Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

Anakonda

Φ Üyeler
  • İçerik Sayısı

    195
  • Katılım

  • Son Ziyaret

Anakonda - Başarıları

Ortak

Ortak (7/14)

  • İlk İleti
  • Ortak Nadir
  • İçerik Başlatan
  • Birinci Hafta Tamamlandı
  • Bir Ay Sonra

Son Rozetler

0

İçerik İtibarınız

  1. Her meslek dalında olduğu gibi "Eğitimcilik" de de birtakım hataları olan,yanlış uygulamalar yapan,ilkesiz,işini sevmeyerek yapan veya daha da ileri gider isek hasta ruhlu insanlar olabiliyor. Eğitimci kusursuz olacak diye bir kaide yok. Çünkü hiçbir insan kusursuz değildir... Günümüzde bilinçli ve bilinç dışı birtakım politikalar veya uygulamalar sonucu giderek kendi benliğinden uzaklaşan bir toplum haline dönüşmekteyiz. Bu şüphesiz toplumun en küçük yapı taşı olan "aile" kurumunada yansıyor. Toplumsal şiddetin ve sevgisizliğin arttığı bir ortamda aile kurumuda yıpratılıyor ve yıpranıyor. Boşanma oranları hızla artıyor. Yanlış doğru, doğru ise yanlış olarak algılanıyor. Ayaklar baş başlar ayak yapılıyor. Hal bu iken böylesi bir toplumda yetişmekte olan çocuk ve gençlerin kendi sorunları ve beraberlerinde yarattıkları sorunlarda artıyor. Ailede almaları gereken bazı temel değerleri (ki saten aileleride bunu verecek yeterlilikte değil) almadan okula gidiyorlar. Öğretmenlerin bu noktada öğretmeyi bırakıp eğitmek gibi bir seçenekleri yok. Kendileride zor yaşam koşulları nedeniyle,zaten kendilerinde var olmayan ,eksikliği olan birtakım değerler ile öğretmenlerin öğrencilere fazla verecek birşeyi olmuyor. İdealist olanlar elbette var ama toplumun çarkları onlarıda bir süre sonra öğütüyor. Eğitim kurumları adeta birer ticarethaneye dönüşüyor. Sorunlu ailelerden gelen sorunlu gençler suça ve şiddete açık ve meyilli oluyorlar. Bunlar kullanmak isteyen art niyetliler oluyor. Böylesi büyük ve gerçek problemler var iken yukarıdaki başlığı açmak ve öğretmene bu derece yüklenmek haksızlık gibi geliyor. Öğretmenin yaptığını onaylamıyorum elbet... Ancak yeni nesiller ile uğraşmakl hiçte kolay değil.. Sorunlu,temel değer yargılarını edinememiş,kimlik bunalımı içinde ve çoğunlukla saygı problemi olan çok sayıda insana laf anlatmak hiçte kolay değil. (hepsi böyle demiyorum istisnalar var elbet) Bunların ötesinde biz ufakken öğretmenlerimizin çok daha sert uygulamalarına maruz kaldık.. Evet belki o yaşlarda rencide olduk... Ama bunların çoğu kulağımıza küpe oldu... Öğretmen keyfi uygulamalar yapmamalı ancak güçlü bir otoritesinin olması gerektiğini düşünüyorum...
  2. Cumhurbaşkanlığı (aynı zamanda başkomutanlık) seçimleri Anayasada mevcut düzenlemeler çerçevesinde yapıldığı sürece bu konuda hiçbir mercii veya kurumun buna karşı beyanat vermeye ihtiyacıda,hakkıda yoktur. Cumhurbaşkanlığı seçim sürecine yani günümüze kadar gelen süreçte hem hükümetin hem de muhalefetin tutumu son derece yanlış ve uzlaşmaz bir tutumdur. Cumhurbaşkanlığı seçimlerini adeta bir rejim tartışmasına dönüştürenler, Genelkurmay Başkanlığı'nın son ve daha önceki açıklamalarına zemin hazırlayan ve adeta davetiye çıkaranlardır. Hem iktidar hem de muhalefet bu süreçte sınıfta kalmıştır. Ne yazık ki bu aymazlığın faturası yine Türk halkına kesilecektir. Genelkurmay Başkanlığı'nın sözkonusu beyanatı ülkemiz demokrasisi açısından övünülecek bir manzarayı ortaya koymamaktadır. Ancak bu aşamaya kadarki