Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

Rayett_Terziyan

Φ Üyeler
  • İçerik Sayısı

    25
  • Katılım

  • Son Ziyaret

1 Takip eden

En Son Profil Ziyaretçileri

22.573 profil görüntüsü

Rayett_Terziyan - Başarıları

Çırak

Çırak (3/14)

  • İlk İleti
  • Ortak Nadir
  • Birinci Hafta Tamamlandı
  • Bir Ay Sonra
  • Bir Yıl İçinde

Son Rozetler

1

İçerik İtibarınız

  1. Bunları iletişim fakültelerinde öğretiyorlar sanırım, Scorsese'nin Köstebek filminde mayfa örgütlenmesinin içinde olan Di Caprio yaşadığı sorunlar için psikologa gider ve hatunla tartışır, bir polis ondan önce çıkmıştır muayeneden ve Di Caprio, polislerin neden geldiğini sorgulama başlar. Neden geldiklerine dair sebeplerden biri olan silah kullanma ilgisini çekmiştir ve şöyle der: "O silahları kullanmak için eğitim alıyorlar, çoğu öyle ama silahlarını kullandıktan sonra ağlamalarını bilecek kadar çok televizyon izliyorlar". Bir şeyi bilinçdışı şekilde de öğrenebiliriz, işyerlerinde insan kaynakları bölümünün uğraşı da bu. Belirli fiziksel tavırlara bir anlam katarak (ki semiyolojik bir okumadır bu) onlardan iş isteyenleri değerlendirirler. Bunları iletişim fakültelerinde ya da kişisel gelişim kitaplarında öğreniyorlar ama biliyoruz ki o görüşmeye gidenler de benzer şekilde bunları öğreniyorlar. Filmdeki sahnede olduğu gibi zımni olarak "mış" gibi bir karşılaşma var ve bu karşılaşmada herkes kendine düşen oyunu (filmdeki sahnede silahı kullanan polisler gibi) oynamakta ve bu oyun neticesinde karar verilmektedir. Yani ortada tamamen bir tiyatro sergilenmektedir. Bu bahsedilen okuma türü artık geçerliliğini yitirmiştir ama merak edenlere hristiyan asetizmi ile ilgili bilgi edinmelerini önerebilirim, yalnız bu türk bilgiler nette var mı bilmiyoruz, az biraz kitap karıştırmanız gerekmektedir.
  2. Modern zamanlarda Özne dediğimiz şu zavallı insanoğlu, arzu nesnesine ulaşmak için sürekli olarak kendini arzuladığının farkına varmadığı sürece bu gibi eften püften maddelerle arzu nesnesine ulaşamadığını meşrulaştırır. Bu tür okuma geliştirdikçe aslında narsist ve nevrotik tipler olduğumuzu itiraf etmemiz gerekiyor, her ne sebeple olursa olsun asıl mevzu şudur: erkek de kadın da sadece arzu nesnesinin kendisini arzulamasını beklemektedir ve bu beklenti sürdüğü sürece de Öteki'ne aşık görüntüsü çizmektedir, buna yani ulaşamayacağı arzu nesnesinin bir fazlasına objet petit a adı veriliyor. İşin özü bu ama diyeceksiniz ki ne diyorsun bilader, nedir bu teorik ıvır-zıvır? Diyeceğim şudur ki insan evladı karşısındakine gel beraber beni sevelim narası atan ve bu nara peşinde kendini paralayan meczuptur ve bu meczup insan evladı buna ulaştıktan sonra bir şeylerin eksik olduğunu düşünüp o eksik şeyin peşinden gider, bu gitme halinde iken eski arzu nesnesine yani aşık olduğunu insan evladına "bu mu lan aşık olduğum düldül" der ve burnu 2 mt yukarıda ona bakar. Velhasıl kelam aşk ulaşamayacağın bir arzu nesnesi bulup o ulaşamayacağın arzu nesnesi peşinde helak olmaktır, bu gibilere Yunus Emre timsali deli-divane derler; deli-divaneler olmanız temennisi ile... Haa diyeceksiniz ki ne edeyim ulvi, objet petit a aşkını, bana dokunacağım şey lazım: o zaman Zizak abimizin dediği üzere cinsellik denilen mefhum şey masturbasyonun bir nesne aracılığını ile gerçekleşmesidir, yani Lacan abimizin tee en baştan dediği üzere "cinsellik yoktur"...
  3. Soru sorulalı 5 sene olmuş, geciktim cevap vermekte, affola... "verdinaz" nicki kullanan biri için aslında bu hediyeyi düşünmek zor değil; verip - naz yapan bir hatun olarak eğer hala hediyeyi vermemişsen, ki çok iyi biriyim ben verdiğini hayal ediyorum- bir dahaki sefere kendini hediye olarak sunmanı öneriyorum. Bir erkek için bundan güzel bir hediye olamaz. Hediye konusu bir daha açılmaz emin ol...
