Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

bradost

Φ Üyeler
  • İçerik Sayısı

    105
  • Katılım

  • Son Ziyaret

bradost tarafından postalanan herşey

  1. Efendim, herkese selam ederim. Türkçe islamiyyet ile ilgili çok kıymetli kitapları hiç bir ücret ödemeksizin indirebileceğiniz bir link veriyorum. Bu linki sevdiklerinizle paylaşmanız onların da isitifade etmesine sebeb olacaktır. www.islamisthebest.com/turkish.html

  2. zamanında oluşturmuş olduğum bu anketi şimdi daha iyi anlıyorum,savaş savaş diye ısrar edenler,şimdi neden böyle olduyu sorguluyor.
  3. bradost

    Atatürk ve kürdler

    BELGE :1 “İKİ HALKI ÇARPIŞTIRAN HAİNDİR!” Mustafa Kemal’in, 17 Eylül 1919 günü, İstanbul’daki Senato Üyesi Fuat Paşa’ya gönderdiği mektuptan:“...Bu Başbakan’ın (Damat Ferit) cinayetlerine ortak olan İçişleri ve Savaş İşleri Bakanları da ulusun sesini boğmak, yasal bir toplantısını (Sivas Kongresi) tanımamak, Kürt’ü Türk’ü birbirine düşürerek, Müslümanlar arasında çarpışmalara neden olmak gibi haince girişimlerde bulunuyor...” (Atatürk’ün Özel Arşivi’nden Seçmeler, Kültür Bakanlığı Yayını, Sayfa: 71) BELGE:2 “KÜRT,TÜRK KARDEŞİNDEN AYRILMAYACAK” Mustafa Kemal’in, 3. Ordu Müfettişi olarak Amasya’dan, Erzurum’daki Kazım Karabekir Paşa’ya gönderdiği, 24 Haziran 1919 tarihli mesajın ilk maddesi: “1- Mr.Novil adındaki bir İngiliz Yüzbaşısı, Urfa’dan Siverek yoluyla Viranşehir’e giderek, Milli aşiretlerinin ileri gelenleriyle görüşmüş ve Urfa’ya dönmüş. Osmanlı hükümeti için çok kötü propağandalar yapmış. Ancak aşiret reislerinden aldığı kesin cevaplara sevinmemiştir. Kürtler, Türk kardeşlerinden kesinlikle ayrılmayacaklarını, bu uğurda son kişilerine varıncaya kadar ölüme hazır olduklarını söylemişler. Ayrıca İngilizler’in kendilerine vermek istediği önemli miktardaki parayı almayarak namus ve yurtseverliklerini göstermişlerdir...” (Atatürk’ün Tamim Telgraf ve Beyannameleri, Nimet Arsan, Sayfa: 43) BELGE:3 “KÜRTLER OYUNUN FARKINA VARDI” Mustafa Kemal’in, Sivas’tan 24 Eylül 1919 günü, Amerika Birleşik Devletleri İnceleme Kurulu Başkanı General Harbord’a gönderdiği ayrıntılı rapordan: “İmparatorluğu bölmek ve Türkler ile Kürtler arasında bir kardeş savaşı çıkarmak ve bağımsız bir Kürdistan kurma planlarına ortak etmek üzere Kürtler’i kışkırttılar. İleri sürdükleri tez, İmparatorluğun nasıl olsa dağılacağıdır. Bu düşüncelerini gerçekleştirmek için büyük paralar harcadılar. Her türlü casusluğa başvurdular. Noil adında bir İngiliz subayı, uzun süre Diyarbakır’da bu yolda çaba gösterdi ve her türlü yalan ve aldatmaya başvurdu. Ama bizim Kürt yurttaşlarımız düzenlenen oyunun farkına vararak, O’nu ve yüreklerini para ile satan bir grup haini bölgeden kovdular...” (Atatürk’ün Tamim Telgraf ve Beyannameleri, Nimet Arsan, Sayfa: 74-84) BELGE: 4 “TÜRK,KÜRT,ÇERKES KARDEŞİZ” Mustafa Kemal’in, Ankara’dan, Çerkes Ethem’in ağabeyi Reşit Bey’e gönderdiği 7 Ocak 1920 tarihli telgrafından: , “konu dışı olarak, şunu da belirteyim ki, Anzavur’un alçaklığı, kendisine ve kışkırtıcı olan İngilizler ile ayakçılarına yöneliktir.Bu din ve devletin sağlam bir uyruğu olan Çerkez kardeşlerimiz, hepimizin övdüğümüz baştacımızdır. Asıl, bugün düşmanlarla çevrili Türk, Kürt, Çerkez ve diğer din kardeşlerimizin elele vermesi, sarsılmaz bir bütün oluşturmaları, namus ve yaşamımızı kurtarmak için bir zorunluluktur...” (Harp Tarihi Vesikaları Dergisi, Sayı: 34, Belge no: 849 ) BELGE: 5 “KÜRTLER, TÜRKLERLE BİRLEŞTİ” Mustafa Kemal’in, “NUTUK” adlı eserinin, “Samsun’a Çıktığım Gün Genel Durum ve Görünüş” başlıklı bölümünden: “Anadolu halkı, baştan aşağı bölünmez bir bütün haline getirildi. Bütün kararları, bütün komutanlar ve arkadaşlarımızla birlikte alınıyor. Vali ve mutasarrıfların hemen hepsi bizden yanadır. Anadolu’daki ulusal örgütler ilçe ve bucaklara kadar yayıldı. İngiliz koruması altında bir bağımsız Kürdistan kurulmasıyla ilgili propağanda ortadan kaldırıldı ve bu amacı güdenler yola getirildi. Kürtler Türkler ile birleşti...” (Nutuk, Türk Dil Kurumu, Ankara, 1976, Sayfa: 15) BELGE: 6 “KÜRDİSTAN’I AYAKLANDIRIYORLAR!” Mustafa Kemal’in, Nutuk adlı eserinde yer alan ve 6. Kolordu Komutanı’nın, Padişah’a gönderdiği mektuptan söz ettiği bölümden: “...komutanlar, mektupta hükümetin savaş yoluna gidep kongreyi basarak Müslümanlar arasında kan dökmeye kalkıştığı ve Kürdistan’ı ayaklandırarak, yurdu parçalatma planını da para karşılığında yüklenmiş olduğu belgelerle anlaşıldığından, hükümetin bu işte kullandığı adamların bozguna uğrayarak kaçmak zorunda bırakıldıklarından söz ediyorlar...” (Nutuk, İnkılap Yayınevi, Ankara,1966, Sayfa: 100) BELGE: 7 “KÜRDİSTAN’A OTONOM YÖNETİM!” Altında “Büyük Millet Meclisi ve Mustafa Kemal” imzası bulunan ve El-Cezire KomutanıTuğgeneral Nehat Paşa’ya gönderilen masaj: “Kişiye Özel. El-Cezire Cephesi Komutanı Tuğgeneral Nihat Paşa Hazretlerine, 1-Aşamalı olarak, bütün ülkede ve geniş ölçekte doğrudan doğruya halk gruplarının ilgili ve etkili olduğu bir biçimde yerel yönetimlerin oluşturulması iç politikamızın gereğidir. Kürtlerle dolu bölgede ise, hem iç politikamız ve hem de dış politikamız açısından ölçülü yerel bir yönetim kurulmasını savunmaktayız. 2-Ulusların kendilerini yönetmeleri yetkisi bütün dünyada benimsenmiş bir ilkedir. Biz de bu ilkeyi benimsiyoruz. Kürtler’in bu döneme kadar yerel yönetime ilişkin örgütlerinikurmuş ve başkanları ile yetkilerini bu amaç için bizce kazanılmış olması ve oyladıklarında kendi kaderlerine gerçekten sahip oldukları BMM (Büyük Millet Meclisi) buyruğunda yaşam istekleri yayınlanmalıdır. Kürdistan’daki bütün çalışmaların bu amaca dayalı politikaya yöneltilmesi El-Cezire Cehpesi Komutanlığı’nın görevidir. 3-Kürdistan’da Kürtler’in Fransızlar ve özellikle Irak sınırında İngilizler’e karşı düşmanlığını silahlı çarpışmayla durdurulamaz bir düzeye vardırmak ve yabancılarla Kürtler’in birleşmesini engellemek aşamalı olarak yerel yönetimler kurulmasının zeminini hazırlamak ve bu yolla yürekten bize bağlılıklarını sağlamak Kürt yöneticilerinin sivil ve askerlik görevleriyle görevlendirilerek bize bağlılıklarını pekiştirmek gibi genel yollar benimsenmiştir. 4-Kürdistan’ın iç politikası El-Cezire Cephesi Komutanlığı’nca belirlenecek ve yönetilecektir. Cephe Komutanlığı bu konuda Büyük Millet Meclisi Başkanlığıyla yazışmalar yapar. İller tarafından izlenecek yolu düzenleyip uyumu sağlayacağı için sivil yöneticilerin de bu konuda bağlı oldukları yer, Cephe Komutanlığı’dır. 5-El-Cezire Cephe Komutanlığı yönetim, adalet ve maliye (parasal) konularda değişiklik ve düzenlemeye gerek gördükçe, bunun uygulanmasını hükümete önerir. BMM Başkanı Mustafa Kemal.” (TBMM.Gizli Celse Zabıtları, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, Ankara, 1985, Cilt: 3, Sayfa: 550) BELGE: 8 “KÜRDİSTAN’DA BULUNMAKTAN KIVANÇ DUYDUM!” Mustafa Kemal’in, Adana’dan, 24 Mart 1919 günü, kendisi ve arkadaşlarıyla ilgili olarak ortaya atılan bir iddiaya karşılık, İstanbul’a Savaş İşleri Bakanlığı’na gönderdiği mektuptan: “Arkadaşlarımın bu alçakça suçlamaya karşı ne diyeceklerini bilemem. Yalnız kendi adıma açıklıyorum ki; Benim Anafartalar’da, Kürdistan’da, Suriye’de, başlarında bulunmaktan kıvançz duyduğum kahraman ordular, haydutların değil, Osmanlı ulusunun namuslu çocuklarından kurulmuştur..” (Öyküleriyle Atatürk’ün Özel Mektupları, Sadi Borak, Çağdaş Yayınları, İstanbul, 1980, Sayfa: 139) BELGE: 9 “AYRILIKÇI KÜRTLER KAZANILDI!” Mustafa Kemal’in, Amasya’dan, 22 Haziran 1919 günü, Sivas Valisi Reşit Paşa’ya çektiği telgrafın