğu olarak tanımlamak, en azından şimdilik daha doğru olur anlaşılan.!! Bu konulara, birileri biraz açılım getirse de, Melih Gökçek’ten zihniyetsell farklılıklarını ve zihin farkındalıklarını bir görsek diyorum….ve ben de cevap bekliyorum. Teşekkürler. Tahir Çalgüner Y.Şehir ve Bölge Planlamacısı (Gazi.ün.Şehir Planlama öğrt.el)
  11. “Ekoloji” üstünde "çevreci-lik!" yada vur (bilimin) beline kazmayı İzmir-Çeşm Alaçat-Paşalimanı Kültür Turizm Koruma ve Gelişim Bölgesi Çevre Düzeni Planı hakkında yürütmenin durdurulmasına karar verildi Mimarlar Odası'nın İzmir-Çeşme- Alaçatı-Paşalimanı Kültür Turizm Koruma ve Gelişim Bölgesi 1/25.000 ölçekli Çevre Düzeni Planı'nın iptali istemiyle açtığı davada Danıştay 6. Dairesi, yürütmenin durdurulmasına karar verdi. Dava dilekçesinde, planın nokta ölçeğinde olmasının planlamanın amacı ve ilkeleriyle çeliştiği, Port Alaçatı girişimine yönelik özel ve ayrıcalıklı bir imar planı niteliği taşıdığı, 1. ve 2. derece doğal sit alanlarını, ormanları, kıyıları, tarım arazisi niteliği olan alanları yapılaşmaya açtığı, kaynakların koruma-kullanma dengesini gözeten bir yönü olmadığı, yörede yeraltı ve yerüstü su potansiyeli yetersiz olduğu halde planlamada bu durumun göz önünde tutulmadığı, teknik altyapıya ilişkin belirsizlikler taşıdığı, planın bir açıklama raporunun olmadığı, yörede mülk edinen girişimcilerin rant beklentisini karşılamaya yönelik olarak hazırlandığı ifade eilmiş ve planın iptal edilmesinin gerektiği belirtilmişti. Dava dilekçesinde ileri sürülen iptal gerekçeleri Danıştay 6. Dairesi'nce haklı bulundu ve telafisi güç zararlar doğuracağının açık olduğu ifade edilen plan hakkında yürütmenin durdurulmasına karar verildi. Kararda Alaçatı -Paşalimanı Kültür Turizm Koruma ve Gelişim Bölgesi Çevre Düzeni Planı'nın planlama açısından belirsizlikler içermesi, koruma ve kullanma dengesini sağlamaması, yapılaşması mümkün olmayan alanları yapılaşmaya açması, büyük alanların hukuki dayanaktan yoksun şekilde, tek yatırımcıya tahsisine olanak sağlaması, yetersiz ve ayrıntılı olamayan mekânsal çalışmalara dayalı olarak hazırlanması karşısında şehircilik ilkeleri, planlama esasları ve kamu yararına uyarlık taşımadığı açıklandı. Kararda, dava konusu planın dayanağını oluşturan yörenin- Alaçatı Paşalimanı Kültür Turizm Koruma ve Gelişim Bölgesi olarak belirlenmesine ilişkin Bakanlar Kurulu kararının Danıştayn 6. Dairesi'nin daha önce verdiği kararla yürütmesi durdurulmuş olduğundan dava konusu planın hukuki dayanağının kalmadığı da ayrıca belirtildi. (Bir çevreci! gazete haberinden 2008) Yani (yanisi şu) "Çevreci"! bir proje, tamamen çevreci! gerekçelerle dava edilmiş, Danıştay ise, çevreci hassasiyet göstererek proje için "yürütmeyi durdurma karara vermiş. Aman ne güzel... ne “güzel”!! Bu yazıyı kaleme almadan önce Alaçatı daki bu rezalet yapılaşmayı gördüm. Yürütmeyi durdurma kararı, inşaatı durdurmayı engelleyememiş olacak ki; evler yapılı idi. Bahçıvan çimleri suluyordu. Ayıptır söylemesi, Evlerin