  4. Tam hayalimdeki mevzu... Birincisi, kendine "aşggg" nickini uygun gördüğünden liseli olduğunu; test çözdüğünü söylediğinden dolayı da dersane öğrencisi olduğunu düşünüyorum, "başını koluma koyuyor" ve "öğretmen ders anlatmıyorken(çünkü ikimizdde baya çalışkanız ama kız çok güzel)" demenden dolayı da çalışkan bir öğrenci olmadığını anlıyoruz. Kendini zeki sanan bebelerden olmalısın, mevzumuz o olmadığı için geçiyoruz bunu... İkincisi, aşık insan paranoyaktır der psikanaliz (bunu belki yüz defa yazmışımdır, çok havalı oluyor bunu söylemesi, yinelemeden edemedim), sen de her aşık gibi bütün tavırlardan kendine göre anlamlar çıkarma derdine düşmüşsün, tecrübe edindikçe bu anlamlar çıkarma konusunda daha iyi olacağını düşünüyorum, zira insan tecrübe eden bir hayvandır (homo usus: kavram bana aittir, başka yerde alıntı yapmadan kullanmayın, çizerim !). Sen de kızcağızın bazı tavırlarını ve haraketlerini gözlemlemiş, yaşamış ve bunlardan anlamlar çıkarmışsın; ki eminim birçoğu bu şekilde olmadığı halde öyle algılamışsındır, beynin sana oyunlar oynuyor, hatta bazan beyin oynamaz, sen oynarsın ve kendi yalanına kendin inanmaya başlarsın. Üçünsüsü, abe sen bu kızı havada karada yersin, bu tür gazlar hep işe yarar, "tavlanmayacak hatun yoktur" der büyüklerimiz, emin ol yıktur yeter ki uygun zamanda uygun tavırları sergile; aynı sınıfta olmanız ve aynı sırada oturmanız mekansal bir birliktelik olduğunun da kanıtıdır, bu da uygun durumu çok kolay anlayacağın ve değerlendireceğin anlamına gelmektedir. Hatta gazı daha da abartabilirim, "yavrum bu kız senin için yanıyor"... Bu çok net, zira öyle bakışlar ancak aşık bakışı olabilir, velhasıl kelam sen bu kızı yersin... Dördüncüsü, bu hatun kısmı böyle tavırlar sergiler, sonra sen adım atınca seni tanımazlar, "ay ben sana hep arkadaş olarak baktım, neden böyle düşündün ki" derler, hatta bazıları da sanki uluslararası bir kriz çıkacak gibi "ay bu benim için onurdur ama ben böyle bir ilişkiye hazır" değilim der. Velhasıl kelam sen bu kıza yazıl, eğer onay verirse ne ala, yok hayır derse gelip burda çemkirirsen seni tanımam, kaldi ki tersim pistir...
  5. Aziz yıldırım karakol-mahkeme-hastane üçgeninde mekik dokuyor... Başkanı olduğu sürece "keşke bizim başkanımız da böyle olsa" lafını en çok duyduğumuz kişi, stadlarda küfüre karşı savaşan ve kendi stadında bunu bitiren kişi, spor -sadece futbol değil bütün branşlar- için bunca çaba harcayan kişi "şike" yaptığı, yaptırdığı gerekçesi ile medyanın karşısına çıkarıldı, mahkeme demiyorum dikkat ederseniz meydanın karşısına çıkarıldı. Yıllardır kendisi hakkında eleştiri dozuna dikkat edenler kısmen suskun da olsalar büyük bir zevkle izliyorlar bunları, Erman Toroğlu ise hükmü vermiş olmalı ki çıkıp "zaten beni lig TV'den Aziz yıldırım kovdurdu" dedi ve kendi nazarında ölene kadar kalmasına inandığı yerden kovulmasına geçerli bir sebep buldu; zira biz nedense kahvehane jargonu ile meyhanede içip bir eliyle yemek yapıp bir eliyle de maçla ilgili pozisyonları inceleyen tavrından dolayı kovuldu sanmıştık, ne de olsa lig TV büyük bir para ödemiş ve buna uygun düzeyde "futbolun marka değeri" sloganı eşliğinde ilk operasyonu kendi içinde yapmış sanıyorduk... Polis, asker, yargı derken yeni iktidar sahipleri bir alana daha savaşla girdiler, bu kez hedef Aziz Yıldırım. Bütün para musluklarının ve güç odaklarının başına kendilerinden birinin geçmesini isteyen bu iktidar sahipleri sporda da en büyük marka olan Fenerbahçe'nin başına cemaatçi birini geçirme planının ilk halkasına olduğunu inandığım operasyonda Aziz yıldırım'ı "madara" ederek bunu başaracaklarını düşünüyorlar, bunun başka bir anlamı olamaz; kalp, şeker, tansiyon ve adını bilmediğim bilumum hastalık sahibi bu adama yapılan ve sürekli karakoldan hastaneye hastaneden karakola, olmadı ordan mahkemeye ve mahkemeden de hastaneye git-gel süreci yaşıyor ve akla ilk gelen şey de "vay