ikinci parağrafı: “Devletin bütünleşmesinin önem kazandığı bir sırada İngiliz propağandasının etkisinde ortaya çıkan ve Kürdistan’ın bağımsızlığını isteyenler, görüşmeler yoluyla kazanılarak Halifelik ve Saltanat çevresindeki ortak amacımıza getirildi. Çok şükür hata anlaşılarak aramıza dönmüşler ve kongreye (Sivas) çağrılmışlardır. Bu ulusal ve yaşamsal sorun için sizin gibi yurtsever, sözünü bilir düşünürlere düşen özveri, özellikle çok büyüktür..” (Tarih Vesikaları Dergisi, Ankara, 1949, Sayı: 15, Sayfa: 162) BELGE: 10 “BAĞIMSIZ KÜRDİSTAN İSTEYENLERLE GÖRÜŞÜLDÜ" Mustafa Kemal’in, 3. Ordu Müfettişi ünvanıyla, İstanbul’a, başta Halide Edip Adıvar, Senato Başkanı Ahmet Rıza Bey ve eski Başbakan Ahmet İzzet Paşa’nın da bulunduğu çok sayıda aydın ve polotikacıya gönderdiği mesajdan: “...Bu düşünceme siz de katılıyorsunuzdur, herhalde. Anlattığım durum, bugün genel bir kongrenin acele olarak taplanmasını gerektirmektedir. Bu çağrı her yere ulaştırılmıştır. Devletin parçalanmasının sözkonusu olduğu bir sırada, İngilizler’in propağandasıyla ortaya çıkan ve Kürdistan’ın bağımsızlığını isteyenler gibi akımlar da, karşılıklı görüşmelerle, bu düşüncenin savunucuları, halifelik ve saltanat çevresindeki ortak amacımıza çekilerek durdurulmuş ve kongreye çağrılmışlardır..” (Milli Mücadele, Sebahattin Selek, Cilt: 1, Sayfa: 324) BELGE: 11 “OSMANLI ÜLKESİNİN PARÇALARI” 11 Eylül 1919 günü yayınlanan Sivas Kongresi Bildirgesi’nin 1. Maddesi: “1- Yüce Osmanlı devletiyle anlaşık devletler arasında yapılan antlaşmanın imzalandığı 30 Ekim 1918 günündeki sınırlarımız içinde kalan ve her yerde ezici çoğunluğu Müslüman olan Osmanlı ülkesinin parçaları (ki, bu parçalar bir sonraki belgede, yani Amasya Protokolü’nün ilk maddesinde –Osmanlı toprağı, Türkler ve Kürtler’in yaşadığı topraklardır.- diye açıklanıyor.) birbirlerinden ve Osmanlı bütünlüğünden hiçbir nedenle koparılamaz bir bütün oluşturur. Bu parçalarda yaşayan bütün Müslümanlar; birbirlerine karşı, karşılıklı saygı ve özveri duygularıyla dolu, etnik ve sosyal haklarıyla, bulundukları yöne koşullarına bütünüyle bağlı öz kardeştirler...” Sivas Kongresi, Vehbi Cem Aşkın, Ankara, 1963, Sayfa: 158 BELGE: 12 “TÜRK VE KÜRTLERİN OTURDUKLARI YERLER” Amasya Protokolü Tutanağı’nın 1. Maddesi aynen şu cümlelerle başlıyor: “Bildirgenin 1. Maddesinde Osmanlı devletinin düşünülen ve kabul edilen sınırları, Türk ve Kürtler’in oturdukları yerleri kapsadığı ve Kürtler’in Osmanlı topluluğundan ayrılmasının olanaksızlığı belirtildikten sonra, bu sınırın en az bir istek olmak üzere elde edilmesinin sağlanması gereği ortaklaşa kabul edildi.Bununla birlikte yabancılar tarafından, görünüşte Kürtler’in bağımsızlığı amacı altında uydurulan yalanların önüne geçmek için de, bu durumun Kürtlerce şimdiden bilinmesi uygun görüldü...” (1-Yurt Ansiklopedisi, Cilt: 1, Amasya maddesi. 2-Atatürk’ün Kurtuluş Savaşı Yazışmaları, Mustafa Onar, Kültür Bakanlığı Yayınları, 1995, Cilt: 1, Sayfa: 268, Belge no: 348) BELGE: 13 “KÜRDİSTAN’L A İLGİLENMEK GEREKİYOR” 9. Ordu Birlikleri Müfettişi Mustafa Kemal, Havza’dan, 29 Mayıs 1919 günü Genelkurmay Başkanlığı’na çektiği telgraf: “Bağımsız Kürdistan görüşünü savunan, Diyarbakır’daki Kürt Kulübü ile hükümet yandaşı olan öteki kulüpler arasındaki çelişkinin arttığını araştırmalarımdan öğrendim. Kürtler’e ve Kürdistan üzerinde etkili, savaş sırasında yakınlık ve sevgilerini çok iyi kazandığım Kürt ileri gelenlerinden bazılarına doğrudan, bazılarına Kolordu aracılığıyla telgraflar çekerek, devletin gerçek durumunu ve kendilerince alınması gereken önlemler için gereği kadar bilgi vererek, etkili öğütlerde bulundum. Son günlerde edindiğim bazı bilgilere göre, Kürdistan bölgesiyle de ilgilenmek gerekiyor, Bunun için bağımsız Kürdistan olmak üzere, İngilizlerce de desteklenen hangi bölgelerdir ve ileride çok...(bu cümlenin sonu okunamıyor.) Yine İngilizlerce kışkırtılan bölgeler hangileridir? Bu konuda yüksek Başkanlığınızdaki bilgilerin bildirilmesi için emirlerinizi dilerim...” (Har Tarihi Vesikaları Dergisi, Sayı: 4) BELGE: 14 “KÜRTLER’LE UZLAŞIN!” Mustafa Kemal’in, 15 Haziran 1919’da Diyarbakır Valiliği’ne gönderdiği telgraftan: “Bütün milletin, hayat ve bağımsızlığını kurtarmak için birleştiği şu önemli günlerde, bir yabancı devletin korumasına sığınarak düşük ve esir yaşamayı tercih eden her türlü ilkenin, ülkeyi parçalayarak her türlü derneğin kapatılması çok hayati ve gerekli bir görev olduğundan, Kürt Kulübü konusundaki uygulamanız tarafımızdan da uygun görülmüştür.. ....... Bu nedenle, Diyarbakır ve bağlı yörelerde Müdafaa-i Hukuk ve Redd-i İlhak Derneklerinin oluşmasına ve kurulmasına yardım edilmesini önemli salık veririm. Ve özellikle Kürt Kulübünün üyeleriyle, bugünkü telgrafım kapsamında görüşerek uzlaşmak uygundur...” (Söylev, Hıfzı Veldet Velidedeoğlu, Sayfa: 10) BELGE: 15 “KÜRTLER’İ TEMSİL ETMİYORLAR” Mustafa Kemal’in Diyarbakır Valisi’ne gönderdiği yukarıdaki telgrafa karşılık, Erzurum’daki Kazım Karabekir Paşa’ya gönderdiği telgraftan: “Diyarbakır’da Kürt Kulübünün İngilizler’in kışkırtmasıyla, İngilizler’in koruyuculuğunda bir Kürdistan kurmak amacını izlediği anlaşıldığından kapattırılmıştır. Üyeleri hakkında soruşturma yapılıyor. Kürdistan’ın tanınmış beylerinden aldığım telgraflarda, dağıtılan bu Kürt Kulübü’nün hiçbir Kürt’ü temsil etmediği, birkaç kendini bilmezin girişimlerinin sonucu olduğu, ülke ve ulusun bütünüyle bağımsız ve özgür yaşaması uğrunda her türlü özveriye ve bu konuda emirlerinize hazır oldukları bildirilmektedir... ...Hükümetin (İstanbul) bayağı tutsak bir durumda olması, başkentin baskılı bir askeri işgal altında bulunması dolayısıyla ulusun kurtuluşunun, yine ulus ordusuyla gerçekleşeceği sizcede bilinmektedir. Bu nedenle, ben Kürtler’i daha ötesi bir öz kardeş olarak, bütün ulusu bir nokta çerçevesinde birleştirmek ve bunu dünyaya Müdafaa-i Hukuk dernekleri aracılığıyla göstermek karar ve çabasındayım...” (Söylev, Hıfzı Veldet Velidedeoğlu, Sayfa: 49) BELGE: 16 “EZİCİ COĞUNLUK TÜRK VE KÜRT” Mustafa Kemal’in, Edirne’deki 12. Kolordu Komutanı Mehmet Selahattin Bey’e gönderdiği bir mesajdan: “Ezici çoğunluğu Türk ve Kürt olan bu illerden bir karış bile verilemez...” (Söylev, Hıfzı Veldet Velidedeoğlu, Cilt:1 Sayfa: 72) BELGE: 17 “BEDİRHANLAR VE MALATYA OLAYI” “Bay Novel adında bir İngiliz Binbaşı, Bedirhanlar’dan Kamuran, Celadet ve Cemil Beylerle ve yanında 15 kadar Kürt atlısıyla Malatya’ya gelmiş ve kendilerini Mutasarrıf Bedirhanlı Halil Bey karşılamıştır. Harput (Elazığ) Valisi de, bir posta hırsızını izliyor görünerek otomobille Malatya’ya gelmiştir. Bu amaçla bunlara Adıyaman’daki birlik de verilmiştir. Amaçlarını, Kürdistan kurmaya söz vererek Kürtler’i, işlerimizi bozmaya ve bizi öldürtmeye yollamak olduğu anlaşılmış ve karşı önlemlere başvurulmuştur. Bu arada Vali ve ötekileri yakalatmak istiyoruz. Malatya Mutasarrıfı da Kürt aşiretlerini Malatya’ya çağırmıştır. Bunun üzerine 13. Kolordu işe girişti. Gereken önlemler alınmıştır. Yarın akşam Harput’tan gönderilen bir birlik, ortalığı karıştıranları tepeleyecektir...” (Nutuk) BELGE: 18 “DİN VE ULUSUNU SATMIŞ KÜRTLER!” Mustafa Kemal’in, Erzincan’ın Kemah ilçesinde yaşayan ve Kürt aşiretlere yakınlığıyla bilinen eski Milletvekili Halet Bey’e, Sivas’tan, 9 Eylül 1919 günü gönderdiği mesajdan: “...İngiliz korumasında bağımsız bir Kürdistan kurulması amacıyla propağanda yapmakta olan İngiliz Binbaşılarından Mr. Novel’in, din ve ulusunu satmış Kürt Beylerinden Ekrem, Kamran, Ali, Celadet’le birlikte Malatya’ya geldiği ve İstanbul hükümetini tutan, açıkçası ulus ve yurt haini olan Elazığ Valisinin de bunlara katıldığı ve Bedirhanilerden Malatya Mutasarrıfı Halil Beyle birlikte sözde postayı soyan hırsızları izlemek gibi uydurma bir gerekçeyle silahlı Kürtleri toplamaya giriştikleri öğrenildi. Şöyle ki, Kürtler’in kutsal halifelik makamına ve ülkeye olan bağlılık ve ayrılmazlıklarını göstermek üzere bazı ağaların birtakım Kürt kuvvetiyle birlikte Malatya’ya doğru yola çıkıp, padişah ve ulusa karşı İngilizler’le işbirliği yapmak hainliğine kalkışan ve yörenin temiz yürekli Kürtler’ini toplayarak onların askerlerce boş yere öldürülmelerine ve padişaha, ulusa başkaldırmış duruma sokulmalarına neden olan vatan hainlerinin alçaklıklarını sözünü ettiğim Kürtler’e en çabuk yoldan bildirip, çağrıya uymalarının sağlanmasına çaba göstermelerini önemle bekler. Olanak varsa bu işe hemen girişilerek sonucun hemen bildirilmesini dileriz...” (Rauf Orbay’ın Hatıraları, YakınTarihimiz Dergisi, Cilt: 3, Sayı: 30, Belge no: 1113)
