Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

b@diCAN

Φ Üyeler
  • İçerik Sayısı

    98
  • Katılım

  • Son Ziyaret

b@diCAN - Başarıları

Meraklı

Meraklı (6/14)

  • İlk İleti
  • Ortak Nadir
  • İçerik Başlatan
  • Birinci Hafta Tamamlandı
  • Bir Ay Sonra

Son Rozetler

0

İçerik İtibarınız

  1. bakıyorumda ******** megaloman anarşist birini hemen çok akıllı zeki ticari düşünen kabilesini düşünen biri yaptınız ..bravo size .. bu kadar çelişkiyi bir arada hiç görmemiştim..
  2. yukarda bahsi geçen hikayene çok üzüldüm.lakin olaya birdu şu boyuttan bakalım.diyelimki dediğiniz gibi(haşa)yaratıcı yok!herşey kendiliğinden oluştu sakat kalan çocuklar vs vs .peki bunlara kim hüküm veriyor.heralde çocuk aa dur yaw ben sakat doğayımda hayatım boyunca sakat yaşayayım demiyodur.e yaratıcıda yaratmadı.o zaman olsa olsa bu işi madde yapmıştır .vay megaloman madde vay .vay paranoya madde vay sen nelerde yapıyosun bölede bu insanların hayatı kararıyor yaa.. arkadaşlar saçmalığın dozunu iyice artırdınız farkında değilsiniz... son olarak sözüm sana demirefe..yeşilbaşlı ördekten önce o araştırmacı kişliğinizle dünyadaki savunmasız ve muzdarip insanların katledilişini izleyin.belki kalbinizin derinliklerinde bişeyler cız eder... saygılar...
  3. MATERYALİSTLERİN MANTIK BOZUKLUKLARI HY Bu bölümün başından itibaren maddenin, materyalistlerin iddia ettikleri gibi mutlak bir varlık olmadığı, aksine Allah tarafından yaratılan bir algılar bütününden ibaret olduğu bilimsel olarak ortaya kondu. Materyalistler ise, bütün felsefelerini yok eden bu açık gerçeğe karşı son derece dogmatik bir tutumla direnmektedirler ve geçersiz karşı mantıklar getirmektedirler. Örneğin materyalist felsefenin 20. yüzyıldaki en büyük savunucularından biri olan koyu Marksist George Politzer, maddenin varlığının "büyük delili" olarak "otobüs örneği"ni vermiştir. Politzer'e göre, maddenin bir algı olduğunu savunan düşünürler de otoyolda otobüs gördükleri zaman ezilmemek için kaçmaktadırlar ve bu maddenin nesnel varlığının ispatıdır.10 Bir başka ünlü materyalist Johnson ise kendisine maddenin bir algılar bütünü olduğu anlatıldığında, taşlara tekme atarak onların fiziksel varlıklarını "kanıtlamaya" çalışmıştır.11 Benzer bir örnek, Politzer'in akıl hocası ve diyalektik materyalizmin Marx'la birlikte kurucusu olan Friedrich Engels tarafından verilmiş, Engels, "eğer yediğimiz pastalar birer algı olsaydı, açlığımızı geçirmezlerdi" diye yazmıştır.12 Marx, Engels, Lenin gibi ünlü materyalistlerin kitaplarında hep bu tür örnekler ve "maddenin varlığını tokat yiyince anlarsınız" gibi öfke dolu cümleler yer almaktadır. Materyalistlerin tüm bu örnekleri vermelerine neden olan kavrayış bozukluğu ise, "madde bir algıdır" açıklamasını, "madde bir ışık oyunudur" şeklinde anlamalarıdır. Algı kavramının yalnızca görmeyle sınırlı olduğunu, dokunma gibi algıların ise nesnel karşılığı bulunduğunu sanmaktadırlar. Otobüsün insana çarpması üzerine de, "bakın çarpıyor, demek ki bir algı değil" demektedirler. Anlamakta zorluk çektikleri nokta, otobüs çarpması sırasında yaşanan sertlik, darbe ve acı gibi bütün algıların da yalnızca zihinde oluştuklarıdır. Rüya Örneği Bu gerçeği en iyi anlatan örnek rüyalardır. İnsan, rüyasında çok gerçekçi olaylar yaşayabilmektedir. Merdivenden yuvarlanıp bacağını kırabilmekte, ciddi bir trafik kazası geçirebilmekte, bir otobüsün altında kalabilmekte, acıktığında bir pasta yiyip doyabilmektedir. Günlük yaşamda rastlanan olayların benzerleri rüyada da aynı inandırıcılıkla, aynı hislerle yaşanmaktadır. Rüyasında kendisine otobüs çarptığını gören kişi yine rüyasında, kaza yaptıktan sonra gözünü hastanede açabilir; sakat kaldığını anlar ama aslında bu bir rüyadır. Yine rüyasında; bir trafik kazasının ardından öldüğünü, ölüm meleklerinin canını aldığını, ahiret hayatının başladığını görebilir. (Bu olay, rüya gibi bir algı olan gerçek dünya hayatında da aynı şekilde yaşanır.) Rüyasında yaşadığı tüm bu olayların görüntülerini, seslerini, sertlik hissini, acıyı, ışığı, renkleri, her türlü hissi gayet berrak bir şekilde duyumsamaktadır. Rüyada muhatap olduğu algıların tümü gerçek yaşamdaki kadar doğaldır. Rüyasında yediği bir pasta algılardan ibaret olmasına rağmen karnını doyurur. Çünkü doymak da bir algıdır. Oysa ki, gerçekte o anda kişi yatakta uzanmış durumdadır. Ortada ne merdiven, ne