Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

Multi

Φ Üyeler
  • İçerik Sayısı

    125
  • Katılım

  • Son Ziyaret

Multi - Başarıları

Meraklı

Meraklı (6/14)

  • İlk İleti
  • Ortak Nadir
  • İçerik Başlatan
  • Birinci Hafta Tamamlandı
  • Bir Ay Sonra

Son Rozetler

0

İçerik İtibarınız

  1. Söyleniyor!! Kim söylüyor peki bunu? Hangi kaynağı gösterbilirsin bunu kanıtlamak için? Yoksa yine kendi kendine kafanda "olsa olsa böyledir" türünden türettiğin şeyler mi bu? Sara hastalığı evlenmemeyi gerektirecek türden bir hastalık değildir. Ayrıca o zamanın toplumunda kadının seçme şansı mı vardı da evlenmesin? Hadi evlenmeyi geçtik, o zaman zina sıradan bir olay gibiydi. 25 yaşına kadar hem kimseyle evlenmesin hem de zina etmesin.. Sence bu ahlak değil midir? Kontrol etmesi kolay bir koca mı? Bir kere başta dediğinle çelişiyorsun.. Madem sara hastası, neden evlensin bir sara hastasıyla? Başka kontrol ebilebilir koca mı yokmuş?! Zaten kendisi zengin.. İstese idi maddi durumu daha düşük olan biriyle evlenip daha kolay kontrol edebilirdi(!)...Ayrıca Hz.Muhammed i kontrol edilebilir olarak gördüğüne göre Hz.Muhammed in ahlaklı ve hoşgörülü bir insan olduğunu kabul etmiş oluyorsun...Ama yine de Hz.Hatice senin kafanda kötü insan olarak yer ettiğinden kontrol ediyim de ne olursa olsun mantığı yer etmiş... Ayetler gözükmüyor. Sure ismi ve ayet numarasını yaz.. Tamam olayın Hz. Hatice boyutu bu şekilde olabilir. Kontrol edilebilirlik kısmı biraz sakat duruyor yanlız. Ayrıca tek aday da Hz.Muhammed değidir mutlaka. Neyse bunların hiçbirisi Hz.Muhammed in ahlaki yönden zayıf olduğunu göstermez. Aksine 25 yaşına kadar hiçbir kıza el sürmemiş olması ve 25 yaşında 40 yaşındaki dul bir kadınla evlenmesi ve 50 yaşına kadar Hz. Hatice ile kalması...Bak dikkat et 50 yaşına kadar...Ve sonra Hz. Haticenin vefatından sonra Hz. Sevde ile 4 yıl tek eşli olarak geçirmesi onun şehvi duygularının ahlakının önüne geçemeyeceğinin bir ispatıdır. 54 yaşına kadar tek eşli yaşamış olup da sonradan şeh veti arttığı için çok kadınla evlendi sözü kimseye inandırıcı gelmez... Bu olayı daha da uzatıp sulandırmanın bir anlamı yok.. Hz. Muhammed in ahlaklı olduğunu kabul etmek senden birşey eksiltmez. *** Ayetler yine görünmüyor... Eminlik meselesi çobanlıktan kalmaysa eğer o dönemde çoban olan herkese emin denirdi... Var mı bana bunu gösterebileceğin bir kaynak. Her çoban olana emin denilip güvenildiğini? Şunu da söyleyim, Hz. Muhammed in güvenilir olduğunu düşmanları bile kabul ederken sen neden inkar etmeye çalışırsın hiç anlamıyorum. Öncelikle rivayetler var diyorsan bir kaynak göstererek yaz bu rivayetleri. Kuru sıkı kullanmayalım lütfen.. Bu konuyla ilgili kısa alıntılar yapayım...İkindi namazını kılınca, hanımlarını dolaşır, onlara yaklaşıp hal ve hatırlarını sorardı. Gece olunca geceleme sırası kendine gelen hanımının odasına gider, bütün geceyi ona tahsis ederdi. Bu hususta Hz. Aişe şöyle demektedir: "Resûlulah, hanımları arasında yaptığı paylaştırmada/gecelemede onların yanında kalma hususunda bizi birbirimizden üstün tutmazdı."[Ebû Dâvûd, "Nikâh", 38.] Hz. Peygamber dokuzuncu hanımı hariç, sekiz hanımı arasında geceleme taksimi yapardı. Dokuzuncu hanımı Hz. Sevde idi. Sevde yaşlanınca, geceleme sırasını Hz. Aişe'ye bağışladı. Hz. Peygamber, Hz. Aişe'ye hem kendisinin gününü hem de Hz. Sevde'nin gününü tahsis ederdi. Allah Rasûlü'nün kadına verdiği değer, ne o güne kadar ne de o günden sonra cihanda eşi görülmedik bir seviyede idi. O bir gece kalkıp hanımlarından birinin hatırını sorsa, hemen diğer hanımlarını da dolaşır, onların da hatırını sorardı. Davranış bakımından hiçbirini diğerine tercih eder görünmezdi. Herkes gibi, hanımları da, kendilerini Allah Rasûlü nezdinde en sevgili sanırdı. Bu da O'nun eşsiz mürüvvetinden kaynaklanıyordu. Ancak kalbî temayüllere hiçbir insanın hakim olması söz konusu edilemeyeceği gibi, bu, O'ndan da beklenmemeliydi. O'nun için Allah Rasûlü, elinden gelmeyen bu kalbî temayüllerinden de Cenâb-ı Hakk'a istiğfarda bulunuyor ve şöyle diyordu: "Farkına varmadan, birini diğerlerinden çok sevebilirim, bu da bir haksızlık olur. Onun için ey Rabbim! Elimden gelmeyen bu hususta Senin Rahmetine sığınıyorum..." Bu başlık içinde Peygamberimizin eşleriyle münasebetiyle ilgili ayrıntılı alıntılar yapacağım...