fiyatları 200 ila 800 bin avro civarındaymış. Daha doğrusu öyle söyleniyor. İstanbul sermayesinin, adeta “getto tatil merkezi” haline gelen Alaçatı'nın yeni sakinleri şimdilerde ise Alaçatı’nn damını akıtıyor. Kentlilik bilincini bile yaşayamadan ,arabesk çevreci bir kültüre geçiş yapan bir grup "kazma" İstanbul’lu Ekolojiden bihaberler. Her türden aklanmaya ihtiyaç gösteren kişilerin , bu bronzlaşma içgüdüleri., Ekosistemlerinin rengini de siyaha döndürme tehlikesini beraberinde getiriyor. .Efendim, Söz konusu alan , bir lagün alanında ve yüzeyüstü/altı aküfer üzerinde kurulduğu çin, Ekosistem dengeleri açısından bu çevreci! yapılaşmanın derhal yıkılması gerekir.Kazma ile de değil..! dozerle.. Denizden doldurulan bir alandır. Sazlık ve bataklık ekosistem ve üzerindeki kuş-balık türleri ile bozulma döngüsüne girebilir. Hatta yerleşim ve insan ekolojisinin üzerinde de negatif etkileri söz konusudur . Konu Ekoloji ile ilgilidir. Burada ise; ne, çevresel yapılaşmayı yapan şirketin ne, itiraz davasını açan mimarlar odasının, nede karar veren Danıştay ın, gerçek bir ekolojik duruş gösterdiği söylenemez. Bilirkişi heyetinde, bir ekoloğun ve onunla birlikte çalışacak bir tane bile yerleşim plancısının olmaması bile, Ekoloji biliminin aksine, "çevreciliğe"! ne kadar önem verildiğinin bir kanıtı değil midir..! "Solcu çevreci" geçinen sözde avukatlar, ve belediye başkanları,açısından; eğer aynı alan gecekondu istilasına uğramış bir yer olsa idi; sosyal demokratlıktan gem vurarak, sözde gecekondulunun hakkını savunarak,.. gecekondulaşmaya lanet yağdıracaklardı Ancak sadece,"yapılı çevresi" (kendi bilgi ve görgüleri gereği,) "güzel" olan bu alanlar için seslerini bile (bilebile) çıkartmama iki yüzlülüğünü gösteriyorlar. İşte bu çifte standartın daniskasıdır. Toplumumuzun ve anayasamızın “çevreciliğinin”! de pek bir üstün! ahlaki ve yasal göstergesidir. “Çevre” bizim için o kadar önemli bir konu değildir. Halbuki anayasamıza ve yerleşimler mevzuatımıza, EKOLOJİ; (bırakınız ekoloji kavramının içselleştirilmesini) , salt bir “kelime” olarak bile girseydi.. her şey çok farklı olacaktı".Yorumlar farklılaşacak, mahkeme kararlarına ekoloji dipnotları düşülecekti. Yapılı Çevremiz tertemiz olsa, hatta binaların cepheleri çok hoş görünse,bile o çevrenin altındaki ekolojiyi ihmal ederek...”çevreci” olabilirsiniz..ama ekolojist asla.!! Sözde olsanız bile “özde” asla..! “Çevreciliğin”! asıl değeri, anti-ekolojist toplumlarda ve anayasalarında çevreye aşırı değer verilmesinden kaynaklanır. Ben onun içindir ki; "çevreci"! değil..Ekolojistim. ve Ekosistemin bir parçasıyım. Herşeyden önce de bir insanım. 2009/ Çeşme Alaçatı Tahir ÇALGÜNER Gazi.Ün.Öğrt.El
  12. Enfes bir yazı.Benden 10 ÜZERİNDEN 10 ALIR. Suya sabunla yaz yazmaya alışkın çevrecilerin!! beylik ve basmakalıp düşünceleri.Anayasa ya çevre ile ilgili bir tek kelime ekleyin deseler..verecek cevaplar yoktur.Konuşur dururlar.Mesele, ekolojist misin değil misin? çevrecilik te!! neyin nesi oluyor muş?