korkak, hapise düşeceğini anlayınca ne hale geldi" oluyor... Aslına bakarsanız Adnan Polat'ın maç sırasında Başbakan'ı yuhalaması ile başlayan süreçte başkanlığından indirildiğini unutmayın, kötü sınuçlara rağmen Adnan Polat'ın seçime girdiği takdirde seçileceğine emindi herkes, bu konuda da cemaat-iktidar parmağı olduğunu düşünüyorum... Aziz Yıldırım'ın par-u pak olmadığını tahmin edebiliyorum, yalnız hukuk denen şey ile kanun ayrımını yapamayanların buna hukuk süreci demesine bayılıyorum. Hukuk denen şey kanuna bağlı olan bir durum değildir. Kanun, yasa denilen mekanizmanın içinde iken Hukuk denilen şey bunların ötesinde birşeyi ifade eder, daha amiyane tabir ile siz bir şey yaptığınızda bu bir suç olmayabilir ama bu yaptığınız kanun önünde suç olabilir; ya da tam tersi siz bir suç işlersiniz ama bu suç belgelenirken düzgün belgelenmezde sizin suçlu olmadığınız anlamına gelir bu... Hukuksal olarak Aziz yıldırım ne yapmış? Bir polis soruşturması ve gizlilik yasağı olan bir savunma aynı gün medyada yayımlanıyorsa burda hukuk yok demektir, telefon görüşmeleri zaten birinci dereceden delil değildir ve polisin bu telefon kayıtlarını yazıya geçirtirken ne yanlışlıklar yaptığını ve bunu bilerek de yaptığını geçmiş mahkemelerden biliyoruz; siz eğer bunları birinci dereceden delil diye medyaya sunarsanız o kişi suçsuz bile olsa herkes tarafından suçlu ilan edilir, aklansa bile o artık suçludur. İsveç Sosyaldemokrat parti başkanlığından istifa etmek üzere olan kişinin hayatına bakın, göreceksiniz bunu, asla silinmiyor bu suçlu damgası... NTVspor radyo'da maçtan sonraki gün Gürcan Bilgiç'in anlattığı Eskişehir maçı öncesi olan "bu taktikle oynayıyın sizi yeneriz" esprisini bile suç ilan eden bir kanuna siz hukuksal açıdan doğru derseniz sizi tebrik ederim yoğun hukuk bilginizden ötürü.. Aziz Yıldırım gibi mafyavari tavırları olan, despotik bir adamı bu kadar sürklase eden, silkeleyen bu sistem, bize bu bir suçludur diye zor durumlarını fotoğraflayıp medyaya sunan bu sistem şunu gözden kaçırıyor: benim gibi birileri sevmese de bu adamı bu durumda olan biri için üzülür, suçlu olsa bile bu adam gördüğü muamaleden dolayı üzülür, zira bu yapılanlar hukuksal anlamda zaten bir rezalet, insanlık açısında ise kepazelik. Benzer hikaye siyaset alanında da var, bir adam çıkıp başka bir adama "sayın" diyor, bu "sayın" denilen kişiyi övdün ve terör propagandası yaptın deniliyor ve bu adam milletvekili seçildiği halde yargıtay karar veriyor seçim zamanı ve bu adama devletin 11 yıl borcu olmasına rağmen bu adam 1,5 yıl ceza alıyor, bu ceza borca karşılık sayılmıyor ve bu adam ütelik 11 yıl borca rağmen 3 yıldır tutuklu ve bizler çıkıp "evet hukuk var" diyeceğiz öyle mi? Böyle bir durumda saçma sapan telefon sohbetleri, suyunun suyu ile olan bir sohbette adı geçti diye suçlu ilan edilen Aziz Yıldırım suçlu olsa bile hukuksal açıdan suçlu ilan edilemez, tıpkı "sayın" dediği için suçlu ilan edilen Hatip Dicle gibi, zira bunlar hukuk açısında geçersiz ama kanun açısından geçerli olan suçlamalardır... Nerde hukuk, hukuk bu değil bunun adı kanun... Kanunları yaparsın, faşizanlık dizboyu oluyor ama ne yapalım bu hukuk diyeceksiniz ama size en ufak bir dava açıldı mı, hemen kanunları değiştirip kurtulacaksınız ve bu hukuk olacak ? Bu iktidar ne menem birşeymiş anlatayım? Nuray Mert NTV'de başbakan'ı eleştirdi diye programı erken tatile çıkarıldı ve buna boyun eğmeyen bu hatun istifa etti, bunu gören Can Dündar hatunu haberlere çağırdı ve NTV yönetimi bunu reddettiği için erken tatile çıkma kararı aldı ve muhtemelen istifa edecektir yakında, bunlara destek sunmak için Banu Güven de istifa etti; en ufak eleştiriye gelemeyen iktidar sahipleri tek eleştiri yapan kanala bunları yaptılar, NTV ne yapsın diyeceğim geliyor burda zira benzer durumda dik duran Doğan yayın grubuna verilen ceza