  2. Sana şunu söyleyim. Aklın ve mantığın saf ve önyargısız bir zihinle bir Yaratan a ulaşamaması imkansız. Zaten tarihteki insanlara bakarsan hepsinin birşeye taptığını görürsün. Kimisi güneşe tapar kimisi putlara kimisi de Allah'a. Yani insan düşündükçe kendisini Birisinin var ettiğini anlıyor. Bunda senin de şüphen yoktur umarım. Yani bizi, bu dünyayı, hayvanları bitkileri çok üstün bir Akıl yapmış...Tesadüfen olamayacağı açık değil mi? Senin takıldığın noktalardan birisi de bu... Olup olmadığını bilemiyoruz diyorsun. Ama düşünürsek bizi üstün bir Akıl ın yarattığını anlayabiliyoruz... İnsan vücudu dünyadaki tüm insanların bir araya gelse de kuramayacakları mükemmel bir sisteme sahip... Dünyadaki kurulu küçük şeyler hep insan ürünü... E bu küçük şeyler bile gene bir akılını(ayni insanın) ürünü olduğuna göre insan Kimin ürünü? İlle de bişey yüzde yüz kanıtlanmazsa inanmak saçma olur demek bence saçma.. Mesela örnek olarak bilmeceleri düşünebiliriz. Bilmecelerde hep bir şeye yönlendirici cümleler olur ve o cümleleri birleştirerek anlatmak istediği şeye ulaşırsın. Bu gibi örnekler çoğaltılabilir. Sonuç olarak biz yüzde yüz kanıtlanmayan şeylere inanmazsak neredeyse hiçbişeye inanmamamız gerekir. Hayatında birçok kez inanmışsındır böyle şeylere. Birçoğu da doğru çıkmıştır. Böyle düşün bir de. Öncelikle bu sistemin Üstün Bir Akılın ürünü olduğunu bilebiliriz. Değil mi? Ama düşünelimki Kuran yok Peygamberler yok. O zaman dediğinde haklı olurdun. Bu sistemi kuran Zat ı isimlendiremezdik. Bilemezdik de bu Zat kimdir, nedir, neden bu düzeni yarattı, neden bizi yarattı... Birçok soru cevapsız kalırdı...O yüzden herkes kafasına göre birşeye tapardı. Kimisi güneş i, kimisi ay'ı, kimisi yıldızları, kimisi ateşi, kimisi de kendi yaptığı putları Tanrı edinirdi ki edinenler çok olmuştur. Bir de hikmet açısından bakalım.. yani amaç açısından... Bu düzenin içinde gördüğümüz her varlık bir amaca binaen vardır değil mi? Bir hücrenin amacı diğer hücrelerle birlik oluştırmak, yaprağın amacı fotosentez yapmak, bir ağacın amacı oksijen dengesini sağlamak, bir bakterinin amacı ölmüş mahlukatları moleküllerine ayırıp düzeni devam ettirmektir vs... Yani kısacası herşeyin bir amacı vardır. Şimdi düşünecek olursak küçücük bir bakterinin bile bir amacı varken, varlıkların en mükemmeli olan insanın bir amacı yok mudur sence? Elbetteki bizim de bir amacımız vardır. Biz akıl sahibi varlıklarız.. bizi diğer mahlukatlardan ayıran özelliğimizdir aklımız. Herşeyin bir amacı olduğu gibi bize verilen bu aklın da bir amacı muhakkak vardır. Nedir peki bu amaç?.....İnsan bunu kendisi bilemeyecektir. Tıpkı labirente konmuş yarışmacılar gibiyiz...Eğer o labirente çıkış yolları ile ilgili işaretler konulmazsa döner durur insan. Bizim de aklımızın neden verildiğini bilmemiz için bazı işaretlere ihtiyacımız vardır... Labirente işaretleri labirenti kuranlar koyar. Öyleyse bize de bu işaretleri bizi kuran üstün Zat verecektir. Şimdi gelelim peygamberlere ve kitaplara... Yukarıda da dediğim gibi bizi yaratan Zat bize kendisi hakkında bilgiler verecek, bizi neden yarattığını anlatacak....ki labirentten çıkalım.Bunu da elçileriyle yapacaktır değil mi? Peki bu Zat bize kendinden nasıl haber verecek?... Aslında bu bizim yaratılış amacımıza göre değişirdi. Mesela bu Zat bizi sınav etmek için yaratmış olmasaydı elçileri "insan" olarak değil de ucube yaratıklar olarak başımıza dikebilirdi. Ama bu Zat bizi sınav etmek için yaratmış. Bunu bize elçileri söylüyor. Ve dikkat et her elçi aynı şeyi söylüyor...Allah bizi sınav etmek için yarattığı için elçileri ucube yaratıklar değil de bizim gibi insanlardır. Bu insanlar bize bizi yaratan Zat'ın mesajını getiriyorlar. Bu mesajlar tabi ki yaratılış amacımızı, nasıl yaşamamız gerektiği, Kendisinin kim olduğunu anlatıyor. Her peygamber bunları insanlara anlatmak için gönderilmiştir. Yani bizi yaratan Zat elbetteki bize elçiler gönderecek elbetteki bu elçilerle bize mesajlar verecek ve bize ne yapmamız gerektiğini söyleyecektir. Ayrıca senin iddia ettiğin gibi Kutsal kitaplar çelişkiler yumağı falan değildir. Bu İncil ve Tevrat için geçerli olabilir çünkü senin de bildiğin gibi insanlar zamanla değiştirmiştir ve bu değişmelerin sonucunda birçok tevrat ve incil çıkmıştır...Kuran ise son kitaptır ve dünyanın sonuna kadar da asla değiştirilemeyecktir.(Günümüzde matbaa ve internet bu korumanın sebepleridir.) Sen Kuran ı okurken bazı kısımlarını anlamamış olabilirsin ve bunlar sana çelişki gibi gelebilir. Bunun için tefsirlerle bakman yeterli olabilir. Ama sen olayı ilk başta kendi kafanda çözmen lazım. Sen Kuran a insan sözü olarak bakmaya kendini şartladığın için elbette Kuran ın mucizelerini inkar etmeye kalkışacaksın, insan sözü olduğunu kanıtlamaya çalışacaksın. Yukarıda da anlattığım gibi bizi yaratan Zat kendini bize anlatmak için elçiler aracılığıyla kitaplar gönderecektir. Bunda akla muhal bir taraf yok. Seni, dünyayı, kainatı kusursuz bir şekilde yaratan Zat nasıl olurda bir kitabı çelişkilerle dolu insanlara ulaştırır. Bunu akıl kabul etmez....Ama yine de aklına takılan yereri varsa sorabilirsin elimden geldiğince açıklamaya çalışırım tefsirlere bakarak...Ama tekrar söylüyorum, meselenin kökü senin Allah ın insanlara bir mesaj ulaştırmasını anlamanda saklı.. Saygılar...
  3. Nasıl bu kadar ******siz olabiliyorsun anlamıyorum. Ayrıca sana verdiğim cevapta birçok şey yazmıştım. Sen gene küçük bir noktaya takılmışsın. Rüzgarı Allah göndermez, basınç farkıyla meydana gelir demişsin. E peki bu basınç farklılıkları dünyadaki sistemin bir ürünü değil midir? Bu sistemi kim kurdu peki? Allah kurduğu bu sistemle basınç farklılıkları meydana getirerek rüzgar gönderiyor. Bu gayet açık...Yazdıklarından anladığım kadarıyla Allah'ın varlığına inanıyor gibisin. Senin problemin Hz. Muhammed le ve Kuran la. Sana şunu söyleyim, eğer bizi Yaratan bir Allah varsa(ki var) insanlara kendini tanıtmak için elbette elçiler gönderecektir. Niçin yaratıldığımızı, nasıl yaşamamız gerektiğini bize elbette öğretecektir. Bunun için de peygamberler gönderecektir elbette. Ve bu peyamberlerde Allah'ın sözü olan kitaplar mutlaka olacaktır. Olaylara bir de bu taraftan bak. Direk inkar mantığıyla bakıyorsun.
