Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

sadebiri

Φ Üyeler
  • İçerik Sayısı

    102
  • Katılım

  • Son Ziyaret

1 Takip eden

sadebiri - Başarıları

Meraklı

Meraklı (6/14)

  • İlk İleti
  • Ortak Nadir
  • Birinci Hafta Tamamlandı
  • Bir Ay Sonra
  • Bir Yıl İçinde

Son Rozetler

0

İçerik İtibarınız

  1. selam konunun geneline ve iletilerine pek vakıf olamasamda bir araştırma sırasında bir arkadaşın bir makalesini okudum çok beğendim, sizede sunmak istiyorum(eğer illa link istenirse hayhay) Kuranın tamamı korunmamıştır, Kuranın bir kısmı eksiktir. Böyle bir cümlenin bir Müslüman için dinden çıkma sebebi olduğu bilinir. Bunun sebebi de Kuranın tamamının korunduğuna dair ayet ve hadisler olduğu söylenir. Kuranın bir kısmının eksik olduğuna dair recimde geçen ve keçinin yediği sayfalar dışında bazı hadislerde geçen eksik ayetlerin olması ve ayette geçen unutturma kavramları böyle bir iddianın doğruluğu için delil olarak getirilir. Öncellikle böyle bir iddia ile “Kuran değiştirilmiştir” iddiası ayrı şeylerdir. “Kuran değiştirilmiştir” dediğinizde Kurana ilave de yapıldığını ifade etmiş oluyorsunuz. Ancak bu astığım başlık ilavenin değil, eksikliğin olduğunu söylüyor. Peki, bu başlığı neye göre attım. İlahiyat Fakültesi İslam Tarihi Doçentlerinden ve vakti zamanında Hz.Aişenin yaşının 9 olduğunu ifade eden bir makalesi olan Mehmet Azimli Hocamız.Bu ifadeleri onu üzerine atarak işin içinden çıkıyor değilim.Amacım böyle harika bir çalışmayı sizinle paylaşmak ve kafamda da soru işaretlerini bıraktığını söylemek ve bu konuda belki de değişik bir itiraz ve yardımcı olacak görüş bulabilmektir.Uzun makalenin tespitlerimizle doğrudan ilişkili olan kısmını verelim: * * * Hz.Peygamberin vefatının hemen ardından Kuranın toplandığı ve bunun için bir komisyonun oluşturulduğu ve bu komisyou hassas davrandığı bilinmektedir. Burada dikattimiz çeken husus, Onlar hiçbir zaman şimdilerde Müslümanların devamlı olarak dile getirdikleri: “onu biz indirdik ve yine onu biz koruyacağız ” ayetini dile getirip “Kur’an’ı Allah korur” demediler. Derlenen kuranın tamamının derlenip derlenmediği ve hatta ayetler ve süreler yerleştirilirken neye göre davrandığı konusu aslında ihtilaflıdır. Mesela Abdullah b.mesuda göre nas ve felak süresi ayet değildi.Ebu derda da aynı endişede idi.Ki bu iki sahabe hz.peygamberin kuran okumada öğretmen olarak gördüğü iki sahabe idi. Ayrıca Kunut dualarının Kur’an’dan ayetler olduğu konusunda bir takım rivayetler bulunmaktadır.Yine Müseylime ile yapılan savaş sonucu Kur’an’dan bazı ayetlerin kaybolduğu açıkça bildirilmektedir. Ne var ki , genel olarak: “onu biz indirdik ve yine onu biz koruyacağız” ayeti kerimesi gündeme getirilerek bu tür rivayetler, örtülmeye çalışılmıştır. Bir rivayete göre İbni Abbas bir hadisi aktarır ve: “Bu Kur'ân'dan mıdır, değil midir, bilmiyorum.» şeklinde şüphesini ortaya koyar.Çünkü tüm Kuran her sahabinin ezberinde değildi. Hadisler bize kuranın bir kısmının unutulduğu ve elimizde olmadığını gösteriyor.Bize ulaşan Kur’an’ın sahabenin hatırladıklarından oluşan vahiylerdir. Bu düşünceyi çoğu klasik ulema benimsemektedir. Buna karşın “onu biz indirdik ve yine onu biz koruyacağız” ayeti kerimesini delil göstererek Kur’an’da hiçbir değişikliğin olmasının mümkün olmadığını, onun Allah’ın koruması altında olduğunu, bu sebeple bu tür rivayetlerin Kur’an’ın eksik olduğunun göstergesi olabileceğinden dolayı hepsinin reddedilerek elimizdeki Kur’an’ın Allah’ın indirdiği gibi bize ulaştırıldığını, bu ulaştırmada esas amilin ilahi koruma olduğunu ve bu korumanın günümüzde de aynen devam ettiğini savunmak, pek tutarlı gözükmemektedir. Esasen bu ayetin anlamı, Kur’an’ı kıyamete kadar koruma anlamında değil, nüzul döneminde müşriklerin; Şeytanın Kur’an’a müdahale ettiği ve Kur’an’a bazı unsurları karıştırdığı iddialarına karşı Şeytandan koruma anlamında olduğunu müfessirler belirtirler, biz de bu kanaatindeyiz. Bize ulaşan korumalı ayetler de insan koruması ile olmuştur. Aksi bir durum neden tevrat ve incilin de korunmadığını ortaya koyacaktır. Ayrıca Hz. Ömer’in Kur’an’ı bir araya getirme konusundaki çabası onun büyüklüğün göstergelerinden biridir. Tehlikeyi sezerek derhal girişimde bulunmuş ve çağlar boyu Müslümanların yaşayabilecekleri problemin o dönemden halledilmesini sağlamış ve halife Hz. Ebubekir’i harekete geçirerek Kur’an’ı iki kapak arasına aldırtıp resmi mushafın oluşmasını sağlattırmıştır. Bunun sonucunda diğer sahabein ellerindeki farklı mushaf derlemeleri zaman içinde yok olmuştur. Onun bu girişimi olmasaydı, yukarıda değindiğimiz gibi farklı nüshalar arası problemlerle uğraşan bir İslam Dünyası ile karşı karşıya kalınabilir, herkes kendi elindeki Kur’an’a itibar eder ve sonuçta İslam medeniyeti günümüze bu şekilde ulaşması mümkün olmayabilirdi. Kur’an’ın tertibi konusu da tartışılan bir meseledir. Hz. Peygamber'in bir takım sureler arası tertipler yapmış olduğu bilinse de, bunun bütün Kur’an’a yansımadığı açık bir gerçektir. Bu konuda bizim kanaatimiz Kur’an’ın tertibinin de sahabe komisyonu tarafından oluşturulduğu şeklindedir. Bu durum, sure sıralamasında olduğu gibi, ayetlerin sıralamasında da geçerlidir. Sureler sıralanırken, büyükten küçüğe doğru sıralanmıştır. Ayetlerin tertibinde ise zaman zaman tertip hataları, takdim tehirler göze çarpmaktadır. Sonuç olarak elimizdeki Kur’an, sahabenin gayretleri ile toplanmış ve korunarak günümüze ulaştırılmıştır. Bu yapılırken, İncil’in oluşumunda havari katkı ve eklemeleri olduğu gibi, sahabenin bir ilavesi ve yorumu söz konusu olmamıştır. Sadece eksik bırakılan bir takım ayetlerin Hz. Osman dönemindeki çoğaltma sırasında ilave edildiği söylenebilir. Ancak sonuçta Hz. Peygamber'e indirilen ayetlerin hepsinin bize ulaşmadığı ortaya çıkmaktadır ki bu düşünceye klasik İslam bilginleri de katılmaktadır. Sahabe, Hz. Peygamber'den duyduklarını ve hatırlayabildiklerini yazıya geçirmişler ve böylece bize ulaşmasını sağlamışlardır. O dönemde herkes binlerce beyit şiiri rahatlıkla bilebiliyordu. İşte Kur’an öncelikle bu şekilde korundu. Sonra Hz. Peygamber'den yaklaşık bir iki asır sonra kâğıdın İslam Dünyasına yoğun bir şekilde girmesi Kur’an’ın korunmasını da kolaylaştırdı. Bu durum sadece Kur’an’ın değil o dönemde yazılan birçok klasik eserin de korunmasını sağladı. İlk 1.5 asır da yazılan eserlerin günümüze ulaşması bunun göstergesidir. Nöldeke; “Yahudiliğin 5 asırda sistematik yapısına kavuştuğunu, İncil’in ise derli toplu hale gelmesinin 4 asır sürdüğünü, Oysa Kur’an’ın Mushaf hale gelmesinin Hz. Peygamber'in vefatından iki üç sene sonra olduğunu” belirterek bu önemli başarıya temas eder. Sahabe döneminin üstün