Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

bozkurtmusti

Φ Üyeler
  • İçerik Sayısı

    248
  • Katılım

  • Son Ziyaret

1 Takip eden

bozkurtmusti - Başarıları

Düzenli Gelen

Düzenli Gelen (8/14)

  • İlk İleti
  • Ortak Nadir
  • İçerik Başlatan
  • Birinci Hafta Tamamlandı
  • Bir Ay Sonra

Son Rozetler

0

İçerik İtibarınız

  1. işte kanıt arayanlara kanıt .birde f. gülen ajan değil diyorsunuz işte kanıt HZ. MUHAMMED'E hakaret eden papalık ve kafadarlarına karşı DİNDAR(!)f. gülenin samimiyeti peygamberimize düşman olana dost olana tek şey söylenebilirPeygamberimizin hadisiKİŞİ SEVDİĞİYLE BERABERDİR!!!Video aşağı eklenmiştir...
  2. 21. yüzyılın en büyük yalanı Yazar Cumartesi, 01 Nisan 2006 Gerçekte yazılarını severek okuduğum vede yakından takip ettiğimiz yenişafak gazatesini yazarlarından ibrahim karagülledir. Bir çok arşivlenecek vede gerçek payı çok büyük olan yazılar hazırlamaktadır. Bu yazarımız gibi 10 Cesaretli yazar Olsa elbet bişiler değişirdi Şimdi en beğendiğim yazılarından birini size sunuyorum. 21. yüzyılın en büyük yalanı Terör kavramı hiçbir zaman bu kadar kafa karıştırmadı. Neyin terör, neyin savaş, neyin savunma ve neyin direniş olduğunu ayrıştırmak hiç bu kadar zor olmadı. Unsurları, "sivillerin zarar görmesi", "şiddet uygulamak" ve "korku yaratmak" olarak gösterilen klasik terör tanımı artık hiçbir işe yaramıyor. Yaşama hakkı, özgür olma hakkı ve ülke savunması gibi değerler istila ve sömürme adına mahkum edilirken, hem savaşın ve işgalin hem de işgale karşı direnişin ve bağımsızlık savaşının yöntemi ve araçları değişti. Terör tanımının asli unsuru sivillerin zarar görmesi ise, bütün savaşlar terör olarak nitelenmeli. Toplu katliamlara dönüşen ağır hava saldırıları on binlerce insanın ölmesine, yerleşim birimlerinin yok edilmesine, günlük yaşamlarını sürdürmek için zorunlu olan her şeyin zarar görmesine yol açıyor. Irak'ta en az 37 bin sivil öldü. Ölenlerin büyük çoğunluğu kadın, çocuk ve yaşlı. ABD'nin direniş mevzileri olarak bombaladığı her yerden sivillere ait cesetler çıkıyor. Bombardıman direnişçilere zarar bile veremezken sivil kayıplar katliam boyutuna yükseldi. Felluce'ye yönelik ABD kuşatması sırasında en az 600 sivil öldü. ABD helikopteri Bağdat'ta gün ortasında kalabalığı taradı. Ebu Gureyb'deki işkence ve tecavüzleri, "korku yaratma" unsuruyla birlikte düşünürsek terör kapsamına almamız gerekmiyor mu? Çeçenistan'da 42 bin çocuk öldü. Neredeyse bir ilin nüfusu kadar. Birkaç milyonluk bir ülkede, bu vahşetin yol açtığı travmayı tanımlayabilir miyiz? Vakum bombaları ile bir keresinde üç-dört yüz insan ölürken bunu bir ülkenin savunma hakkıyla nasıl değerlendirebiliriz? İsrail'de yüzlerce insan ölüyor. Büyük çoğunluğu çocuklar. Altı yaşındaki çocuk, birkaç aylık bebek kurşunlara hedef oluyor. İnsanlar sokak ortasında füzelerle paramparça ediliyor. Normal bir insan bunu nasıl terörle mücadele olarak tanımlayabilir? Kriter sivillerin ölmesi ise, artık savaşlarda sivil/asker ayırımı yapmak mümkün değil. Dahası, bırakın güvenlik eksenli "operasyonlar"ı, savaşlarda bile asker kaybı minimuma inerken sivil kayıplar alabildiğine artıyor. Yıllardır İsrail tarafından uygulanan "önleyici saldırı" tezi 21. yüzyılın en etkin savaş yöntemi haline geldi. 11 Eylül sonrası Amerika'nın resmen uyguladığı bu yöntem, bütün ülkeler tarafından benimseniyor. Sokak ortasında ilerleyen bir araç füzelerle yok edilip içindekiler öldürülüyor. Araçtakilerin "terörist" olarak tanımlanması yeterli. Peki kriter ne? Hukukun ve adaletin güvencesi olması gereken, meşruiyetini buradan alan devletler, böyle bir saldırı yapabilir mi? "Devlet"in bu kişileri tutuklayıp yargılaması gerekmez mi? Madem o kişiler izleniyor, füze saldırısı yapacak kadar yeri belirleniyor, neden tutuklanmıyor? Eğer bu bir terör eylemi ise, terörle mahkum edilenleri nasıl tanımlayacağız? Eğer bu bir savunma veya savaş yöntemi ise terörle suçlananların da aynı yöntemleri kullanmasını nasıl sorgulayacağız? Irak'ta, Çeçenistan'da, Endonezya'da ya da başka bir bölgede yaşanan bir saldırıyı "terör" olarak tanımlamak yetmiyor. Terör dedikten sonra ne olacak? Daha fazla şiddet, daha fazla saldırıdan başka önerilen bir çözüm modeli var mı? Yok. Rehin almak, öldürmek terör olarak tanımlanırken ABD'nin Mezar-ı Şerif'te binlerce savaş esirini öldürmesini, 11 Eylül sonrası Batı ülkelerinin cezaevlerinde yargılanmadan tutulan yüzlerce insanı, Guantanamo'yu ve ülkelerinden kaçırılarak bilinmeyen kamplarda ve askeri üslerde tutulan belki de binlerce kişinin durumunu nasıl tanımlayacağız? Irak'ta etnik ve mezhep savaşını provoke eden saldırılar yapılıyor. Camiler bombalanıyor, Şii ve Sünni din adamları öldürülüyor. Bazı ülkelerin vatandaşları gün ortasında üniformalı kişiler tarafından kaçırılıyor. "Devlet terörünü kabul etmek" John Pilger, 17 Eylül tarihli "Time to Recognize State Terror" başlıklı yazısında, "devlet terörünü kabul etmeden terörü tartışmanın ya da terörle mücadelenin mümkün olmadığı"nı belirterek, ABD, İngiltere ve İsrail'in "devlet terörü" örneklerine yer veriyor. Soğuk Savaş döneminde küresel güçlerin örtülü operasyonlar yaptığını, iç çatışmalar ve darbeler planladığını biliyoruz. Yeni dönemde ise, küresel aktörler devlet terörünü açıkça yöntem olarak kullanıyor. Bunun adına da "terörle mücadele" deniliyor. Savaştan sonra terörün de endüstrileştiği bir döneme geldik. Bu dönemde doğruları aramak hem çok zor hem de riskli. Ortada dev bir sermaye, on binlerce insanın istihdamı ve küresel güçlerin jeopolitik hedefleri var. Küresel kapışmanın aktörleri, birbirleriyle kavgalarını sivillerin üzerinden, terör üzerinden yürütüyor. El Kaide bir kavrama dönüşürken devletlerin denetiminde çok sayıda örgüt meydana çıkıyor. Mesela Irak'ta direnişçilerle istihbarat örgütlerinin denetimindeki örgütleri ayrıştırmanın zorluğunu yaşıyoruz. Beslan'daki trajediyi sadece Çeçenler'in eylemi olarak nitelemek yetmiyor. Anglo-Amerikan cephenin Kuzey Kafkasya için neler planladığını da tartışmak zorundayız. Bugünlerde İsrail adına casusluk merkezi olmakla suçlanan American-Israel Public Affairs Commitee (AIPAC) gibi bir kuruluşun bazı üyelerinin neden American Commitee for Peace in Chechnya (ACPC) gibi bir örgüt kurma zorunluluğu hissettiklerini, Elliott Abrams, Eliot Cohen, William Cristol, Richard Perle, James Woosley gibi neo-conların öncü isimlerinin büyük bölümünün neden bu kuruluşun içinde yer aldığını sorgulamalıyız. Kafkaslar'da Çeçenler'in özgürlük talepleri üzerinden nasıl bir proje yürütülüyor? Petrol şirketleri ne tür karanlık senaryoların içinde? Dünyayı terörle, terör paranoyası ile kontrol altına almaya çalışanların terörle mücadele söylemleri, kendilerini terör kurbanı ülkeler olarak göstermeleri bu yüzyılın en büyük yalanı olmalı. Küresel paylaşım ve sonucunda belirginleşecek düzen, terör üzerinden meşruiyet arıyor. Dolayısıyla bu kaynağı besliyor. Nitelik itibariyle sistemle sistem dışı güçler arasındaki savaşta, iki taraf da aynı yöntem ve araçları kullanıyor. "Terör"ün merkezinde 'sistem'i temsil eden güçler yer alıyor. Öyleyse, terörü mahkum ederken, öncelikle küresel aktörlerin yürüttüğü işgalleri, sınır tanımazlığı ve ahlaksızlığı mahkum etmemiz gerekmiyor mu?
  3. hocam ellerinize sağlık güzel yazmışsınız nedense basın bunlardan hiç söz etmiyor acaba birilerinden para alıpta nemalanıyor mu satılmış medya!!!
  4. ee kendisi şehide kelle diyen apo ya sayın diyen halkın yoluncak kaz gibi gören anaya saygısı olmayan birinin oğluda ancak böyle olur oğlunun biri arabyla saatçı öldürür(ytahminim Atatürkün sanat bir milletin ana damarlarından birisidir.sanat yokolursa millette yokolur)sözüne zıtlık olsun diye bunu yapmıştırlar diğer oğlu desen imf den kazandığı paralarla transatlantikler satın alıp abd ye hizmetlerinde kusur etmiyor aynen devam bravo!!!!!
  5. ee yakındada peygamberim der mon tarikati üyesi abantta konsil toplayıp islamda reform yapan bir adamdan ne beklenebilir ki üstelik bu tip adamlar TÜRKİYE CUMHURİYETİ rejimi içinde tehlike oluşturmaktadır..