  4. la_boheme Senin iddiana karşı bir siteden alıntı yaparak cevap veriyorum..Daha da üstüne laf edilemeyecek bir cevaptır bu. Peygamberimizin evliliklerini nefsanî ve şehevanî telâkki eden, eski zaman münafıkları gibi, yeni zamanın ehl-i dalaletine verilen kesin ve susturucu cevap, Üstad Bediüzzaman'ın izahıyla özetle şudur: Evliliğin iki ana gayesi vardır.. Biri neslin çoğalması, diğeri şehevanî duyguların meşru dairede tatmin edilmesidir.. Neslin çoğalması evliliğin illeti, yani en öncelikli gayesidir. Nefsanî arzuların tatmini ise o vazifeyi gördürmek için yaratıcı tarafından verilmiş cüzi bir ücrettir. Tıpkı şahsi hayatın devamı için yemeğin içine konulan lezzet gibi. Gerek tarihî açıdan, gerekse insan yaratılışı açısından Peygamberimizin evliliklerini incelediğimizde karşımıza şöyle bir tablo çıkıyor. 25 yaşına kadar, gençliğinin en heyecanlı çağında kavmi içinde bekar yaşamış ve hiçbir kadınla ilişkiye girmemiş, iffet sahibi olduğu, dost ve düşmanın ittifakıyla sabit olmuştur. Hatta kavmi ona her yönüyle güvenilen biri olarak "Muhammedül-Emîn" unvanını vermişlerdi. Oysa içinde bulunduğu toplum, çok kadınla münasebeti normal addediyordu; Buna rağmen o, gerek 25 yaşına kadar ve gerekse daha sonraki hayatında pek çok hem de bakire kızla hayatını birleştirebilirdi. Ancak o, böyle yapmayıp kendisinden 15 yaş büyük, 40 yaşında dul bir kadınla evlenmiştir. Hem de bu evliliği eşi vefat edene kadar tam 25 yıl sürmüştür. Yani elli yaşına kadar tek ve dul bir hanımla yetinmiştir. Onun evliliklerinde nefsaniyet olmadığının bir delili de, müşriklerin davasından vazgeçmesi için yaptıkları teklife verdiği cevapta saklıdır. Müşrikler, amcası Ebu Talip'e gelip, "yeğenin eğer başımıza reis olmak istiyorsa onu reis yapalım veya en güzel kız ve kadınlarımızı ona verelim. Ta ki, bu davadan vazgeçsin." dediler. Amcası bu teklifi ilettiğinde Efendimiz (a.s.m) şu karşılığı verdi: "Ey amca! Eğer sağ elime güneşi, sol elime de ayı koysalar 'vallahi ben bu davadan yine vazgeçmem." Bu cevap onun neyin peşinde olduğunu, kadın gibi, reislik gibi insanların değerli addettikleri şeylerin onun nazarında ne kadar değersiz olduğunu ispata yeter. İkinci evliliği ise Hz. Hatice'nin vefatından sonra yine yaşlı ve dul bir kadınla, Hz. Sevde ile olmuştur. Hz. Sevde ile de üç yıl yaşadıktan sonra, yaklaşık 54 yaşına kadar hep tek kadınla yaşamıştır. İlginçtir ki, onun çok kadınla evliliği hayatının bundan sonraki son on yılı içinde gerçekleşmiştir Bu gerçekler karşısında evliliklerinde şehvani ve nefsanî arzuların tatmin gayesini aramak insan tabiatını ve tarihî gerçekleri inkar etmekle mümkündür. Ve bu yaklaşım asla insaflı ve mantıklı bir yaklaşım sayılamaz. Olsa olsa kasıtlı bir karalama maksadı taşır. Hayatının son yıllarına rastlayan evliliklerinde yukarda zikredilen evliliğin dayandığı her iki gayenin, îslin çoğalması ve nefsanî arzuların tatmininin bulunmadığını görürüz. Zira nesli, ilk eşi Hz. Hatice'den devam etmiştir. Daha sonraki evliliklerinde çocuğu olmamıştır. Sadece Mısır'lı Mariye'den rahim dünyaya gelmişse de bir buçuk yaşında vefat etmiştir. Görüldüğü gibi evliliklerin ana gayesi olan neslin çoğalması, tarihî bir gerçek olarak Hz. Hatice'nin dışındaki evliliklerinde yoktur. Geriye evliliğin ikinci derecedeki gayesi kalıyor, Yani nefsanî ve şehevanî duyguların tatmini. Peygamberimizin çok kadınla evliliğinde gerek fıtrat ve gerekse tarihî gerçekler açısından bu gayenin aranamayacağını gördük. Zira bir insanın nefsanî ve şehevanî arzularının en ateşli ve uyanık bulunduğu şüphesiz 15-45 yaş dönemidir. Şayet Hz. Peygamber, bu dönemde birçok güzel kadınla evlenmiş, sonradan onları terkedip daha başka genç güzel kadınlar almış olsaydı, şehvanî hisleri tatmin yolunda ileri sürülen iddialar bir dereceye kadar haklılık kazanmış olurdu. Oysa o böyle yapmamış, tam tersine hayatının son on yılı içinde (53-63) aralarında Ümmü Seleme gibi yaşça ilerlemiş, ve birçok çocuğu olanlar da dahil, aldığı hanımları ileri yaşlarda ve dul olarak almıştır. Meselâ, Hz. Sevde 53 yaşında ve dul. Hz. Zeyneb binti Huzeyme, 5O yaşında ve dul. Ümmü Seleme 4 çocuklu ve 65 yaşında bir dul. Ümmü Habibe dul ve 55 yaşında, Meymune 2 çocuklu ve dul. Bir başka tarihî gerçek de şudur. Bu hanımlardan eceli gelip ölenlerin dışında hiçbirisinden de ayrılmayı düşünmemiştir. Gençlik çağı geçtikten sonra nefsanî ve şehvani arzularda gerileme olduğu inkar edilemez bir fıtrat kanunu ve yaratılış gerçeğidir. İşte Peygamber Efendimizin çok evliliklerini tahlil ettiğimizde karşımıza bu ibretli tablo çıkmaktadır. Özetle ifade edecek olursak, 15-45 yaş dönemindeki evliliklerde nefsanî ve şehevanî gaye aranabilir. Oysa Efendimiz, bu dönemde genç ve bakire kızlar ve kadınlarla evlenmemiştir. Tam tersine 40 yaşında, üstelik dul bir kadın olan, Hz. Hatice ile evlenmiştir. Ve bu evliliği Hz. Hatice'nin vefatına kadar sürmüştür. Çok evlilikleri, nefsanî duyguların büsbütün gerilemeye yüz tuttuğu 53 yaşından sonraki dönemde gerçekleşmiş olduklarına göre, bu evliliklerde mantığın gereği olarak başka gayeler aramak zaruridir. Bu sadece aklın ve mantığın değil, insan tabiatının ve insaflı bir değerlendirmenin de zorunlu bir gereğidir.