var, bunu görünce ne diyebilirler ki...? Aziz yıldırım suçlu bile olsa bu kalp-şeker-tansiyon ve bilmem ne hastası, bu adama birşey olduğunda hesabını kim verecek merak ediyorum, polis mi mahkemeler mi yoksa cemaatçiler mi? Aziz Yıldırım'ı tavır ve fikirlerinden dolayı sevmeyen ben bu olaylardan sonra sevmeye başladım. İktidar sahipleri bu adamı kolay kolay düşüremeyeceklerini anladıkları için neler yapıyorlar, bu kadar güçlü rakip gördüler demek ki... Aziz yıldırım bu süreçlerden geçtiği, geçirldiği için sevmesem de, suçu "kanun"lar tarafından kanıtlansa da benim nazarımda suçsuzdur...
  6. Psikanalistlerin çok güzel bir sözü vardır: "Aşık insan hafiye gibidir, her davranıştan kendisi için önemli manalar çıkarma derdindedir." Arkadaşımız da aslında bu manada cümleler kurmuş ama aslında bize farklı anlatıyor, kendi yaşadıklarını karşısındaki yükleyip kendini aslında "iyi" diğer kişiyi de "kötü" olarak anlatma derdine düşmüş, burda "iyi-kötü" kavramları ahlaksal bir kavram değil de bir durum tesbiti olarak değerlendirilmeli. Mesela, bazı insanlar heyecanlanınca az konuşur, doğrudur ama bazılarımız da heyacanlanınca çok konuşur; eğer bunu bilirsek ve bir dans sırasında ya da öncesinde böyle bir çifti sohbet ederken izlersek hangisinin heyacanlı olduğunu tesbit etmek zor değil: tabiki çok konuşan... Düşünülmesi gereken bir dans ve sohbet konusunu bile "bütün ipler elimde idi" şekilde olarak değerlendiren biri duruyor, üstelik de bu duruma rağmen "bana yazıyordu" diyor arkadaşımız; yine bir sanrı: "erkekler olmayan durumlardan bir kahramanlık öyküsü yazmaya bayılır", genlerimizde vardır belki, dansta konuşmamasını bile değişik bir şekilde değerlendirme de cabası... Ama asıl sorun gelip şurda düğümleniyor: Bir sosyal olay olan düğün ve düğündeki en iyi tabirle tanışma isteğini (kur yapma da diyebiliriz) bu şekilde anlayıp bir de bunu birilerine anlatıp onlardan akıl alma derdine düşen birinin nasıl bir ruh halinde olduğunu düşünmeliyiz. Birincisi, bu açıklamadan da anlaşılacağı üzere arkadaşımız olanlara bir anlam verememiş, verse zaten sormazdı bize. İkincisi, kendisini iyi gösterip (rahat da diyebiliriz) hatunu kötü (çekimser ve had safhada heyacanlı da diyebiliriz) gösterme derdine düşmüş, maksat kahramanlık gösterisi sunmak bizlere, biz bu şekilde okuyunca kendisi de ikna olacak zira buna. Üçüncüsü, "anı yaşamak" (carpe diem demişti buna ölü ozanlar derneği adlı kitap) gibi bir laf ediyor arkadaşımız ama anlattıklarından anlıyoruz ki kendisi o kadar beklenti içine girip kendisini anlamlar arama derdine sokmuş ki hiçbirşey anlamamış hatundan, hatunun tavırlarından, edasından vs ki gelip bize soruyor. Dördüncüsü, durumu böyle irdeleyen biri kendisini göremiyorsa ki anlatılanlar bunu gösteriyor aslında sadece bir hava civa derdindedir, böyle bir durumdan anlamlar çıkarma derdinde olan birine ne denilebilir ki zaten; kaldı ki böyle bir durumdan anlamlar çıkarma derdinde olup çıkaramayan birine hiçbir şey denmez.
  7. "Doğal Hak" Bence bir insanın en doğal hakkı elinden alındı ve ben bunu hiç sevmedim. Bildiğiniz üzere "Özel" sekreter kişinin özel işleri ile ilgilenen ve günde neredeyse 24 saat yanında olan bir kişidir, erkek patron, hatun da sekreter olursa onunla ilişkiye girmesi kadar doğal hiçbir şey olamaz. Kaldi ki bu ilişkide film çıkması da bence çok doğal, paris hilton, kim kardashian yapınca ve izleyince iyi ama ali kırca, deniz baykal yapına kötü, bu bence kişinin en doğal haklarından birinin resmen gasp edilmesidir, bir de istifa etmiş... Ne kadar ayıp, böyle şey için istifa edilir mi? Ne güzel koltukta oturuyordu adam ve biz ölene kadar da kalacak diye hesap ediyorduk ama gitti. Peki şimdi kim gelecek onun yerine? Oy veenlerinin neredeyse tamamı alevi kökenlilerin ve de askerlerin oluşturduğu bir partiye kimi getireceksiniz? son 15 yıllık serüvene