trafik, ne otobüs, ne pasta bulunmaktadır. Rüyadaki kişi, dış dünyada karşılıkları bulunmayan algı ve hisleri yaşamakta ve görmektedir. Rüyada, "dış dünya"da hiçbir maddi karşılığı bulunmayan olayların yaşanıyor, görülüyor, hissediliyor olması, "dış dünya"nın tamamen algılardan oluştuğunu çok net biçimde ortaya koymaktadır. Rüyadaki Dünya Sizin için madde, elle tutulan gözle görülen şeydir. Oysa rüyada da "elinizle tutar, gözünüzle görürsünüz", ama gerçekte ne eliniz vardır, ne de gözünüz, ne de görülüp tutulacak bir şey. Bütün bunları beynin dışında sağlayan hiçbir madde gerçeklik yoktur. Açıkça aldanırsınız. RÜYADAKİ DÜNYA Sizin için madde, elle tutulan gözle görülen şeydir. Oysa rüyada da “elinizle tutar, gözünüzle görürsünüz”, ama gerçekte ne eliniz vardır, ne de gözünüz, ne de görülüp tutulacak bir şey. Bütün bunları beynin dışında sağlayan hiçbir madde gerçeklik yoktur. Açıkça aldanırsınız. Peki gerçek yaşamla rüyayı ayıran nedir? Sonuçta her iki yaşantı da beynin içinde oluşmaktadır. Rüya sırasında gerçek olmayan bir dünyada rahatlıkla yaşayabiliyorsak, aynı şey pekala içinde bulunduğumuz dünya için de geçerlidir. Rüyadan uyandığımızda gerçek yaşantı dediğimiz daha uzun bir rüyaya başladığımızı düşünmemize engel hiçbir mantıklı gerekçe yoktur. Rüyayı hayal, dünyayı gerçek saymamızın nedeni, sadece alışkanlıklarımız ve ön yargılarımızdır. Ve bu durum, bir gün şu anda yaşadığımızı sandığımız dünya hayatından rüyadan uyandırıldığımız gibi uyandırılabileceğimizi gösterir. Peki gerçek yaşamla rüyayı ayıran nedir? Sonuçta her iki yaşantı da beynin içinde oluşmaktadır. Rüya sırasında gerçek olmayan bir dünyada rahatlıkla yaşayabiliyorsak, aynı şey pekala içinde bulunduğumuz dünya için de geçerlidir. Rüyadan uyandığımızda gerçek yaşantı dediğimiz daha uzun bir rüyaya başladığımızı düşünmemize engel hiçbir mantıklı gerekçe yoktur. Rüyayı hayal, dünyayı gerçek saymamızın nedeni, sadece alışkanlıklarımız ve ön yargılarımızdır. Ve bu durum, bir gün şu anda yaşadığımızı sandığımız dünya hayatından rüyadan uyandırıldığımız gibi uyandırılabileceğimizi gösterir. Materyalist felsefeyi benimseyenler, özellikle de Marksistler, kendilerine bu gerçek, yani maddenin aslı anlatıldığında öfkelenmektedirler. Marx'ın, Engels'in, Lenin'in bu konudaki yüzeysel ve cahilce mantıklarından örnekler vermekte, ateşli açıklamalar yapmaktadırlar. Oysa bu kişiler aynı açıklamaları rüyalarında da yapabildiklerini düşünmelidirler: Rüyalarında da Das Kapital'i okumakta, mitinglere katılmakta, polisle çatışmaya girmektedirler, başlarına taş isabet etmekte ve hatta bu yaranın sızısını hissetmektedirler. Rüyalarında kendilerine sorulduğunda, o an gördükleri şeyleri de "mutlak madde" sanmaktadırlar. Tıpkı uyanıkken gördükleri şeyleri de "mutlak madde" sandıkları gibi. Ama, ister rüyada olsun, ister günlük yaşamda olsun, gördüklerinin, yaşadıklarının, hissettiklerinin hepsi birer algıdır. Sinirleri Paralel Bağlama Örneği Politzer'in trafik kazası örneğini ele alalım: Bu kazada, otobüsün altında ezilen kişinin beş duyu organından beynine giden sinirler, bir başka insanın, örneğin George Politzer'in beynine paralel bir bağlantıyla bağlansa, kazadaki kişiye otobüs çarptığı anda, o sırada evinde oturmakta olan Politzer'e de otobüs çarpacaktır. Daha doğrusu, kaza geçiren adamın yaşadığı hislerin tamamını, bir müzik teybine bağlanan iki ayrı kolondan aynı şarkının dinlenmesine benzer biçimde, Politzer de yaşamaya başlayacaktır. Politzer de evinde oturduğu halde otobüsün fren sesini, otobüsün vücuduna değmesini, kırık kol ve akan kan görüntülerini, kırık ağrılarını, ameliyathaneye sokuluşunun görüntülerini, alçının sertliğini, kolunun güçsüzlüğünü hissedecek, görecek ve yaşayacaktır. Kazadaki adamın sinirleri kaç kişiye bağlansa bunların hepsi, aynı Politzer gibi, kazayı başından sonuna kadar yaşayacaktır. Kazadaki adam komaya girse, hepsi komaya girecektir. Hatta, söz konusu trafik kazasına ait algıların tümü bir alete kaydedilse ve bu algılar sürekli başa alınarak bir başka kişiye verilse, bu kişiye de defalarca otobüs çarpacaktır. Peki o halde, hangisine çarpan otobüs gerçektir? Materyalist felsefenin bu soruya verebileceği çelişkisiz bir cevap yoktur. Doğru cevap, trafik kazasını hepsinin kendi zihinlerinde tüm ayrıntılarıyla yaşadığıdır. Pasta ve taşa tekme atma örnekleri için de durum