  5. PEYGAMBERİMİZ (SAV)'İN TÜM ALEMLERE ÖRNEK OLAN TEVEKKÜLÜ Kuran'da Peygamberimiz (sav)'le ilgili olarak anlatılan olaylarda onun tevekkülü ve Allah'a teslimiyeti açıkça görülmektedir. Örneğin Peygamberimiz (sav)'in, Mekke'den çıktıktan sonra arkadaşı ile birlikte gizlendiği bir mağaradaki sözleri tevekkülünün en güzel örneklerinden biridir. Ayette şöyle bildirilmektedir: Siz O'na (peygambere) yardım etmezseniz, Allah O'na yardım etmiştir. Hani kafirler ikiden biri olarak O'nu (Mekke'den) çıkarmışlardı; ikisi mağarada olduklarında arkadaşına şöyle diyordu: "Hüzne kapılma, elbette Allah bizimle beraberdir." Böylece Allah O'na 'huzur ve güvenlik duygusunu' indirmişti, O'nu sizin görmediğiniz ordularla desteklemiş, inkara edenlerin de kelimesini (inkar çağrılarını) alçaltmıştı. Oysa Allah'ın kelimesi, Yüce olandır. Allah üstün ve güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir. (Tevbe Suresi, 40) Peygamberimiz (sav) hangi koşullarda olursa olsun, daima Allah'a teslim olmuş, O'nun yarattığı herşeyde bir hayır ve güzellik olduğunu bilmiştir. Kuran'da Peygamberimiz (sav)'e, kavmine söylemesi bildirilen şu sözler de bu tevekkülün bir göstergesidir: Sana iyilik dokunursa, bu onları fenalaştırır, bir musibet isabet edince ise: "Biz önceden tedbirimizi almıştık" derler ve sevinç içinde dönüp giderler. De ki: "Allah'ın bizim için yazdıkları dışında, bize kesinlikle hiçbir şey isabet etmez. O bizim Mevlamızdır. Ve müminler yalnızca Allah'a tevekkül etmelidirler." (Tevbe Suresi, 50-51) Peygamberimiz (sav), tevekkülü ile tüm Müslümanlara örnek olmuş ve insanın Allah'tan gelecek bir şeyi değiştirmeye asla güç yetiremeyeceğini şöyle hatırlatmıştır: "Bir nefse takdir edilmiş şey mutlaka olur." 5 "... Bir şey isteyince Allah'tan iste. Yardım talep edeceksen Allah'tan yardım dile. Zira kullar, Allah'ın yazmadığı bir hususta sana faydalı olmak için biraraya gelseler, bu faydayı yapmaya muktedir olamazlar. Allah'ın yazmadığı bir zararı sana vermek için biraraya gelseler, buna da muktedir olamazlar." 6 Peygamberimiz (sav)'in sünnetine uyan her müminin de, musibet gibi görünen olayları onun gibi tevekküllü karşılaması, herşeyde bir hayır ve güzellik olduğuna iman etmesi gerekir. Şunu da unutmamak gerekir ki, Allah'ın en takva kullarından biri olan Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav), çok büyük zorluklarla ve şedid olaylarla denenmiştir. Herşeyden önce tebliğ yaptığı kavimde her türlü zorluğu çıkarmaya hazır olan insanlar bulunmaktadır: İki yüzlü davranarak Peygamberimiz (sav)'e tuzak kurmaya çalışanlar, atalarının dinini değiştirmeyi kabul etmeyen müşrikler, peygamberden nefislerine uygun ayet getirmesini isteyenler, Peygamberimiz (sav)'i öldürmek, sürmek veya tutuklamak isteyenler ve daha birçokları sürekli olarak Peygamberimiz (sav)'e zorluk çıkarmaya çalışmışlardır. Peygamberimiz (sav) inkarcıların bu tavırlarına daima sabretmiş, büyük bir kararlılıkla Allah'ın dinini tebliğ etmiş ve Müslümanları tehlikelerden koruyarak onları Kuran ile eğitmiştir. Onun bu azminin, başarısının ve cesaretinin temelinde Allah'a olan güçlü imanı, tevekkülü ve teslimiyeti yatmaktadır. Peygamberimiz (sav), mağarada olduğu gibi her durumda Allah'ın kendisi ile birlikte olduğunu bilmiş, her olayı Allah'ın yarattığına ve Rabbimiz'in herşeyi en güzel ve en hayırlı şekli ile sonuçlandıracağına iman etmiştir. Peygamberimiz (sav)'in şu hadis-i şerifi onun herşeyde hayır gören tevekkülüne bir örnektir: Mümin kişinin durumu ne kadar şaşırtıcıdır. Zira her işi onun için bir hayırdır. Bu durum, sadece mümine hastır, başkasına değil: Ona memnun olacağı bir şey gelse şükreder, bu ise hayırdır; bir zarar gelse sabreder, bu da hayırdır. 7 Peygamber Efendimiz (sav) bu inancı ile olaylar karşısında elinden gelen tüm çabayı göstermiş ancak sonucun Allah'a ait olduğunu her zaman bilerek, O'na dayanıp güvenmiştir. Allah, onun bu güzel tevekkülü karşısında onu daima güçlü ve başarılı kılmıştır. Allah, zorluk çıkaranlara karşı Peygamberimiz (sav)'e tevekkül etmesini bildirmiştir ve Peygamberimiz (sav) de hayatı boyunca Rabbimiz'in bu emrine uygun olarak davranmıştır. Ayette şöyle buyrulur: "Tamam-kabul" derler. Ama yanından çıktıkları zaman, onlardan bir grup, karanlıklarda senin söylediğinin tersini kurarlar. Allah, karanlıklarda kurduklarını yazıyor. Sen de onlardan yüz çevir ve Allah'a tevekkül et. Vekil olarak Allah yeter. (Nisa Suresi, 81) Konu ile ilgili başka bir ayette de şöyle buyrulmaktadır. Eğer seninle çekişip-tartışırlarsa, de ki: "Ben, bana uyanlarla birlikte, kendimi Allah'a teslim ettim." Ve kitap verilenlerle ümmilere de ki: "Siz de teslim oldunuz mu?" Eğer teslim oldularsa, gerçekten hidayete ermişlerdir. Fakat yüz çevirdilerse, artık sana düşen yalnızca tebliğ(etmek)dir. Allah, kulları hakkıyla görendir. (Al-i İmran Suresi, 20) Peygamberimiz (sav) bir sözünde ise tevekkül edenlerin görecekleri