  6. MİT'İN TARİHÇESİ Ülkelerin birbirlerine yönelik siyasal, sosyal, ekonomik ve askeri faaliyetleri ile beklentilerinin önceden saptanması ihtiyacının zaman içerisinde giderek artması, haber almaya dönük yapılanmaların varlığını zorunlu kılmıştır. Enver Paşa Ülkemizde, sistemli ve organize nitelikte istihbarat örgütü kurma girişimleri, Osmanlı Devleti'nin son yıllarında başlamıştır. Siyasi birliğin korunması, ayrılıkçı hareketlerin önlenmesi ve özellikle yabancı devletlerin Ortadoğu üzerinde odaklaşan faaliyetlerinin izlenebilmesi için bireysel bazda ve sınırlı nitelikte sürdürülen istihbarat çalışmalarının bir merkezden organize biçimde yürütülmesine ihtiyaç duyulmuş ve 17 Kasım 1913 tarihinde Enver Paşa tarafından TEŞKİLÂT-I MAHSÛSA isimli istihbarat örgütü kurulmuştur. Birinci Dünya Savaşı sırasında askeri ve paramiliter hareketler gerçekleştirerek önemli görevler üstlenen bu örgüt, savaşın sona ermesiyle 30 Ekim 1918 tarihinde imzalanan Mondros Mütarekesi sonrasında dağılmıştır. Bu gelişmeyi izleyen dönemde, 1918 sonlarında KARAKOL CEMİYETİ isimli yeni bir istihbarat ünitesi kurulmuştur. Bu örgüt, Anadolu'nun işgal edilmesine karşı çeteleri ve halkı silahlandırmış, milli kuvvetlere silah ve malzeme temin etmek suretiyle kurtuluş hareketine önemli hizmetler sağlamıştır. İstanbul'un 16 Mart 1920 tarihinde işgaliyle, mensuplarının tutuklanması üzerine Örgütün faaliyetleri sona ermiştir. KARAKOL CEMİYETİ'nin dağılmasından sonra ZABİTÂN ve YAVUZ gibi çeşitli istihbarat grupları oluşturulmuş, bunlardan 23 Eylül 1920 tarihinde faaliyete geçen HAMZA GRUBU'nun adı 31 Ağustos 1921 tarihinde FELÂH GRUBU olarak değiştirilmiş, istihbarat grupları Kurtuluş Savaşı sonuna kadar faaliyetlerini sürdürmüşlerdir. İstihbarat örgütleri arasındaki dağınıklığı gidermek, ordu içerisine sızan düşman casusluk faaliyet ve propagandasına karşı koymak amacıyla 18 Temmuz 1920 tarihinde Genelkurmay Başkanlığı tarafından ASKERÎ POLİS TEŞKİLÂTI (A.P. veya P.) kurulmuştur. Savaş yıllarında başarılı hizmetler veren örgütün faaliyetlerine 21 Mart 1921 tarihinde son verilmiştir. Askerî Polis Teşkilâtı'nın kapatılmasının istihbarat faaliyetleri açısından kısa bir süre doğurduğu boşluk ise, yine Genelkurmay Başkanlığı tarafından kurulan ve 1 Nisan 1921-22 Haziran 1922 tarihleri arasında Anadolu'nun çeşitli şehirlerinde faaliyet gösteren TEDKİK HEYETİ ÂMİRLİKLERİ vasıtasıyla giderilmiştir. Mareşal Fevzi Çakmak Edinilen tecrübelerin ışığında ve belirlenen yeni hedeflere ulaşılabilmesi amacıyla bu defa Genelkurmay Başkanı Fevzi ÇAKMAK'ın direktifiyle MÜSELLÂH MÜDÂFAA-İ MİLLİYE isimli bir istihbarat grubu kurulmuştur. TBMM Hükümeti, 3 Mayıs 1921 tarihinde kısa adı "M.M." (MİM MİM) olan bu örgüte resmiyet kazandırmıştır. Tedkik Heyeti Âmirlikleri Anadolu'da faaliyetlerini sürdürürken, "M.M." örgütü asker ve sivil kesimden oluşmuş kadrolarıyla, İstanbul'da büyük bir ajan ve haber ağı kurmayı başarmış, Anadolu'ya silah ve cephane kaçırılması faaliyetlerini organize etmiş, düşman karargahlarına, işbirlikçi gruplara ve yabancı misyona sızarak çok sayıda önemli belge ve bilgiler elde etmiştir. Millî Mücadele sırasında düşman faaliyetlerine karşı oluşturulan çeşitli istihbarat gruplarıyla da işbirliği yapan örgütün faaliyetleri, İstanbul'un kurtuluşundan sonra 5 Ekim 1923'de son bulmuştur. İstihbarat örgütlerinin kapatılmasından ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin kurulmasından sonra, 1926 tarihine kadar geçen dönem içinde haber alma çalışmaları, Ordu Müfettişlikleri İstihbarat Şubeleri tarafından yürütülmüştür. Millî Emniyet Hizmeti (M.E.H.) Riyâseti'nin 6 Ocak 1926 tarih ve 10152 sayılı Kuruluş Belgesi (MİT Özel Arşiv Belgeleri) Daha sonra Atatürk, 1925 yılı sonunda, gelişmiş devletlerdeki istihbarat kuruluşlarına benzer, çağdaş bir örgütün kurulması talimatını vermiştir. Bunun üzerine, Avrupa ülkelerinde eğitilen kadroların da katılımıyla, Genelkurmay Başkanı Mareşal Fevzi ÇAKMAK'ın 6 Ocak 1926 tarihli emri doğrultusunda, Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk istihbarat kuruluşu olan MİLLÎ EMNİYET HİZMETİ RİYÂSETİ (M.E.H./MAH) kurulmuştur. Teşkilât, 5 Ocak 1927 tarihinde şeklen İçişleri Bakanlığı'na bağlanmıştır. 6 Ocak 1926-5 Ocak 1927 tarihleri arasındaki bir yıllık dönem çalışmaları, dönemin yöneticileri tarafından Riyâset'in kuruluşuna hazırlık dönemi olarak değerlendirilmiş ve bir gün sonraki 6 Ocak 1927 tarihi MAH'ın kuruluş tarihi olarak kabul edilmiştir. Kuruluşuyla başkanlığına Şükrü Âli ÖGEL'in getirildiği MAH, Millî İstihbarat Teşkilâtı mensupları için bir simge olarak önemini korumakta ve MİT'in tarihi kökleriyle gelecek arasında kuvvetli bir bağ oluşturmaktadır. MAH, duyulan ihtiyaçlara bağlı olarak zaman içerisinde birkaç kez küçük yapısal değişiklikler geçirmiş ve 1965 yılına kadar Türkiye'nin istihbarat faaliyetini başarıyla yürütmüştür. Şükrü Âli Ögel Millî Emniyet Hizmeti Riyâseti'nin 1927-1931 Yıllarında Kullandığı Rumuzlar Devletin millî güvenlik politikasının hazırlanmasıyla ilgili her konuda istihbaratın tek elde toplanabilmesi amacıyla, 22 Temmuz 1965 tarihinde TBMM tarafından 644 sayılı kanun kabul edilmiş ve bu kanun ile kuruluşun adı MİLLÎ İSTİHBARAT TEŞKİLÂTI (MİT) olarak değiştirilmiştir. Kanun ile MİT'in bir Müsteşar tarafından yönetilmesi ve Müsteşar'ın, kanun ile belirlenen görevlerin yerine getirilmesinde sadece Başbakan'a karşı sorumlu olması öngörülmüştür. MİT, yaklaşık 19 yıl süre ile faaliyetlerini 644 sayılı kanun hükümleri doğrultusunda yürütmüş, ancak süratle değişen ve gelişen koşulların ışığında yeni bir yasal düzenlemeye gidilmesi ihtiyacı ortaya çıkmıştır. Bu amaçla, 1 Kasım 1983 tarihinde 2937 sayılı "Devlet İstihbarat Hizmetleri ve Millî İstihbarat Teşkilâtı Kanunu" çıkarılmış olup, kanun 1 Ocak 1984 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Halen milli hedeflere ulaşmada her çeşit teknolojik gelişmenin de yakın takipçisi olan MİT, deneyimli mesleki ve teknik kadrolarıyla, modern bir yapı içerisinde, çoğulcu demokrasinin, hukukun gereklerine uygun ve yansız olarak, insan hakları ilkelerine bağlı bir anlayış doğrultusunda, yasanın verdiği görevleri başarı ile yürütmektedir. *** Yukarıda sunulan tarihçe, Millî İstihbarat Teşkilâtı'nın kuruluşunun 75. yıldönümü anısına hazırlanan "Millî İstihbarat Teşkilâtı Tarihçesi" isimli kitaptan derlenmiştir. MİT MÜSTEŞARLARI MİT MÜSTEŞARLARI GÖREV SÜRELERİ Emre TANER15.06.2005 - Şenkal ATASAGUN11.02.1998 - 11.06.2005 Sönmez KÖKSAL09.11.1992 - 11.02.1998 Teoman KOMAN29.08.1988 - 27.08.1992 Hayri ÜNDÜL05.09.1986 - 29.08.1988 Burhanettin BİGALI07.09.1981 - 14.08.1986 Bülent TÜRKER19.11.1979 - 07.09.1981 Adnan ERSÖZ13.07.1978 - 19.11.1979 Hamza GÜRGÜÇ25.11.1974 - 13.07.1978 Bülent TÜRKER26.09.1974 - 24.11.1974 Bahattin ÖZÜLKER28.02.1974 - 26.09.1974 Bülent TÜRKER26.07.1973 - 27.02.1974 Nurettin ERSİN02.08.1971 - 25.07.1973 Mehmet Fuat DOĞU02.03.1966 - 27.03.1971 Avni KANTAN14.07.1965 - 02.03.1966 MİLLİ EMNİYET HİZMETİ REİSLERİ MİLLİ EMNİYET HİZMETİ REİSLERİ GÖREV SÜRELERİ Ziya SELIŞIK (II. Defa)29.08.1964 - 13.07.1965 Mehmet Fuat DOĞU27.08.1962 – 25.08.1964 Naci AŞKUN17.01.1961 - 18.08.1962 Ziya SELIŞIK(I. Defa)03.06.1960 – 17.01.1961 Ahmet Celâlettin KARASAPAN02.10.1959 - 02.06.1960 Ahmet Salih KORUR(Vekâlet)21.07.1959 - 02.10.1959 Hüseyin Avni GÖKTÜRK21.11.1957 - 21.07.1959 Emin ÇOBANOĞLU(Vekâlet)23.09.1957 – 21.11.1957 Ahmet Salih KORUR (Vekâlet)18.04.1957 – 23.09.1957 Emin ÇOBANOĞLU(Vekâlet)27.03.1957 – 18.04.1957 Behçet TÜRKMEN03.09.1953 - 27.03.1957 Mehmet Naci PERKEL01.08.1941 – 03.09.1953 Şükrü Âli ÖGEL25.12.1926 – 07.07.1941 Emre TANER (1942 - ) 1942 yılında Diyarbakır'da doğmuştur. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi mezunudur. Evlidir. 1967 yılında Millî İstihbarat Teşkilâtı'na girmiş ve Teşkilatın uğraş alanına giren her konuda çeşitli kademelerde önemli görevlerde bulunmuştur. Bursa Bölge Daire Başkanı görevi sonrası 1984-1986 döneminde İstanbul Bölge Daire Başkanlığı yapmıştır. 1987 yılında İstihbarat Başkanlığı, 1992 yılında Müsteşar Yardımcılığı görevlerinde bulunmuş, 1994'de yurt dışı göreve atanmıştır. 07.04.1999 tarihinden itibaren Müsteşar Operasyon Yardımcılığı görevini yürütmüş ve 15.06.2005 tarihinde MİT Müsteşarı olarak atanmıştır. Şenkal ATASAGUN (1941 - ) 1941 yılında Kars'ta doğmuştur. Galatasaray Lisesi ve Grenoble (Fransa) Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi mezunu olup, Fransızca ve İngilizce bilmektedir. Evlidir. Yedeksubaylığını müteakip 1967 yılında Millî İstihbarat Teşkilâtı'na girmiş, İstihbarat ve Operasyon Başkanlıkları bünyesinde çeşitli kademelerde hizmet vermiştir. Kontr/Espiyonaj konularında uzmandır. İstanbul Bölge Başkan Yardımcılığı, iki dönem Belçika/Brüksel'de yurt dışı ve Ankara Bölge Başkanlığı görevlerinde bulunmuş, 1995 yılında Operasyon Başkanlığı, 1997 yılında Londra'da yurt dışı görevine atanmıştır. 