bakınca parti içinde milliyetçi-ırkçı bir tabanın hakim olduğu aşikar, bu nedenle parti içinde buna en uygun kişi bence Canan Arıtman'dır. ki kendisi bu işi çok ciddiye alıp Cumhurbaşkanı'nın bile seceresini çıkarma çabasına gitmiş ve partisince takdir tolamıştır. Eğer parti dışında biri oalcaksa bu da eski Tarih Kurumu Başkanı olan Hallaçoğlu en iyi adaydır, ne de olsa kendisi bırakın bir kişiyi milyonalrca kişinin seceresini meydana dökmüş ve bunun için de onalrca kişiden takdir toplamıştır. Ama ufak bir sorun olur bence bu durumda zira partiye oy veren tek kitle olan alevileri ermeni kökeni ilan etmişti, bu sorun yaratabilir...
  8. Süper bir mevzu, foruma gelmişken bir-iki kelam etmek için en güzel mevzu bu olsa gerek... Öncelikle mevzudan önce durum tespiti için iyice irdelemek lazım(ne de olsa bilimsel ve akademik bir şahsiyetim). Okul dediğine göre lise sıralarında dirsek çürüten tebadan olmalısın ve 6 yıldır tanıyıp 5 yıldır da arkadaşsan ve herşeyini paylaşıyorsan (ki bu herşey nedir bilmek lazım) sonucun bu olacağı malumdu. Zira zamanla karşı cinsle bütün yakınlaşmalarının sonucu cinsellikle sonuçlanır, doğanın kanunu budur; hatta doğa kanunu dışında sayarsak bazan aynı cinsten yakınlaşmaların sonucunda bile cinsel dürtüler ortaya çıkar (allah muahafaza). Tabi henüz dirsek çürüten ve muhtemeldir ki uzun bir süre daha dirsek çürütecek biri olarak bunları bilip ona göre davranman söz konusu değildi... Hatun kızımız senden bir yakınlık görmüş, seninle arkadaş olmuş ama senin arkadaşlıkla yetinmeyip bu durumu başka bir platforma taşımanı çok nazikçe reddemiştir (en azından kelime düzeyinde bunu yapmış), hepimizin başına gelen ve nedense bazılarımızda sendrom olan bu "hayır" sözü sana da ağır gelmiş. Genelde bu gibi durumlarda "sen de uzak dur", "ısrarla kendini göster", "al silahı eline ya ölüm ya ben" (ki Bornovabornova filmi buna benzer bir replikle en iyi film ödülünü aldı), "kaçır lan kızı" gibi muhtelif önerilerde bulunulur, ki mutlaka bu öneride bulunan zatın kendisi bu vaka ile karşılaşmış ve kendisinin yapamadığını önermiştir, bu hiç şaşmaz... Diyeceksindir ki senin naçizane önerin nedir? "Sana hatun mu yok" diyorum ben. Ve inan bana bu öneriyi kim etmişse ona başka hatun yoktur ve bu yüzden de kendisine yok olan hatunları senin olmanı dilemiştir, sanki öptüğün her hatun kızı o da öpecektir gibi de sevinir bu öneride bulunurken... Sen bilmezsin ama gerdeğe başkasının şeyi ile girmek diye şahane bir atasözü vardır, işte o atasözünü benim gibi Dana'lar üretmiştir. Hadi toparlan ve saldır...
  9. Velhasıl kelam bu konu hakkında bir yazı yazmak vesil oldu... Bir kişi, olay ya da grup hakkında bir yazı yazarken yapılacak ilkşey o dönemi iyi anlamaktır, bizler en çok bunu karıştırıyoruz. Kendi fikirlerimi bu yönden dile getirmek niyetindeyim, en azından akademik bir giriş olur, ne de olsa az çok akademik bir binaya sık sık gitmişliğim var -Amele olmanın faydaları işte-... Ahmet Kaya'nın çıkış noktası 12 Eylül'den sonraki toplumun bilişsel bunalımıdır, bilindiği üzere yoğun bir sosyalist hareketler dizgesinden sonra meydana gelen büyük yıkım ve bunun bireylerde ve örgütlenmelerde yarattığı büyük çöküştür. Bunun üstüne bir de Özal'ın başını çektiği -erkek çocuğu olmuş yeni baba gibi koparttığı- Serbet Piyasa Ekonomisi (hani Organize İşler filminde Yılmaz Erdoğan'ın mesleği gibi, "Çok Serbest" olanından) ve bunun toplum üzerinde yarattığı geleneksel çözülmeler.. Önce Darbe ile örgütlenmeler lavedildi sonra da piyasa ekonomisi ile bireylerin her türlü ahlaki ve vicdanı değerleri erozyona uğradı; zira kendini yalnız hisseden ve geçmişle ilgili bütün ümitlerini, bağladıkları bir gelecekleri tarumar edilince bu bireyler bu sisteme çok çabuk adapte oldular. Çabuk adapte olmak aynı zamanda çok fazla değişmeyi de gerektirir ve çabuk değişmeler eğer hazır değilse