aynıdır. Pasta yiyince karnında pastanın şişliğini ve tokluğunu hisseden Engels'in duyu organlarına ait sinirler paralel olarak ikinci bir kişinin beynine bağlansa, Engels pasta yediği ve doyduğu anda o kişi de pasta yiyecek ve doyacaktır. Taşa tekme atınca ayağı acıyan materyalist Johnson'ın sinirleri paralel olarak bir başka kişiye bağlansa, bu kişi de taşa vuracak ve canı acıyacaktır. Peki hangi pasta ve hangi taş gerçektir? Materyalist felsefe, buna da çelişkisiz bir cevap veremez. Doğru ve çelişkisiz cevap şudur: Hem Engels hem diğer kişi pastayı kendi zihinlerinde yiyip doymuşlardır. Hem Johnson hem ikinci kişi, taşa tekme atış anını kendi zihinlerinde tüm detaylarıyla yaşamışlardır. Yukarıda Politzerle ilgili olarak verdiğimiz örnekte şöyle bir değişiklik yapalım; evinde oturan Politzer'in sinirlerini otobüsün çarptığı adamın beynine, otobüsün çarptığı adamın sinirlerini de Politzer'in beynine bağlayalım. Bu durumda ise, Politzer aslında evinde oturduğu halde kendisine otobüs çarptığını zannedecek, otobüsün çarptığı adam ise kazanın tüm şiddetine rağmen, bunu asla fark edemeyecek, çünkü kendisinin evde oturduğunu düşünecektir. Bu mantık pasta ve taşa tekme atma örnekleri için de düşünülebilir. Görüldüğü gibi insanın algılarını aşması ve dışarı çıkması mümkün değildir. Bu durumda bir insanın ruhuna, bedeni ve hiçbir maddi varlığı olmadığı halde, ortada maddesel bir ortam da olmamasına karşın herşey seyrettirilebilecektir. Öyle ki kişinin bunu anlaması mümkün değildir, hatta izlettirilen üç boyutlu mükemmel görüntüleri gerçek zannedip, varlığından da son derece emin olacaktır. Çünkü her insan duyu organlarına hissettirilen algılara bağımlıdır. İngiliz felsefeci David Hume bu gerçek üzerindeki düşüncelerini şöyle ifade etmiştir: Çok samimi olarak, kendim dediğim şeye dahil olduğum zaman ben sıcak ya da soğuğa, ışık ya da gölgeye, aşk ya da nefrete, acı ya da lezzete dair özel bir algıya ya da başka bir şeye daima rastlarım. Ben bir algı olmaksızın herhangi bir zamanda kendimi asla yakalayamam ve asla algıdan başka bir şeyi gözleyemem.13 Algıların Beyinde Oluştuğu Felsefe Değil, Bilimsel Gerçektir Materyalistler, burada anlattıklarımızın felsefi bir görüş olduğunu iddia etmektedirler. Oysa ki bizim "dış dünya" dediğimiz şeyin bir algılar bütünü olduğu, bir felsefe değil, bilimsel bir gerçektir. Görüntünün ve hislerin beyinde nasıl oluştuğu, bütün tıp fakültelerinde detaylı biçimde okutulmaktadır. Başta modern fizik olmak üzere 20. yüzyıl biliminin ortaya koyduğu gerçekler, maddenin somut bir gerçekliğe sahip olmadığını, herkesin bir anlamda "beynindeki ekran"ı izlediğini açıkça göstermektedir. Bunu, ister ateist olsun, ister budist olsun, ister başka bir görüşe ya da düşünceye sahip olsun, bilime inanan herkes kabul etmek zorundadır. Bir materyalist kendince Allah'ın varlığını inkar edebilir ama bu bilimsel gerçeği inkar edemez. Yaşadıkları devirlerin bilim anlayışı ve bilimsel imkanları yetersiz dahi olsa, Karl Marx, Friedrich Engels, Georges Politzer ve diğerlerinin bu kadar kolay ve açık bir gerçeği kavrayamamaları, yine de şaşırtıcıdır. Ama günümüzde bilimin ve teknolojinin imkanları son derece gelişmiştir ve bu imkanlar zaten çok açık olan bu gerçeğin kavranmasını daha da kolaylaştırmaktadır. Materyalistler ise, hem kısmen de olsa bu konuyu kavramanın, hem de bu konunun kendi felsefelerini ne kadar kesin bir biçimde çökerttiğini fark etmenin verdiği büyük bir korku içindedirler. Materyalistlerin Büyük Korkusu Türkiye'deki materyalist çevrelerden, elinizdeki kitapta anlatılan bu konuya, yani maddenin bir algı olduğu gerçeğine bir süre için belirgin bir tepki gelmedi. Bu ise, bizde, bu konunun yeterince açıklanmadığı ve daha detaylı bir anlatıma geçilmesi gerektiği yönünde bir izlenim doğurmuştu. Ancak kısa bir süre sonra materyalistlerin gerçekte bu konunun gündeme getirilmesinden çok büyük bir rahatsızlık duydukları, hatta bundan büyük bir korkuya kapıldıkları açık bir biçimde ortaya çıktı. Materyalistler yaşadıkları bu korku ve paniği, bir süredir kendi yayın organlarında, konferanslarında, panellerinde yüksek sesle ifade ediyorlar. Kullandıkları endişeli ve ümitsiz üsluba bakıldığında, ciddi bir fikri kriz içinde girdikleri anlaşılıyor. Felsefelerinin sözde temeli olan evrim teorisinin bilimsel yönden çökertilmesiyle zaten ciddi bir şok yaşamaya