11.02.1998 tarihinde ise MİT Müsteşarlığı'na getirilmiş ve 11.06.2005 tarihinde bu görevden emekli olmuştur. önmez KÖKSAL (1940 - ) Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi mezunudur. Dışişleri Bakanlığı Birleşmiş Milletler Dairesi'nde aday memur olarak diplomatlık mesleğine başlamış, daha sonra sırasıyla İkili Ekonomik İlişkiler Dairesi'nde İkinci Katip, B.M. Cenevre Ofisi Nezdindeki Türkiye Daimi Temsilciliği'nde Başkatip, Uluslararası Ekonomik İlişkiler Dairesi'nde Şube Müdürlüğü, Burgaz'da Başkonsolosluk, Paris Büyükelçiliği Müsteşarlığı, Araştırma ve Orta Doğu Dairelerinde Başkanlık, Uluslararası Ekonomik İlişkiler Genel Müdür Yardımcılığı, Bağdat Büyükelçiliği ve Türkiye'nin Avrupa Konseyi nezdindeki Daimi Temsilciliği görevlerini yürütmüştür. 09.11.1992 tarihinde MİT Müsteşarlığı görevine atanmış ve ayrıldığı 11.02.1998 tarihi itibariyle Paris Büyükelçisi olarak görevlendirilmiştir. Teoman KOMAN (1936 - ) Harp Okulu mezunudur. 1956 yılında Asteğmen olarak katıldığı Türk Silahlı Kuvvetleri'nin çeşitli kademelerinde görev yaptıktan sonra 1981'de Tuğgeneralliğe terfi etmiştir. 1981-1985 yılları arasında Tuğgeneral, 1985-1989 yılları arasında Tümgeneral olarak görev yapmış ve 29.08.1988 tarihinde Millî İstihbarat Teşkilâtı Müsteşarlığı görevine getirilmiştir. Müsteşar olarak görevde bulunduğu 1989 yılında Korgeneral olmuş, 27.08.1992 tarihine kadar bu görevi sürdürmüş, daha sonra Kolordu Komutanı olarak Gelibolu'ya tayin edilmiş, 1993 yılında Orgeneralliğe yükselerek 3. Ordu Komutanlığı'na getirilmiştir. 1995 yılında Jandarma Genel Komutanı olarak atanmış ve 1997 yılında bu görevden emekli olmuştur. Hayri ÜNDÜL (1929 - ) Harp Okulu mezunudur. 1950 yılında Asteğmen olarak katıldığı Türk Silahlı Kuvvetleri'nin çeşitli kademelerinde görev yaptıktan sonra 1976'da Tuğgeneralliğe yükselmiştir. 1976-1980 yılları arasında Tuğgeneral, 1980-1985 yılları arasında Tümgeneral olarak hizmet vermiştir. 1985 yılında Korgeneral rütbesine yükselmiş ve 7.Kolordu Komutanlığı görevine atanmıştır. 05.09.1986 tarihinde Millî İstihbarat Teşkilâtı Müsteşarlığı görevine getirilmiş, 29.08.1988 tarihine kadar bu görevde kalmasını müteakip, atandığı Millî Savunma Bakanlığı Müsteşarlığı'ndan emekli olmuştur. Burhanettin BİGALI (1927 - ) Harp Okulu mezunudur. 1947 yılında Asteğmen olarak katıldığı Türk Silahlı Kuvvetleri'nin değişik kademelerinde görev yaptıktan sonra 1972'de Tuğgeneral rütbesine yükselmiştir. 1972-1976 yılları arasında Tuğgeneral, 1976-1980 yılları arasında Tümgeneral olarak görev yapmıştır. 1980 yılında Korgeneralliğe terfi etmiş, 07.09.1981-14.08.1986 tarihleri arasında Millî İstihbarat Teşkilâtı Müsteşarlığı görevini yapmış, 1986 yılında Orgeneralliğe terfi ederek 2. Ordu Komutanlığı'na, 1988 yılında Jandarma Genel Komutanlığı görevine atanmış, 1990 yılında emekli olmuştur. Bülent TÜRKER (1926 - ) Harp Okulu mezunudur. 1945 yılında Piyade Asteğmen olarak başlayan askerlik yaşamı süresince yurt içinde ve dışında çeşitli görevlerde bulunduktan sonra 1971 yılında Tuğgeneral rütbesiyle Harp Okulu Öğretim Kurulu Başkanlığına atanmış, bilahare 6. Zırhlı Tugay Komutanlığı ve 26.07.1973-27.02.1974 tarihleri arasında MİT Müsteşarlığında MAH Başkanlığı ve Müsteşar Vekilliği görevlerinde bulunmuştur. Takibeden yıllarda, 19. Piyade Tümen Komutanlığı, Genelkurmay Başkanlığı İKK Daire Başkanlığı görevlerini ifa etmiştir. 19.11.1979-07.09.1981 tarihleri arasında Korgeneral rütbesiyle MİT Müsteşarlığı'na getirilmiş, daha sonra 6. Kolordu Komutanlığına atanmıştır. 1983 yılında Korgeneral rütbesi ile Türk silahlı Kuvvetleri'nden emekli olmuştur. Adnan ERSÖZ (1917 - 1991) Harp Okulu mezunudur. 1936 yılında Asteğmen olarak katıldığı Türk Silahlı Kuvvetleri'nde çeşitli kademelerde görev yaptıktan sonra 1963'de Tuğgeneralliğe yükselmiştir. 1963-1965 yılları arasında Tuğgeneral, 1965-1969 yılları arasında Tümgeneral, 1969-1973 yılları arasında Korgeneral, 1973-1977 yılları arasında Orgeneral rütbesiyle hizmet görmüştür. 13.07.1978 tarihinde emekli Orgeneral olarak Millî İstihbarat Teşkilâtı Müsteşarlığı görevine atanmış, 19.11.1979 tarihinde istifaen görevden ayrılmış, 12 Eylül 1980 sonrasında oluşturulan Danışma Meclisi'nde görev yapmıştır. 13.10.1991 tarihinde İstanbul'daki evinde teröristlerin silahlı saldırısına maruz kalarak hayatını kaybetmiştir. Hamza GÜRGÜÇ (1913 - 1988) Harp Okulu mezunudur. 1933 yılında mezuniyetinden sonra yurt içi ve yurt dışında değişik rütbelerle çeşitli görevlerde bulunmuş, 1961 yılında Tuğgeneralliğe terfi etmiştir. Bu rütbede Güneydoğu Avrupa Müttefik Kara Kuvvetleri Komutanlığı Karargahı Türk Yardımcılığı görevine atanmış 1965'de Tümgeneralliğe yükselmiş ve 15. Kolordu Komutanı olmuştur. 1966 yılında K.K.K. İdari Kurmay Yarbaşkanlığı, 1967'de Korgeneral rütbesiyle Genelkurmay CENTO Türk Askeri Temsilciliği, 1968'de Genelkurmay İstihbarat Başkanlığı, 1969'da 8. Kolordu Komutanlığı görevlerinde bulunmuş, 1970'de Orgeneralliğe terfi etmiş ve Yüksek Askeri Şura Üyeliği görevine atanmıştır. Daha sonra 3. Ordu Komutanı olmuş ve 1974 yılında emekliye ayrılmıştır. 25.11.1974-13.07.1978 tarihleri arasında Millî İstihbarat Teşkilâtı Müsteşarlığı görevinde bulunmuş ve 1988 yılında vefat etmiştir. Bahattin ÖZÜLKER (1914 - 1974) Deniz Harp Okulu mezunudur. 1933 yılında Deniz Asteğmeni olarak katıldığı Deniz Kuvvetleri Komutanlığı'nda çeşitli kademelerde görev yapmış, 1960 yılında Tuğamiralliğe yükselmiştir. Aynı yıl Deniz Kuvvetleri Komutanlığı Kurmay Başkanlığına vekalet etmiş, 1961 yılında Boğazlar ve Marmara Deniz Kolordu Komutan Vekilliği'ne atanmıştır. 1964 yılında Koramiral rütbesiyle Donanma Komutanı olmuş, 1966 yılında Genelkurmay İstihbarat Başkanlığı görevine atanmış, 1 Ekim 1966 tarihinde Koramiral rütbesiyle ve kendi isteği ile emekliye ayrılmıştır. 28.02.1974 tarihinde MİT Müsteşarlığı görevine getirilmiş, 26.09.1974 tarihinde geçirdiği kalp krizi sonucu vefat etmiştir. Nurettin ERSİN (1918 - 2005) Harp Okulu mezunudur. 1937 yılında Piyade Asteğmen olarak katıldığı Türk Silahlı Kuvvetleri'nde çeşitli kademelerde ve yurt dışında görev yaptıktan sonra 1964'de Tuğgeneralliğe yükselmiş ve 3. Ordu Kurmay Yarbaşkanlığına atanmıştır. 1966-67 yıllarında 66. Tümen Komutanlığı yapmış, aynı yıl atandığı MİT Müsteşarlığı'nda Başkan olarak hizmet vermiştir. Bu görevde iken 1967'de Tümgeneralliğe yükselmiş, 1969-70'de tekrar döndüğü Türk Silahlı Kuvvetleri'nde 4. Piyade Tümen Komutanlığı yapmış, 1971 yılında Korgeneralliğe yükselmiş ve Batı Menzil Komutanlığına atanmıştır. 02.08.1971-25.07.1973 tarihleri arasında Millî İstihbarat Teşkilâtı Müsteşarlığı görevinde Korgeneral rütbesiyle bulunduktan sonra Teşkilâttan ayrılmış, önce 6. Kolordu Komutanlığı'na, sonra da Kıbrıs Türk Barış Kuvvetleri Komutanlığı'na atanmış ve 1974 yılında Orgeneralliğe terfi etmiştir. Sırasıyla Jandarma Genel Komutanlığı, Millî Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliği ve Kara Kuvvetleri Komutanlığı görevlerinde bulunmuş, 12 Eylül 1980 harekatı sonrasında Millî Güvenlik Konseyi Üyesi olmuştur. 1983 yılında Genelkurmay Başkanlığı görevine getirilmiş, aynı yıl Türk Silahlı Kuvvetleri'nden emekli olmuş ve 1989 yılına kadar 6 yıl süreyle Cumhurbaşkanlığı Konseyi Üyeliği görevinde bulunmuştur. Nurettin ERSİN, 03 Ekim 2005 tarihinde vefat etmiştir. Mehmet Fuat DOĞU (1914-2004 ) 1914 yılında İstanbul'da doğan Mehmet Fuat DOĞU, Harp Okulu mezunudur. Türk Silâhlı Kuvvetleri'nin çeşitli kademelerinde görev yaptıktan sonra, 14 Eylül 1954 tarihinde Kurmay Yarbay olarak MAH Riyâseti emrine tayin edilmiş, burada çeşitli görevlerde bulunduktan sonra, birinci defa 27 Ağustos 1962 tarihinde Kurmay Albay rütbesi ile MAH Reisi olarak atanmış, bu görevde 25 Ağustos 1964 tarihine kadar kalmış ve aynı tarihte Sivas 59. Tümen Komutanlığı'na verilmiştir. Mehmet Fuat DOĞU, 1 Mart 1966 tarihinde ikinci defa MİT Müsteşarlığı görevine tayin edilmiş ve bu görevi de 23 Temmuz 1971'e kadar sürdürmüştür. Bilâhare atandığı Genelkurmay Teftiş Heyeti Üyeliği'ne devam etmiş, aynı yıl Korgeneral rütbesi ile Türk Silâhlı Kuvvetleri'nden emekli olmuş ve 1978 yılına kadar 7 yıl süreyle Lizbon Büyükelçiliği görevinde bulunmuştur. Mehmet Fuat DOĞU, 31 Mayıs 2004 tarihinde vefat etmiştir. Avni KANTAN (1910 - 1966) Harp Okulu mezunudur. 1932 yılından itibaren Türk Silahlı Kuvvetleri'nde değişik rütbe ve görevlerde hizmet verdikten sonra Millî Emniyet Hizmetleri'ne atanmıştır. Yönetici olarak hizmet vermiş, yurt dışı görevde bulunmuş ve 14.07.1965-02.03.1966 tarihleri arasında MİT Müsteşarlığı'na vekalet etmiş, 07.04.1966 tarihinde vefat etmiştir.
  7. işte o gün bu gün tüm şehitlerimizin ruhuna FATİHA
  8. bozkurtmusti