gayretleri ile toplanan Kur’an, İncil’in düştüğü duruma düşmemiştir. Bu titiz çalışma, İncil’de olduğu gibi farklı Kur’an nüshalarının ortaya çıkmasını da engellenmiştir. Sonuçta Kur’an, sahabenin koruması altında bir sonraki nesle ulaştırılmış ve o günden bu güne de insanların gayretleri ile korunmaktadır. Bu durum, bu kadar devasa ve önemli bir işi yapan sahabenin ne kadar başarılı olduklarının en önemli bir göstergesidir. Kâğıdın ve malzemenin bu kadar az olduğu bir dönemde, sadırlardaki ayetleri satırlara bu kadar az hata ile geçirebilmek çok zor ve fedakârlık isteyen bir iştir. Ancak sahabe toplumu bunu başararak ümmeti yüzyıllar sürecek kargaşalıklardan kurtarmışlardır. Bu sebeple her biri ne kadar şükranla anılsa eksik kalacaktır. * * * Makalenin genel bakışı, Kuran vahiylerinin tamamının Mushaf’a geçirilmediği yönündedir. Sebebini de, sahabelerin kuranın tamamını ezberlememelerine bağlıyor. Onun için İbn-i Abbas'ın bir rivayetini örnek gösteriyor: "Ayet mi yoksa hadis mi hatırlamadım" diye. Eğer ayetler iner inmez sahabelere ezberletiliyorsa ve dar imkânlı da olsa bazı kemik, ağaç ve deri parçalarına yazılıyorsa ortada bir unutmanın olmaması gerekir. Çünkü zaten insanlar o dönemde Arap şiirinde olduğu gibi ezberlemede başarılılar. Neden en çok önemsedikleri Kuranı ezberlememiş olsunlar. Dahası, Hz. Ömer’in kuranı bir araya getirme düşüncesi de buna göre geç kalmış bir önlem oluyor. Gerçi yazar, unutturulan vahiylerin az olduğunu da söylüyor ve sahabenin zor olanı başardığını söylüyor fakat bu sorunlar çözümlenmiş olmuyor. Müellifin ilk başta Hz.Aişenin yaşını 9 gösteren rivayetlerde olduğu gibi Kuranın eksik olduğunu belirten rivayetlere de güveniyor olmasını bir bakıma bir eksiklik görsek bile getirmiş olduğu delillerin de mantıklı olduğunu vurgulamak gerekiyor. Sözgelimi, Kuranın korunmasından bahseden ayetlerin, gelecekte koruma ile ilgili olmadığı, levh-i mahfuzdaki halini veya peygambere inerken durumunu ele alıyor olmasını ben de mümkün görüyorum. Zaten ayetin içinde "onu koruyacağız" değil de "onu korumaktayız" denmektedir. Diğer yandan, bizzat Kuranda peygambere unutturulan ayetlerin olduğunu söyleyen tespitlere rastlamaktayız. "Bir ayeti unutturur veya neshedersek...." gibi.Fakat başka bir ayette "sana okuyacağız ve sen unutmayacaksın" ayeti bu anlayışı yıkıyor.Onun için bazı tefsirciler unutturma değil de erteleme anlamında geldiğini söylemişlerdir. Konu tanrısal müdahale ile de ilgilidir. Buna göre Allah ancak erdemli insanların vicdanlarından mesaj ve vahyini bildirebilir ama sosyal olaylara etki edemez. Oysa eğer öyle olsaydı vahyin içinde insan hukuku ile ilgili hiçbir ayet inmemeliydi. Sadece bilgelik kokan öğretiler olmalıydı. Mesela amme cüzündeki ayetlerde biz bunu görüyoruz. Oysa Allahın insanları bizzat evlendirdiğini bile görüyoruz. Peygamberini evlendirerek sosyal hayata müdahaleden bir Allahın kitabını koruma konusunda müdahale etmiyor olması mümkün değildir. İşin en ilginç yanı genel olarak Kuranın eksik olduğu ama ekleme olmadığı yönünde bir izlenim veren yazı olmasına rağmen bir cümlesinde eklemenin de olduğunun söylenmesi."Bu yapılırken, İncil’in oluşumunda havari katkı ve eklemeleri olduğu gibi, sahabenin bir ilavesi ve yorumu söz konusu olmamıştır. Sadece eksik bırakılan bir takım ayetlerin Hz. Osman dönemindeki çoğaltma sırasında ilave edildiği söylenebilir. Ancak sonuçta Hz. Peygamber'e indirilen ayetlerin hepsinin bize ulaşmadığı ortaya çıkmaktadır ki bu düşünceye klasik İslam bilginleri de katılmaktadır." cümlesi gibi. Sadece diyor ama Hz. Osman döneminde bir ilaveye açık kapı bıraktığınızda ilavenin sayısının çok olabilmesi ihtimalini de getirmiş oluyorsunuz.