başlamışlardı. Ancak, şimdi Darwinizm'den çok daha önemli bir dayanaklarını, bizzat maddenin kendisini kaybetmeye başladıklarını anladılar ve çok daha büyük bir şok içindeler. Bu konunun, kendileri açısından "en büyük tehlike" olduğundan, kendi "kültürel dokularını tamamen yıktığından" söz ediyorlar. Türkiye'deki materyalist çevrelerin yaşadıkları bu endişe ve paniği en açık biçimde ifade edenlerden birisi, materyalizmi savunmayı görev edinmiş bulunan Bilim ve Ütopya dergisinin yazarı ve aynı zamanda bir öğretim üyesi olan Rennan Pekünlü oldu. Pekünlü, gerek söz konusu dergide yazdığı yazılarda, gerekse söz aldığı bir takım panellerde, Evrim Aldatmacası kitabını bir numaralı "tehlike" olarak gösterdi. Pekünlü'yü en çok endişelendiren konu ise, kitabın Darwinizm'i geçersiz kılan bölümlerinin de ötesinde, asıl olarak şu anda okumakta olduğunuz kısımdı. Okurlarına ve (oldukça az sayıdaki) dinleyenlerine "sakın kendinizi idealizmin bu telkinlerine kaptırmayın, materyalizme olan sadakatinizi koruyun" mesajları veren Pekünlü, kendisine dayanak olarak Rusya'daki kanlı komünist devriminin lideri Vladimir I. Lenin'i bulmuştu. Lenin'in bir asır önce yazdığı Materyalizm ve Ampiryokritisizm isimli kitabı okumayı herkese öğütleyen Pekünlü'nün yaptığı tek şey ise, yine Lenin'e ait olan "sakın bu konuyu düşünmeyin, yoksa materyalizmi kaybedersiniz ve kendinizi dine kaptırırsınız" şeklindeki uyarıları tekrarlamak oldu. Pekünlü, söz konusu materyalist yayın organında yazdığı bir makalede, Lenin'den şu satırları aktarıyordu: Duyularımızla algıladığımız nesnel gerçekliği bir kere yadsıdın mı, kuşkuculuğa (agnostisizm) ve öznelciliğe (subjektivizme) kayacağından, fideizme (dini inanca) karşı kullanacağın tüm silahları yitirirsin; bu da fideizmin istediği şeydir. Parmağını kaptırdın mı, önce kolun sonra tüm benliğin gider. Duyuları nesnel dünyanın bir görüntüsü olarak değil de, özel bir öğe olarak aldığında, diğer bir deyişle materyalizmden ödün verdiğinde, benliğini fideizme kaptırırsın. Sonra duyular hiç kimsenin duyuları olur, us hiç kimsenin usu, ruh hiç kimsenin ruhu, istenç hiç kimsenin istenci olur.14 Bu satırlar, Lenin'in büyük bir korkuyla fark ettiği ve hem kendi kafasından hem de "yoldaş"larının kafalarından silmek istediği gerçeğin, günümüzün materyalistlerini de aynı biçimde tedirgin ettiğini göstermektedir. Ama Pekünlü ve diğer materyalistler Lenin'den daha da büyük bir tedirginlik içindedirler; çünkü bu gerçeğin bundan 100 yıl öncesine göre çok daha açık, kesin ve güçlü bir biçimde ortaya konduğunun farkındadırlar. Bu konu, tüm dünya tarihinde ilk kez bu kadar karşı konulamaz bir biçimde anlatılmaktadır. Ama yine de birçok materyalist bilim adamının "maddenin bir hayalden ibaret olduğu" gerçeğini son derece yüzeysel bir bakış açısıyla değerlendirdiği fark edilmektedir. Çünkü burada anlatılan konu bir insanın hayatında karşılaşabileceği en önemli, en heyecan verici konulardan biridir. Bu derece çarpıcı bir konu ile daha önce yüzyüze gelmiş olmaları mümkün değildir. Buna rağmen söz konusu bilim adamlarının gösterdikleri tepkiler, ya da konuşma ve yazılarındaki üslup, son derece sığ ve yüzeysel bir kavrayışa sahip olduklarını ele vermektedirler. Öyle ki bazı materyalistlerin burada anlatılanlara gösterdikleri tepkiler, materyalizme olan körü körüne bağlılıklarının onlarda bir tür mantıksal tahribat oluşturduğunu ve bu nedenle konuyu anlamaktan çok uzak olduklarını göstermiştir. Örneğin yine bir Bilim ve Ütopya yazarı ve öğretim üyesi olan Alaettin Şenel, aynı Rennan Pekünlü gibi "Darwinizm'in çökertilmesi bir yana, asıl tehlike bu konu" mesajları vermiş, kendi felsefesinin bir dayanağı olmadığını hissettiği için de, "öyleyse siz anlattıklarınızı ispatlayın" anlamına gelen isteklerde bulunmuştur. Ancak asıl ilginç nokta, söz konusu yazarın, tehlike olarak gördüğü gerçeği bir türlü kavrayamadığını gösteren satırlar yazmış olmasıdır. Örneğin Şenel, tamamen bu konuyu ele aldığı bir makalesinde, dış dünyanın beynin içinde görüntü olarak algılandığını kabul etmiştir. Ama görüntülerin maddi karşılığı bulunan ve bulunmayan görüntüler olarak ikiye ayrıldığını söyleyerek, dış dünya ile ilgili görüntülerin maddi karşılığı bulunduğunu öne sürmüştür. Bu iddiasını desteklemek için de bir "telefon örneği" vermiştir. Kısaca, "beynimdeki görüntülerin dış dünyada karşılığı olup