    ÇANAKKALE'DE ÖLÜM

    ÇANAKKALE’DE ÖLÜM Türkler Çanakkale’de 700 bin kişilik bir askerle İtilaf devletlerine karşı koymuş ve 250 bin şehit vermiştir.Buda ordunun 3/1 nin kaybı demektir.Konu sayı ve rakamlarla kapatılacak gibi değildir.İslamda şehitlik kavramı vardır.Bu Türklüğede yansımıştır: -Allah yolunda ölenlere ölü demeyiniz!Onlar işehittirler ve diridirler ama sizler bilemezsiniz! Peki Çanakkale’de ölüm ne demek: 1-İnsanlar Çanakkale ‘de ölüme şahit olmuşlardır.Bu ölümler nasıl gerçekleşti.Buradaki ölüme şahitli tanıdığının ölümüne şahit olmaktır.Yani öte yanda bir grup asker savaşıyor.Ardından gelen Kur’ân sureleri okuyor bilmeyenler Allah Allah nidalarıyla az sonra kendide şehit olmak üzere ilerliyor.Aman yarabbi bu ne iman! Hepimiz korku filmi izlemişizdir;ama Çanakkale inanın ki hepsinden korkunçtur. İşte Çanakkale’de gerçekleşmiş ve bir subayın ağzından kaleme alınmış bir sahne: -Cepheleri geziyordum.Bir cepheye gelmiştim ki ne göreyim bir yiğit ağzından yaralanmış ama mermi ensesinden çıkmış nefes alıp verdikçe ağzından kanlar fışkırıyor.Askerlerde ellerinde bir bez askerin ağzını bağlamaya çalışıyorlar.Bırakın dedim o şehit olmak üzere bari yan yatırın da rahatça son nefesini versin kan nefesine engel oluyor.Allah taksiratını affetsin. İşte acı ama soğukkanlı bir sahne askerini kurbanlık koyun misali şehadete ulaştırmak. İngiliz askerleri çivi ye benzer üçgen biçimli silah paralarını gece cephelerin üzerine uçakla bırakıyor.Fakat bilindiği üzre taaruz harekatı geceleri olduğu için Türk askerleri gece yerdeki çivileri görmüyor ve bunlar sebebiyle şehadet şerbetini içiyor veya sakat kalıyor. 2-Öldürmek!Neden öldürdüler? Normal insanlar insan öldürmeyi akıllarına bile getirmezler.Fakat çanakkaledekiler neden öldürdüler.Bunların birçok nedeni olabilir ama biz Çanakkale’de bunu üçe ayırıyoruz: a)Karşınız da düşmanın bulunması b)Nefs-i Müdafaa(kendi canını koruma) c)Kendisine bir görev verilmesi. İşte Çanakkale’de öldürmenin nedeni: Karşınızda bir düşman var ve siz bir askersiniz ve bir göreviniz var : VATANINIZI VE KENDİNİZİ KORUMAK! 3-Ölülerin gömülmesi: Ölmüş veya şehit olmuş askerlerin ceset kokuları ve sinekler herkesi rahatsız ediyordu.Hatta rüzgar itilaf devletlerinin üzerine rüzgar esmesi ve bunun sonucu şehadet şerbetini içimiş Türk askerlerinin ceset kokuları düşmana beyaz bayrak açtırıp ateşkese neden oluştur. Böylelikle şehit olmuş yüce askerler süngüleriyle yapamadıklarını naçiz vücutlarıyla yapıyorlardı. Sinekler yüzünden se bardağın ağzına tülbent kapatmadan su içemiyordunuz çünkü ardağın içine hemen sinekler doluşuyordu.Askerler aldıkları nefeslerin ağır kokudan dolayı zulüm olduğunu ve imkanı olsa nefes almak istemediklerini söylemişlerdir. Ölüler gömülmüyor bulunan çukurlara veya hendeklere yuvarlanıyordu ve üzerlerine topraklar saçılarak gömülüyorlardı . İngilizlerse cesetlerden yakarak kurtuluyorlardı.Buda insanlıklarının(!) bir göstergesiydi İsmail Hakkı Sunat anlatıyor: -Cenazeleri gömmekle sorumlu tutulduk.Gördüğümüz İngiliz cesetlerini gömmek için 20 kişi 3-5 kürekle görevlendirildik.Asıl kürek ve kazmalar savaşta hendek kazmak için kullanılmak üzere diğer askerlere verilmişti. Bir İngiliz ceseti gördük tutun şunu hendeğe atalım dedim.Önce kimse yanaşmak istemedi çünü ağır kokudan ve parçalanmış ceset görüntülerinden tiksinmiştik.Neyse sonunda askerleri razı edebildim.Ve bir İngiliz bir İngiliz daha derken bir ara bir ŞEHİTe rastgeldik.Kolundan tuttuk elimizde kaldı,bacağından asıldık koptu.Ve mübareği o şekilde üzerine toprak atarak defnettik. 4-Savaşın askerler üzerindeki psikolojik ve bedensel etkileri Tabi ki bu savaşta askerlerin kimi ayağından kimi kolundan kimi gözünden sakat ve yaralı kaldı,ama asıl onulmaz olan psikolojik yaralar. Bir asker yıllar sonra bir köye gidiyor.Köylü soruyor komutanım kaç yaşındasınız. Saçıma sakalıma aldanmayın diyor.21 yaşındayım ama ne varki bu yiğit askerin saçları ve sakalları ağarmış yüzü buruşmuş ve yürümekte zorluk çekiyordu. O yüzden ki Çanakkale Türkün imtihanıydı! YARD. DOÇ. DR. HASAN MERT EGE ÜNV. EDEBİYAT FAK. TARİH BÖLÜMÜ 16 MART 2007 CUMA- TÜRK OCAKLARI Ve bende şunu eklemek isterimki birgün öleceğiz ve inansanız da inanmasanız da ahrete gideceğiz.Orada her milleten insanlar olacak hesaba tutulup cennete veya cehenneme gidecekler Ama bili ki o gün Türk’ün imtihanı Çanakkale’den daha zor olacak;çünkü bugün bu topraklar üzerinde yaşayan bizler o gün kağnıda uyurken mermi ıslanmasın diye yağmurda karda örtüyü bebesinin üzerinden alan anaya ve o soğukta ölen bebe ye minik şehide borçlu. HAKLARINI HELAL ETSİN BU VATAN UĞRUNA CAN VEREN TÜM ŞEHİTLER Saygılarımla Mustafa Bozkurt Celal Bayar Ünv. Tarih .Böl
  9. tek kelime ile söylüyorum f. gülen cia ajanıdır. bunuda çok sağlam bir kaynaktan aldığımı söyleyebilrim. deliyürek bumerang cehennemini izleyenler bilirler. kasap hasanın aslında david hasan olduğunu. maalesef Türkiyede gereçekler 50 yılda bir açığa çıkıyor
  10. bozkurtmusti

    DERİN DEVLET !..