  2. sayın demirefe .öncelikli olarak tesbitleriniz yerinde.yanlız burda sayın yersoyun özellikle kader ve kaza ile ilgili sormuş ve merak etmiş olduğu bir konu başlığında bulunuyoruz.kalın fantla alıntıladığım cümleniz çok güzel bir yaklaşım.öncelikle olabilecek konular var tabiki dinde.ama sanırım sayın yersoy ın hala anlayamamış olmasından doğan bir başlık oldu bu sanırım. bir hususta şudur :acı ve kötülükleri iki konuda ele alalım.acı bir his olduğuna göre bir fiil gerektir.bu fiilin sonucunda acı hüzün sevinç duyarız.fiili yapanda insan olduğu için geriye acı duygusu kalıyor ki burda ne mutezile nede cebriye ile muhatab olmuş oluyoruz.bu durumda ikisinede karşı çıkan ortak nokta bulan bir durum söz konusu olur.ben açıkcası kendimce buna insan fıtratındaki acı hissiyatın kader olabileceği kanısındayım.Allah teala tarafından insanın kaderinin önceden belirlenmesi bu olsa gerek diye düşünüyorum.yani sözün özü insanın içinde var olan sevinç hüzün acı vs vs.. kader,kötülük iyilik vs vs bunlarda insanın fiili sonucu olabileceği görüşü bende hakim olan..kişisel düşüncem bu yönde bu konuda... birde dinin korkuya dayalı bir kurum olduğu savınız..örnek olarakta kıyamet ve alametlerini ele almışsınız..insanın aşamında yenemeyeceği korkular mutlak ama mutlak vardır diye düşünüyorum.buna ister kıyamet deyin ister buzulların erimesi deyin ister ozon tabakası deyin ister nükleer savaş deyin vsvs bunlar çoğaltılabilir.bunlar size göre bizim deyimimizle kıyamet niteliği taşımıyor mu acaba!ha diceksiniz ki ben kendimi bu korkulara verip kendimi uyuşturmuyorum.ama inanın sizin gibi çookkk insan var bu demek değil ki hadi işi gücü hayatı bırakıp oturalım oturduğumuz yerde ne yapsak boş nasılsa bigün kıyamet kopucak .yani sizin deyiminizle felç olanda var uyuşanda var ilerleyemeyende var.ama çok küçük oranda olduğunu düşünüyorum bunların...
  3. aslında sayın yersoy un başka başlık altında kader ve kaza ile ilgili sorusuna cevap vericektim .fakat burda sayın 4mevsim arkadaşım güzel bir başlıkla konuya hakim olmuş görünüyor . mütezile görüş ile ilgili biraz araştırma yaptım ve bir iki satır bişeler ekliyeyim dedim...(bu arada öbür başlık altında sayın yersoy a hakkında fazla bilgi sahibi olmadığım ve tartışılabilir bir konu olduğu için bu konuda cevap veremeyeceğimi beyan etmiştim).. Kaza Kader Meselesi Nasıl Ortaya Çıktı? -------------------------------------------------------------------------------- Hasan el-Basri'nin ders halkasından ayrılan Mutezile reisi Vasıl b. Ata'nın ortaya attığı, “büyük günah işleyen kimse” meselesini bir tarafa bırakırsak, kelam ilminde gördüğümüz meselelerin daha önce Yunan filozoflarının araştırdığı meselelerden kaynaklandığını görürüz. Adıyla sanıyla "Kaza ve Kader" meselesi, daha önce Yunan filozoflarının araştırdıkları ve hakkında ihtilafa düştükleri bir meseledir. "Kaza ve Kader", "ihtiyar ve cebr", "irade hürriyeti" gibi isimlerin hepsi tek bir anlama gelmektedir ki o da şudur: İnsandan