karşılığı şöyle bir örnekle açıklamıştır: "Siz Allah'a hakkı ile tevekkül etseniz kuşlar gibi rızıklanırdınız. Onlar aç gider, tok dönerler."8 Müminler için en güzel örnek Peygamberimiz (sav)'in sözleri ve tavırlarıdır. Bu nedenle, herhangi bir zorlukla, nefsinin hoşlanmadığı bir durumla karşılaşan her mümin, Kuran ayetlerini, herşeyi yaratanın Allah olduğunu düşünerek, Peygamber Efendimiz (sav)'in tevekkülünü örnek almalı, her olayda Allah'ın yarattığı kadere teslim olduğunu zikretmelidir. PEYGAMBERİMİZ (SAV) İNSANLARDAN HİÇBİR KARŞILIK BEKLEMEDEN, SADECE ALLAH'IN HOŞNUTLUĞUNU ARAMIŞTIR İslam dininin en temel özelliklerinden biri, insanın tüm yaşamını Allah korkusu üzerine bina etmesi ve tüm ibadetlerini de yalnızca Allah'ın rızasını, rahmetini ve cennetini kazanmak için yapmasıdır. Allah bir ayetinde müminlere "De ki: "Şüphesiz benim namazım, ibadetlerim, hayatım ve ölümüm alemlerin Rabbi olan Allah'ındır" şeklinde buyurmaktadır. (Enam Suresi, 162) Kuran'da, "Ancak tevbe edenler, ıslah edenler, Allah'a sımsıkı sarılanlar ve dinlerini katıksız olarak Allah için (halis) kılanlar başka; işte onlar mü'minlerle beraberdirler. Allah mü'minlere büyük bir ecir verecektir" (Nisa Suresi, 146) ayetiyle de müminlere, dini sadece Allah için, başka hiçbir amaç katmaksızın yaşamaları emredilmiştir. Bir kimsenin Allah'a sımsıkı sarılması, Allah'tan başka bir ilah olmadığını bilerek, hayatını yalnızca O'nu razı etmeye adaması ve her ne olursa olsun Allah'a olan sadakatinden vazgeçmemesi o kişinin ihlas sahibi olduğunu gösterir. İhlas sahibi bir mümin, yaptığı işler ve ibadetlerle Allah'ın dışında bir başkasının sevgisini, hoşnutluğunu, takdirini, ilgi ve beğenisini elde etmeye çalışmaz. İhlas sahibi müminlere en güzel örnek Hz. Muhammed (sav) ve diğer peygamberlerdir. Peygamber Efendimiz (sav), sadece Allah'ın hoşnutluğunu aramış, hiçbir çıkar veya dünyevi bir kazanç düşünmeden, hayatı boyunca Allah'ın rızasını, rahmetini ve cennetini kazanmak için çaba göstermiştir. De ki: "Ben, buna karşı sizden bir ücret istemiyorum ve (kendiliğinden) bir yükümlülük getirenlerden de değilim." (Sad Suresi, 86) De ki: "Ben sizden bir ücret istemişsem, artık o sizin olsun. Benim ecrim (ücretim), yalnızca Allah'a aittir. O, herşeye şahid olandır." (Sebe Suresi, 47)
  6. Hz. Muhammed benim bildiğim kadarıyla iki defa kuzeye gitmiştir. İkisinde de şam yakınlarındaki Busra dan geri dönmüştür. Yolda sürekli kervanıyla beraber, şam a uğramadan da busra dan geri dönüyor. Sadece bu iki seyahatte hemen gidip Yunan mitolojisi mi öğrenmiş? Senin söylediklerin sadece bir şüphe. iskender milaattan önce 4 yüzyılda yapmış bu seferini. Hz. Muhammed le arasında 8 asır var. Ayrıca Hz.muhammed den 5 asır önce ortadoğu hristiyan oluyor. 5 asır boyunca yunan etkisi ne kadar kalabilir? Ve de bu kadar ince bir ayrıntıyı Hz. Muhammed 2 seferde(o da yolda geçiyor sadece) kimden nasıl öğrenecek? Hayatında yalan söylememiş bir insanın böyle saçma bir ayrıntıyı ashabına hak diye anlatması zaten imkansız. Ayrıca ben resimle ilgili birşey söyledim mi? Saçma sapan bi haber o. **************************************.
  7. Peygamberimiz (sav)'in çok güzel bir ahlaka sahip olduğunu Allah Kuran'da bildirmiş ve şöyle buyurmuştur: Nun. Kaleme ve satır satır yazdıklarına andolsun. Sen, Rabbinin nimetiyle bir mecnun değilsin. Gerçekten senin için kesintisi olmayan bir ecir vardır. Ve şüphesiz sen, pek büyük bir ahlak üzerindesin. Artık yakında göreceksin ve onlar da görecekler. Sizden, hanginizin 'fitneye tutulup-çıldırdığını'. Elbette senin Rabbin, kimin Kendi yolundan şaşırıp-saptığını daha iyi bilendir; ve kimin hidayete erdiğini de daha iyi bilendir. (Kalem Suresi, 1-7) Allah bu ayette ayrıca Peygamberimiz (sav) için kesintisi olmayan bir ecir olduğunu bildirmiştir. Bu, Hz. Muhammed (sav)'in daima güzel ahlak gösterdiğini, takvadan hiçbir zaman ayrılmadığını gösteren bir bilgidir. Peygamberimiz (sav)'in de "İmanın kemali, güzel ahlakladır" sözleriyle belirttiği gibi, imanın en önemli alametlerinden biri güzel ahlaktır. Bu nedenle güzel ahlakın en güzel örneklerini öğrenmek ve uygulamak önemli bir ibadettir. PEYGAMBERİMİZ (SAV) SADECE KENDİSİNE VAHYOLUNANA UYMUŞTUR Peygamberimiz (sav)'in Kuran'da da çok kereler zikredilen en önemli özelliklerinden biri, sadece Allah'ın indirdiğine uyması, insanların rızasını gözetmeden, insanlardan çekinmeden sadece Allah'ın bildirdiklerini yapmasıdır. Hatta, çağdaşı olan müşrikler ve diğer dinlerin mensupları Peygamberimiz (sav)'den kendi çıkarlarına uygun hükümler getirmesini istemişlerdir. Bu kişiler sayıca ve kuvvetçe daha üstün konumda olmalarına rağmen, Peygamberimiz (sav) Kuran'ı ve Allah'ın hükümlerini daima büyük bir titizlik ve kararlılıkla korumuştur. Bir ayette Allah, Peygamberimiz (sav)'in bu insanların ısrarlarına nasıl karşılık verdiğini bizlere şöyle haber vermektedir: Onlara ayetlerimiz apaçık belgeler