    GLADiO NEDiR Yazar Administrator Pazartesi, 27 Mart 2006 hemen hemen her Gün duyduĞumuz Gerekse medyada gerekse Dış basında Bu ismi sürekli duyuyoruz GLADİO İsmi bile insana Hoş gelmiyor Ülkemizi kana Bulayan Bu karanlık güç Kimdir Bunu ele alalım istedik İstanbul, kana bulandı. 57 kişi öldürüldü. Dört noktada patlatılan en az dört ton patlayıcı, herkesin kanını dondurdu. 16 ve 21 Kasım günlerinde Beyoğlu, Osmanbey, İngiliz Konsolosluğu ve Levent’teki HSBC bankası önünde patlatılan bombalı araçların içinde C-4 patlayıcı maddeleri olduğu gazetelere yansıdı.Konunun uzmanları, patlayıcılar arasında bulunan C-4 kalıplarının CIA ve Pentagon imalatı pentagon imalatı olduğu bilir. Plastik tahrip maddesi olarak bilinen C-4’ler, bütün dünyada terör örgütleri tarafından kullanılıyor. Yani ABD’nin finanse ettiği terör örgütleri...Susurluk Belgeleri 1 isimli kitapta Astsubay Hüseyin Oğuz, Orgeneral Eşref Bitlis’in uçağının da C-4 tipi bir bomba konarak düşürüldüğünü söyler. (Sh. 216) C-4 patlatılırsa plastik bomba olduğu için iz bırakmıyor. C-4’leri ve ülkemizin faili meçhuller cenneti olduğunu, PKK cinayetlerini konu edinen ve Akit gazetesinde tefrika edilen İtiraf Ediyorum isimli romanımı yazarken keşfettim. Bu memlekette öldürülen birçok insanın katili bulunamıyor. Hatta Binbaşı Cem Ersever, Orgeneral Eşref Bitlis, Uğur Mumcu gibi birçok ünlünün katili kasten bulunamıyor. Zamanın DGM savcısı Nusret Demiral, Uğur Mumcu cinayetinin üstüne gidilmemesini istemişti.Rahmetli Turgut Özal’a kurşun atan Kartal Demirağ da Türk Gladio’sunun elemanı çıkmıştı. Sonraları listeye Taner Kışlalı, Doç. Hablemitoğlu eklendi. Atatürkçü-laikçi geçinen ve bunun yanı sıra halk, demokrasi ve insan hakları düşmanı gizli bir örgüt, halkı evire çevire dövmek ve demokratikleşmenin önüne geçmek için yeni fırıldaklar çeviriyor.1993 yılında kurulan TBMM faili meçhul cinayetleri araştırma komisyonu, o zaman aylarca olayları araştırdı ve bir sonuca varamadı.Kontrgerilla cinayetleri ile ilgili açıklamalarda bulunan Emniyet Genel Müdürlüğü daire başkanları Hanefi Acvı, Bülent Orakoğlu ve Onbaşı Kadir Sarumsak gibi işi bilen uzmanlar, askerî mahkemelerde süründürülerek susturuldu, yargılandı, mahkum edilmek istendi. Hanefi Avcı içeride yattı. Orakoğlu ve Sarumsak’a berat kararı veren hakim, sürüldü, sonra da ordudan ihraç edildi. FAİLİ MEÇHUL CİNAYETLER Uzun araştırmalar sonucu tespit ettiğim ve İtiraf Ediyorum romanının önsözünde belirttiğim bir gerçek var. Romandan iktibas ediyorum: "Türkiye faili meçhuller cenneti. TBMM, “faili meçhul cinayetler komisyonu” önümüze kocaman bir liste koyuyor. Okuyalım: 1975: 1 tane, 1977: 6, 1978: 46, 79: 81, 80: 98, 81: 2, 83: 1, 84: 1, 86: 2, 87: 1, 88: 2, 89:3, 90: 68, 91:24, 92: 316, 93. 314... Toplam 916. Elbette ki, bu rakamlar komisyon kayıtlarına geçmiş faili meçhuller ve 1993’ten sonrasını kapsamıyor. Dağda, bağda, köprü altında öldürülenlerin kesin sayısı bilinmiyor. 1997 yılı sonu itibariyle, eğer rakamlarla oynanmamışsa; mahkemelerde 14 973 faili meçhul dosyası bulunduğu, 12523 dosya ile Diyarbakır DGM’nin ilk sırayı aldığı biliniyor. Mayıs 1998 ayı itibariyle 20 379 terörist, 3275'i asker; 4501 güvenlik görevlisi, 4268 sivil olmak üzere toplam 29148 kişinin Güney Doğu’da hayatını kaybettiği biliniyor. Kurtuluş Savaşı’nda 7-8 bin civarında şehit verdiğimiz düşünülürse, onun dört katından daha fazla insan telef olmuş." İTALYAN GLADİO'SU Türkiye'de gizli örgütler ne oyunlar oynuyor, kim, kimi, niçin öldürtüyor, kitle katliamları nasıl ve kim tarafından planlanıp uygulanıyor bilmek isteyen varsa İtalya örneğine bakmalı.İtiraf Ediyorum’u yazarken konuyla ilgili olarak bulduğum bilgileri romandan iktibas ediyorum: “ABD, İtalya’da herhangi bir komünist iktidarını bertaraf etmeyi, sosyalistleri onlardan ayırmayı sağlayacak antikomünistleri harekete geçirecek bir örgüt kurdu. 1942 yılında kurulan bu gizli servis, ihtiyaç halinde karışıklık çıkarmaya matuf operasyonlarda kullanılabilecek reaksiyoner hareketlere destek verecekti. İtalya politik hayatında komünistleri ortadan kaldırmak, faşist profesyonel katillerden ekipler kurmak ve bunları hükümetteki şahsiyetlere veya sivil halka karşı saldırılarda kullanmak, sorumluluğu komünistlere atmak, antikomünist partilere yardım etmek ve yeni partiler kurmak hedefleniyordu. 1 Ağustos 1949’da İtalya NATO’ya girdi. 1 Eylül 1949’da da SIFAR Ordu İstihbarat Servisi faaliyete geçti. Doğduğundan itibaren ABD çıkarlarına bağlı kalacak olan SIFAR’ın örgütlenmesi, daha sonra NATO genel sekreteri olan Savunma Bakanı M. Bronzo tarafından gerçekleştirildi. Operasyon Amerikan gizli servisi ajanı Carmel Offie’nin gözetiminde gerçekleşti. Washington için yararlı bilgiler toplayan ve İtalya ordusunun NATO’ya bağlılığını denetleyen SIFAR, çeşitli Amerikan gizli servislerinin bir bakıma gayri resmî şubesiydi. İtalya’da Askerlerin Teşebbüsü İtalya demokrasi ilk defa 1964'te sarsıldı. Mart 1964’te Jandarma Genel Komutanı General De Lorenzo, Roma’da kuvvet komutanlarıyla yaptığı bir toplantıda, olağanüstü durumlarda jandarma kuvvetlerine, müdahale etme imkânı veren bir plân hazırladı. Bu “Solo Plânı” jandarmanın İtalya’da hassas bölgelere müdahalesini hazırlamaya yönelik çok yoğun bir faaliyeti öngörmekteydi. Haziran 1964 için kendilerinden yapmaları istenen hazırlıklarla ilgili açıklama talep eden bazı subaylara, “NATO antlaşmaları çerçevesinde ve İtalya’daki Amerikan yetkililerle uyum halinde hazırlanan bir iç güvenlik plânının uygulanacağı” ifade edildi.Gizli servisler, siyasî-askerî sır ve devlet kavramlarının arkasına sığınıp gerçeğin anlaşılması çabalarını engellediler. Türkiye’de sıkça olduğu gibi siviller, askerlerin ve gizli servislerin üzerine gidip denetim kuramadılar.İtalya 1969’dan itibaren fırtınalı bir döneme girdi. Beş yıl boyunca suikastlar ve şiddet eylemleri birbirini izledi.1980’de İtalya, tarihinin en kanlı suikastlarıyla çalkalandı, terörizm yeniden canlandı. Bologne Garına konan bir bombanın patlamasıyla 85 kişi hayatını yitirdi ve iki yüzden fazla insan yaralandı. Terörü Kim Organize Ediyor? Savcılar ve gözlemciler karmakarışık bir ağın örgüsünü yıllar boyu anlamaya çalıştılar. 1991’e kadar Venedik’te devam eden çeşitli adlî soruşturmalar şu gerçeği ortaya koydu:Bütün bu kanlı terör ve şiddet olaylarının görünür aktörleri olan çeşitli neo-faşist grupların arkasında İtalya’daki terör stratejisinin farklı safhalarını elinde tutan tek güç olarak askerî gizli servisler görünüyordu. Licio Gelli’nin P2 mason locasının yakın kontrolü altındaki İtalyan askerî servisleri 1964’ten 1980’e kadar terör sahnesinin merkezindeki düzenleyicisiydi.Gizli servislerin karanlık rol ve eylemlerine dair yapılan bütün araştırmalar, devlet sırları bahanesine toslamaktaydı. Adlî soruşturmalar kapatılıyor, savcıların suçlu bulduğu bütün önemli kişileri aklayan şaşırtıcı kararlarla karşılaşılıyordu. Son terör olaylarını takip eden on yılın sonunda, İtalya’da en karanlık dönemi oluşturan bu terör dalgasına rağmen hiç bir suçlu bulunamadı ve hiç bir açıklama yapılmadı.Önemli Tanıklar Ortadan Kayboluyor. Savcılar kısa sürede gizli servis arşivlerinden dosyaların kaybolduğunu anladılar. 1969’da kurulan parlamento araştırma komisyonuna zor bir görev düşüyordu. Önemli tanıklar ortadan kayboluyordu.