  4. 28 Eylül 2000 - 7 Aralık 2000 Temel Haklar Şartı, AB vatandaşlarının temel haklarını ve AB'nin vatandaşlarına karşı sorumluluklarını düzenliyor. Belge 13-14 Ekim 2000'de Fransa'nın Biarritz kentinde gerçekleşen AB zirvesinde devlet ve hükümet başkanlarının bilgisine sunuldu ve kabul gördü. Temel Haklar Şartı, 7-8 Aralık'taki "Nice Zirvesi"nde onaylandı. GİRİŞ Avrupa halkları, aralarında daha yakın bir birlik oluşturmak için ortak değerlere dayalı barışçı bir geleceği paylaşmaya kararlıdır. Ruhani ve manevi mirasının bilincinde olan Birlik, bölünmez ve evrensel değerler olan insan onuru, özgürlük, eşitlik ve dayanışma değerleri üzerine inşa edilmiştir. Demokrasi ve hukukun üstünlüğü ilkelerine dayanmaktadır. Birlik vatandaşlığını tesis ederek ve bir özgürlük, güvenlik ve adalet bölgesi oluşturarak bireyi, faaliyetlerinin merkezine yerleştirir. Birlik, bu ortak değerlerin korunması ve geliştirilmesine katkıda bulunurken Avrupa halklarının kültürleri ve geleneklerinin çeşitliliği yanısıra Üye Devletlerin ulusal kimlikleri ve bunların ulusal, bölgesel ve yerel düzeylerdeki kendi kamu makamlarının düzenlenmesine saygı gösterir. Dengeli ve sürdürülebilir kalkınmayı teşvik etmeye çalışır ve insanların, eşyaların, hizmetlerin ve sermayenin serbest dolaşımını ve yerleşme özgürlüğünü sağlar. Bu amaçla, toplum, sosyal ilerleme, bilimsel ve teknolojik gelişmeler ışığında temel hak ve özgürlüklerin bir Bildirge'de daha açık bir şekilde ortaya konulması yoluyla bu hak ve özgürlüklerin korunmasının güçlendirilmesi gerekmektedir. Bu Bildirge, Topluluk ve Birliğin yetkileri ve görevlerini ve yetki ikamesi ilkesini dikkate alarak özellikle Üye Devletlerin ortak uluslararası yükümlülükleri ve anayasal gelenekleri, Avrupa Birliği Antlaşması, Topluluk Antlaşmaları, Avrupa İnsan Hakları ve Temel Hak ve Özgürlüklerin Korunması Sözleşmesi, Topluluk ve Avrupa Konseyi tarafından kabul edilen Sosyal Bildirgeler ve Avrupa Toplulukları Adalet Divanı ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin içtihat hukukundan kaynaklanan hakları yeniden teyid etmektedir. Bu haklardan yararlanılması, öteki kişiler, insanlık ve gelecekteki kuşaklar konusunda sorumluluklar ve görevleri beraberinde getirmektedir. Birlik, bu nedenle, aşağıda belirtilen hakları, özgürlükleri ve ilkeleri tanımaktadır. BÖLÜM I ONUR Madde 1. - İnsanlık onuru İnsanlık onuru, ihlal edilemez. Saygı gösterilmeli ve korunmalıdır. Madde 2. - Yaşama hakkı 1. Herkes, yaşama hakkına sahiptir. 2. Hiç kimse, ölüm cezasına çarptırılmamalı veya idam edilmemelidir. Madde 3. - Kişinin bedensel ve ruhsal dokunulmazlık hakkı 1. Herkes, kendi bedensel ve ruhsal dokunulmazlığına saygı gösterilmesi hakkına sahiptir. 2. Tıp ve biyoloji alanlarında, özellikle aşağıda belirtilenlere saygı gösterilmelidir: - yasada belirtilen usüllere uygun olarak ilgili kişinin özgürcü ve bilinçli olarak vereceği muvafakat, - özellikle kişilerin seçilmesini amaçlayan insan ırkının soyaçekim yoluyla islahına yönelik uygulamaların yasaklanması, - insan bedeninin ve bölümlerinin ticari bir kazanç kaynağı haline getirilmesinin yasaklanması, - insanların kopyalama yoluyla üretilmesinin yasaklanması. Madde 4. - İşkence veya insanlık dışı veya alçaltıcı muamele veya ceza yasağı Hiç kimse, işkenceye veya insanlık dışı veya alçaltıcı muamele veya cezaya tabi tutulmamalıdır. Madde 5. - Kölelik ve zorla çalıştırılma yasağı 1. Hiç kimse, kul ya da köle olarak tutulamaz. 2. Hiç kimse zorla çalıştırılamaz ve zorunlu çalışmaya tabi tutulamaz. 3. İnsan kaçakçılığı yasaklanmıştır. BÖLÜM II ÖZGÜRLÜKLER Madde 6. - Özgürlük ve güvenlik hakkı Herkes kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkına sahiptir. Madde 7. - Özel ve aile yaşamına saygı Herkes, özel ve aile yaşamına, konutuna ve haberleşmesine saygı gösterilmesini isteme hakkına sahiptir. Madde 8. - Kişisel bilgilerin korunması 1. Herkes, kendisine ilişkin kişisel bilgilerin korunmasını isteme hakkına sahiptir. 2. Bu tür bilgiler, belirtilen amaçlar için ve ilgili kişinin muvafakatine veya yasada öngörülen başka meşru temele dayalı olarak adil şekilde kullanılmalıdır. Herkes, kendisi hakkında toplanmış olan bilgilere erişme ve bunlarda düzeltme yaptırma hakkına sahiptir. 3. Bu kurallara uyulması, bağımsız bir makam tarafından denetlenecektir. Madde 9. - Evlenme ve aile kurma hakkı Evlenme hakkı ve aile kurma hakkı, bu hakların kullanılmasına ilişkin ulusal mevzuata uygun olarak teminat altına alınacaktır. Madde 10. - Düşünce, vicdan ve din özgürlüğü 1. Herkes, düşünce, din ve vicdan özgürlüğü hakkına sahiptir. Bu hak, din veya inancını değiştirme özgürlüğünü ve din veya inancını tek başına veya topluluk halinde, aleni veya gizli olarak ibadet etme, öğretme, uygulama ve gereklerine uyma şeklinde açığa vurma özgürlüğünü içerir. 2. Bu hakkın kullanılmasına ilişkin ulusal mevzuata uygun olarak dini nedenlerle askerlik görevini yapmayı reddetme hakkı tanınmaktadır. Madde 11. - İfade ve haber alma özgürlüğü 1. Herkes, ifade özgürlüğü hakkına sahiptir. Bu hak, kamu makamlarının müdahalesi olmaksızın ve ulusal sınırlarla kısıtlanmaksızın bir görüşe sahip olma, haber ve düşünceleri elde etme ve bunları ulaştırma özgürlüğünü içerir. 2. Basının özgürlüğü ve çoğulculuğuna saygi gösterilmelidir. Madde 12. - Toplanma ve örgütlenme özgürlüğü 1. Herkes, barışçıl bir biçimde toplanma özgürlüğü ile her düzeyde, özellikle siyaset, sendika ve yurttaşlıkla ilgili konularda örgütlenme özgürlüğü hakkına sahiptir. Bu, herkesin kendi çıkarlarını korumak için sendika kurma ve sendikalara girme hakkını da içerir. 2. Birlik düzeyindeki siyasi partiler, Birliğin vatandaşlarının siyasi iradesinin ifade edilmesine katkıda bulunurlar. Madde 13. - Sanat ve bilim özgürlüğü Sanat ve bilimsel araştırma, kısıtlamaya tabi olmamalıdır. Akademik özgürlüğe saygı gösterilmelidir. Madde 14. - Eğitim hakkı 1. Herkes, eğitim görme ve mesleki ve sürekli eğitimden yararlanma hakkına sahiptir. 2. Bu hak, serbest zorunlu eğitim görme olasılığını da içerir. 3. Demokratik ilkelere ve ailelerin çocuklarının kendi dini, felsefi ve eğitim konusundaki inançlarına uygun olarak eğitim ve öğretim görmelerini sağlama hakkına saygı gösterilerek eğitim kurumları tesis etme özgürlüğüne, bu özgürlük ve hakkın kullanılmasına ilişkin ulusal mevzuata uygun olarak saygı gösterilmelidir. Madde 15. - Meslek seçme ve çalışma hakkı 1. Herkes, çalışma ve serbestçe seçilmiş veya kabul edilmiş bir mesleği ifa etme hakkına sahiptir. 