kaynaklanan filleri meydana getirip getirmemede insan hür müdür, serbest midir yoksa mecbur mudur? Yunan felsefesi tercüme edilmeden önce böyle bir mesele üzerinde araştırma yapmak hiçbir Müslüman’ın aklından dahi geçmemişti. Böyle bir meseleyi daha önceleri ancak Yunan filozofları araştırdılar ve hakkında ihtilafa düştüler. Epikuroscular, “Dilediğini yapmada irade hürdür. İnsan bütün fiillerini hiçbir zorlama olmaksızın kendi serbest irade ve seçimi ile yapar” derken Revakçılar ise; “İnsan iradesi bir yolda yürümek mecburiyetindedir. Bunu değiştirmesi mümkün değildir. İnsan, iradesi ile hiçbir şey yapamaz. O, fiili yapmak mecburiyetindedir. Yapıp yapmama hakkına sahip değildir” demektedirler. İslâm geldiğinde ve zamanla felsefi düşünceler sızdığında “Allah Subhenehû ve Teala’nın adaleti” meselesi en önemli mesele haline geldi. “Allah adildir, sevap ve ceza meselesinde de bu adaleti uygulamak gerekir”, dediler. Ardından da kulların fiilleri meselesi üzerinde yürüdükleri araştırma metodlarına göre gündeme geldi. Bu meselelere çözüm ararlarken de felsefecilerin araştırmalarından etkilendiler. Yani konuları ile ilgili felsefi düşüncelerden etkilendiler. Bu konuda en fazla Mutezile'nin ortaya koyduğu araştırma dikkati çekmektedir. Bu meselede ve diğer kelamcıların araştırmalarında Mutezile asıldır. Çünkü diğer kelamcılar, Mutezile'ye cevap vermek için ortaya çıktılar. Dolayısıyla "Kaza ve Kader" meselesinin araştırılmasında hatta kelam ilmi ile ilgili bütün araştırmalarda Mutezile esas sayılır. Mutezile'nin “Allah Subhenehû ve Teala’nın adaletine” bakışı, O'nun zulümden uzak olduğu şeklindedir. Sevap ve ceza meselesinde de Allah Subhenehû ve Teala’nın adaleti ile Allah Subhenehû ve Teala’nın zulümden münezzeh olduğu düşüncelerini uyumlaştıran bir yerde durdular. - “Ancak insanda irade hürriyetinin bulunması, kendi fiillerini yaratması, bir şeyi yapıp yapmama imkânına sahip olması ile Allah Subhenehû ve Teala’nın adalet sıfatının bir anlamı olur” dediler. - Bir şeyi kendi iradesi ile yapıp ve yine kendi iradesi ile terk ettiğinden dolayı insana sevap veya ceza verilmesi akla ve adalete daha uygundur. Fakat Allah Subhenehû ve Teala insanı yaratır, ardından da onu belli bir işi yapmaya zorlarsa, yani itaatkâr olanı itaate ve isyan edeni de isyana zorlar sonra da itaat edeni sevap ile mükâfatlandırıp asi olanı da azap ile cezalandırırsa bu, adalet sayılmaz”, dediler. Onlar görünmeyeni görünene, Allahu Teâla'yı insana kıyasladılar. Yunan filozoflarından bir grubun yaptığı gibi, bu dünya hakkında konulan kanunlara Allahu Teâla'yı da boyun eğdirmeye kalkıştılar. İnsan hakkında tasavvur ettikleri adaleti, Allah Subhenehû ve Teala’ya uygulamaya giriştiler. Oysa "Kaza ve Kader", "Cebr ve İhtiyar" veya "İrade Hürriyeti" diye isimlendirdikleri konunun aslı, kulun fiiline Allah Subhenehû ve Teala’nın sevap veya ceza vermesidir. Araştırmalarında Yunan filozoflarına yönelerek "İrade" ve "Kulların fiilleri" meselesini araştırdılar. İrade meselesinde şöyle dediler: - Hayrı isteyen hayırlı, şerri isteyen şerli, adaleti isteyen adil, zulmü isteyen de zalimdir. Eğer dünyada olan her şey Allah Subhenehû ve Teala’nın iradesi ile ilgili olsaydı, hayrı ve şerri dileyen de Allah olurdu. Bu durumda da hayrı-şerri, adaleti-zulümü dileyen kimsenin de bu niteliklerle nitelenmesi