Önce General De Lorenzo’nun yardımcısı Bay Rocca, 27 Haziran 1969’da bürosunda ölü bulundu. Rocca’daki belgelerin önemli bir bölümü kaybolacaktı.27 Temmuz 1969 General Ciglieri açıklanamayan bir trafik kazasında hayatını kaybetti.Onu, gizli servisleri bunaltan raporu hazırlayan General Manes’in ölümü izledi. Manes, komisyon önünde ifade vereceği günlerde bir kalb krizinin kurbanı oldu. 8 Ocak 1970’de ABD Genelkurmay Başkanı olan General Westmoreland’ın imzasını taşıyan “Arazi el kitabı 30-31” koduyla tasnif edilmiş 138 sayfalık “çok gizli” bir belgeyi yayımlayacağı duyurulan bir Türk gazeteci, aniden ortadan kaldırıldı ve yayın engellendi.1980’de İtalyan mahkemeleri, neo-faşist grupların, P2 mason locasının ve İtalya gizli servislerinin aynı amaçlarla bir araya geldiğini, İtalya’da asker ve sivillerden oluşan gizli bir örgütün varlığını belirledi. CIA, mason locaları ve gizli servisler kanun dışı işlere girmişti; organize cinayet ve terörizm birbirine yakından bağlıydı.9 Ocak 1990’da savcı Felice Casson, istihbarat servislerinin kontrolündeki gizli silah depolarını keşfetti. Gizli servis arşivlerine girdi. Doğrudan gizli servisler ve NATO tarafından kontrol edilen sivil ve askerlerden oluşmuş, yasa dışı bir örgütün varlığını belgeledi. Karşı espiyonaj mektupları gizli bir direniş örgütünün, yani GLADİO örgütünün kurulmasını öngören 50’li yıllarda imzalanmış NATO protokollerinden söz ediyordu. 1956-62 yılları arasında Gladio ve ordu gizli istihbaratının başında bulunan kişi General De LORENZA idi. Örgütün kirli işlerinden başbakanlar, cumhurbaşkanları zaman zaman haberdar olmuş, oluşumu ortadan kaldırmak için bir çaba göstermemişlerdir. Bu da örgütün ne kadar etkili olduğunu göstermeye yeter.” İtalya ile Türkiye arasında benzerlik kurmak zor değil.Belçika, Yunanistan ve İtalya'da cesur siviller, savcılar ve politikacılar sayesinde Gladio tipi devlet gücünü kullanan gizli örgütler, çeteler ortaya çıkarıldı. Türkiye'de Gladio cinayet işlemeye devam ediyor. "ÖZEL HARP DAİRESİ" Gladio, Yunanistan, İtalya, Belçika gibi ülkelerde ortaya çıkarılmasına rağmen, ülkemizde varlığı bile tespit edilemedi. Emekli Yarbay Talat Turhan, Özel Savaş Terör ve Kontrgerilla isimli kitabında Türkiye'de Gladio Özel Harp Dairesi'dir, diyor.(s.14) Talat Turhan, "Bir ülkede siyasi cinayetler işleniyor da failleri bulunamıyorsa fail, büyük bir olasılıkla istihbarat örgütleridir. Bu iç istihbarat örgütlerinden biri veya birkaçı olabileceği gibi, dış istihbarat örgütleri de olabilir. Ya da iç ve dış istihbarat örgütlerinin ortak kararıyla gerçekleşen bir eylem şeklinde de gerçekleşebilir."diyor. (S. II) Yazarın bir başka dikkat çekici tespiti var: "Bir ülkede bu tür eylemlerde fail bulunmuyorsa eylemler artarak devam edecektir."(s.III) Turhan'a göre, örgüt Türkiye''nin NATO'ya girmesinden sonra Seferberlik Tetkik Kurulu adıyla kuruldu ve sonradan Özel Harp Dairesi adını aldı. 20 yıldır terör ve istihbarat konularında yaptığı çalışmalar ve kitaplarıyla tanınan Turhan, Özel Harp Dairesi'nin talimnamesinde yer alan görevlerini şöyle sıralıyor:"Adam öldürme, bombalama, silahlı soygunculuk, işkence, kötürüm haline getirme, adam kaçırmak suretiyle tethiş ve olayları tahrik, misilleme ve rehinelerin alı konması, kundakçılık, sabotaj, propaganda ve yalan haber yayma, zorbalık , şantaj" (s.23)12 Mart, 12 Eylül dönemlerini yaşayanların hayıflandığını duyar gibiyim:"Biz bunların hepsini gördük. Meğer bunları anarşistler değil de Özel Harp Dairesi mi yapıyormuş?"Özel Harp Dairesi'nin kuruluş talimnamesi Amerika'dan alınma. "Contrgerilla Operatıon FM 31-16" talimname, Türkçeye tercüme ediliyor. Sadece adı değişiyor: ST 31-15 Kara Kuvvetleri Sahra Talimnamesi- Gayrı nizami Kuvvetlere Karşı Harekat Bu talimname Orgeneral Ali Keskiner imzasıyla:ST 31-15, 25 Mayıs 1964 gün ve OPS: 1708-74-64 Mr. Ta.Krl. sayılı KKK emriyle yürürlüğe giriyor. (S.26) Bugüne kadar yetkili kişiler, bu örgüt elemanlarının vatansever(!) sivillerden oluştuğunu da açıklamışlar.Yeşil, Alaaddin Kanat, Abdullah Çatlı, Sedat Peker, Alaaddin Çakıcı gibi kimselerin sivil ve vatansever(!) kimseler olduğu herkesin malumu."Vatanseverlerin MHP bağlantısı hakkında ciddi kuşkular bulunduğu gibi, Özel Harp Dairesi'nin finansmanının ABD tarafından sağlandığı da yetkili kişiler tarafından açıklanmıştır."diyor Talat Turhan.(s.27)Genelkurmay Başkanlığı'nda basına verilen brifingde Özel Harp Dairesi Başkanı Tuğgeneral Kemal Yılmaz şu açıklamayı yapıyor:"Özel Harp Dairesi, 7 Eylül 1952 tarihinde, şimdiki Milli Güvenlik Kurulu'nun işlevini gören Milli Savunma Yüksek Kurulu'nun 17/c sayılı kararıyla kuruldu."(s.30) Talat Turhan devam ediyor: "Özel Harp Dairesinin yer altı örgütü yasaların üstünde. Örgütler insanlardan oluşur. ÖHD de üst düzeyde görev almış kişilerin gizli bir dokunulmazlığı olduğu anlaşılıyor. Üst rütbelere ulaşan generallerin çoğunun, Özel Harp Dairesi'nde ya da MİT'te görev yapmaları bir rastlantı mıdır?"(s.30) YAPILMASI GEREKEN Türkiye Gladio'su Yeşil'i, Çatlı’yı, Fadime Şahin’i, Müslüm Gündüz’ü ve daha nicelerini kullandı. Apo, Suriye’ye gitmeden önce Gladio’nun emrindeydi. Hizbullah, DHKP-C, Dev-Sol gibi örgütler de Gladio’nun etki alanına girer.Gladio'nun içinde yer alan bazı isimlerin resmî bir BELGE olan Susurluk Raporu'nda yer aldığı da gerçek. Hatta Gladio'nun Yeşil ellerinin, başbakan yumrukladığı da rapordan anlaşılıyor. Gladio, geçmişte Şemdin Sakık ve Uzman Çavuş Cengiz Ersever'in itiraflarını basına sızdırarak oyun oynadı ve hedef çökertti. Taner Kışlalı’yı, Hablemitoğlu’nu öldürdü. Gizli dokunulmazlığı olan insanların daha nice oyun oynayacağı da açık. Yeşil, Alaaddin Kanat, Adil Timurtaş ve öteki infaz grupların kapsayan bir af çıkarılmalı. Onların yaptıklarını ve Gladio ile bağlantılarını açıklamaları sağlanmalı. İtalya'da olduğu gibi bizde de Gladio, yani Özel Harp Dairesi çökertilmeli.Bu da ancak TBMM'nin MIT, Genelkurmay, Emniyet ve Jandarma istihbaratlarını tamamen denetim altına almasıyla mümkündür. Susurluk Komisyonu'nda verdiği ifadelerde Hanefi Avcı, istihbarat örgütlerinin sivillerin denetiminden uzak olduğunu ifade ediyor.Halbuki Amerika'da CIA dahil bütün istihbarat örgütleri, meclis denetimindedir.Mert bir insan olan Hanefi Avcı, 28 Şubat döneminde bir kurumun darbe hazırlığı içinde olduğunu içişleri bakanına rapor etti, bu yüzden tutuklanıp yargılandı, mahkum edildi.Bu durum ülkede parlamento dışı ve meclis kontrolü dışında güçlerin varlığını ve kanunsuz işler kotardığını ortaya koyar. Meclis, her türlü kanun dışı ve kontrol dışı kurumu zabt u rabt altına almak zorunda. Yoksa daha çok Taner Kışlalılar, Uğur Mumcular, Cem Erseverler, Akın Birdal kurşunlanır, milletvekili Mehmet Sincarlar vurulur, başbakanlar yumruklanır ve vuranlara garanti belgeleri verilir. Faili meçhullerin önü de alınamaz, Türkiye hukuk devleti olamaz, kalkınamaz, sivillerce yönetilemez. Avrupa Birliği’ne filan da giremez.Zaten demokratikleşme karşıtı, darbeci, despot, CIA ve MOSSAD ile beraber çalışan militer güçler, Türkiye’de oyun oynuyor.Gladio’nun Türkiye versiyonu nasıl çalışıyor, ne gibi oyunlar oynuyor, nasıl fırıldaklar çeviriyor? Daha fazlasını merak edenler " İtiraf Ediyorum’u " okusunlar. İSTANBUL CİNAYETLERİNİN MESAJI Eski İstanbul valisi Hayri Kozakçıoğlu, bir tv programına verdiği demeçte, patlayıcı madde satan yerler belli ve buralar kontrol altıdadır, buradan çok fazla patlayıcı madde alan adam dikkat çeker ve takip edilir, diyor. İstanbul’daki her olayda bir ton ağırlığında patlayıcı madde patlatıldı. Bu miktarda patlayıcı maddeyi kim alabilir? Kim takip edilip de yakalanmaz?Böylesine büyük miktarda patlayıcı maddeyi ancak istihbarat örgütleri alır ve yakalanmaz.Patlatılan bombaların verdiği mesaj şu: 1. Türkiye iktidarı, ABD ve İsrail politikalarını canı gönülden desteklemediği için huzura dinamit kondu. Türkiye kayıtsız şartsız İsrail ve ABD ikilisine yakın politika takip etmeye mecbur tutuluyor. 