2. Birliğin her vatandaşı, herhangi bir Üye Devlette iş arama, çalışma, yerleşme hakkını kullanma ve hizmet verme özgürlüğüne sahiptir. 3. Üye Devletlerin ülkelerinde çalışma izni almış olan üçüncü ülkelerin vatandaşları, Birliğin vatandaşlarının çalışma şartlarına eşit çalışma şartlarından yararlanma hakkına sahiptir. Madde 16. - Bir ticari faaliyette bulunma özgürlüğü Topluluk hukuku ve ulusal yasalar ve uygulamalara göre bir ticari faaliyette bulunma özgürlüğü tanınmaktadır. Madde 17. - Mülk edinme hakkı 1. Herkes, yasal şekilde elde ettiği mülküne sahip olma, kullanma, elden çıkarma ve miras bırakma hakkına sahiptir. Bunların kaybı karşılığında zamanında adil bir tazminat ödenmesi koşulu ile kamu menfaati nedeniyle veya yasada öngörülen koşullar çerçevesinde yapılması dışında hiç kimsenin elinden mülkü alınamaz. Mülkün kullanımı, kamu menfaati için gerekli olduğu ölçüde yasa ile düzenlenebilir. 2. Fikri mülkiyet, korunmalıdır. Madde 18. - Sığınma hakkı Sığınma hakkı, 28 Temmuz 1951 tarihli Cenevre Sözleşmesi ve sığınmacıların statüsüne ilişkin 31 Ocak 1967 tarihli Protokol kuralları dikkate alınarak ve Avrupa Topluluğunu kuran Antlaşma'ya uygun olarak teminat altına alınmalıdır. Madde 19. - İhraç, sınırdışı veya iade etme yasağı 1. Toplu sınır dışı etmeler yasaktır. 2. Hiç kimse, ölüm cezası, işkence veya başka insanlık dışı veya alçaltıcı muamele veya cezaya tabi tutulması konusunda ciddi bir tehlikenin bulunduğu bir Devlete geri gönderilemez, sınırdışı edilemez veya iade edilemez. BÖLÜM III EŞİTLİK Madde 20. - Yasa önünde eşitlik Herkes, yasa önünde eşittir. Madde 21. - Ayrımcılık yasağı 1. Cinsiyet, ırk, renk, etnik veya sosyal köken, kalıtımsal özellikler, dil, din veya inanç, siyasi veya başka herhangi bir görüş, bir ulusal azınlığın üyesi olma, hususiyet, doğum, maluliyet, yaş veya cinsel eğilim gibi herhangi bir nedenle ayrımcılık yapılması yasaktır. 2. Avrupa Topluluğunu kuran Antlaşma ve Avrupa Birliği Antlaşmasının uygulanması kapsamı çerçevesinde ve sözkonusu Antlaşmaların özel hükümleri saklı kalmak üzere milliyet nedeniyle her türlü ayrımcılık yasaktır. Madde 22. - Kültürel, dini ve dilsel çeşitlilik Birlik, kültürel, dini ve dilsel çeşitliliğe saygı gösterecektir. Madde 23. - Erkekler ve kadınlar arasında eşitlik Erkekler ve kadınlar arasında eşitlik, istihdam, çalışma ve ücret dahil olmak üzere bütün alanlarda sağlanmalıdır. Eşitlik ilkesi, yeterli şekilde temsil edilmeyen cinsin lehine belirli avantajlar sağlanmasını öngören önlemlerin sürdürülmesini veya benimsenmesini engellemez. Madde 24. - Çocukların hakları 1. Çocuklar, kendi refahları için gerekli olan koruma ve ihtimamdan yararlanma hakkına sahiptir. Görüşlerini serbestçe ifade edebilirler. Bu görüşler, kendi yaşları ve olgunluk düzeylerine uygun olarak kendilerini ilgilendiren konularda dikkate alınır. 2. Kamu makamları veya özel kuruluşlar tarafından çocuklarla ilgili olarak yapılan bütün işlemlerde, çocuğun çıkarlarının en iyi şekilde korunmasına öncelik verilmelidir. 3. Her çocuk, bunun kendi çıkarlarına aykırı olması haricinde anne ve babasının her ikisi ile düzenli olarak kişisel ilişki ve doğrudan temas sürdürme hakkına sahiptir. Madde 25. - Yaşlıların hakları Birlik, yaşlıların, onurlu ve bağımsız bir yaşam sürdürme ve sosyal ve kültürel yaşama katılma haklarını tanımakta ve saygı göstermektedir. Madde 26. - Engellilerin toplumla bütünleştirilmesi Birlik, engelli kişilerin, bağımsızlıklarını, toplumsal ve mesleki yaşamla bütünleştirilmelerini ve toplum yaşamına katılmalarını sağlamaya yönelik önlemlerden yararlanma hakkını tanımakta ve saygı göstermektedir. BÖLÜM IV DAYANIŞMA Madde 27. - İşçilerin işletme içinde bilgi alma ve danışma hakkı Topluluk mevzuatı ve ulusal yasalar ve uygulamalarda öngörülen durumlar ve koşullarda işçiler veya temsilcilerine, uygun düzeylerde zamanında bilgi verilmeli ve danışmalarda bulunulmalıdır. Madde 28. - Toplu sözleşme görüşmeleri yapma ve eylem hakkı İşçiler ve işverenler veya bunların ilgili kuruluşları, topluluk mevzuatı ve ulusal yasalar ve uygulamalara göre uygun düzeylerde toplu sözleşmeler müzakere etme ve imzalama ve menfaat ihtilafı olması halinde grev eylemi dahil olmak üzere kendi çıkarlarını korumak için ortak eylem yapma hakkına sahiptir. Madde 29. - İşe yerleştirme hizmetlerinden yararlanma hakkı Herkes, işe yerleştirme hizmetinden ücretsiz olarak yararlanma hakkına sahiptir. Madde 30. - Haksız işten çıkarmaya karşı koruma Her işçi, Topluluk hukuku ve ulusal yasalar ve uygulamalara göre haksız işten çıkarmaya karşı korunma hakkına sahiptir. Madde 31. - Adil ve hakkaniyete uygun çalışma koşulları 1. Her işçi, kendi sağlığı, emniyeti ve onuruna saygı gösteren çalışma koşullarından yararlanma hakkına sahiptir. 2. Her işçi, azami çalışma saatlerinin sınırlandırılması, günlük ve haftalık dinlenme dönemleri ve yıllık ücretli izin hakkına sahiptir. Madde 32. - Çocuk işçi çalıştırmanın yasaklanması ve çalışan gençlerin korunması Çocuk işçi çalıştırılması yasaktır. Gençler için daha elverişli olabilecek kurallar saklı kalmak üzere ve sınırlı istisnalar dışında istihdam edilmek için asgari yaş sınırı, zorunlu eğitimin tamamlanması için belirlenen asgari yaştan daha düşük olamaz. İşe alınan gençler, yaşlarına uygun çalışma koşullarında çalıştırılmalı ve ekonomik sömürüye ve emniyetlerine, sağlıklarına veya fiziksel, ruhsal, ahlaki veya sosyal gelişimlerine zarar verme olasılığı bulunan veya eğitimlerini engelleyebilecek her türlü işe karşı korunmalıdır. Madde 33. - Aile ve meslek yaşamı 1. Aile, yasal, ekonomik ve sosyal korumadan yararlanmalıdır. 2. Aile ve meslek yaşamının bağdaştırılması için herkes, doğumla bağlantılı bir nedenle işten çıkarmaya karşı korunma hakkına ve bir çocuğun doğumu veya evlat edinilmesinden sonra ücretli doğum ve ebeveynlik izni alma hakkına sahiptir. Madde 34. - Sosyal güvenlik ve sosyal yardım 1. Birlik, Topluluk hukuku ve ulusal yasalar ve uygulamalarda belirtilen usullere göre doğum, hastalık, iş kazaları, bakıma muhtaç olma veya yaşlılık gibi durumlarda ve işten çıkarılma durumunda koruma sağlayan sosyal güvenlik yardımları ve sosyal hizmetlerden yararlanma hakkını tanımakta ve saygı göstermektedir. 2. Avrupa Birliği'nde yasal olarak ikamet eden ve dolaşan herkes, Topluluk hukuku ve ulusal yasalar ve uygulamalara göre sosyal güvenlik yardımları ve sosyal avantajlardan yararlanma hakkına sahiptir. 3. Birlik, Topluluk hukuku ve ulusal yasalar ve uygulamalarda belirtilen usullere göre sosyal dışlanma ve yoksullukla mücadele için yeterli imkanlara sahip olmayan herkes için uygun bir yaşam sağlamak amacıyla sosyal ve konut yardımından yararlanma hakkını kabul etmekte ve saygı göstermektedir. Madde 35. - Sağlık hizmetleri Herkes, ulusal yasalar ve uygulamalarda belirtilen şartlar çerçevesinde koruyucu sağlık hizmetlerinden yararlanma hakkına ve tıbbi tedaviden yararlanma hakkına sahiptir. Bütün Birlik politikaları ve faaliyetlerinin tanımlanmasında ve uygulanmasında yüksek düzeyde bir insan sağlığı koruması sağlanmalıdır. Madde 36. - Genel ekonomik konulardaki hizmetlerden yararlanma Birlik, sosyal ve bölgesel uyumunu artırmak için Avrupa Topluluğu'nu oluşturan Antlaşma'ya uygun olarak ulusal yasalar ve uygulamalarda öngörülen genel ekonomik konulardaki hizmetlerden yararlanma hakkını kabul etmekte ve saygı göstermektedir. Madde 37. - Çevresel koruma Yüksek düzeyde bir çevresel koruma ve çevrenin kalitesinin iyileştirilmesi, Birliğin politikalarına dahil edilmeli ve sürdürülebilir kalkınma ilkesine uygun olarak sağlanmalıdır. Madde 38. - Tüketici Koruması Birlik politikaları, yüksek düzeyde tüketici koruması sağlamalıdır. BÖLÜM V VATANDAŞLIK HAKLARI Madde 39. - Avrupa Parlamentosu seçimlerinde oy kullanma ve aday olma hakkı 1. Birliğin her vatandaşı, ikamet ettiği Üye Devlette, bu Devletin vatandaşları ile aynı koşullar altında Avrupa Parlamentosu seçimlerinde oy kullanma ve aday olma hakkına sahiptir. 