olarak okunduğunda, Bizimle karşılaşmayı ummayanlar, derler ki: "Bundan başka bir Kur'an getir veya onu değiştir." De ki: "Benim onu kendi nefsimin bir öngörmesi olarak değiştirmem benim için olacak şey değildir. Ben, yalnızca bana vahyolunana uyarım. Eğer Rabbime isyan edersem, gerçekten ben, büyük günün azabından korkarım." De ki: "Eğer Allah dileseydi, onu size okumazdım ve onu size bildirmezdi. Ben ondan önce sizin içinizde bir ömür sürdüm. Siz yine de akıl erdirmeyecek misiniz?" (Yunus Suresi, 15-16) Allah, kavminin bu tavırlarına karşılık Peygamberimiz (sav)'i birçok ayetiyle uyarmıştır. Örneğin Maide Suresi'nde şöyle buyrulur: Sana da (Ey Muhammed,) önündeki kitap(lar)ı doğrulayıcı ve ona 'bir şahid-gözetleyici' olarak Kitab'ı (Kur'an'ı) indirdik. Öyleyse aralarında Allah'ın indirdiğiyle hükmet ve sana gelen haktan sapıp onların heva (istek ve tutku)larına uyma. Sizden her biriniz için bir şeriat ve bir yol-yöntem kıldık. Eğer Allah dileseydi, sizi bir tek ümmet kılardı; ancak (bu,) verdikleriyle sizi denemesi içindir. Artık hayırlarda yarışınız. Tümünüzün dönüşü Allah'adır. Hakkında anlaşmazlığa düştüğünüz şeyleri size haber verecektir. Aralarında Allah'ın indirdiğiyle hükmet ve onların hevalarına uyma. Allah'ın sana indirdiklerinin bir kısmından seni şaşırtmamaları için diye onlardan sakın. Şayet yüz çevirirlerse, bil ki, Allah bir kısım günahları nedeniyle onlara bir musibeti tattırmak istemektedir. Şüphesiz, insanların çoğu fasıklardır. (Maide Suresi, 48-49) Peygamberimiz (sav) de Allah'ın kendisine indirdiğinden başkasına uymayacağını büyük bir kararlılıkla kavmine tekrarlamıştır. Peygamberimiz (sav)'in bu üstün ahlakını haber veren bir ayet şöyledir: De ki: "Size Allah'ın hazineleri yanımdadır demiyorum, gaybı da bilmiyorum ve ben size bir meleğim de demiyorum. Ben, bana vahyedilenden başkasına uymam." De ki: "Kör olanla, gören bir olur mu? Yine de düşünmeyecek misiniz?" (Enam Suresi, 50) Peygamberimiz (sav)'in, Allah yolunda kararlı ve sebatlı olması ile hak din, en güzel ve en doğru şekliyle insanlara bildirilmiştir. İnsanların büyük bir bölümü ile kıyas yapmak Peygamberimiz (sav)'in bu üstünlüğünün daha da iyi anlaşılmasına vesile olacaktır. Günümüzde de geçmişte de insanların büyük bir bölümü zaaflara, hırslara, tutku dolu isteklere sahiptirler. Büyük bir çoğunluğu ise dini kabul etmelerine rağmen bu zayıflıklarına yenilirler. Zaaf ve tutkularını terk etmek yerine dinin hükümlerinden tavizler verirler. Örneğin dostlarının, eşlerinin, akrabalarının ne diyeceğinden çekinerek dinin bazı hükümlerini yerine getirmezler. Veya dine uymayan bazı alışkanlıklarını terk edemezler. Bu nedenle, dini kendi çıkarlarına göre yorumlar, kendilerine uyan hükümlerini kabul eder, diğerlerini görmezden gelirler. Peygamberimiz (sav) ise, bu tür insanların isteklerine hiçbir zaman taviz vermemiş, Allah'ın indirdiğini hiçbir değişikliğe uğratmadan, hiç kimsenin çıkarını hesap etmeden, sadece Allah'tan korkup sakınarak Kuran'ı insanlara tebliğ etmiştir. Allah, Peygamber Efendimizin bu takva özelliğini Kuran'da şöyle bildirmektedir: Battığı zaman yıldıza andolsun; Sahibiniz (arkadaşınız olan peygamber) sapmadı ve azmadı. O, hevadan (kendi istek, düşünce ve tutkularına göre) konuşmaz. O (söyledikleri), yalnızca vahyolunmakta olan bir vahiydir. Ona (bu Kuran'ı) üstün (oldukça çetin) bir güç sahibi (Cebrail) öğretmiştir. (Necm Suresi, 1-5) Ve bilin ki Allah'ın Resûlü içinizdedir. Eğer o, size birçok işlerde uysaydı, elbette sıkıntıya düşerdiniz. Ancak Allah size imanı sevdirdi, onu kalplerinizde süsleyip-çekici kıldı ve size inkarı, fıskı ve isyanı çirkin gösterdi. İşte onlar, doğru yolu bulmuş (irşad) olanlardır. (Hucurat Suresi, 7)
  8. Hz.Muhammed de zaten yunan mitolojisi uzmanıydı değil mi? Hey Allah'ım Yarabbim.. Sen şu *** gözlere görmek nasip eyle..
  9. İnsanlar akıllı olursa yakmaz Allah neden yaksın ki tüm insanlar iman etse? Allah ın gücü sonsuz diye Allah dünyadaki sahte ilahları ve küffarları öldürürse dediğim gibi sınavın bir anlamı olmaz kardeşim. Yani Allah sebeplerin dışına çıkarak yani doğa kanunlarının dışına çıkarak sahte ilahları öldürürse sen de ben de kesin olararak iman ederiz. Seni yaratmaya gücü yeten Allah seni yok etmeye de elbette muktedirdir. Ama Allah yok etmeyecek, cezalandıracak..İman etmeyen ahirette Allah'ın gücünü elbette görecek. Kimisi de dünyadaki azabı tadacak. Ben neden soruyorsun diye, sorunun cevabını sen de biliyorsun da neden bile bile soruyorsun manasında demiştim. Heykelcikler meselesini de sulandırmayın. Ne manaya geldiği belli. Heykeller canlı mı..değil.. öyleyse sizin heykelleri dert etmenize gerek yok. Onlarla beraber yanacaksınız demek kafirlerin taptıklarının da Allah ın gücüyle yok olabileceğini göstermek içindir. Kafirler için bu ekstradan aşağılayıcı bir azap olacak..mesele bundan ibarettir. daha da sakız gibi uzaktmaya lüzum yok değil mi?