2. İslâm, terörü körüklüyor, mesajı veriliyor. Terör, güya dünyayı tehdit ediyor. Amerika ve İsrail, terörle mücadelesinde haklı. 3. İsrail’in Filistin, Amerika’nın Irak’ta işlediği cinayetler haklı gösterilmeye çalışılıyor. 4. Hükümet, içeride Türk Gladiosunun yetkilerini budamaya çalışıyor. 7. Uyum Paketi ile Milli Güvenlik Kurulu genel sekreteri sivil biri olabilecek. Yardımcılarını kendi seçecek. Yaptığı işler gizli olmayacak. Bütün bunlar bizim Özel Harp Dairesinin işine gelmiyor ve kendisiyle uğraşanlara, nelere kadir olduğunu göstermek istiyor. 5. Avrupa Birliğine mutlaka girmek isteyen hükümet ve sivil toplum örgütlerine, Gladio’muz hayır ben girmek istemiyorum, diyor. O zaman faili meçhul cinayetler işlenemez, ben yetkilerimi devretmem, demek istiyor. Gladio direniyor ve tepki gösteriyor. Biliyor ki Türkiye, Avrupa Birliğine girerse soluğu kesilecek. Bir yandan terör üretiyor, öte yandan Kıbrıs kartıyla hükümeti yumrukluyor. Sivil toplum ve kamuoyu hükümetin yanında. Fakat CIA ve MOSSAD, Türk Gladio’sundan yana. Bakalım son gülen kim olacak? Ülkeyi derinden yöneten gizli örgütler mi?Demokrasiyi içine sindiren halkımız ve hükümetimiz mi?Biz mi, ötekiler mi? ALİ ERKAN KAVAKLI CHP'li Özel Harpçiler Özel Harp Dairesi Başkanlığı, Kara Kuvvetleri Komutanlığı ve Özal döneminde Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliği görevlerinde bulunan emekli Orgeneral Kemal Yamak suskunluğunu bozdu. "Gölgede Kalan İzler ve Gölgeleşen Bizler" ismiyle Doğan Kitap'tan yakında piyasaya çıkacak anılarında dönemin Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Bülent Ecevit'in "kontrgerilla" iddialarına yanıt verirken bazı CHP milletvekillerinin de Özel Harpçi olduğunu açıkladı.Bunun sadece Ecevit'in partisine ait bir durum olmadığını belirten emekli Orgeneral Kemal Yamak'ın "Birçok kimseyi ayağa kaldıracağını biliyorum ama bu noktada yazmak istiyorum" dediği müthiş iddiaları şöyle: PARTİ GÖZLÜĞÜ KALIN CAMLI MIDIR Ecevit 1978-79 başbakanlığı döneminde Sarıkamış'ta daha önce Özel Harp Dairesi başkanlığı yapmış komutanlardan Sabri Yirmibeşoğlu'yla görüşürken, Milliyetçi Hareket Partisi ilçe başkanının da bu teşkilatın bir üyesi olduğunu öğrenmiş, kontrgerillanın varlığını açıklarken bu durumu da açıklamıştı. Ecevit'in medyanın ilgisini çekmek için Özel Harp Dairesi'ne iftira ettiğini ileri süren Yamak kitabında şöyle yazıyor: "Barışta ve bir savaş halinde Milliyetçi Hareket Partililer askere alınmayıp kendilerine şu veya bu şekilde sefer görevi verilmeyecek midir? Parti gözlüğü bu kadar kalın camlı mıdır? Acaba bu kişi Sayın Ecevit'in kendi partisinden olsaydı, bu itirazı olacak mıydı? O zaman CHP'den bu teşkilatta kimse yok mu zannediliyor?" BİRBİRLERİNDEN HABERLERİ OLMAZ Ecevit'in inandırıcılığı nedeniyle kontrgerilla tartışmasının sık sık alevlendiğini belirten Yamak, TBMM içinde birbirinden habersiz pek çok milletvekilinin Özel Harpçi olduğunu şöyle anlatıyor: "Birçok kimseyi ayağa kaldıracağını biliyorum ama bu noktada yazmak istiyorum. Sayın Ecevit'in inandırıcılığına dayanarak alevlenen ve Sayın Ecevit'in zaman zaman medyanın ilgisi için bizzat öne çıkarak söyledikleriyle devam eden bu iftira kampanyası sürdürülürken, bu teşkilatın içinde o zaman kendi partisinden ne kadar personelin, hatta Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde birbirini hiç tanımayan kaç milletvekilinin bulunduğunu ve bunun sadece kendi partisine ait bir durum olmadığını, birisi söyleyiverseydi ne olurdu?" VATANSEVER OLDUKLARI İÇİN Yamak, Özel Harpçi olarak eğitilenlerin nasıl ve neden seçildiklerini de şöyle açıklıyor:"Aslında onlar milletvekilliği dönemlerinde değil, daha genç yaşlarda bölgesinde güvenilir, saygın, sözü geçen ve gerektiğinde halkıyla bütünleşerek, milleti ve vatanı için yapılacak mücadelede önder olabilecek niteliklere sahip oldukları için seçilmişlerdi. Milletvekili oluşları da bu seçimin doğruluğunu göstermiyor muydu?" (s. 461-462) ABD'den her yıl 1 milyon dolar geliyordu ÖZEL Harp Dairesi, özellikle Amerikalıların da verdiği destekle NATO'nun "örtülü harekát konseptine" dayanarak kurulmuş bir harekát ünitesiydi. Memleketimizin bulunduğu coğrafi mevki ve stratejik konum, böyle bir teşkilatı çok lüzumlu ve çok faydalı hale getiriyordu. GAYRİ NİZAMİ 1950'li yıllarda Özel Harp Dairesi'nin, Gayri Nizami Harp bölümünün kuruluşu, böyle bir ihtiyaç dikkate alınarak gerçekleşmişti. (s.248)Tercüme olarak ordumuza giren ve daireye de görev olarak verilen terim, "gayri nizami harp"tir. "Gayri kanuni harp" değildir. Bunun gibi, "gayri nizami askeri kuvvetler" tabirinde de, bazılarının maksatlı olarak yorumladığı gibi, "gayri kanuni askeri kuvvetler" anlamı yoktur. (s. 245) İHTİYAÇ İÇİN Amerikalıların özel yardım faslından, daireye her yıl 1 milyon dolar yardım sağlanacak, bu yardımlar istenirse Türkiye'de veya istenirse Amerika'da ihtiyaçlar için kullanılacak, Amerika'dan satın alınacak teknik malzeme ve silahlar için yapılacak ödemeler, bu paradan mahsup edilecekti. Sayın Ecevit'in söylediği gibi dairenin resmi bütçesi yerine veya personel maaşları gibi ödemelere hiç kullanılamazdı. (sa.254)'MHP'li başkan' dedim, 'güvenilir bir arkadaşımız' dedi, komutan .1978-1979'daki başbakanlığım sırasında bir doğu ilçemizi ziyaret ederken, oradaki askeri birliğin komutanı olan generalle görüşüyordum. Kendisinin bir ara Özel Harp Dairesi'nde çalışmış olduğunu öğrenince, kuşkularımı belirterek, kendisinden bilgi almaya çalıştım. Generalin kuşkularımı yersiz bulması üzerine bir soru yönelttim: -Farz-ı mahal, bu ilçedeki Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) Başkanı aynı zamanda Özel Harp Dairesi'nin sivil uzantısındaki gizli elemanlardan biri olamaz mı? General: -Evet öyledir, ama kendisi çok güvenilir vatansever bir arkadaşımızdır, yanıtını verdi..." (28 Kasım 1990 / Milliyet Gazetesi) Kızıldere Özel Harp'in işi değil Mahir Çayan ve arkadaşlarının öldürüldüğü Kızıldere olayları ve adı işkenceyle ile anılan ünlü Ziverbey Köşkü sorgulamalarının Özel Harp Dairesi'yle ilgili olmadığını anlatan Yamak, Ecevit'i "Kontrgerillayı açıklamam iyi oldu, başbakan oldum" dediği için özel olarak eleştirdiğini belirtiyor. 1971-74 arası Daire Başkanı'ydı 1924 yılında Amasya'nın Merzifon ilçesinde doğdu. 1945'te Topçu Asteğmen rütbesi ile Harp Okulu'ndan mezun oldu. 1971'de Tuğgeneral, 1975'te Tümgeneral, 1979'da Korgeneral ve 1984'te Orgeneralliğe yükseldi. Tuğgeneral rütbesi ile 1971-74 döneminde Genelkurmay Özel Harp Daire Başkanlığı yaptı. 24 Temmuz 1987 tarihinde atandığı Kara Kuvvetleri Komutanlığı'ndan, 1 Eylül 1989 tarihinde yaş haddi nedeniyle emekli oldu. Turgut Özal'ın ölümüne kadar Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliği yaptı. Evli, üç çocuklu. Kontrgerillaya atfedilen olaylar 1955'te Selanik'te Atatürk'ün doğduğu evin bombalanması iddiası. 6-7 Eylül olayları. Kültür Sarayı'nın yakılması. 12 Mart Darbesi. Kızıldere Katliamı. Ziverbey Köşkü sorgulamaları. 1 Mayıs 1977 Olayları. Ecevit'e Çiğli Suikastı girişimi. Mehmet Ali Ağca'nın hapishaneden kaçırılması. Kahramanmaraş, Çorum ve Gazi Mahallesi olayları.( Hürriyet : 02 Ocak 2006 )
  11. bozkurtmusti