gerekirdi. Bu fiilleri işleyeni hayırlı, şerli, adil, zalim gibi sıfatlarla vasıflandırmak gerekirdi ki Allahu Teâla'yı bu şekilde nitelendirmek mümkün değildir. Eğer Allahu Teâla kâfirin küfrünü, asinin isyanını dilemiş olsaydı, onu küfürden ve isyandan men etmemesi gerekirdi. Örneğin; Allah Subhenehû ve Teala’nın Ebu Leheb'in kâfir olmasını dileyip ardından da onun iman etmesini ve küfürden uzak durmasını emretmesi nasıl düşünülebilir? Yaratıklardan böyle bir şeyi yapan kimse akılsız sayılır. Allah Subhenehû ve Teala ise böyle bir şeyden çok çok uzaktır, yücedir. Kâfirin küfrünü ve asinin de isyanını Allah Subhenehû ve Teala dilerse, bu takdirde bunların cezalandırılmaması gerekir. Çünkü onların amelleri kendi iradelerinin sonucu değil O'na itaatin sonucudur.” Delil getirmede işte böyle mantıki önermelerle delilleri sıraladılar. Sonra da bu görüşlerini Kur'an'dan nakli delillerle sürdürmeye çalıştılar. Allahu Teâla'nın şu ayetlerini delil olarak kullandılar: وَمَا اللَّهُ يُرِيدُ ظُلْمًا لِلْعِبَادِ "Allah kulları hakkında zulüm dilemez."[1] سَيَقُولُ الَّذِينَ أَشْرَكُوا لَوْ شَاءَ اللَّهُ مَا أَشْرَكْنَا وَلا آبَاؤُنَا وَلا حَرَّمْنَا مِنْ شَيْءٍ كَذَلِكَ كَذَّبَ الَّذِينَ مِنْ قَبْلِهِمْ "Allah’a şirk koşanlar: 'Allah dileseydi babalarımız ve biz puta tapmaz ve hiçbir şeyi haram kılmazdık' diyecekler. Onlar da öncekiler de böyle yalanlamışlardı."[2] قُلْ فَلِلَّهِ الْحُجَّةُ الْبَالِغَةُ فَلَوْ شَاءَ لَهَدَاكُمْ أَجْمَعِينَ "De ki: Üstün ve mükemmel hüccet, Allah’dır. Eğer O, dileseydi hepimizi birden hidayete kavuştururdu."[3] يُرِيدُ اللَّهُ بِكُمْ الْيُسْرَ وَلا يُرِيدُ بِكُمْ الْعُسْرَ "Allah sizin için kolaylık ister, güçlük istemez."[4] وَلا يَرْضَى لِعِبَادِهِ الْكُفْرَ "O, kullarının küfrüne razı olmaz...."[5] Görüşlerine ters düşen şu ayetleri de tevil ettiler: إِنَّ الَّذِينَ كَفَرُوا سَوَاءٌ عَلَيْهِمْ أَأَنذَرْتَهُمْ أَمْ لَمْ تُنذِرْهُمْ لا يُؤْمِنُونَ (6) خَتَمَ اللَّهُ عَلَى قُلُوبِهِمْ وَعَلَى سَمْعِهِمْ وَعَلَى أَبْصَارِهِمْ غِشَاوَةٌ "Şüphesiz ki küfredenleri korkutsan da korkutmasan da birdir. Onlar inanmazlar. Allah onların kalplerini ve kulaklarını mühürlemiştir. Gözlerinin üzerinde bir perde vardır."[6] بَلْ طَبَعَ اللَّهُ عَلَيْهَا بِكُفْرِهِمْ "Küfürleri sebebiyle onların kalplerini mühürledik."[7] Bu ayetleri benimsedikleri görüşlere uyması için tevil ettiler ve insanları kendi görüşlerine çağırdılar. Onların görüşleri ise, “bir fiili yapıp yapmama hususunda insanın iradesinde hür olduğu” şeklinde bilinmektedir. İnsan bir fiili yaparken de terk ederken de kendi iradesini kullanır. Fiillerin yaratılması meselesinde Mutezile şöyle dediler: - Kulların fiilleri, kendileri tarafından yaratılmıştır. Allah Subhenehû ve Teala’nın işi değil kulun kendi işidir. Allah Subhenehû ve Teala’nın gücünün müdahalesi olmaksızın fiili yapmak veya yapmamak insanın gücü dâhilinde olan bir iştir. İnsanın isteyerek veya istemeden yaptığı hareketler arasındaki fark bunun delilidir. İsteyerek elini hareket ettiren kimse ile istemeden eli titreyen kimsenin hareketi, minareye kendi isteği ile çıkan kimse ile istemeden düşen kimsenin hareketi arasındaki fark gibi. İhtiyari hareket insanın gücü dâhilinde olan harekettir. Onu insan yaratır. Zorunlu olarak yaptığı harekette ise insanın rolü yoktur. Aynı zamanda insan, fiillerinin yaratıcısı olmazsa teklif ortadan kalkar. Zira insan bir fiili yapıp yapmama gücüne sahip olmazsa ona yap veya yapma demek aklen doğru olmaz. Dolayısıyla da övmeye ve kınamaya, sevaba ve cezaya konu olmaz.” [1] Ğafir: 31 [2] Enam: 148 [3] Enam: 149 [4] Bakara: 185 [5] Zümer:7 [6] Bakara: 6-7 [7] Nisa: 155