  10. Bak kardeşim. Öncelikle Allah tektir. Allah ın başka varlıklarla güzellik yarışına girmesi gibi bir saçmalık olamaz. Seni yaratan, bu kainatı yaratan Allah'ın yarattığı insanların küfür yoluna sapıp ilahlık iddialarında bulunmaları Allah a değil sadece kendilerine zarar verebilir. Allah bu yazdığın ayetlerde insanları uyarıyor ve Allah dan başka tapılacak ilah olmadığını söylüyor. Sorularına gelince, 1) Kendince komik olmaya çalışmışsın ama ben yine de cevap vereyim bu soruna. Sen Allah ı insan gibi bir varlık olarak mı düşünüyorsun? İnsan sınırlı bir varlıktır. Güzel olduğunu anlayabilmek için aynaya bakmaya muhtaçtır. Bu insanın acizliğindendir. Allah ı bizim akılımız kavrayamaz. Biz belli bir dalga boyunu görebiliyor ve duyabiliyoruz, sınırlı bir dünya da yaşıyoruz, nefes alamazsak ölürüz ,yemek yemezsek su içmezsek ölürüz vs.. aciziyetimiz sınırsız. Allah ın bizden istediği şey bizim O'na iman etmemiz. Ve bize bildirdiği şekilde biz Allah ın sınırsız olduğunu ve bizim gibi aciziyetten münezzeh olduğunu bilebiliyoruz. Bunları bile bile, sen Allah ın güzel olduğunu anlaması için ayna mı kullandığını nasıl sorabiliyorsun? 2) Eğer Allah her küffarı, her münkeri yok etseydi o zaman bizim dünyaya gelmemizin, cennet ve cehennemin bir anlamı olmayacaktı. Burası sadece sınanma mekanıdır. Ceza mekanı ahirettedir. Allah ın gücü insanı yaratmaya yetiyor da yok etmeye gücü yetmez mi? Sen atıyorum bir maket yapıyorsun da bu maketi bozmak yapmaktan daha mı zordur? Bence bu konular hakkında biraz daha ciddi ol. Şüphesiz ölümün hak olduğu gibi ahiret de haktır. Ahiret hak olduğu gibi cehennem de haktır. Bunları öldükten sonra görmen senin için hiç de iyi olmaz. "Haklılarmış" diyeceksin birgün ama o gün inşallah ölmeden önce olur.
  11. O sistemi metafizik bir gücün yarattığına dair bir delil olamaz zaten. İnsan bunu kimin yaptığını düşünür ve anlar ki bunu çok üstün bir akıl yapmıştır. Delil olsaydı dediğim gibi dünya, cennet, cehennem anlamsız olurdu. Yağmurların nasıl yağdığının belirlenmesi onun birinin sayesinde oluşmadığı anlamına gelmez. Sonuç olarak ortada bir düzen var ve düzenin de bir kurucusu mutlaka vardır. Kendi kendine düzen olmaz, olamaz. Ayrıca yağmurun nasıl yağdığı zaten Kuran da da anlatılıyor: YAĞMURUN OLUŞUMU Yağmurların oluşması için gerekli evrelerin neler olduğu ancak hava radarlarının keşfiyle ortaya çıkarıldı. Buna göre yağmur 3 evreden geçerek oluşuyordu: Birincisi rüzgarın oluşması, ikincisi bulutların meydana gelmesi, üçüncüsü yağmur damlacıklarının ortaya çıkışı. Kuran'da yağmurun oluşması ile ilgili olarak aktarılanlar da, söz konusu bulgularla büyük bir paralellik göstermektedir: "Allah rüzgarları gönderir, böylece bir bulut kaldırır da onu nasıl dilerse gökte yayıp dağıtır ve onu parça parça kılar; nihayet onun arasından yağmurun akıp çıktığını görürsün. Sonunda Kendi kullarından dilediğine verince hemen sevince kapılıverirler." (Rum Suresi,48) BİRİNCİ EVRE: "Allah rüzgarları gönderir..." Okyanuslardaki köpüklenme ile oluşan sayısız hava kabarcığı sürekli patlamakta ve su damlacıkları sürekli gökyüzüne fırlamaktadır. Tuzca zengin bu damlacıklar daha sonra rüzgarlarla taşınır ve atmosferde yukarı doğru yol alırlar. Aerosol adı verilen bu küçük parçacıklar, su tuzağı işlevi görür ve yine denizlerden yükselen su buharını kendi çevrelerinde minik damlalar halinde toplayarak bulut damlalarını oluştururlar. İKİNCİ EVRE: "...böylece bir bulut kaldırır da onu nasıl dilerse gökte yayıp dağıtır ve onu parça parça kılar..." Tuz kristallerinin ya da havadaki toz zerreciklerinin etrafında yoğunlaşan su buharı sayesinde bulutlar oluşur. Bu bulutlar içerisindeki su damlacıkları çok küçük olduklarından (0.01 ila 0.02 mm çapında) havada asılı kalırlar ve göğe yayılırlar. Böylece gök bulutlarla kaplanır. ÜÇÜNCÜ EVRE: "...nihayet onun arasından yağmurun akıp çıktığını görürsün." Tuz kristallerinin veya toz zerreciklerinin etrafında biraraya gelen su parçacıkları iyice yoğunlaşır yağmur damlalarını oluştururlar. Böylece havadan daha ağır bir konuma gelen damlalar buluttan ayrılır ve yağmur şeklinde düşmeye başlarlar. Bütün karışık sistemlerin nasıl olduğu nasıl işlediği gün gelir elbet belirlenir. Zaten günümüzün bilim düzeyinde vücudumuzdaki sistemlerin nasıl işlediği büyük oranda ortaya çıkarıldı. Tekrar ediyorum bu demek değildir ki bu düzenlerin bu sistemlerin bir kurucusu yok ve kendiliğinden işliyor. Allah ile irtibat halinde olduğunu söyleyen yığınla insan ortaya çıkmıştır dünya tarihi boyunca. Herkese inanılıyor mu peki? Halüsilasyon gören birçok insan var..Onlardan da ben peygamberim diyen çok çıkmıştır. Peki onların arkasından giden kim var? Peygamberleri peybamber yapan birçok özellik vardır. Bir peygamber sadece halüsilasyon görüyor diye peygamber olmaz. Hepsinin ortak özellikleri vardır. Bugün 1.5 milyar insan sadece halüsilasyon görüp "Ben Allah la konuşuyorum" dediği için mi Hz. Muhammed e tâbi. Her peygamberin mucizeleri olmuştur. Bunlar öyle "hadi canım uydurma şeyler bunlar" denerek bir köşeye atılacak şeyler değildir. Birçok insanın gözünün önünde olan olaylar ve rüyalarına bile yalan girmeyen insanların nakilleriyle bize ulaşmıştır bu mucizeler. Şimdi her peygamberin mucizelerin buraya teker teker yazmayacağım. Ayrıca ağızlarına yalan söz koymamaları, insanlara olan davranışları, davalarına olan bağlılıkları, zekaları ve daha birçok özellikleri insanalara " Ben hayatım boyunca böyle insan görmedim ve göreceğimi de hiç sanmıyorum" dedirtecek şekilde etkilemiştir. Bu kadar özelliğin bir arada bulunması sadece Peygamberlere hastır. Halüsilasyon görüp "Ben allah la konuşuyorum" diyen talihsizlerden hiçbirinde bu özelliklerin hepsi bir arada bulunamaz. Bence peygamberler hakkında daha çok şey bilmen gerekiyor. Kafanda senin düşüncene ait şüphen olmaması bence ya bilmediğinden ya da anlamak istemediğinden kaynaklanıyor. Kuran ın da Hz. Muhammed gibi 6 asırda yaşamış ümmi bir insanın düşüncelerinden oluşuyor demen de yine aynı şekilde ya bilmediğinden ya da anlamak istemediğinden kaynaklanıyor. 6. asırda yaşayan, etrafı ***** insanlardan oluşan okuma yazma bilmeyen bir insan - Yağmurun nasıl oluştuğunu - Güneşin belli bir istikamette gittiğini - Evrenin genişlemesini - Demirin dünya dışından gelmiş olduğunu - Dünyanın yuvarlaklığını - Dünyanın korunduğunu - Yeryüzünün ve gökyüzünün yedi katmandan oluştuğunu . . . . daha yazmaya yetmeyecek kadar mucizevi hadiseleri nasıl bilebilir söyler misin? Ayrıca zamanının en ünlü şairlerini bile dize getirecek kadar edebi yönünün mükemmel olması Kuran ı nasıl Hz.Muhammed in sözleri yapar? Önyargısız ve anlamaya çalışarak daha fazla araştırman dileğiyle...