    DERİN DEVLET !..

    Türkiyenin Şu anda son zamanlarda Gündemini en Çok işgal eden Konu oLan derin devlet Konusudur bunu hepimizde meraK Ediyoruz bizde Turksanal olarak kendi çapimizda araştırmalar sunup yayınlıyoruz bu yayınları özelliklen seçiyoruz amacımız arada sıradada Olsa türkiyenin gündemini meşgul eden ve ülkemizin sahipleri sanan Bu tarz girişimleri elimizden geldiği kadar Burada yayınlamaktır Bu konu hakkında iyi bir araştırma yazısı sunmak istiyoruz. şayet bir nevide Olsa sizleri aydınlatabilirsek ne mutlu bize. Devlet sırrı en çok mafyanın, çetenin işine yarıyordu. Devlet sırrı birilerinin siyasi şantajları için ya da işbitirmek için elinde oyuncak ediliyordu. Devlet sırlarının içyüzü siyasetçilerin ve yüksek bürokratların eşlerinin konken partilerinden magazin dergilerine yansıyan dedikodulardan öğrenilebiliyordu. Eski bir MİT görevlisi Mehmet Eymür isteyince ABD'deki www.atin.org adlı internet sitesinden Meclis'in ve hükümetin sahip olmadığı bilgileri yayınlayabiliyordu. Birdenbire devletin gizli bilgi ve belgeleri tarih ve sayısı ile bir kaç icazetli gazetecinin köşe yazısına konu oluyordu. Birilerine aba altından sopa gösteriliyordu. Hatta öyle şeyler yaşadık ki, siyasi kâhinlerle işbirliği yapan gazeteciler MGK toplanmadan ve daha gündem açıklanmadan MGKínın hangi konuları konuşacaklarından öte, toplantı başlamadan alınacak kararları açıklamaya kadar vardırmıştı işi. Devleti savunduklarını sanan bu derin gazeteciler, devleti küçük düşürüyordu. Toplumun devlete olan güveni sarsılıyordu. Topyekûn savaşı manşetlerine taşıyarak iç savaş kışkırtıcılığı yapıyorlardı. Adaleti Savunanlar Derneği İstanbul İl Başkanı, Emekli Albay Tabib Prof. Dr. Nevzat Tarhan'a göre, devletin üstünde “Devlet İçin Devlete Rağmen” denen bir odak vardı. Bunlar bir şekilde komutanlara ve Cumhurbaşkanı’na aracısız ulaşıp “alo” diyebilecek kadar rahat kişilerdi. Bunların sayıları yüz kişiden biraz fazlaydı. Sürekli bir araya gelip toplanan, tıpkı bir tarikat ketumiyetiyle hareket eden gün geldiğinde yetkilerini alt kadrodan gelen özel yetiştirilmiş kişilere devreden bir gruptu. Bunlar devletin gerçek sahiplerinin kendileri olduğunu düşünüyorlardı. Bunun içinde rejimin dizginlerini tutabilmek gayesiyle sürekli bir strateji üretmeleri gerektiğine inanıyorlardı. Bu, “Devlet İçin Devlete Rağmen” denilen odak, bir şekilde bir kısım komutanları da ikna ediyordu. Şu anda Türkiye’deki Silahlı Kuvvetleri yöneten komutanlar vatansever kişilerdi. Her şeyini feda edebilecek insanlardı. Fakat yanlış bilgilendirildiler ve yanlış yönlendirildiler. Onlarda, post modern darbe denilen 28 Şubat sürecini yapmaya ikna edildiler. Yani psikolojik harbe maruz kaldılar. Bundan üç-dört sene sonra bu hatalarını anlayacaklardı. Hatta bir kısmı şimdiden anlamışlardı. Toplumla İletişim Başkanlığı (Tİ diye bir birim vardı. Kamuoyunda buna derin devlet deniyor, Psikolojik harp dairesi de deniyor. İlk olarak, 1954 yılında Seferberlik Tetkik Kurumu (STK) olarak organize ediliyor, halen daha taşrada bu şekilde çalışıyordu. Şimdi de Özel Kuvvetler Komutanlığı deniyordu. Bu bütün dünyada kurulduğu gibi, Türkiye’de de soğuk savaşın neticesi olarak kuruldu. Özellikle dünyayı saran komünizm tehlikesi üzerine oluşturuldu. Herhangi bir sıcak harp zamanında gerilla savaşıyla halkı örgütlemek için düşünüldü. 12 Eylül’den önce komünizme karşı çok iyi kullanıldı. Ama bugün Özel Kuvvetler Komutanlığı’nın bu amaçla kullanıldığını söylemek yanlış olurdu. Bugün bu ÖKK’nın dışında Batı Çalışma Grubu (BÇG) tarzında fikir üreten bir grup vardı. Bu yapılanma Silahlı Kuvvetlerin emir komuta zinciri dışında bir odaktı ve bu odak 28 Şubat kapsamında dini kesimlere karşı Psikolojik Harp istiyordu!.. Daha önce komünizme karşı silahlı güç olarak kullanılan Gladio’ya artık ihtiyaç kalmadı. Bundan dolayı 1990’lı yıllarda uluslar arası silah kaçakçılığı ve uyuşturucu işine girdiler. Bu işe girdikleri için tasfiye edildiler. Şimdi yeni bir sivil yapılanma içerisindeler. Türkiye’de şu anda bunun üzerine gidecek siyasi bir irade yok. Rahmetli Ayhan Songar, “Türkiye’deki solculardan psikopat, sağcılar arasından da geri zekâlı çok çıkıyor” derdi. Tabii bunun yanında da elindeki ekmeği vermek derecesinde bir saflık var. Şimdi yanlış da olsa hareket devletten geliyorsa “amenna” diyen insanlar da vardı ortada. Devleti yönetenleri bir insan olarak görmüyordu. Devleti yönetenlerin yanlışlarına hukuk çerçevesi içersinde “yanlış yapıyorsunuz” demeyi düşünemeyen insanlar vardı. ÖHD’de etkin bir görev almış Sami Karamısır Paşa, II. Selimin dayısı Yasef Nassi’den bu yana Yahudiler Türkiye içersindeki gizli örgütlerde etkili olmuşlardı. “Devlet İçin Devlete Rağmen” örgütünün ardında da tröst devletler hükmündeki siyonist lobilerin gücü ve adamları vardı. Bunlar medya-siyaset-sermaye destekli organize bir hareketti. Sermayeyi kullanarak Ankara’daki yüksek rütbeli bürokratlara ulaşarak onları ikna ederek faaliyetlerini belirliyorlardı. Bunların başarısında sermayeyi yanlarına almalarının büyük rolü vardı. Bu mekanizma, uluslar arası bir organizasyonun Türkiye ayağıydı. Ve bunlar tarafından organize bir çalışmayla Türkiye’deki devlet adamları ve komutanlar yanıltılarak ikna edildi. Yanıltılıp kullanılmada en önemli argüman özellikle İran olayının yanlış yorumlanıp, aksettirilmesi olmuştu. Bu provokasyonların karşısında özellikle cemaat ve tarikatlar çok olumlu bir psikolojik harp uyguladılar. Türkiye’deki dindar insanlara inançlarından dolayı yapılanlar Sudan veya başka bir İslam ülkesinde yapılsaydı kesinlikle iç savaş çıkardı. Türkiye’de bu savaşın çıkmaması çok ilginçti. Bu da Türkiye’deki toplumun demokratik ve hukuk olgunluğu içersinde olmasından kaynaklanıyordu. Ayrıca bunların askerin karşısında demokratik bir şekilde durmaları olabilecek bir çok hadiseyi engellediği gibi bir kısım komutanların gözünü açmasına da vesile oldu. Strateji uzmanı Nurullah Aydın, “medya-mafya-sermaye-bürokrasi-asker” ilişkisi derin devlet denen oligarşik yapının temellerini oluşturmaktadır. Kullanılan terminolojileri de Atatürkçülük, Lâiklik, Cumhuriyetçiliktir. Buradan yola çıkılarak kendi düşüncelerinde olmayan insanları irticaya destek veriyor, cumhuriyeti tehlikeye düşürüyor şeklinde harcamaya kalkıyorlar” diyordu. Bu psikolojik bir savaş yöntemi, 1994 ve 95’de brifinglerle yapıldı. Bu brifinglerde işlenen konu şu; “Türkiye’deki irticaî faaliyetler öyle artı ki, böyle giderse 2005 yılında ülke irticanın eline geçecek”ti. Bu irticaî faaliyetler olarak da toplumun cami yapmasını, Kur’an kursları açmasını, İmam Hatiplerin ve başörtülü bayanların artmasını misâl gösterdiler. Yani toplumdaki doğal olan dindarlaşmayı terörist bir hareket gibi algıladılar. Kimse “irtica” kelimesini tanımlamıyor. Bu da şuurlu olarak yapılıyordu. Bunun içinde “Kitlesel İş Tehditi”ni kullanıyorlardı. Bu faşizmin bir yöntemiydi. Derin devlet, elbette MİT veya Özel Harp Dairesi'den ibaret değildi. Derin devlet bir trendi ve kompartımanları vardı. Bunun içinde hukukçusu, üniversite öğretim üyesi, gazetecisi, işadamı, mafyası ve tetikçisi bulunuyordu. Karar mekanizması, bileşik kaplarda olduğu gibi, bir tanesinden bir şey basıldığı vakit, hepsi otomatik olarak aynı ayar noktasına geliyorlardı. Hepsi de ani bir refleksle birbirleriyle dayanışma içine giriyorlardı. Mesela Abdullah Çatlı uyuşturucu iddiasıyla Fransa'da yakalandığında, avukatlık işi için hapishanede ilk 12 Mart döneminin sol liderlerinden Sarp Kuray'ı aramıştı. Derin devletin sol unsurları da, sağ unsurları da vardı. Yapının bütün unsurları bütünleşmişti. Yani o sağcı, ben solcuyum; ben sağcıyım, o Kürtçü diye bir ayrım yoktu. Bu devasa yapı Türkiye'de operatif eylemler yaptı. Bu operasyonlar, Susurluk ve sonrasında iç çatışmalara sebep oldu. Çünkü biri konuştu, diğeri kendini kurtarma derdine düştü derken, bu yapıda çözülme oldu. O dönemin kimi önemli gazetecileri şimdi önemsiz oldu. Kimi önemli işadamları şimdi ya battı, ya önemini yitirdi. Kimi önemli polisleri şimdi ya yaşamıyor ya da bir kenara itildi. Bu yapının çözülmesinde bir de tabii Türkiye'nin Batı dünyasıyla entegrasyon sürecine girmesi de rol oynadı. Türkiye bugün ciddi bir değişim içinde. Gerçi derin devletteki irtibatların tortuları hâlâ yaşanıyor, adam askerden emekli oluyor, gidiyor bir mafya babasına danışmanlık yapıyor ama... Gene de derin devletin bu kısmı 1996'dan beri sıkıntıdaydı. Kendi işlerine gelen eylemleri yapamıyorlardı. Militarist Derin Devlet dediğimiz yapı; hedeflerinden biri olan AB konusundan dolayı açmak zorunda kaldığı kapıyı, -belli ölçüde kontrolünden çıkmış gibi görünen- seçimler sonucu ortaya çıkan AK Parti iktidarına, bugüne kadar olduğu gibi istediği şekilde yönlendirebilme şartlarının olabileceğini düşünerek açık tutu. Aslında CHP-DYP-MHP iktidarını öngürmüşlerdi; seçimlerde DYP ve MHP baraj dışında kalınca şok oldular. Umut haline gelen AB süreci; gerek ekonomik olarak ve gerekse de siyasi olarak bu konuda kararlılığını ortaya koyan AK parti iktidarını şimdilik benimsemelerine yol açtı. Gelişmeler dengelerin, TSK aleyhine bozularak geliştiğini gösterse de, bugüne kadar olduğu gibi, aynı ölçede bir güçle olmasa da direnmeyi sürdürecek toplumsal ve siyasi desteğe sahip olduğu gözardı edilemezdi. Siyasi iktidar boşluk bırakmazsa derincilere meydan daralıyordu. Derin deevlet sakinleri 11 Eylül ile gelişen sürecin kendisi lehine gelişeceğini düşünerek direncini bugüne kadar sürdürmüş ve bugün de aynı şartların oluşabileceğini, yani bölgede askeri çözümlerin ön plana çıkabileceğini, dolayısıyla kendisine ihtiyaç duyulabileceğini hesap ediyorlar. ABD ve İsrail’in dayattığı Büyük Ortadoğu Projesi, derin devletin zaruriyetini perçinledi. Dolayısıyla; toplumdaki yenilenme ve siyasetin yeniden yapılandırılması isteğinin, TSK’nın bu hedef ve yapılanmasına yönelmemesi, taleplerin bu doğrutuda oluşturulmaması, ancak Çetin Altan’ın her zaman dediği gibi “21.yüzyıla girerken Türkiye’yi de mutlaka biçimlendireceklerdir, enseyi karartmayın” demesinden farklı bir anlam taşımayacaktı. YORUM EKLE kaynak www.sonsaniye.net
  12. ee neden olacak eleştirilmek akp nin (arap kürt partisi) işine gelmiyorda ondan
  13. SAYIN HOCAM ELLERİNİZE SAĞLIK GÜZEL BİR YAZI OLMUŞ bu arada müsadenizle bir tarihçi olarak bazı noktalara değinmek istiyorum enver paşa ile m.k. Atatürk arasında tek fark Atatürkün gerçekçi ve akılcı bir zihniyetle hareket etmesidir enver paşasa hayalci bir yapıya sahiptti elbetteki Turancılık va yahut Kızıl elma mefkuresi yüce Türk milleti için değişmez tek hedef olsada bu odönem için 2. planda düşünülmesi gereken fiildi. çüğnkü önce kendi birliğimizi yani Anadolu birliğimizi sağlamalıyızki diğer Türk ve Türki devletlerle birlik olalım zaten M.K. Atatürk bunu bir sözünde şöyle dile getirmiştir: -Eğer ömrüm vefa ederse Kerküğü Türkiye sınırları içine katacağım Ama maalesef önderimizin ömrü vafa etmemiş ve kumandanımız vafat etmiştir. bu sebeple kısaca şunu çıkarabiliriz Atatürk realist yani gerçekçiydi Enver paşa ise aşırı ve zamansız idealistti yani hayalperesti ama dikkat edin zamansız olarak saygılarımla
  14. VARLIĞIM TÜRK VARLIĞINA ARMAĞAN OLSUN ne mutlu TÜRKÜM diyene! ATAM izindeyiz VATAN SAĞOLSUN!!! BU vatan bölünmeyecek bizim gibi güçlü TÜRK halkı oduğu sürece HER TÜRK ASKER DOĞAR!!!
  15. ERDOĞAN VE OBELİX KATKILARINIZ İÇİN TEŞEKKKÜR EDERİM DEDİM YA ÖNEMLİ OLAN UYANIK OLMAK,BİLİNÇLİ OLMAK!!! bu arada bindortyuzelliuç benim yazımda herhangi bir parti,siyasi isim adı var mı ben neden bahsediyorum siz neden bahsediyorsunuz.burada parti muhabbeti yapmadım ben...milletimizi ilgilendiren konulardan bahsediyorum...
×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.