olmadığını bilmiyorum, ama aynı şey telefonla konuşma yaptığımda da geçerlidir; telefonla konuşurken karşımdaki kişiyi göremem, fakat sonradan yüzyüze konuşurken bu konuşmayı doğrulatabilirim" diye yazmıştır.15 Söz konusu yazar, bu benzetmeyle şunu kastetmektedir: "Eğer algılarımızdan kuşkulanırsak, maddenin aslına bakıp gerçeği kontrol edebiliriz." Oysa bu çok açık bir yanılgıdır, çünkü bizim maddenin aslına ulaşmamız kesinlikle mümkün değildir. Hiçbir zaman zihnimizin dışına çıkıp "dışarıda" ne olduğunu bilemeyiz. Telefondaki sesin karşılığı olup olmadığı telefondaki kişiye doğrulatılabilir. Ama bu doğrulatma da tamamen zihinde yaşanan bir hayalden ibarettir. Nitekim bu kişiler aynı olayları rüyalarında da yaşarlar. Örneğin, Şenel rüyasında da telefonla konuştuğunu, ardından bunu konuştuğu kişiye onaylattığını görebilir. Veya Pekünlü rüyasında da "büyük bir tehlike"yle karşı karşıya olduğunu hissedip, karşısındaki insanlara Lenin'in asırlık eserlerini tavsiye edebilir. Ama, söz konusu materyalistler ne yaparlarsa yapsınlar yaşadıkları olayların, konuştukları kişilerin birer algıdan ibaret olduğu gerçeğini inkar edemezler. O halde beyindeki görüntülerin karşılığı olup olmadığı kime doğrulatılacaktır? Yine beyinde oluşan gölge varlıklara mı? Kuşkusuz materyalistlerin beynin dışına ait bilgi sağlayabilecek, doğrulama yapabilecek bir bilgi kaynağı bulması mümkün değildir. Her türlü algının beyinde oluştuğunu kabul etmek, ama istendiğinde bunun "dışına" çıkılıp algıların gerçek dış dünyaya doğrulatılabileceğini sanmak ise, aslında bir insanın anlayış düzeyinin sınırlı olduğunu, bozuk bir mantık örgüsü içinde düşündüğünü gösterir. Oysa burada anlatılan gerçek, normal anlayış düzeyine ve mantık örgüsüne sahip bir insan tarafından hemen rahatlıkla anlaşılabilecek bir konudur. Ön yargısız her insan, bu anlatılanlar doğrultusunda, dış dünyanın varlığını duyu organları aracılığıyla test edemeyeceğini anlar. Ancak görüldüğü kadarıyla materyalizme olan körü körüne bağlılık, insanların akıl yürütme yeteneklerini bozmaktadır. Bu yüzden günümüzdeki materyalistler de, maddenin varlığını taşlara tekme atarak ya da pasta yiyerek "ispatlamaya" çalışan akıl hocaları gibi, ciddi mantık bozuklukları göstermektedirler. Bunun aslında şaşırtıcı bir durum da olmadığını belirtmek gerekir. Çünkü akledememek, yani dünyayı ve olayları düzgün bir mantık örgüsü içinde yorumlayamamak, inkarcıların ortak vasfıdır. Allah, Kuran'da inkarcıların "akıl erdiremeyen bir topluluk" olduklarını özellikle belirtmektedir. (Maide Suresi, 58) Materyalistler Tarihin En Büyük Tuzağına Düşmüşlerdir Türkiye'deki materyalist çevrelerde baş gösteren ve burada sadece bir kaç belirtisine değindiğimiz panik atmosferi, aslında materyalistlerin tarih boyunca karşılaşmadıkları kadar büyük bir hezimetle yüzyüze olduklarını göstermektedir. Maddenin bir algıdan ibaret olduğu gerçeği, modern bilim tarafından ispat edilmiştir ve dahası çok açık, kesin ve güçlü bir biçimde ortaya konmaktadır. Materyalistler körü körüne inandıkları, bel bağladıkları, güvendikleri maddesel dünyanın, içindeki herşeyle birlikte tamamen yok olduğunu görmekte ve buna karşı hiçbir şey yapamamaktadırlar. İnsanlık tarihi boyunca materyalist düşünce hep var oldu ve bu kişiler kendilerinden ve savundukları felsefeden çok emin bir şekilde, kendilerini yaratmış olan Allah'a baş kaldırdılar. Ortaya attıkları senaryoya göre madde ezeli ve ebediydi ve tüm bunların bir Yaratıcı'sı olamazdı. Yalnızca kibirlerinden dolayı, Allah'ı reddederlerken var zannettikleri maddenin ardına sığındılar. Bu felsefeden öylesine eminlerdi ki, hiçbir zaman bunun aksini ispatlayacak bir açıklama getirilemeyeceğini düşünüyorlardı. İşte bu yüzden, maddenin aslı ile ilgili olarak bu kitapta anlatılan gerçekler bu kişileri büyük bir şaşkınlığa düşürmüştür. Çünkü burada anlatılanlar felsefelerini temelden yıkıp atmış, üzerinde tartışmaya dahi imkan bırakmamıştır. Tüm düşüncelerini, hayatlarını, kibirlerini ve inkarlarını üzerine bina ettikleri madde, ellerinden bir çırpıda uçup gitmiştir. Madde yoktur ki maddecilik olsun. Allah'ın bir sıfatı, inkarcılara tuzak kurmasıdır. "...onlar bu tuzağı tasarlıyorlarken, Allah da bir düzen (bir karşılık) kuruyordu. Allah, düzen kurucuların (tuzaklarına karşılık verenlerin) hayırlısıdır" ayetiyle bu gerçek bildirilir. (Enfal Suresi, 30) İşte