bireyler bütün yapısal değerlerini yokeder ve de yok etti... Geleneksel bir türkü ve de Batı müziğine entegre olmaya çalışan bu toplumsal gruplarımız birden bire bu tip şeylere hızla yabancılaştı; en hızlı uyum sağlayanlar yabancıların iyi bildiğini varsayarak direk onların müziğini aldı ve birden müzik alanında da "Çağ atladık" -Özal ne severdi bu lafı, elinde bir kalem ile ekrana doğru sallayıp bu lafı ederdi-. Buna karşın bir kesimin hızla uyum sağlaması karşısında bu kesimin elindeki eski mevzilerde bir şekilde boşaldı ve buranın doldurulması gerekti, en azından sosyolojik durumlar bunu işaret ederler ve bu boşluğu Ahmet Kaya doldurmaya çalıştı. Eski yapıdan gelen ve eski Devrimci yapının hala ölmediğini ispatlama çalışır bir haldeydi ama bu boşluğu doldururken fazla rağbet göremedi garibim zira buna uygun bir toplumsal karşılık yoktu - ki ne güzel şarkıları vardı, hele ki "Maviye Çalar Gözlerin, en sevdiğim şarkısıdır-. Yeni oluşan durumda birileri hızla zenginleşirken doğal olarak da birileri de fakirleşti, hele bu kadar hızlı olunca bu fakirleşme bir şekilde bir karşılık bulmalıydı müzik alanında ve Arabesk'i o zaman keşfettik ve bu tam bize göre idi, Post-Modernizm'i Batı'dan önce keşfettik ama haberimiz yoktu. Hızla bu müzük yayıldı ve bu müzik Ahmet Kaya'ya yaradı, zira arkasında bunu iyi uyarlayan Yusuf Hayaloğlu vardı, son derece iyi bir ikili oldular ve Ahmet Kaya işte o zaman şöhret oldu, eski Devrimci yapıdan ziyade yeni ortaya çıkan ve bu hızlı değişimden negatif anlamda en çok etkilenen kesimlere seslenme şansına erişti ve bunu da çok iyi kullandı. Bu değişime uyma bir yetenek gerektirir, görebilmek ve hemen o boşluğa kanalize olup doldurmak ve bunu ancak bir siyasetçi bu kadar iyi yapabilir ya da pragmatist bir bakış açısı, Ahmet Kaya'da ikisinden de vardı. Pragmatist yaklaşımın en kötü tarafı bir zeminin olmaması ya da bu zeminin çok kaypak olması, değişenleri çok çabuk anlayıp hemen buna ayak uydurmak gerekiyor. Bunu iyi bilen Ahmet Kaya Kürt hareketinin legal yola girdiği bir zamanda Kürtçe çıkışlar yaptı ve birden Kürtlerin bir sözcüsü konumuna geçti ve bir gecede başardı bunu, pragmatist Ahmet Kaya'nın en iyi göstergelerinden biridir bu bence... 199o'lı yıllarında Kanal 6'da bir programı vardı ve ülkücü kesimlerle beraber rakı içerdi bu programda, yüzü yaralı Nihat diye bir mafya babası vardı, çok da iyi anlaşırlardı. Bir ara İzmir'de Radyo35 diye bir kanal için konser vermeye geldi ve adamlar ülkücü idi, bütün ülkücüleri toplandı konserinde, bunu protesto eden Demokrat Radyo Ahmet Kaya'nın kasetlerini çalmadı uzun bir süre, yurt dışına gitmek zorunda bırakılana kadar bunu sürdürdü... Bu örnekleri nasıl bir zeminde dans ettiğini ve pragmatist kişiliğinin örnekleri olarak veriyorum... Kürt Hareketine ve bu toplumsal grubun müziğini yapamayacağını biliyordu, ondan daha öncesi vardı ve bunlar çok sağlam duruşlu kişilerdi -Geleneksel yapıyı temsil eden Şivan Perwer ve modern yapıyı temsil eden Ciwan Haco-; bunun için daha çok eylem alanında bir sunum yapması gerekiyordu ama tahmin ettiğinden çok daha basit bir söylemle birden Kürtlerin ikonu oldu ve ölümü de buna tuz biber ekti... Ahmet Kaya, iyi okuma yapmıştı bence ama tahmni ettiğinden fazla tepki aldı ve bunun bedelini çok fazlasıyla ödedi... Her daim pragmatist kişilikleri sevmemişimdir ve ne hikmetse bu kişiler çok fazla büyütülür; bütün siyasetçiler gibi... Kızının çıkıp bu gibi laflar etmesi bana bebelerin eline bayrak verilip sallandırılması gibi geliyor, son derece itici bir durum. Ama Gülten Kaya ne zaman çıkıp konuşsa dinlerken zevk alıyorum, neyi ne zaman diyeceğini çok iyi biliyor; son derece iyi bir anlatım ve okuması var, üstelik tavırları sistem sahiplerine iyi bir cevap oluyor... Zira sistem sahiplerine hadlerini bildiriyor kanaatindeyim...
  10. Rayett_Terziyan