  12. Allah ın varlığı kesin olarak bilinemez evet, zaten kesin olarak bilinseydi dünyaya gelişimizin bir amacı olmazdı. Bir fizik kanunu gibi kesin ispatı olamaz. Öyle olması Allah ı görüyor olmamıza benzer ki o zaman da dünya, cennet, cehennem hepsi anlamsız olurdu. Ancak Allah ın varlığına iman edilir. Yani inanırsın var olduğuna. Kuran a , Peygamberlere inanırsın. Bunların akli delilleri vardır. Kesin delilleri olamaz. O yüzden, nasıl olsa ispatlanamaz öyleyse ben de kafamda var olma ihtimalini bir yana koyarak yaşamımı sürdüreyim. Yani hem Tanrı kesin yok hem de kesin var diyemem, öyleyse boşver cevap aramayım, yaşayım gitsin mantığıyla hareket etmek hiç de akılcı bir manık olmasa gerek. Bir kere herşeyden önce şunu düşün ki, sen şu an bu satırları okurken vücudunda dünyanın tüm bilgisayarlarının ayarlayamayacağı sistemler var ve hiç sorunsuz bu sistem devam ediyor. Nefes almazsan yaşayamazsın ama sen isteyerek nefes almıyorsun, gene içinde bulunduğun sistem senin nefes almanı sağlıyor. Yemek yediğin zaman sadece yemeğin tadından zevk alıyorsun ama o yemeği sindirme işlemini, sindirip kana karıştırma işlemini gene içinde bulunduğun sistem yapıyor. Senin yapman gereken ise bu sistemi "kim yaptı" diye düşünmek. Bunu bir aklın yapmış olduğunu kavrayabilmek sana düşen görev. Bu da çok zor olmasa gerek. Tanrı nın varlığını bu şekilde kavrayabilir ve iman edebilirsin.
  13. Tamam o zaman o yedi gök olayı şimdilik askıda kalsın, ben o konuda daha net bilgiler elde edince anlatırım sana. Şimdi başka diyecek bir sözün kaldı mı? Diğer mucizelere de bir kulp bulabilecek misin? Yoksa inanacak mısın? Ayrıca verdiğin linkte de saçmalamışsın tam anlamıyla. Sana Kuran dan mucize gösteriyorum sen gidip dalga geçiyorsun. Bu mucizelerin üstüne diyecek bir lafın yoksa *****. İnan veya inanma ama diyecek bişeyin yoksa sus.
  14. Benim korkum ölümden değil Allah ın azabıdan. Ayrıca bu lafınızı asla unutmayın! İleride nasıl olsa bu korku seni sarıp kuşatacak. O zaman da hatırlarsın umarım bu sözünü. Rüyalarında gördüğün kabuslardan kat kat daha korkunç olacak..
  15. Peki Kuran da bahsedilen 7 gök sence nedir benim zeki arkadaşım? Ayrıca bilgisiz bir insan; gökyüzünün "korunmuş bir tavan" olduğunu, Dünya nın yuvarlak olduğunu (7.asırda),(Gökyüzünü korunmuş bir tavan kıldık; onlar ise bunun ayetlerinden yüz çeviriyorlar. (Enbiya Suresi, 32) Evrende ince bir ayarın olduğunu(O, biri diğeriyle 'tam bir uyum' (mutabakat) içinde yedi gök yaratmış olandır. Rahman (olan Allah)ın yaratmasında hiçbir 'çelişki ve uygunsuzluk' (tefavüt) göremezsin. İşte gözü(nü) çevirip-gezdir; herhangi bir çatlaklık (bozukluk ve çarpıklık) görüyor musun? Sonra gözünü iki kere daha çevirip-gezdir; o göz (uyumsuzluk bulmaktan) umudunu kesmiş bir halde bitkin olarak sana dönecektir. (Mülk Suresi, 3-4) Güneşin ve ay ın belli bir yörüngede gittiğini(Geceyi, gündüzü, Güneş'i ve Ay'ı yaratan O'dur; her biri bir yörüngede yüzüp gidiyor. (Enbiya Suresi, 33) Ay ın ayrıntılı yörünge tarifini(Ay'a gelince, Biz onun için de birtakım uğrak yerleri takdir ettik; sonunda o, eski bir hurma dalı gibi döndü (döner). Ne Güneş'in Ay'a erişip-yetişmesi gerekir, ne de gecenin gündüzün önüne geçmesi. Her biri bir yörüngede yüzüp gitmektedir (Yasin Suresi, 39-40) Dünyanın döndüğünü(Dağları görürsün de, donmuş sanırsın; oysa onlar bulutların sürüklenmesi gibi sürüklenirler. Herşeyi 'sapasağlam ve yerli yerinde yapan' Allah'ın sanatı (yapısı)dır (bu). Şüphesiz O, işlediklerinizden haberdardır. (Neml Suresi, 88) ve daha ileride yazacağım birçok şeyi nerden bilebilir "akıllı" arkadaşım.. Bak Kuran senin gibileri nasıl tarif ediyor: **************
×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.