  13. D.T.P' den " Fırsat! Ekolojisi" açılımı.....!! Arada sırada çok ilginç ve gülünesi olaylar ile karşılaşıyorum.Geçtiğimiz günlerde D.T.P, bir merkez açmış. Tabelası dikatimi çekti."Ekoloji ve Yerel Yönetimler Merkezi." Hayırlı olsun. Bu ne güzel duyarlık... ne şirinlik..(en azından.."çevre" kelmesinden "Ekoloji" kavramına giden bir yolda , düşünsel bir bilicç sıçraması içine girmişler.) Darısı artık, insan ekolojisine ve yaşam hakkına gösterecekleri sözde duyarlılıkların başına! veya "demokratik -özerk-enerji !!devleti" falan gibi açılımlarına!! Hemen konuya girelim.. yemediğimiz! baklayı ağzımızdan çıkaralım. Efendim, İmralı hükümlüsü Abdül'ün , bir süredir koğuşunda, Murray Bookchin' ın Toplumsal Ekoloji kitaplarını, can sıkıntısından okuduğunu bilmekteydik de.. işleri bu kadar da abartacağını hiç düşünmemiştik. "Üstad Bookchin" orjinal yazınlarında der ki: 1. "Demokratik Ekoloji" kuramına yönelik , Eko-konfederal bir yapı; "Devletsiz" bir yapılanma için önerdiği bir Toplum modelidir. 2. Ekolojik düşünce felsefesi, Bütüncü dür. (holistik) Olgulara bütünsel ve sistemik bir yöntemle yaklaşır. İndirgemeci değildir. 3. Bir bilim olarak, Ekoloji' de "üniterlik" prensibi vardır. Zaten, üstad Murray Bookchin, (ekoloji istismarcılarını bildiği için) tüm bu yazdıklarının "yönetimsel" açıdan düşünüleceğini ,Devlet kurma yanlılarının iştahını da kaçıracak şekilde ,bizzat kendisi "Toplumsal Ekoloji" kitabında, iki paragraf halinde vurgulamıştır.bkz syf 45. "Ekolojizm" ile ilgili kütüphanemdeki kitapları ,- üstüne yatmayacağını bilsem- , İmralı"ya kargo ile göndermeyi bile düşündüm.Sonra kendi kendime "boşver" yahu dedim. Anladığım kadarıyla, bazı uyanık teorisyenler(i); bulduk buluşturduk yada arakladıkları Ekolojist teorileri biraz da değişiklik yaparak , sakat düşüncelerine ve emellerine koltuk değneği yapmak istiyorlar. Aslında bir bilene danışsalar, bu kadar da komik bir duruma düşmeyeceklerdi. Bu çocuklar,-daha düne kadar-, Ekoloji' ye "çevre"! , "su" ya "ma" diyen, ekolojiden bihaber kişilerdi.Şimdi haberleri olmuş da...teorik-kurmaca çalışmalar yaparlarmış.Sevsinler sizin ekolojinizi ..(pardon çevrenizi -çevre-ciliğinizi!) Ekolojist bilim kuramında; Bütün, parçanın kendisidir.Bütünün aldığı, komposizyon veri zaman ve veri süreçte, her parçanın kendisinde saklıdır..Parça da Bütünde..! Yoksa, Sürdürülebilirlik; ''Parca-lanmış" Ekolojiler ve bölünmüş! coğrafi ekosistemlerin alansal toplamında da degil!!! BÜTÜN' un tam da kendisindedir.Yoksa; (çakma) özerk federatif devlet de ise hiç değil. P.K.K” nın bile, “Ekoloji ve yerel yönetim” adında konferanslar düzenleyerek ekolojik!! yemin ettikleri bir toplumda; “Ekoloji” kavramının, bizzat ekoloji! kelimesi kullanılarak istismar edilmesinden duyulan hassasiyetimizi “ekolojik” ve demokratik bir duyarlılığımız ve de bütünsel düşünce yaklaşımımızın bir gereği olarak algılanmasını rica ederim. Tahir Çalgüner Ekolojist Gazi Ün. Öğrt.EL