2. Avrupa Parlamentosu üyeleri, genel serbest ve gizli oyla doğrudan seçilir. Madde 40. - Yerel seçimlerde oy kullanma ve aday olma hakkı Birliğin her vatandaşı, ikamet ettiği Üye Devlette, bu Devletin vatandaşları ile aynı koşullar altında yerel seçimlerde oy kullanma ve aday olma hakkına sahiptir. Madde 41. - İyi idare hakkı 1. Herkes, işlerinin Birliğin kurumları ve organları tarafından tarafsız ve adil bir şekilde ve makul bir süre içinde görülmesini isteme hakkına sahiptir. 2. Bu hak, şunları içermektedir: - herkesin, kendisini olumsuz şekilde etkileyebilecek herhangi bir işlemin yapılmasından önce görüşlerinin dinlenmesini isteme hakkı; - herkesin, kendi dosyasına erişme hakkı ve meşru gizlilik çıkarlarına ve mesleki ve ticari gizliliğe saygı gösterilmesi; - idarenin, kararları konusunda gerekçe gösterme yükümlülüğü. 3. Herkes, Topluluğun kuruluşları veya görevlilerinin, görevlerinin ifası sırasında yolaçtıkları her türlü zararı, Üye Devletlerin yasalarındaki ortak genel ilkelere göre Topluluğa tazmin ettirme hakkına sahiptir. 4. Herkes, Birliğin kuruluşlarına, Antlaşmaların lisanlarından birinde mektup gönderebilir ve kendisine aynı lisanda cevap verilmesi zorunludur. Madde 42. - Belgelere erişme hakkı Birliğin bütün vatandaşları veya bir Üye Devlette ikamet eden veya kanuni adresi bu devlette bulunan bütün gerçek veya tüzel kişiler, Avrupa Parlamentosu, Konsey ve Komisyon belgelerine erişme hakkına sahiptir. Madde 43. - Kamu Denetçisi Birliğin bütün vatandaşları veya bir Üye Devlette ikamet eden veya kanuni adresi bu devlette bulunan bütün gerçek veya tüzel kişiler, adli görevleri çerçevesinde hareket eden Adalet Divanı Bidayet Mahkemesi hariç olmak üzere Topluluk kuruluşları veya organlarının faaliyetlerinde karşılaşılan kötü idare vakalarını Birlik kamu denetçisine havale etme hakkına sahiptir. Madde 44. - Dilekçe ile başvurma hakkı Birliğin bütün vatandaşları veya bir Üye Devlette ikamet eden veya kanuni adresi bu devlette bulunan bütün gerçek veya tüzel kişiler, Avrupa Parlamentosu'nu dilekçe ile başvurma hakkına sahiptir. Madde 45. - Dolaşım ve ikamet özgürlüğü 1. Birliğin her vatandaşı, Üye Devletlerin ülke sınırları içinde serbestçe hareket etmek ve ikamet etmek özgürlüğüne sahiptir. 2. Bir Üye Devletin ülkesinde yasal olarak ikamet eden üçüncü ülkelerin vatandaşlarına, Avrupa Topluluğu'nu tesis eden Antlaşma'ya uygun olarak dolaşım ve ikamet özgürlüğü tanınabilir. Madde 46. - Diplomatik ve konsolosluk koruması Birliğin her vatandaşı, tabiyetinde olduğu Üye Devletin temsil edilmediği bir üçüncü ülkenin topraklarında, herhangi bir Üye Devletin diplomatik veya konsolosluk makamları tarafından, sözkonusu Üye Devletin vatandaşları ile aynı şartlarda korunma hakkına sahiptir. BÖLÜM VI ADALET Madde 47. - Etkili hukuki bir yola başvurma ve adil yargılanma hakkı Birlik hukuku tarafından teminat altına alınmış olan hakları ve özgürlükleri ihlal edilen herkes, bu Maddede belirtilen şartlara uygun olarak bir mahkemede etkili bir hukuki yola başvurma hakkına sahiptir. Herkes, daha önceden yasa ile tesis edilmiş bağımsız ve tarafsız bir mahkemede makul bir süre içinde yapılacak adil ve kamuya açık bir duruşma yapılması hakkına sahiptir. Herkes, kendisine bilgi verilmesi, savunulması ve temsil edilmesi fırsatına sahip olmalıdır. Gerekli imkanlara sahip olmayan herkese, bu yardımın adalete etkin bir şekilde ulaşılmasının sağlanması için gerekli olması koşulu ile hukuki yardım sağlanacaktır. Madde 48. - Masumiyet karinesi ve savunma hakkı 1. Kendisine karşı ithamda bulunulan bir kişinin, yasaya göre suçlu olduğu kanıtlanıncaya kadar masum olduğu kabul edilecektir. 2. Kendisine karşı ithamda bulunulmuş olan bir kişinin savunma haklarına saygı gösterilmesi teminat altına alınmalıdır. Madde 49. - Cezayı gerektiren suçların ve cezaların orantılı olması ve yasada tanımlanması ilkeleri 1. Hiç kimse, işlendiği zaman ulusal veya uluslararası hukuka göre suç oluşturmayan bir fiil veya ihmalden dolayı suçlu bulunamaz. Hiç kimseye, suçu işlediği zaman verilebilecek olan cezadan daha ağır bir ceza verilemez. Cezayı gerektiren bir suçun işlenmesinden sonra yasanın daha hafif bir ceza öngörmesi durumunda bu ceza uygulanır. 2. Bu madde, işlendiği zaman uluslar topluluğu tarafından tanınmış genel ilkelere göre suç sayılan bir eylem veya ihmal nedeniyle bir kimsenin yargılanmasına veya cezalandırılmasına engel değildir. 3. Cezaların şiddeti, cezayı gerektiren suçla orantısız olmamalıdır. Madde 50. - Cezayı gerektiren aynı suçtan iki kere yargılanmama veya cezalandırılmama hakkı Hiç kimse, daha önce yasaya göre Birlik içinde kesin olarak beraat ettiği veya mahkum olduğu bir suç nedeniyle mahkemede yeniden yargılanamaz veya cezalandırılamaz. BÖLÜM VII GENEL HÜKÜMLER Madde 51. - Kapsam 1. Bu Bildirgenin hükümleri, yetki ikamesi ilkesi dikkate alınarak Birliğin kurumları ve organlarına ve sadece Birlik hukukunu uyguladıklarında Üye Devletlere yöneliktir. Bu nedenle,kendi yetkilerine uygun olarak haklara saygı gösterecekler, ilkelere uyacaklar ve bunların uygulanmasını teşvik edeceklerdir. 2. Bu Bildirge, Topluluk veya Birlik için yeni bir yetki veya görev tesis etmemektedir veya Antlaşmalarda belirtilen yetkilerde ve görevlerde değişiklik yapmamaktadır. Madde 52. - Teminat altına alınan hakların kapsamı 1. Bu Bildirgede kabul edilen hakların ve özgürlüklerin kullanılmasına getirilecek her türlü sınırlandırma, yasada öngörülmeli ve bu hak ve özgürlüklerin özüne saygı göstermelidir. Orantılı olma ilkesine tabi olarak sınırlandırmalar sadece gerekli olmaları ve Birlik tarafından kabul edilen kamu yararı amaçlarına veya başkalarının hak ve özgürlüklerini koruma gereksinimine gerçekten hizmet etmeleri koşulu ile uygulanabilir. 2. Topluluk Antlaşmaları veya Avrupa Birliği Antlaşmasına dayalı olan bu Bildirgede tanınan haklar, sözkonusu Antlaşmalarda belirtilen şartlar ve sınırlar çerçevesinde kullanılır. 3. Bu Bildirge'nin, İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin Korunması Sözleşmesi ile teminat altına alınmış olan haklara tekabül eden hakları içermesi durumunda sözkonusu hakların anlamı ve kapsamı, sözkonusu Antlaşma'da belirtilenlerle aynı olacaktır. Bu hüküm, Birlik hukukunun daha kapsamlı koruma sağlamasını engellemez. Madde 53. - Koruma düzeyi Bu Bildirge'de yeralan hiç bir şey, Birlik hukuku ve uluslararası hukuk ve Birlik, Topluluk veya Avrupa İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin Korunması Sözleşmesi dahil olmak üzere Üye Devletlerin taraf olduğu uluslararası anlaşmalarla ve Üye Devletlerin anayasaları ile kendi uygulama alanlarında tanınmış olan insan hakları veya temel özgürlükleri kısıtladığı veya olumsuz şekilde etkilediği şeklinde yorumlanamaz. Madde 54. - Hakların istismar edilmesi yasağı Bu Bildirge'de yeralan hiç bir şey, işbu Bildirge'de tanınan haklar ve özgürlüklerden herhangi birinin ortadan kaldırılmasını veya bunun, burada öngörülenden daha fazla kısıtlanmasını amaçlayan herhangi bir faaliyette bulunma veya herhangi bir fiili gerçekleştirme hakkını verdiği şeklinde yorumlanamaz.