  4. sevgili muki: diyelimki çocuğunuza öğüt veriyorsunuz.''bak çocuğum çalarsan hırsız olursun,başkasının namusuna göz dikersen ********* ****** olursun,haksızlık edersen ************* olursun,eğer bu sıfatları kazanmak istemiyorsan bunları bunları yapmamalı ,şerefli bir insan olmak istiyorsan bunları bunları yapmalısın'' çocuğunuza bunları bu şekilde sölerseniz utanmaya ne mahal kalır değil mi?...herkezin kafası çalışıyor arkadaşlar.kim nasıl algılamak isterse öyle algılar... saygılar...
  5. sizin demenize göre o zaman şöyle bir durum oluşabilir sayın yersoy: bu yazıyı ateistforumda okuyan biri hazır cevap olarak orda bu yazıya cevaplanmış başkalarının emeğini çalıp burda cevap olarak verebilir ki bu çok sakıncalı bir durumdur ...yoksa haksız mıyım? durumu en güzel biçimde sayın hoppa açıklasada ilk söylemimdeki durumun burada cereyan etmeyeceğine bir garanti verebilir mi? yazının kazancına yada yararına gelince kimilerine göre şükür!! kimlerine görede açık buldum sevdasından öteye gidemeyecek bir yazıdır?
  6. aksinimi yazmışım yoksa bilmeden anlıyamadım bakın bir önceki iletime insanı yücelten sıfatlardan bahsetmişim .demekki konuyla alakadarım değil mi? heryönüyle okunması ise konu dahilinde iletim demektir şimdi desem ki polemik yaratmıorum zorla yaratacağım nasıl iddia edebilirm değil mi polemik yaratmadığımı neyse konumuza dönelim verdiğiniz örneklemeden hiçbişe anlamadım desem kızmazsınız değil mi? yaratıcı yarattığına hakaret etmiyor bunu artık görün lütfen.yarattıklarının bu sıfatları almamasını öğütlüyor.kader konusu başka bir konudur.çok yönlü iyi derecede bilmediğim konuya girmek istemem sanırım sizde beni anladınız.. saygılar...
  7. konu sayın suheyla nın iletiside değildi gördüğüm kadarıyla.herzamanki gibi konu yine kendisinden çıkıp çarpıtmalarla bildik tanıdık sıkıştırma sorularıyla buralara gelmiş. yaratıcı insana sadece aşağılayıcı sıfatlar kullanmamıştır kelamında yüceltici sıfatları görmeyen gözlerin biraz daha kafasını çalıştırması gerektiğini düşünüyorum:))
  8. ateistforumdan alıntılayıp alıntılayıp aynı şeyleri buralara taşımanıza gerek yok sayın hoppa kendi düşünce ve fikirleriniz varsa paylaşın yoksa okumak ve kendince yorum getirmek yeterlidir diye düşünüyorum. saygılar...
  9. ateistforumdan alıntılayıp copy paste yaptığınız bu yazınızı çok görmeden edemicem. yanlız birşeyi düşünmenizde yarar görüyorum.bu saymış olduğunuz sıfatlar ezelinden beri var değil mi?peki bu sıfatlara maruz kalmamak için ne yapılabilir bunu konuşalım.ama yok bu sıfatlar boş durmasın biz bu sifatları üstlenelim diyeceksek o zaman itiraz hakkımızında olmadığı düşünüyorum. peki bu farkı görmek bu kadar zor mu?