    UZAYDA Yaşam

    Burda sorulması gereken soru şu: acaba peygamberler dünyadaki görevlerini yerine getirdikten sonra diğerlerine de uğrayıp orda da görevlerini yerine getirmişler midir? Madem ki peygamberler Tanrı'nın temsilcileridirler o halde orda da tanınmaları gerekmez mi? Öncesiz ve sonrasız olan bir varlık her bölgeye ve galaksiye ayrı ayrı peygamberler mi göndermiştir? Bütün semavi dinlerin kitaplarından diğer galaksilerde de var mıdır? Takkeli bir uzaylı nasıldır acep, tahayyüllerimizi zorlamamak lazım... Bir yerdeki görevini ifşa edip hakkın rahmetine kavuşan bir peygamber diğer galakside baştan mı başlıyor acaba? Bana sanki kadrolu bir memur gibi göründü peygamberler... İstifa eden çıkmış mıdır? Cebraille bir süre sonra görüş ayrılığına düşüp birbirlerinin kuyusunu kazmışlar mıdır? Her defasında aynı melek, başka melek yok mu bu ayetleri doğru dürüst indirsinler diyen çıkmış mıdır? Ya da teknolojik olarak mutlaka değişik evrelerdedirler, misal dünyadakinden birkaç bin yıl ilerde bir teknolojide olan bir galakside nasıl bir tebliğ yöntemi kullanılmıştır? Muhtura-net'ten sonra muhtura-ayet ya da muhtura-tebliğ yaşanmış mıdır? Belki telepatik bir tebliğ kullanılmıştır, şahsen bu yöntemi çok geçerli bir yöntem olarak görmekteyim, kişinin direk vicdanı ile temasa geçeceksin ki net olsun herşey... Telepatik bir ilişkiden sonra savaşsız duldasız bir başarı peygamberleri keser mi? Savaş ganimeti olarak bir hediye bekleyen ve hediye olmayınca kızıp köpüren bir peygamber olmuş mudur? Dünyada neler vermişlerdi burda tık yok diyip kızan ve fırça atan da çıkmış olabilir...
  11. Gecenin bu saatinde bundan güzel bir yazı okumayacağımı hiç sanmazdım, okurken eğlendim bayağı; Netekim ne kadar eğlenmişse bunu okurken ben de o kadar eğlendim... İhtilal -darbe değil efendim ihtilal- yapmış bir Onbaşı gibiyim, daha önce okumamıştım, dinlediğim olmuştu ama genelde bazı kısımları vermişlerdi. Psikoloji bilimi açısından bakarsak giriş ve sonuç muhteşem; önce "Çok iyi bildiğiniz gibi" diyerek kendisini dinleyenleri söylediği şeyin doğru olduğuna ve onların da Netekim Paşa gibi düşünüdüklerine dair katılımını sağlamış; eminim ki bu bildiriyi o tarihlerde duyanlar mutlaka Paşa'ya hak vermişlerdir... Aksi görüşte bile olsanız bile bu gibi durumlarda sanki o kişi sizi duyacak ve onun yanında olduğunu hissedecek baskısı altında kişiler bu gibi durumlarda o kişiyi olumlar sözler söylerler ve bunu da yanındakilerin duyacakları şekilde olumlarlar. - Evet Paşam aynen öyle.. - Yediler Paşam bunlar bu ülkeyi - Biliyoruz tabi Paşam, haklısınız gibi nidalarla destekleyenler olmuştur... Benzer bir tepkiyi 28 Şubat sürecinde de duymuşsunuzdur ama daha alt düzeyde... Böyle bir konuşma tarzı ile başlarsanız gerisi kolay gelir, bir iki küçük örnek ile herkesi peşinize katarsınız; ama unutulmamalıdır ki peşinize takılanlar silahlı gücünüzden dolayı peşinizdedirler ve asıl istedikleri "güvenlikleri"dir ve bu en doğal harekettir. 0-1 yaşındaki bir çocuğun güven sorunu gibi sorunları olur bu kişilerin ve "silahlı güç" bu sorunu çözer onlar için, artık kitle arkanızdadır ve istediğiniz şekilde gerisini doldurabilirsiniz... Ve unutmayınız ki bunlar söylerken Askeri Elbisesini giymiştir, görüntü olarak izleyenlerin etkilenme düzeyleri çok daha fazladır. Nitekim -netekim de olur-, Paşa Hazretleri de öyle yapmış ve sonrasında resmen sallamıştır ama dinleyenlerin bunu dinleyecek halleri yoktur, zira onar "güven" bunalımındadırlar ve 0-1 yaş gurubunda olduğu gibi sözlerinizin hiçbir anlamı yoktur, zira onlar kelimeleri bilmezler. Dinleyici grubu öyle yapmış ve maval maval dinlemişlerdir, güvendeler ya o yeter... Ama şimdi okuyunca eminim ki bir çoğu "bunu da mı demişti" diyeceklerdir, evet bunu demiş: Vay be... "Hak ve hukuk" diyen biri hukuku çiğniyor, üstelik ne çiğneme... Sevgi ve saygı diyor, işkence kültürünün gelişmesi için bu kadar katkı yapan biri için fazla iyimser bir açıklama... Bir de aynı haklar demiş ki o zati insanüstü bir tabir... "Yeni yönetime yardımcı" derken de "ispiyonculuktan" bahsediyordur, ki bu bahis çok rağbet görmüştür 0-1 yaş gurubundaki vatandaşlarından; zaten 0-1 yaş gurubu olmadıkları bu tepkilerinden anlaşılmıştır kanımca... Yatayım gari...
  12. Uzun bir cevap yazmıştım ama elektirikler kesildiği için silindi gitti, yeniden yazamayacak kadar tembelimdir... Sadece şunu ekleyeyim, Batını olan bir yorumun zahirler tarafından açıklanmak istenmesi ve bunun için çok çabalamaları hakikaten bana komik geliyor. Batini yorum, benim Staruss'dan öğrendiğim "Ezoterik okuma" ile eşdeğer bir okumadır ve bu yüzden de benim için değerlidir, Biçim ile değil de içerik ile ilgilenmesi ve gizli olanı arama çabalarını çok seviyorum. Bunu yaparken bazı ilginç yerlere gittiklerini de kabul etmekle beraber, bir okuma geliştirmeleri ve bir sistematik belirlemeleri hep hoşuma gitmiştir ve yine Virani ile bitireyim: Yedi derya sohbetini bahri uman anlamaz İlmi ledun manasıdır ahmak olan anlamaz küntü kenzden ders okursun cahil ondan ne anlar Gözü kör kulağı sağır bibaserler anlamaz.