  5. Eser Karakaş Burası bir Cumhuriyet mi? Cumhuriyet kavramını hem en hafife alan hem de en çok bu kavramı dilinden düşürmeyen millet galiba biziz. Daha önce de bu konuda yazmaya gayret göstermiş, örnekler vermiştim. ANKA’nın Dış Ticaret Müsteşarlığı verilerinden yaptığı belirlemelere göre 2007 senesinin ilk on ayında gerçekleşen toplam ihracatın yüzde 56’sını İstanbul yapmış, diğer 80 ilin toplam ihracat büyüklüğü İstanbul’un epey altında kalmış. Böyle bir ülkeye ne kadar Cumhhuriyet deneceğini tartışmak lazım. * * * Türkiye’de biz ağırlıklı olarak ikinci cumhuriyet kavramını tartışıyoruz, mevcut Cumhuriyet’in demokratikleşmesini, askeri vesayet ve velayetten kurtulmasını, çağa ayak uydurmasını vs. talep ediyoruz. Yani, ortada bir Cumhuriyet olduğu varsayımından kalkıp, bu yapıyı çağdaş hale getirmeye, hukukun üstünlüğünü yerleştirmeye çalışıyoruz. Oysa bir yönetim biçimine cumhuriyet adının verilebilmesi herhalde o ülkede sadece ve sadece yönetimin babadan oğula geçmemesi ile sağlanabilecek kadar basit bir mesele değil ve olmamalı. Cumhuriyet meselesini bu kadar basite indirger, saltanatın ilgasıyla özdeşleştirirsek, cumhuriyet kavramına ve bu kavram çerçevesinde önemli işler başarmış ülkelere büyük haksızlık etmiş oluruz. Bir yönetim tarzının cumhuriyet olarak nitelenebilmesi için yönetimin babadan oğula geçmemesi belki bir gerekli koşul ama çağımızda herhalde yeterli koşul pek değil. Bu cumhuriyet kavramının içinin evrensel hukuk, demokrasi, insan hakları, bölgesel dengesizliklerin en aza indirilmesiyle de doldurulması şart. Hukukun üstünlüğünün yaşama geçmediği, demokrasinin pek işlemediği, insan haklarının ayaklar altına alınabildiği ve bölgesel dengesizliklerin büyük boyutlara ulaşabildiği ülkelere cumhuriyet demek cumhuriyet kavramına haksızllık. Bizim sekter cumhuriyetçilerimiz dahi bu cumhuriyet kavramının şemsiyesi altına Libya, Suriye, İran cumhuriyetleri gibi ülkelerle beraber girmekten sanırım pek hoşlanmazlar, ya da hoşlanmamaları gerek. Ama, son ihracat verilerine, Malatya ve Hrant Dink davalarına baktığınızda da, mesela Fransa’nın da bizle aynı cumhuriyet şemsiyesi altına girmekten pek hoşlanmayacağını düşünüyorum. * * * İçinde bulunduğumuz yılın ilk on ayında İstanbul’dan ya da merkezi İstanbul’da bulunan şirketlerden yapılan ihracat 56 milyar dolar, diğer seksen ilden yapılan ihracat ise 38 milyar dolar. Öte yandan da Ardahan ilimizin hiç ihracatı yok, Tunceli, Gümüşhane, Bayburt, Bingöl, Erzincan, Muş illerimizin ihracatı bir milyon doların, Osmaniye, Bartın ve Kırıkkale illerimizin üç milyon doların altında. İstanbul toplam ihracatın yüzde 56’sını, ilk on il de yüzde doksanını yapıyor. İhracatın bu dağılımı ortadayken, bizler cumhuriyet kavramının içini hukukla doldurmaktan bahsediyoruz. Galiba esas konu ortada bir cumhuriyetin olup olmadığı konusu. Bölgesel dengesizliğin bu kadar çarpıcı olduğu 84 senelik bir cumhuriyete cumhuriyet demek kavramın özüne ihanet olabilir.
  6. Üsteğmen ve barış Siz, bir korku filminin dekorları arasında yaşıyorsunuz. Bütün bu gördükleriniz, okuduklarınız dekor. Korkunç bir şiddetin içinde çalkalanan bir ülkede yaşadığınızı düşünüyorsunuz, değil mi? Ben Adana’dan arabayla yola çıktım, Mersin, Antep, Urfa, Mardin, Midyat, Diyarbakır dolaştım. En küçük bir olayla karşılaşmadım. İnsanlar şiddetten uzak yaşıyorlardı. Bölgedeki herkes çığlık çığlığa “barış” diye bağırıyordu. Onların sesini size duyurmuyorlar. Size sadece “savaşın” gürültüsünü, büyük hoparlörlere bağlayarak dinletiyorlar. Yaşanan her olayı siz yüz misli gürültüyle duyuyorsunuz. İnanın bana, size yemin ederim, bu ülke barışa hazır. Eğer Türk medyası, sadece bir hafta dürüst gazetecilik yapsa bu ülke barışın kapısından geçebilecek hale gelir. Türk milliyetçiliğini, şiddeti, silahı, ölümü, kıyımı öven yayınlarından vazgeçseler, çekilen acıları, dağılan aileleri, insan dramlarını, o trajedileri size de izletseler, siz de öfke yerine merhamet duyarsınız. Çocuklarınızı, geleceğinizi, ülkenizi kurtarmak için barış istersiniz. Ama yapmıyorlar. Sizi kızdıracak, öfkelendirecek, intikam isteklerinizi bileyecek haberlerle gerçekleri çarpıtıyorlar. Bakın, eğer istersem ben sizi İstanbul’un bir cinayetler kenti olduğuna ikna edebilirim. Aynı gün işlenen bütün cinayetlerin haberlerini yan yana koyarım. Televizyona ardı ardına cinayet görüntülerini yüklerim. Korkudan evden çıkamaz hale gelirsiniz. Söylediklerim doğrudur ama “gerçek” değildir. Cinayetlerin olduğu doğrudur ama İstanbul’un “yan yana konulmuş haberlerin” yansıttığı gibi her an adam öldürülen bir kent olduğu doğru değildir. İşte size Güneydoğu’yla ilgili aynen bunu yapıyorlar. Sadece savaş haberlerini gösteriyorlar. “Barış” haberlerine hiç yer vermiyorlar. Siz bambaşka bir Güneydoğu yaşıyorsunuz. Gerçekleri saklıyorlar sizden. Bakın, en son bir “dağda unutulan üsteğmen” olayı yaşadık. Haberi bizim gazete verdi, bazı gazeteler de bunun doğru olmadığını kanıtlamaya çalıştı. Haber doğruydu. Biz, bu haberin arkasındayız ve doğru olduğunu biliyoruz. Kim söyleyecek bunun gerçeğini şimdi insanlara? Çoğu insan bizim gazeteyi görmüyor bile. Onlar işin aslını hiç bilmeyecek. Jandarma Komutanlığı da bir açıklama yayınladı. “Üsteğmenin kaçmış olabileceğini” söylüyorlar. İki ihtimal var, ya biz yanılıyoruz ya Jandarma Komutanlığı. Diyelim ki koskoca Jandarma Komutanlığı “yanılmaz”, doğru söylüyordur. Peki. Şu sorunun cevabı var mı? Daha yeni bebeği olmuş, orduyla kontratını daha yeni yenilemiş bir doktor üsteğmen neden askerden kaçar? Kontratını yenilemeyip ordudan çıkabilirdi. Kalmış. Bu gerçeğe rağmen, Komutanlık “onun kaçmış olabileceğini” ileri sürüyor. Niye kaçtı peki? Ne oldu? Ne yaptınız? Bu şartlardaki bir üsteğmen doktorun “kaçması” için dehşet verici olayların yaşanmış olması gerekir. Neydi o olaylar? Jandarma Komutanlığı bunu açıklamalı. Ya da Komutanlık yanılıyor. Ve, kendi hatasını saklamak için bir üsteğmenin hayatını harcıyor. O zaman da, “bir daha hangi personeliniz size güvenir” diye sormak gerekiyor. Üsteğmenin birliğindeki herkes olayın gerçeğini biliyor. Güvenebilecekler mi bundan sonra komutanlıklarına? Aslında, sadece tek başına bu “üsteğmen” olayı bile barışın bu ülkeye ne kadar gerekli olduğunu gösteriyor. O üsteğmen kaçmış da olsa, unutulmuş da olsa, bu olay, artık bu ülkede herkesin savaştan yorulduğunu gösteriyor. Ama gazeteler bu gerçekleri anlatmıyor, anlatmayacak. Bu ülkeye barış gerek. Ve, barışın şartları hazır. Siz yalanlara inanmayın. Yepyeni bir hayat, mutluluk, zenginlik, güven, huzur bir adım önümüzde duruyor. Tek bir adım. O adımı atacak biri çıkacaktır sonunda. Çünkü barışı sadece insanlar değil, hayatın bizzat kendisi istiyor artık. Taraf Gazetesi, 15 Aralık 17 Aralık 2007, Pazartesi [email protected]
  7. mehmet altanın babası azılı bir koministti diye suçlamışsınız,başkalaranın babası amerika adına tetikçilik yaparken sırtını devlete dayarken,çetin altan onurluca faşizme karşı duruyordu,herkes babasına bakmalı,acaba.......saygılarımla
  8. Yasadışılığın resmen savunulduğu bir ülkede,hiçbirşey yasadışı değildir,sonra insanları oraya gidiyorlar buraya gidiyorlar diye suçlamayın.
  9. Kendimize bir bakmalıyız,amerikayı lanetliyormuyuz,yosa kıskanıyormuyuz,yosa osmanlıyla övünmek,sınır ötesi operasyon,yayılmacılığın özlemi değilmi,samimi olmak lazım,bugü amerikayla işbirliği içinde hava harekatı yapıldı,hadi amerka düşmanları,saf değiştirme amerikancı olma zamanı,vah vah.
  10. Alın size bir şiir Asker kasketini kafese,kuşu başına koyup Çıktı sokağa Sokakata komutan ne o dedi Selam vermek yok mu? Yok dedi kuş,selam vermek yok Pardon dedi komutan Ben var sanıyordum da Mühim değil dedi kuş İnsan dediğin yanılabilir.
  11. Yazdıklarından yazılarımı takip ettiğin anlaşılıyor,anlamak tabii ki başka şey.saygılarımla
  12. Doğu kültürü mü?oryantalizm mi?töre ve boyun eğme mi?ağa mı?taylan ve yukarda yazı yazan arkadaş paristen yazıyorlar galba doğu kültürünü yermek için batılı veya en azından kentli olmak gerekir,ingilizlerin bir sözü vardır kentli olmak için bir evde en az 150 yıl ikamet etmek diye,bu üsten görme doğuyu küçümseme yetisini nereden alıyorsunuz,hangi kültürel yetkinliğe sahip olarak?
  13. Şemdinlide kitabevine bomba atarken yakalanan,halk tarafından suçüstü yapılan akabinde otomobillerinde araştırma yapan savcı ve milletvekillerini kurşunlayıp iki kişinin öldüğü olayın sorumluları,uzun hukuk komedisi sonucu serbest kaldılar,dönemin karakuvvetleri komutanının iyi çocuklar dediği,adamlar şimdi serbest,hiçkimse hukukun olmadığı bir yerde güvende değildir,bundan sonra herşey boş.
  14. Alın size bir fıkra askerde ahmede sormuş komutan vatan neyimizdir diye ahmet anamızdır komutanım diye yanıtlamış komutan mehmete dönmüş mehmet vatan neyizmiş bakalım mehmet,komutanım demiş vatan ahmetin anasıdır.... Kanımı verdim bu vatan benim saçmalığından kurtulun artık,vatan mezbaha değildir.
  15. bu ülkeye fazla geldin,zaten fazlada dumadın,gittin,güle güle.
  16. Hiçbir demokraside seçilmiş insanlara atanmışlar dil uzatamaz,geçmişte bu ülke asker yağcılığı yüzünden başbakanını astı.
  17. Her yazınızda dağlara çıkanlardan bombadan bahsediyorsunuz ve demokratların hrant dink ve benzeri katliamlarla ilgili davranışlarını sorguluyorsunuz,bu tepkinin neden pkk ya yapılmadığını soruyorsunuz,unutmayın demokrasilerde devlet birincil derecede sorgulanır ve muhataptır,siz ısrarla neden pkk yı muhatap almaya çalışıyorsunuz ve insanlara neden pkk yı adres gösteriyorsunuz,pkk size göre türkiyenin her sorununda muhatapmı olmalı,anlamadım.