Allah, maddeyi var zannettirerek materyalistleri tuzağa düşürmüş ve tarihte benzeri görülmemiş şekilde küçültmüştür. Mallarını, mülklerini, mevkilerini, ünvanlarını, içinde bulundukları toplumu, tüm dünyayı ve aslında birer hayalden ibaret olan herşeyi var sanmışlar, üstelik bunlara güvenerek Allah'a karşı büyüklenmişlerdir. Böbürlenerek Allah'a isyan etmiş ve inkarda ileri gitmişlerdir. Bunları yaparken de güç aldıkları tek şey madde olmuştur. Ama öyle bir anlayış eksikliği içine düşmüşlerdir ki, Allah'ın kendilerini çepeçevre sarıp kuşattığını hiç düşünmemişlerdir. Allah inkarcıların anlayışsızlıkları sonucunda düşecekleri durumu Kuran'da şöyle haber vermiştir: Yoksa hileli-bir düzen mi kurmak istiyorlar? Fakat (asıl) o inkar edenler hileli-düzene düşecek olanlardır. (Tur Suresi, 42) Bu, belki de tarihin gördüğü en büyük yenilgidir. Materyalistler kendilerince büyüklenirken, aslında büyük bir oyuna gelmişler, Allah'a karşı çirkin bir cesaret göstererek açtıkları savaşta kesin olarak yenilmişlerdir. "Böylece biz, her ülkenin önde gelenlerini -orada hileli-düzenler kursunlar diye- oranın suçlu günahkarları kıldık. Oysa onlar, hileli-düzeni ancak kendilerine kurarlar da bunun şuuruna varmazlar" ayeti Yaratıcı'larına baş kaldıran bu gibi inkarcıların nasıl bir şuursuzluk içinde olduklarını ve nasıl bir sonla karşılaşacaklarını en açık şekilde haber verir. (Enam Suresi, 123) Bir başka ayette ise bu gerçek şöyle vurgulanır: (Sözde) Allah'ı ve iman edenleri aldatırlar. Oysa onlar, yalnızca kendilerini aldatıyorlar ve şuurunda değiller. (Bakara Suresi, 9) İnkarcılar kendilerince tuzak kurmaya kalkışırlarken ayetteki "şuuruna varmazlar" ifadesiyle açıklandığı gibi, çok önemli bir gerçeği fark edememişlerdir: Yaşadıkları tüm olayların onlara algılatılan birer hayal olduğu ve işledikleri her fiil gibi, kurdukları tuzakların da zihinlerinde oluşan bir görüntüden ibaret olduğu gerçeğini... Bu kavrayışsızlıkları sebebiyle de, Allah ile yalnız olduklarını unutarak kendi kendilerini hileli bir düzene düşürmüşlerdir. Her dönemde olduğu gibi bu dönemde de Allah inkarcıların tüm hileli düzenlerini temelinden yıkacak bir gerçekle onları yüzyüze getirmiştir. Allah "...hiç şüphesiz, şeytanın hileli-düzeni pek zayıftır" ayetiyle, bu düzenlerin daha ilk kuruldukları anda sonuçlarının yıkım olacağını da haber vermiştir. (Nisa Suresi, 76) Ve müminleri de "...onların hileli düzenleri size hiçbir zarar veremez" ayetiyle müjdelemiştir. (Al-i İmran Suresi, 120) Allah bir başka ayetinde, "inkar edenlerin işleri bir seraba benzer, susayan onu bir su sanır, elini uzatır fakat yanında bir şey bulmayıverir" diye haber verir. (Nur Suresi, 39) Materyalizm de bu ayette işaret edildiği gibi, isyan edenler için bir "serap" oluşturur; ona güvenerek ellerini uzattıklarında, herşeyin bir hayalden ibaret olduğunu anlarlar. Allah onları böyle bir serapla kandırmış, bütün bu algılar bütününü var gibi göstermiştir. "Koskoca" insanlar, profesörler, astronomlar, biyologlar, fizikçiler, ünvanları, mevkileri her ne olursa olsun maddeyi kendilerine ilah edinmeleri sebebiyle bu oyuna gelmişler, birer çocuk gibi aldanmış ve küçük düşmüşlerdir. Bir algılar bütününü mutlak sanarak onun üzerine felsefelerini, ideolojilerini kurmuşlar, hakkında ciddi tartışmalara girmişler, sözde "entellektüel" anlatımlar kullanmışlardır. Tüm bunlardan dolayı da kendilerini çok akıllı saymışlar, evrenin gerçeği hakkında fikir yürütebileceklerini düşünmüşler ve en önemlisi kendi sınırlı akıllarıyla Allah'ı yorumlayabileceklerini sanmışlardır. Allah, onların içine düştükleri bu durumu bir ayetinde şöyle bildirir: Onlar (inanmayanlar) bir düzen kurdular. Allah da (buna karşılık) bir düzen kurdu. Allah, düzen kurucuların en hayırlısıdır. (Al-i İmran Suresi 54) Dünyada bazı tuzaklardan kurtulmak mümkün olabilir; ancak Allah'ın inkar edenlere kurduğu bu tuzak öyle sağlamdır ki, asla bir kurtuluş imkanları kalmamıştır. Ne yaparlarsa yapsınlar, kime başvururlarsa vursunlar, kendilerini kurtaracak, Allah'tan başka bir yardımcı bulmaları da mümkün değildir. Allah'ın Kuran'da haber verdiği gibi, "...kendileri için Allah'tan başka bir (vekil) koruyucu dost ve yardımcı bulamayacaklardır." (Nisa Suresi, 173) Materyalistler böyle bir tuzağa düşeceklerini hiç beklemiyorlardı. 