  13. İlmi ledun okuyanlar aynen yoldaş olur Emedi Ahmed fatihada baş olur Pa ile ça ja ile ka anlayan sırdaş olur İlmi ledun manasıdır ehli inkar anlamaz Aşık Virani
  14. Ne hikmetse memleketimin insanları akıl yürütmeler konusunda çok eksikler ve eklektik akıl yürütmelerle düşünmeyi bilmiyorlar, bu muhtemeldir ki verilen eğitimden kaynaklanmaktadır -bakınız Althusser ve Devletin aygıtlarından olan Eğitim bölümüne-... Az biraz akıl yürütme için önce Türk kelimesine bakın, Cemal Kafadar'ın bir yazısında vardı : "1.Dünya Savaşı sonuna kadar Türk kelimesi sadece Avrupalıların Osmanlı için kullandıkları bir tabirdir ve Osmanlı içinde çok az kesim Türk kavramı ile kendini tanımlar". Mutlaka Tarih derslerinde görmüşsünüzdür, Osmanlı Devleti kendini Türk olarak tanımlamaz ve hatta Türklüğü bir hakaret olarak kullanır, bu yüzden bu tür tanımlardan kaçınmışlardır. Türk kelimesi hakaret olarak agılanan bir dönemde bir kızın isminin "Türkiye" olması düşünülemez herhalde, hele ki Türkiye denen kavram bir toprak-bölgeyi işaret ediyorsa... Neden peki "Türk" soyadı kullanılmıştır? Birincisi Ahmet Türk bu soyadından rahatsız olsa idi değiştirirdi, demek ki rahatsız değil... İkincisi, bir komşumuz var ve aslen Kürtler ama soyadları "Öztürk", müthiş bir paradox... Ama biraz akıl yürütürsek cevabı bir o kadar basit, soyadı kanunu 1934'de kabul edilmiştir yani Şeyh Sait İsyanı'ndan 10 yıl kadar sonra ve unutmayın o bölge bugünkünden daha olağanüstü haldedir. Bugünün şartları ile düşünürseniz bir kanun çıkıyor ve herkes istediği soyadını alıyor diye düşünürsünüz; fakat olağünsütü şartların olduğu bir bölgede bunun yapılması mümkün değildir (birinden duymuştum ve çok hoşum gitmişti, "madem ki bu bölgede olağanüstü hal var demek ki bu insanlar olağanüstüler" demişti). Devlet'in görevlileri gelip soyadlarını dağıtmışlar ve böylece Kürtlere "Türk" ve "Öztürk" soyadlarını uygun görmüşler, yani "Asimilasyon" denen olgunun resmidir bu... Asimilasyon kelimesi bize pek yabancı olmasa gerek...
  15. Şahsen Anayasa'ya bakıp acaba kim bunu yazmış diyenlerdenim ve birden Netekim Paşa aklıma gelince kendimi teskin ediyorum, zira büyük bir dehadır üstadımız, paşamız, medah-ı iftiharımız, haşmetlümüz vs vs... İşte o Netekim Paşa'nın Anayasa'sından bir beyit: İşin ilginç tarafı bu tanımı yapanlar ve yazanlar akademisyenlerdir, hangi akademisyenler peki? Hani şu "Dağ Türkleri, dağda, karda, boranda dolaşırken ayaklarının altından çıkan kart-kurt seslerinden dolayı kendilerine Kürt diyen Türk topluluklarıdır" açıklamasını bize bahşeden akademisyenler işte bu akademisyenlerdir. Görüldüğü üzere son derece akademik-bilimsel ve insani bir yaklaşım. İşte, aynı "zeka" düzeyine ve akademik-bilimsel çerçeveye sahip diğer arkadaşları da bir "Türk" tanımı yapmışlar; neymiş efendim: "Türklük bir etnik tanım değil, bilakis bir kültür tanımıdır". Heyhat, cümleye bak hizaya gel !!! "Kültür blimleri" diye birşey bilmesek, "Etnisite" tanımını bilmesek, "Mantık yürütmeleri" de bilmesek belki yutardık, fakat maalesef ki az çok bunları bilenlerimiz var; işin kötüsü bunu okullarda okutuyorlar. Althusser'i okumamış olmalı MEB müfredatınız hazırlayanlar, tez zamanda bu konu üzerine eğilmeleri lazım... Bu tanımı iddaa edenler şu küçük ayrıntıyı gözden kaçırıyorlar: Hiçbir sosyalbilimci, bir etnisiteyi tanımlarken ona farklı bir aidiyet tanımı veremez; eğer verirse bu ********** M.Kemal ve arkadaşları bir Ulus-Devlet inşaa ederken konjonktürel olarak bu tür tanımlara girmiş olabilirler -ki girmişlerdir- bu onların bunu savunduklarını ve iddaa ettiklerini kanıtlamaz. Bu sadece bir politik bir tavırdır ve politika yapısı gereği pragmatisttir ve bunu yapanlar pragmatist bir tavırla bunu sergilemişlerdir. Ama konjonktor denen şey 85 yıl sürmez; artık akademik-bilimsel bir tanım yapılmalıdır. Şu anda bu söylemi savunanlar olsa olsa Faşizan-Şovenist bir tavır sergilemektedirler ve bunun başka bir izahatı olamaz. Eğer başka bir etnisiteden geliyorsanız ve size ille de: "sen aslında madagaskarlısın ama TC vatandaşı olduğundan dolayı Türk'sün" diyoruz ve harbiden komik oluyor; Diyoru"Z" dedim zira bunu Anayasa diyor ve bunu dediği içinde hepimizi bu mesuliyet altında bırakıyor. Ama Hukuk denen şeyin bir özelliği daha var ve en önemli özelliği de budur, bir Anayasa'da ya da Kanun'da evrensel doğru sayılan bir şey yanlış olarak yazılmış olabilir ve bunu kabul etmek zorunda değiliz. Hukukta var diye o şey doğru olmaz ve de olamaz ve insani olarak o yasaya karşı bir tavır sergilemek ve onun insani bir yasa olmadığını söylemek de mümkündür. Yani dediğim şudur ki, bir hukuksal durum aslında bir baskı aracıı ve bir inkar aracı olabilir ve bu yasa da onlardan biridir. Bakınız "Kürt yoktur ve Kürtçe yoktur" örneklerine... Bunu yazanların ve buna biat edenlerin bu gibi şeyleri akıl süzgecinden iyice geçirip değerlendirmesi ve dillendirmesi gerekmektedir.
×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.