  18. Kendini hep er olarak görenler emir almaya mecburdur,teşekürler mehmet altan.
  19. bradost

    Türkmen katliamı

    türkiyede kürdlere karşı her faaliyetin içinde olanların,her fırsatta kargaşadan medet umanların hiçkimseye faydası olmaz,özellikle her dış türkü potansiyel ajan gibi gören zihniyetten kurtulmanızı tavsiye ediyorum,fikirleri sabitleşmiş insanlar bir nevi körlük halindedirler,göremezler.
  20. ölürken kaygısız ölmek,utanmasız.
  21. türkiyenin sorunu yükselen faşizmdir,bütün diğer sorunlar onunla bağlantılıdır.
  22. bradost

    Türkmen katliamı

    Düne kadar kürd yoktu,diyorlardı,neden sesiniz çıkmıyordu,bir insanın dilini inkar kaşını gözünü burnunu inkardır,bırakın ırakta kürdler türkmenler kardeşçe yaşasın,çomak sokmayın kardeşliğe.
  23. İki İhbarda, “Malatya Katliamının Adresi” Ülkü OcaklarıMalatya'da Zirve Yayınları’ndaki katliamdan sonra biri savcılığa, diğeri Emniyet'e yapılan iki ihbarda, zanlıların Ülkü Ocakları’ndan yönlendirildiği iddia ediliyor. BİA Haber Merkezi - Malatya 07 Aralık 2007, Cuma Malatya Zirve Yayınevi'nin 18 Nisan'da basılarak misyonerlik yaptıkları gerekçesiyle de üç kişinin öldürülmesiyle ilgili her geçen gün yeni bilgiler ortaya çıkıyor. Katliamı izleyen günlerde iki ihbarda cinayetlerin adresi olarak Malatya Ülkü Ocakları gösterilirken, sanıkların Emniyette verdikleri ifadelerde öncüleri olarak gösterdikleri Emre Günaydın’ın karşılaştığı “yerel gazetedeki sakallı abi” ve “rapor hazırlayan bir kişi”den etkilendiğini savunuyorlar. İki ihbar mesajında adres “Ülkü Ocakları” gösteriliyor Ülkü Ocakları’nda yaklaşık sekiz yıl Disiplin Bakanlığı yaptığını ileri süren cinayet hükümlüsü Metin Doğan’ın savcılara gönderilen mektupta; Mehmet Topal ismiyle Malatya Emniyeti’nin ihbar hattına gönderilen bir başka mesajda Ülkü Ocakları suçlanıyor. Ülkü Ocakları’nda yaklaşık sekiz yıl Disiplin Bakanlığı yaptığını savunan cinayet hükümlüsü Metin Doğan, 25 Haziran’da Malatya Cumhuriyet Savcılığı’na gönderdiği ihbar mektubunda, “Emre Günaydın benim öz kardeşim kadar sevdiğim bir kişi. Ailesini de tanıyorum. Babasıyla da çok samimiyim. Emre, ben cezaevine girene dek yanımdaydı. Yani Ülkü Ocakları’’nda beraberdik. Beni kullanan, hayatımı mahveden kişiler, Emre’yi de kullandılar” dedi. “Emre’yi kimin kullandığını biliyorum” Mersin E Tipi Kapalı Cezaevi’nden gönderilen mektupta, “Yayınevi cinayetiyle ilgili çok şey biliyorum. Bu konularla Emre’yi kimin kullandığını, bu cinayeteri kimin işlettiğini biliyorum. Delillerimle size ifade vererek sunmak istiyorum. Bir daha kardeşlerim kullanılmasın ve başka canlar yanmasın diye bizzat size ifade vermek, sizi aydınlatmak istiyorum” deniyor. Cinayetten dört gün sonra Mehmet Topal ismiyle aynı yere gönderilen bir başka ihbar mesajında, “Üç cinayetin emirleri Malatya Ülkü Ocakları’ndan verildi” diye iddia ediliyordu. Katliamdan önce Emre Günaydın ile 18 kere mesajlaştığı belirlenen Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) İl Genel Meclisi üyesi Ruhi Polat ise, Günaydın’la ilişkisiyle ilgili olarak, “Benim ailevi sorunlarım vardı. Emre Bey’le ağabey-kardeş ilişkisi içinde konuştuk. Emniyet’e ve yargıya güveniyorum” dedi. Polat: Telefonu kızım kullanıyor Günaydın ile 15 Mart-12 Nisan 2007 tarihleri arasında telefonla 18 kez mesajlaştığı iddia edilen Polat, önceki gün (5 Aralık) gazetecilerin sorularını yanıtlarken, şunları söyledi.: “Bu konu yargıdadır. Savcılığa ve emniyete gerekli ifadeleri verdim. Sonucu hep birlikte bekleyeceğiz. Atılan iftiralar tamamen asılsız iddialardır. Ben yargıya ve emniyete güveniyorum. Gerekli soruşturma yapıldı, yapılıyor. Sonucu hep birlikte yapacağız. Telefon görüşmeleriyle ilgili ifadeyi verdik. Telefon benim adıma, ama kullanan ben değilim. Kızım kullanıyor. Kızım ve oğlumla Emre’nin babasının işlettiği spor salonunda çalıştık.” (EÖ/TK)
  24. Mehmet Altan Boğularak, donarak Türkiye’de yol iz bilmeyen bir grup mülteci... ‘İnsan tacirleri’ tarafından... Herkesin gözü önünde... Araçlara bindirilip Seferihisar’a götürülüyor... Bir diğer grup ise... İstanbul’da bir araca dolduruluyor Onların da adresi Seferihisar... Seferihisar’ın Sığacık sahilinde bir araya getirilen bu yaklaşık 85 mülteci... ‘İnsan tacirleri’ tarafından gece yarısı lodosa rağmen 15 metre boyundaki küçücük bir tekneye balık istifi bindiriliyor... Bodrum Güllük’ten geldiği ve üzerinde ‘Güllük’ yazdığı öğrenilen tekne ile yola koyuluyorlar... Bu arada lodos şiddetini daha da artırıyor... Normal şartlarda içindeki 85 insanı taşıması mümkün olmayan tekne, açıldıktan 1.5 saat sonra Seferihisar’ın Doğanbey beldesi açıklarında batıyor... * * * Gün ağardığında cesetler Seferihisar’da, Sığacık, Akkum, Killiburnu, Akarca mevkisinde kıyıya vuruyor... Aralarında 13-14 yaşlarında kız çocukları var... İnsan kaçakçıları işledikleri bu cinayetlere karşılık bir de mültecilerden kişi başına 2 bin 500 Euro alıyor... Üstelik bu olaylar hepimizin gözleri önünde tekrarlanıp duruyor... Kesintisiz katliamların suç ortakları gibiyiz aslında... * * * Dün gazeteleri tararken gerçekten sorulması gereken esas soruları bir tek Sabah Gazetesinin sorduğunu gördüm. Göz göre göre öldürülmelerine kayıtsız kaldığımız bu insanlar, hangi mekanizmanın kurbanıydılar? Ve aşağıdaki soruların cevapları ne? Bir grup mültecinin İstanbul’dan geldiği iddia ediliyor. 600 km.’lik yolu yakalanmadan nasıl geçtiler? Türkiye’yi tanımayan, yol yordam bilmeyen Filistinli, Iraklı, Somalili 85 kişi, nasıl kimseye fark ettirmeden İzmir’in göbeği Alsancak’ta buluştu? Seferihisar’dan kimseye görünmeden Ege’ye açılmayı nasıl başardı? Teknenin sahibi kim ya da kimler? * * * Dün gazeteler sanki bir ölüler günü yaşıyor muşuz gibiydi... İnsan Hakları Günü yeni bir yaşam ararken soğuk sularda yitip giden mülteciler... Isparta Eğridir Dağ Komando Okulunun subay ve astsubaylarının eğitim tatbikatında donarak ölen üsteğmen ve kader kapıyı çaldığı için yitirdiğimiz Sabahattin Zaim... Bir buçuk yıl kadar Şişe ve Cam fabrikalarında planlama uzmanı olarak çalışmamı kendisine borçlu olduğum ilk planlamacılardan Osman Nuri Torun... * * * ‘Allah sıralı ölüm versin’ derler... Ölüm insanoğlunun en trajik serüveni... Ama bu çok genç yaştaki çocuklarımızı gelip bulunca daha da korkunçlaşıyor. 24 yaşındaki Üsteğmen Emre Ercan’ın ölümü de böyle... Tatbikatta ölen bu gencecik yaştaki üsteğmenin resmen kalp krizi sonucu öldüğü açıklansa da dünkü Hürriyet Gazetesinin web sayfasında bulamadığım ama gazetenin kendisinde okuduğum şöyle bir bölüm vardı: ‘Otopsi sonucunda şehit üsteğmen Ercan’ın kalp krizi ya da donma sonucu ölmüş olabileceği, ancak kesin ölüm nedeninin belirlenemediği belirtildi. Donma ve kalp krizi bulgularının bir birine çok yakın olduğunu belirten yetkililer, kesin ölüm nedeninin belirlenmesi için Ercan’dan alınan doku örneklerinin İzmir Adli Tıp Kurumu’na gönderildiğini belirtti.’ Gazeteden aktarageldiğim bu bölüm internette olmamasına rağmen, üsteğmenin ölümü farklı soru işaretlerine yol açmıştı bile. Örneğin, aşağıdaki İlker Olcay adlı okura ait yoruma, gazetenin web sayfasında, hemen haberin altında rastladım: ‘Donan her insanın kalbi durur. Ne biçim tatbikat, ne biçim organizasyon, o kadar süre nasıl yardım gelmemiş. Onlarca helikopter vardır orada. Burnunun dibindeki askeri kollayamayan kontrol edemeyen yarın öbür gün savaşta ne yapar. Bence bu olayın üstüne gidilmeli ve ihmali bulunanlar cezalandırılmalı. 11/12/2007 - 14:19’ * * * İnsan tacirlerinin yol açtığı bir cinayet sonucu mültecilerin boğulması... Gencecik üsteğmenimizin tatbikatta muhtemelen donarak ölmesi... Bir şeyleri eksik yaptığımızı göstermekte... Özeleştiri, insan hayatlarına mal olan yönetim hatalarını ortadan kaldırmaya yarar... Kiminin boğularak, kiminin donarak ölmesini istemiyorsak, sağlıklı bir özeleştiri mekanizmasını da özgürce çalıştırmalıyız. 13 Aralık 2007, Perşembe