20. yy'ın bütün imkanları ellerindeyken rahatça inkarda diretebileceklerini ve insanları da inkara sürükleyebileceklerini sanıyorlardı. Allah inkarcıların tarih boyunca taşıdıkları bu zihniyeti ve uğradıkları sonu Kuran'da şöyle haber vermiştir: Onlar hileli bir düzen kurdu. Biz de onların farkında olmadığı bir düzen kurduk. Artık sen, onların kurdukları hileli düzenin uğradığı sona bir bak; biz, onları ve kavimlerini topluca yok ettik. (Neml Suresi, 50-51) Ayetlerde anlatılan gerçeğin bir anlamı da şudur: Materyalistlere sahip oldukları herşeyin bir hayalden ibaret olduğu açıklanmış, yani ellerindeki herşey topluca yok edilmiştir. Ve onlar, var zannettikleri mallarının, fabrikalarının, altınlarının, dolarlarının, çocuklarının, eşlerinin, dostlarının, makam ve mevkilerinin, hatta kendi bedenlerinin ellerinin arasından kayıp gittiğine şahitlik ederken, bir anlamda "yok olmuşlardır". Madde olmaktan çıkmış artık birer ruh haline gelmişlerdir. Kuşkusuz bu gerçeğin farkına varmak materyalistler için olabilecek en dehşet verici olaydır. Çünkü sahip oldukları herşeyin bir hayalden ibaret olması, kendi tabirleri ile onlar için henüz dünyadayken, "ölmeden bir ölüm" hükmündedir. Bu gerçekle birlikte, bir Allah, bir de kendileri kalmıştır. Nitekim Allah, "kendisini tek olarak (ve yapayalnız) yarattığım (şu adam)ı Bana bırak" ayetiyle, her insanın Kendi katında aslında yapayalnız olduğu gerçeğine dikkat çekmiştir. (Müddessir Suresi, 11) Bu olağanüstü gerçek daha pek çok ayetle haber verilmiştir: Andolsun, sizi ilk defa yarattığımız gibi (bugün de) 'teker teker, yapayalnız ve yalın (bir tarzda)' bize geldiniz ve size lütfettiklerimizi arkanızda bıraktınız... (Enam Suresi, 94) Ve onların hepsi, kıyamet günü O'na, 'yapayalnız, tek başlarına' geleceklerdir. (Meryem Suresi, 95) Bu ayetlerde anlatılan gerçeğin bir manası da şudur: Maddeyi ilah edinenler, Allah'tan gelmiş ve yine O'na dönmüşlerdir. İsteseler de, istemeseler de Allah'a teslim olmuşlardır. Şimdi hesap gününü beklemektedirler ve o gün hepsi tek tek sorguya çekileceklerdir. Her ne kadar anlamak istemeseler de... harun yahyadan alıntıdır....
  4. sayın brainslapper demiş ki; Hikayeye göre, Muhammed peygamberliğini ilan etmeden çok önce, Kabe'de yapılan bir tamirattan sonra, Hacer-ül Esved taşını kimin yerleştireceği konusunda tartışma çıkar. Kimse, onur saydığı bu eylemi başkasına vermek istememektedir. Bu sırada Muhammed çıkagelir. Oradakiler "Hah Muhammed bir yol veya kişi söylesin, ona göre hareket edelim" derler. Böylece taş Muhammed'in bulduğu yöntemle yerine konur. Müslümanlar bunu Muhammed'in "güvenilir" kişi olmasına en büyük delil sayarlar. Ancak Muhammed'e bu kadar güvenen Mekkelilerin neden Muhammed'in dinine inanmadıklarının açıklamasını yapamazlar. Kabe'nin Kara Taş'ının yerşleştirilmesi konusunda bile Muhammed'i dinleyen, ona "güvenen (!)" Mekkeliler, peki neden Muhammed'in dinle ilgili iddialarına hiç inanmadılar? Adamlar sırf kötülük olsun diye Muhammed'e cephe mi almışlar? Müslümanlar bunun açıklamasını yapamazlar. sayın brain başka bir konu başlığı altındada demiştiniz ki koskoca ebu süfyan neden iman etmedi.ticari çıkarlarını düşündüğü için hatta dahada ileri giderek haccı zorla peygamber'e kabul ettirdiğini bile dediniz yanlış hatırlamıyorsam. ve hatta dedinizki o zamanın müşrikleride ebu süfyanda dedilerki;biz eğer peygamberin Rabbine inanırsak o zaman işimiz biter mekke turistik bir şehir olmaktan çıkar bizim 300 küsür putumuz için gelen onca kabile artık gelmeyecek ve geçimimizi sağlayamıyacağız...bu sizin yorumunuzdu yanlış hatırlamıyorsam.. demekki yukarıda alıntıladığım yazınızın cevabı bu hemde başka konuda kendiniz yazmışsınız o zamanki müşriklerin neden iman etmediklerini.bize gerek bırakmadığınız için teşekkirler sayın brain
  5. dağda yaşadığını söleyen çoban olduğunu söleyen sizlere ne olduda birden peygamber'i tevratlarla incillerle haşır neşir içinde tuttunuz buna anlam veremiyorum.yani bu çöl bedevisi(sözüm brain'e) toplumdan dışlanmış kendini dağlara vermiş biri kalkıp 40 yaşından sora dicekki ben insanlardan intikam alıcam bana inanmayanlarrın kebab olacağını sölicem bu yüzdende gidip tevratı ve incili ezberlicem bide üstüne ben değişik bişeler katıcam dicek ve ayetleri kendi yazıcak ölemi.hemde okuma yazma bilmeyen biri yapıcak onca şeyi ölemi.küçümsediğiniz peygamberi bu konuda baya bi yücelttiniz sayın muki teşekkürler konu için...