  10. aslında bu konu başlığımda bir daha iletim olmıcak demiştim ama napayım ki dayanamadım... tarihe bakıldığı zaman uzun bir dönem bilime ve ilime en çok öenm veren toplum osmanlılardı.fazla geriye gitmeye gerek yok sanırım .bilim ve ilim adına bir çok zatu muhterem batılıları bile şaşkına çevirecek keşifler ve yapılar yapmışlardır..neyse konuyu dağıtmadan söliyeyim.. saydığınız ülkelerde terör olgusunudan bi haber bir yaklaşım yapmışsınız...bir ülkede iç ve dış savaş var ise o ülkeden ne gibi bir değişim bekleyebilirsiniz bilim adına??artı olarakta ne biliyoruz kuran ve din adı altında bu eylemlerin başkaları tarafından yapılmadığını var mı kanıtı olan acaba??? bu söylemler islamı terörle ve vahşetle karşılaştırır..lakin bi taraftada baklıdığı zaman libya mısır arabistan türkiye gibi daha modern ülkelerde böyle şeyleri göremezsiniz..ancak ve ancak müslümanların tarikatlarla bölüştürüldüğü sen bizdensin sen değilsin ayrımının yapılmadığı ülkelerde görebilirsiniz bombalıları yada eli silahlı militanları(ırak afganistan endonezya vs vs)...bunlar görünmeyen gerçekler olabilir(kişisel fikrim)...islami kesim ne zaman ki kendi içinde bölüştürüldü bu olaylar oldu...sadece islam adı altında değil.tarihteki çoğu toplumlar bunu yaşadı... batılı bilim adamlarının bir çok çalışmasında Kuran vardır..bunu kendileri dahi sölemişlerdir.O'nu göz ardı edememişlerdir..bir çok şeye yol göstericilik yapmıştır Kuran... selamlar...
  11. size soru sormadığım halde neden alıntı yapıp soruyu sanki size soruyormuşum gibi üstünüze alındınız anlamadım!!! şu yazınızı en az on kere okudum .sadece ve sadece bir hiç yazmışsınız.kendin pişir kendin ye gibi olmuş..yazdıklarınız sizi bağlar beni değil sayın maraba. ************ ************ bir insan inanmadığı şeyleri nasıl olurda başkalarıyla bir tutup herkez mehdi yada peygamber olabilir der?!!! birde işin içine cinleri soktunuz yaa helal size ne diyim selam ile...
  12. açıkcası şunu anlayamıyorum ki; 1-siz mehdimisiniz 2-mehdi adınamı konuşuyorsunuz 3-*****************
  13. Fatiha Suresi (4) Hamd, Âlemlerin Rabbi, Rahmân, Rahîm, hesap ve ceza gününün (ahiret gününün) maliki allah'a mahsustur. Bakara Suresi (2) Bu, kendisinde şüphe olmayan kitaptır. allah'a karşı gelmekten sakınanlar için yol göstericidir. Bakara Suresi (3) Onlar gaybe inanırlar, namazı dosdoğru kılarlar, kendilerine rızık olarak verdiğimizden de allah yolunda harcarlar. Bakara Suresi (7) allah onların kalplerini ve kulaklarını mühürlemiştir. Gözleri üzerinde de bir perde vardır. Onlar için büyük bir azap vardır. şu okurkene uyukladığınız hikaye daha önceden anlatılmış size bu yüzden uykunuz gelmiş olmasın sakın... siz ve sizin gibiler okurken ne güzelde uykunuz geliyor değil mi? herkezi kendiniz gibi görme lüksünü size kim veriyor sayın brayn?? ben okurken dahada heyecanlanıyorum ve beni benden alıp götürüyor...herkez görmek istediği gibi görürü..kimide görmek istesede göremez tıpkı ayetlerde yazdığı gibi!!! selam ile...
  14. sadebiri

    BİR ATEİST KANDIRILABİLİRMİ?

    sayın GeceKuşu; bi karara varmanız gerekiyor sanırım.yoksa cümlelerinideki çelişki ve hitamlarınız gözler önünde kalacaktır.. bir cümlenizde farkli fikirler ve açıklamalar ile tutarlı ve objektif olamayan inananlar..bir cümlenizdede koşulsuz şartsız ön kabulle dayalı düşünceleri olan inananlar... hangisi oluyor inananlar karar vermeniz gerekir... selam ile...
  15. aynı düşüncelerdeyim.. lakin bence yapılması gereken tek şey kısasa kısas olmalı!yani aynı taktikle onlara karşı durmalıyız.dağda oluşturulabilecek birliklerle onları savuşturabiliriz.bunun başka bir çıkar yolu olduğunu düşünmüyorum... saygılar..
×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.