  25. ferhat kentel gazetem net Kuzey Irak: tek coğrafya, üç anlam Türkiye’den Kuzey Irak’a -yani Kürdistan’a- 17. yüzyıldan kalma Westphalia mantığıyla –yani kazanmak ve kaybetmek ikilemi üzerine kurulu olan mantıkla- bakınca bol miktarda fantezi üretmek mümkün. “Aşiret ya da kabile devleti”, “peşmergeler”, “Türkiye’nin ulusal çıkarları için tehlike”, “PKK destekçisi” vb... Hele iflah olmaz popülist damarlarda gezinen, cinsellik, milliyetçilik gibi konularda iç gıcıklamak için her türlü belden aşağı yöntemi kullanan kocaman medya organlarının zaviyesinden bakınca, manzara daha da “********”... Ancak kısacık bir gezi bile durumun hiç de öyle olmadığını, Kürdistan’ın ya da Kuzey Irak’ın tabii ki güllük gülistanlık bir yer olmadığını; hiçbir özete izin vermeyecek kadar karmaşık bir yer olduğunu, her şeyin oluşum ve inşa sürecinde olduğunu ve anlamak için başka türlü bir göze, kulağa, akıla ve belki de en önemlisi kalbe ihtiyaç olduğunu gösteriyor... Şimdi burada yazacaklarım da anlam dünyalarına sokulması zor olan bu karışık memleketi biraz olsun anlayabilmek için bir çabadır sadece... Bu karmaşıklık, esas olarak, iki kent düzeyinde yoğunlaşmış ideal-tip anlamlarla belki biraz kendini açabilir. Yani bir yanda Erbil’de, diğer yanda Kerkük’te kendini görünür kılan anlamlar... Ama hareket halinde olan bir üçüncü anlam daha var gibi görünüyor. Erbil... Basit değil; dünya kadar sorun var. Ancak yükselmekte olana, inşa olunana bakıldığında, Kerkük’le karşılaştırıldığında, sanki “modern” bir durum; medeniyetin, düzenin, söylemin ve teorinin hakimiyeti ön planda. Güvenlik yerinde; kentin planı işliyor... Rasyonalitenin ağırlığı hissediliyor... Bir Erbilli Kürt’ün ifadesiyle, “Hep savaş hep savaş! O kadar çok savaştık ki, artık bıktık ve silahlarımızı bıraktık...” Tabii ki, kalplerin bir kenarında yeniden ölüm korkusu var; ama diğer yandan Türkiye'den daha güvenli bir yer; “kapkaç yok”; “seyyar döviz büroları”nda paralar kaldırımda açıkta duruyor. Para tezgahı kaldırımda, “büro sahibi” apartmanın merdiveninde duruyor; gelip geçene, arada bir de paralarına bakıyor.... Kürdistan’ın Erbil şehri kuruluş mitinin de beslendiği, “biz” kelimesinin giderek güçlendiği bir kent... Tanıdık bir dille bunu ifade ediyor: “Tehlike -ya da El Kaide terörü- hep dışarıdan geliyor.” Korkunun bir nedeni Türkiye ama “anlaşılmaz bir Türkiye”... “92’de KDP ile Türk askeri PKK’ya karşı omuz omuza savaş verdi. 3500'den fazla şehit verdik. Türkiye istediği için değil, kendimiz için savaştık. Biz de PKK'dan çok zarar gördük... Ama Türkiye bunu hatırlamak istemiyor...” Erbil bir arada yaşama söylemine tutunmuş; sadece Kürt resmi otoritelerinin ya da sıradan vatandaşın değil; Erbil’de yaşayan Türkmenlerin de söylemi benzerlik taşıyor. Bozulmamış Türkçesi'yle övünen, Erbil Müftüsü Türkmen Molla Beşir’e göre, bölgenin en önemli özelliği “hısımlık ve komşuluk”; Türk, Kürt, Arap, Müslüman ve Hıristiyanlar içiçe yaşıyor: “Biz karışık milletiz. Erbil milleti efendi millettir.” Erbil, içinde yaşayanların dillerini birbirine benzetiyor; “her şey yolunda” diline alternatif bir dili zar zor duyuyorsunuz. Bir yerlerde bir Kürt delikanlısı “her şey yolunda değil” diyor: “Muhalefet etmek çok kolay değildir burada...” “Modern iktidar”, “modern-rasyonel disiplin” iş başında... Öte yandan Kerkük... Erbil’le karşılaştırmak bile abes... Adeta bir kaos; irrasyonalitenin zirve yaptığı, orman kanununun hüküm sürdüğü, ne yapacağı belli olmayan, içinde dolaşırken güvensizliği iliklerinizde hissettiğiniz bir kent... Güvenlik duygusu Kaf dağının ardında... Kenti zamanında -akşam olmadan- terkedebilmek için sabah erkenden gidiyoruz. Kerkük'e girmeden evvel araba değiştiriyoruz. Erbil plakalı (“kente yabancı”) ve zengin gösteren –dolayısıyla “av” olabilecek- arabadan inip, ufak bir arabaya biniyoruz. Kent insanın içini ürpertiyor. Erbil’in “disiplini” yok... Delik deşik binalar, delik deşik asker ve polis araçları... Kum torbaları ve dikenli tellerle çevrilmiş resmi binalar... Kerkük'te korkulan şey sadece El Kaide gibi “siyasal terörist” örgütler değil; belki çok daha tehlikeli çeteler... Onlar adam kaçırıp, fidye istiyorlar. Ya da sadece “korumak için”, tehditle rüşvet istiyorlar, eğer vermezseniz dükkanınız, işyeriniz bombalanıyor; sabah işe gittiğinizde dükkanın yerinde yeller esebiliyor. Mesela şöyle bir hikaye: Çeteciler bir işadamından 200 bin dolar istiyorlar. Adamcağız vermiyor. Cevap hızla geliyor; adamın üç katlı binası havaya uçuruluyor. Akabinde bir telefon geliyor işadamına: “Sana 100 bin dolarlık zarar verdik; 100 bin dolar daha borcun kaldı.” Kerkük: “Modern öncesi”, “disiplin öncesi”, “düzen öncesi” bir durum... Ama bir dengeye işaret eden “modern öncesi”ni başka türlü anlamak gerek... Belki hiçbir zaman olmamış bir durum; sadece teorik olarak algılanabilecek bir durum... Aslolan kaos ve korku; fakat bir miktar da “düzen” eşliğinde anlaşılabilecek bir durum. Hemen hemen herkes bir katkıda bulunuyor bu kaosa... Korkarak... Erbil’deki Türkmen örgütlerinden farklı olarak Irak Türkmen Cephesi (ITC) de bu korkuyu beleyen ve korkuyla beslenen bir örgüt; ITC “Kerkük mantığı”nın bir parçası... Yöneticilerinden bir kısmının söylemi, “savaş dili”: “PKK-KDP-KYB arasında fark yok”; fakat daha da ötesi var: “Bu örgütler ve Kürtler arasında da fark yok. Her Kürt aynı şuura sahiptir.” Bu iki anlam arasında, dış dünyanın, başta Türkiye’nin oynayabileceği çok önemli roller var.... Sanki çözüm büyük öçüde Türkiye'nin elinde; güven vererek... Oradaki insanlara olan bakışını biraz değiştirerek; hakaret etmek yerine saygı göstererek... Belki kendi içinde normalleşerek, Kürtlere daha barış amaçlı yaklaşarak... Erbil’deki Türkmenlerin ve partilerinin arzusu da bu: “Türkiye’nin Irak’a başka gözlerle bakması; buradaki insanları duymaya ve hissetmeye çalışması gerek... Biz Türkiye ile Kürdistan arasında güçlü ilişkiler olmasını istiyoruz. Biz köprü olmak istiyoruz. İyi ilişkiler olursa, bundan Türkmenler de faydalanacak.” Ve Erbilli Türkmenlerin çok sağlam bir argümanları daha var: “Kürdistan'da Kürtlerle kardeşçe yaşadık. Kardeşçe yaşamak için mücadele ediyoruz. ITC bizi Kürt yanlısı olarak gösteriyor... Saddam rejimi zamanında çok baskıya uğradık. Türkiye neden o zaman destek olmadı?” (Evet, neden olmadı?) Türkiye’den bu türden bir “başka bakış” ya da “kaos dışında” başka bir bakış kısa vadede ortaya çıkacak gibi görünmüyor... Çünkü Türkiye’nin resmi semalarında bugünkü hakim durum şu: “Ya kazanacakasın ya kaybedecekesin”... Yani “birlikte kazanabilme” mantığı bizim buralarda devlet katında pek anlaşılır mantık değil henüz... Ancak Türkiye’den gelmese bile, bizzat orada gerçekleşen başka bir seçenek ya da “bakma yolu” daha var. Bu seçenek Erbil ve Kerkük mantığından farklı; ne bir “ulus” kuruyor ne de “kaos” tellalliği yapıyor. Türkiye’den Kuzey Irak’a giden hastaneler, okullar ve o okullarda çalışan doktorlar ve öğretmenler inşa ediyor bu seçeneği... Onlar Türkiye’den çıkıp, dünyanın 130 küsür ülkesine yayılmış, “misyoner” gibi çalışan, gittikleri yerde her şeyden önce insanlara saygı gösteren, eğilip hastasının ayağına terliklerini giydiren ve efsane olan doktorların; Karadeniz’den çıkıp, sular seller gibi Kürtçe öğrenip, öğrencilerinin en derin duygularını hissetmeye çalışan öğretmenlerin işaret ettiği seçenek ya da anlam... Bu doktorların ve öğretmenlerin “Fethulahçı” ve de “emperyal” bir yayılmanın aracı olduğunu mu düşünüyorsunuz? Belki de... Ama ilginç bir “emperyalleşme” bu... Gittikleri yere saygı göstererek “Kürtleşen” ya da Hıristiyanlar ve Müslümanlarla; Kürtler, Türkmenler, Asuriler ve Keldanilerle içiçe geçen, hep beraber özne olmanın yolunu açan bir “emperyalleşme” bu... Belki de dünyayı ezen tek bir imparatorluğa, herkesi kendine benzetmeye çalışan etnikleşmiş uluslara karşı direnmenin en güçlü yollarından biri... 13 Aralık 2007, Perşembe
×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.