  14. Evin"siz ("oikos"suz) Ekoloji" "Ilımlı çevrecilik"! ; ©ılımış "Ekolojizm" dir. Neoklasik iktisat paradigmasına yönelik geliştirilen, “çevre ekonomisi”, hukuksal düzlemde meşruiyetini, "ÇED" Yönetmeliğinde bulur. Klasik “ÇED” mühendislik ekonomi yaklaşımı ve bireysel işletme bazlı olup; birikimsel kirlilik açısından, ilgili ekosistemin ekolojik ve sosyal taşıma kapasitesini ihmal eder. “Önce yer SEÇ sonra "Ç.E.D" sonra da KİRLET ” çifte standartlı yaklaşımı; herhangi bir yatırımın, yerseçimi yapıldıktan sonraki aşamaları ile ilgilenen rutin bir mevzuat (yönetmelik) halini almıştır. Alıcı ortam standartları işleme alınmadığı gibi sadece deşarj ve optimal kirlilik standartları hesaplamaları arıtmada temel veri olarak kabul edilmektedir. Buradaki yanlışlık; yapılan analitik ve "doğrusal" hesaplarımızın, doğal olarak, ekosistemlerin ekolojisinin yöntemsel ve "döngüsel" zekasına uyumlaşamamasından dolayı; ekolojik sistemler açısısından hep bir "tevatür"!, bizler içinde "felaket"!! senaryosu olarak algılanılmasını doğuruyor. .Keskin hatlı doğrusal “ekonomi” grafiklerinin yerini artık, döngüsel (sinüsidal) - tutarlı "Ekolojik iktisat" grafiklerine bırakmasının zamanı yaklaşıyor... Türkiye'de Planlı (pilavlı)! kalkınma döneminden... günümüze, ‘çevrecilik’! adına yapılan süreci özetlersek; a) Sürdürülebilir kalkınmada temel bileşen olan, ekonomi ve çevre arasindaki dengeyi sağlamayı bile, D.P.T den bağımsız, sanal bir Çevre Bakanlıgına havale eden bir yapilanma. b)Orman Bakanligi ile Çevre(Aritma teknolojisi)! Bakanlığını birleştirici makyaj çözümlemelere giden. c) Ekolojik havza ve bölge planlaması bütününden uzaklaşmiş, sektorel ve parçacı yaklasımlarla; ekolojik envanter ,izleme ve denetleme sistemleri kurulmadan, "çevre" ve kalkınma sorunlarına yaklaşan bir "çevre-bilim-cilik" zihniyeti, d) Ülkede cok sayida çevre ile ilgili hukuk manzumeleri olusturmak ve ayni zamanda da uygulama boyutunda yetki karmasasi yatatma yolu ile kanun hükümlerine ve kurumlarına bir tür fiili muhalefet sergileyen, e) Güç ve kapital çevresine odaklı profesyonel "eyyamcı çevrecilerinden"..bilinçsiz ancak iyiniyetli, felaketsever "eylem" çevrecilerine kadar giden ! anti -ekolojist bir sivil toplum komposizyonu olarak, (5) temel katagori icinde ele alinabilir. Bu bağlamda; Batıcı ‘Kyoto Çevreci! Protokolünü’nün, Türkiye ayağının ise; ‘çevresel yardım!’ kılıfı altında projelendirilen (tamamen duygusal!..) ve anti-ekolojik toplum örneği olan eskimiş çevre(arıtma)! teknolojilerin ve karbon emisyonlu çimento fabrikalarının yatırım ithalinden ve de milyonlarca avroluk bir pazarda şekillenen, "emisyon ticaretinden" başka bir şey olmadığı da daha iyi algılanacaktır. Günümüzde, ‘sosyal devlet’ kavramını; ‘sosyal yardım!’ sadakacılığı popülizmine indirgeyen zihinsel bir neoliberal refleks: Ekoloji gerçeğini ve bilim kuramını, sahteci bir ‘çevreciliğe’!! indirgeyen spekülatif bir felsefeyle de tamamen benzerlik gösteriyor... B.M patentli ”Çevre Emperyalizmi” küresel bir senaryo olmakla birlikte , "Ekoloji" ise, yaşamın bilimidir. "Çevrecilik”! adına yapılan bilinçsiz eylemlerimizin genelde, bizzat kendisinin ekolojik yıkımlara neden olması bunun en güzel örneğidir. Yağmur duasına çıkar gibi gökten helikopterden atılacak meyve çekirdeklerinin, ağaç olmasını uman "çevreci"! arkadaşlarımızın da, tutulan akıllarına, bir kaşık ekolojik bilinç ve sosyalleşme çalabilirsek ya da tutturabilirsek…! Tahir ÇALGÜNER Gazi. Ün. ögrt. el. (Ekolojist)
×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.