  6. zaten konunun devamında bağlanan yerden devam ediyoruz birde ben bana bişe soruldu cevabını alamadım .hala cevap bekliyorum... sayın maraba sizin sorunuza gelince ne günümüzde nede ortaçağ dediğin zamanlarda hiçbir mümin hiçbir mümin hanımı rızası olmadan ikinci bir eş olarak almamıştır(istisna ve istismar edenler hariç) bunun aksini kimse iddia edemez sizden başka .ve ayrıca ayetlerde bahsi geçen bu konuyla ilgili biraz daha araştırma yapmanı tavsiye ediyorum size. ben hiçbir ayette gidin 3 er 5 er cariyeleri götürün tecavüz edin diye bir ayet görmedim .si,zde görmediniz kimse görmedi yok çünkü... sizin yanlı bakışınızla bakarsanız istediğiniz gibi görebilirsiniz ayetleri
  7. siz benim için tasalanmayı bırakında bir sorum olcak size o coğrafyada doğduğunuzu düşünün şöyle beş dakka düşünün .bir amerikan askeri bile olsa tecavüz tecavüzdür ve kendinizi o tecavüz edilip öldürülen kadının yakını yerine koyun...kaldıki aynı şeyi israil lübnan savaşındada gördük .2 askeri kaçırıldı die lübnan ı 1 aydan fazla bombalayıp kaç kişinin parçalanarak ölmesine vesile oldu.kaldıki kaçırılan israil askerleri öldürülmedide tecavüzede uğramadı... gelin adaletten ***************... ezan okunurken minarelerede ateş edilen zamanları gördük bosnayı çeçenyayı bırakın demagoji yapmayı kim kimin ne olduğunu ve kim kimden daha insalcıl bunları çok ii biliyoruz .o coğrafyada iran dışında yaşayan hemen her müslüman ülke savunmasız silahsız bırakılmıştır...
  8. başka hangi kitabı önerirsiniz en üstünü olarak
  9. o zaman bu demek oluyor ki .her ateist bir bilim adamı adayıdır ölemi.siz hepiniz şüphecisiniz ya hepiniz herşeye kuşkulu yaklaşıyorsunuz yaa.. ne diyelim inşallah ii bir bilim adamı olursunuz:)
  10. soru sordun ben de sorundaki çelişkiyi yazımda belli ettim .sorunun cevabı yazımın içinde var görmek istersen...
  11. kucak kucağa öpüşenlerin zararları yokta başörtülü gezenlerin ne zaraları var bundan sanane?insanların yarattığı değerleden bahsede bakın hele ne güzel bir değerdir ki bu öpüşünce banane oluyor..çelişkilere devam neyse... müslüman olduğu için zengin petrol yatakları olduğu için silahsız savunmasız olduğu için ırakta filistinde(kaçmasınlar diye duvarlarla ********* ördürülen halk) müslüman olarak yaşadıkları için öldürülüyorlar aksini kimse iddia edemez!!! inançlarımızın komik masallara benzeten sizlersiniz sadece aslında var olduğuna inandığınız tek şey kendi egonuzdur..bizim rahatsızlığımız küçümseyen tutumunuzdur eleştirmeniz değil.eleştirirken bir şeyi saygıda kusur ediyorsunuz buda güphegündüz saldırı niteliği taşır ki orda devreye girmek zorundayız.biz burda sizin maddesel evrensel ve hatta bilimsel telkinlerinizi dinlemekten zevk almıyoruz bilakis üzülüyoruz. insanların yarattığı değerler Kuran'ın her köşesinde acık acık belirtilmiş hoşgörü adalet yangelip yatmama hepsi mevcut sizinde bildiğiniz üzre.. *********** o zaman sizi muhatab almayalım ki incinmeyelim ölemi..bu seferde hani nerdesiniz ey müslümanlar bakın bizler neler diyoruz cevabınız yok mu die dertlenirsiniz:) ********** müslümanlar bakmıyor mu bilime müslümanlar insanların yarattığı değerlere bakmıyor mu eğer ewet diyorsanız sizi bu düşünceye iten sebeb nedir?
  12. kainatta neyin dengesini değiştirirseniz ceremesini çekersiniz .misal olarak küresel ısınma günümüz tehlikesi.yağmur bombasını neden hemen kullanmayıp bekliyorlar sonuna kadar ? bunun nedeni sizinde bildiğiniz gibi bombanın içinde bulunan atmosfere zarar verebilecek bi takım kimyasallar...yapsınlar o zaman hiçbişekilde atmosfere zarar vermeyecek bombayıda yağdırsınlar yağmuru.
  13. birde eskiden voltran die bi çizgifilm vardı savaşırken saldırırken birleşen 7 aslan voltron ı oluşturuyolardı daha bi güçlü oluyolardı .....sanırım anlaşılmıştır
  14. sanırım hiç Kuran okumamışsınız katakuta ne demek kötülük yapanlar cehenneme gitmeyecek siz neye göre kime göre hüküm verebiliosunuz burda şuan buraya Allah'a iman dışında kötülük ve zulüm edenlerle cehennemin doldurulacağını anlatan bir sürü ayet koyabilim.saçmalamanın anlamı yok kim duygu sömürüsü yapıo annamadım .duygu sömürüsü dediğin şey nedir siz duygusuzsanız biz neyapalım...
×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.