süreçte dediğim dedik politikalar izleyen, rengini bir türlü tam olarak anlayamadığımız, hatta kendilerini iktidara getiren seçmenlerin bile bu konuda zaman zaman şüpheye düştüğü iktidar ve her çözemediği problemde asker i örtü kapalı bir biçimde demokratik sürece müdahaleye adeta davet eden,sonrada sanki bunu kendileri yapmamış gibi "herşey siyasi platformda çözülmeli" şeklinde son derece iki yüzlü politikalar sergileyen muhalafet sorumludur. Türk halkı gelişmeleri dikkatle ve yakından takip etmektedir... Sahip oldukları mevkilerin üzerlerine yükledikleri sorumluluk bilinci ile hareket etmeyenlere bunu faturası şüphesiz sandıkta kesilecektir!!
  3. PKK Terrorist bir örgüttür. Dolayısı ile bu örgüte doğrudan ve/veya dolaylı destek veren ve sempati duyan herkes bu "Terrorist" tanımı içinde yer alır. Bu aslında herkesin bildiği ama nedense açıkça söylemediği veya sürekli hatırlatılması ve altı çizilmesi gereken bir gerçek. İster Kürt,ister Türk,ister İtalyan,İster Fransız ister ermeni kökeni ne olursa olsun bu örgüte destek veren herkes aynı Terrorist tanımlaması altında yer alır. Bugün sözde nevruz kutlaması adı altında bir araya toplandığını gördüm birilerinin. İçinde bulunduğum Trende 17-18 yaşlarında çocukların ellerine tutuşturulmuş paçavraları Trenin kapısından sarkarak açtığını ve salladığını gördüm.... Elimden zor aldılar... Herkes haddini ve hududunu bilmek zorunda... Birisi artık bunlara dur demeli...Meydanı boş buldular zair.... Tren karışmasaydı ve başkaları da ayağa kalkmasaydı herhalde elimden alamazlardı o adamları.... Neye hizmet ettiklerini bilmeden şuursuzca provokasyonlar yapıyorlar...!!!
  4. Türkiye'de yaşayan pekçok kimse bilir ki 20. yüzyılın başlarından itibaren Babıali de Ermeniler çok etkili olmuştur. Özellikle Basın sektöründe günümüzde hala etkilerini göstermektedirler. Türkiye'de Basın sektöründe çalışanların tümünü zan altında bırakmak doğru olmamakla birlikte ben günümüzde Türk Basının'da(ya da Medyasında) yabancı etkisinin tahminlerin çok üzerinde olduğunu düşünüyorum...
  5. Yazımda konu ile alakalı düşüncelerimi gayet açık bir biçimde izah ettiğimi düşünüyorum. Evet gerçekten Türkiye'de KYOTO protokolünü imzalamayan ülkelerden bir tanesi. Türkiye'nin kendi içinde bulunduğu koşullara bağlı olarak birtakım geçerli nedenleri olabilir. Ancak protokolün içeriğini ve o dönemde mevcut yönetimin ve güncel yönetimin sözkonusu protokolü neden imzalamadıklarını öğrenmek gerekir diye düşünüyorum. Bunları bilmeden yorum yapmak zor. Eğer sözkonusu gerekçeler konusunda bir bilginiz varsa paylaşmanızı temenni ederim. Yoksa "Aaa bak Türkiye'de KYOTO anlaşmasını imzalamamış deyip bir hüküm vermek doğru olmaz. Elbette anlaşmayı imzalamayan diğer ülkelerinde genel kabul gören veya görmeyen birtakım gerekçeleri vardır. Ancak Çevremizi ve genelde Dünya'yı korumak herkesin ve her yönetimin önceliği olmalıdır diye düşünüyorum. Çünkü bazıları yeniden yerine koyulamayan değerler. Eminim konu ile ilgili çıkar grupları(baskı grupları ya da sivil toplum örgütleri) birşeyler yapıyorlardır. Nevarki her uzlaşmazlıkta mutlaka bir ortayol bulunabilir diye düşünüyorum..... KÜRESEL ISINMA KISKACINDA TÜRKİYE RAPORU KÜRESEL ISINMA KISKACINDA TÜRKİYE RAPORU RAPORDAN; KÜRESEL ISINMA NEDENİYLE KURAKLAŞMAYA BAŞLAYAN TÜRKİYE 100 YIL İÇİNDE KUZEY AFRİKA’YA DÖNECEK. DÜZENSİZ, ANİ VE ŞİDDETLİ YAĞIŞLAR, SELLER, HEYELAN VE HORTUM GÖRÜLECEK. KÜRESEL ISINMA DURDURULAMAZSA TÜRKİYE’DE KIŞ MEVSİMİ ORTADAN KALKACAK. NEHİRLERİMİZDEKİ SU MİKTARI AZALACAK, KURAKLIK BAŞ GÖSTERECEK. AMERİKAN SAVUNMA BAKANLIĞI PENTAGON, KÜRESEL ISINMA NEDENİYLE AVRUPA’DAKİ KIYI KENTLERİNİN SULAR ALTINDA KALACAĞINI, SU KAYNAKLARINI ELE GEÇİRMEK İÇİN BÖLGESEL SAVAŞLAR YAŞANACAĞINI ÖNGÖRÜYOR ATMOSFERİ EN ÇOK ABD KİRLETİYOR. ANCAK “BENİM ÇIKARLARIM ÖNCE GELİR” DİYEREK KYOTO PROTOKOLÜ’NE İMZA ATMIYOR. ATO BAŞKANI AYGÜN: “BAŞKA DÜNYA YOK. HERKESE SORUMLULUK DÜŞÜYOR. BÖYLE GİDERSE BU DÜNYA BUSH’A DA KALMAZ Mevsimler birbirine karışıyor, baharı görmeden yaz geliyor. Dünyanın her yerinde görülmeye başlayan kavurucu sıcaklar, kuraklık, seller, insanlığın yeni kabusu küresel ısınmaya işaret ediyor. İşte G8 ülkeleri bu felaket senaryolarının gölgesi altında bugün İskoçya’da toplanıyor. Toplanıyor toplanmasına ya, kimse bu toplantıdan insanlık adına yararlı bir sonuç çıkmasını beklemiyor. Çünkü insanlığın çıkarları ülke çıkarlarının önüne bir türlü geçemiyor. Ankara Ticaret Odası’nın hazırladığı “Küresel Isınma kıskacında Türkiye” raporuna göre, Türkiye iklim değişikliğinin olumsuz etkileri açısından “risk grubundaki ülkeler” arasında yer alıyor. Türkiye’de kuraklaşma, seller hızla artıyor, içme suları ise azalıyor. Son 70 yılda 70 istasyonda kaydedilen sıcaklık verilerine göre, Türkiye'nin yıllık ortalama sıcaklıkları artma eğiliminde… Özellikle Akdeniz ve Güneydoğu Anadolu bölgelerindeki ısınma oranları, her 10 yılda 0.07- 0.34 derece arasında artıyor. Dünya Yaban Hayatı Koruma Fonu (WWF) nın raporuna göre Akdeniz havzasında bulunan Türkiye’de 40 dereceye yakın sıcaklıklar mevsim normali olacak. Tarım alanlarının ise yüzde 40’ı kuruyacak . DÜNYAYI CEHENNEME ÇEVİRİYORUZ Atmosferdeki karbondioksit gazı tabakası tıpkı bir “sera” gibi güneş ışınlarının içeri girmesine izin veriyor ancak ısının dışarı çıkmasına engel oluyor. Eğer sera etkisi olmasaydı dünyanın sıcaklığı – 20 dereceyi bulur ve dünyada yaşam olmazdı. Ancak, karbondioksit gazı oranının artması, dünyanın aşırı ısınmasına, bir başka deyişle “küresel ısınma”ya neden oluyor. Karbondioksitin artmasının baş sorumlusu ise insanoğlu… İnsanoğlu, yaşamını kendi elleriyle cehenneme çeviriyor. Sanayileşme ile birlikte atmosferdeki karbondioksit gazı miktarı artmaya başladı. Sanayi üretiminde kullanılan kömür, petrol ve doğalgaz karbondioksit oranını artırıyor. 1958'de karbondioksit bir metreküp havada 315 ppm (milyonda bir) iken, 2004'te 379 ppm’e çıkmış durumda. Sanayileşmenin ilk dönemlerinde yılda 1 ppm kadar artış yaşanırken 2003-2004 artışı 3 ppm… 2. Dünya Savaşı’ndan sonra dünya nüfusu 2 kat, enerji kullanımı 4 kat arttı. Bilim adamlarına göre, bu gidişat yeryüzündeki yaşamın giderek kötüleşmesine yol açacak. EN ÇOK ABD KİRLETİYOR Son yıllarda karbondioksitteki artışın hızını inceleyen bilimadamları, Çin ve Hindistan’ın bu artışa büyük katkısı olduğunu öne sürüyorlar. Ancak, “dünya karbondioksit üretimi”ni sıraya koyduğumuzda, ABD başı çekiyor. ABD dünya nüfusunun yüzde 4'üne sahip ancak karbondioksit üretiminin yüzde 25’ini sağlıyor. İngiltere yüzde 3 üretiyor. Hindistan, nüfusu 15 kat fazla olmasına rağmen karbondioksit üretimi hemen hemen İngiltere ile aynı. Ortalama bir Amerikalı yılda 6 ton, bir İngiliz 3 ton, bir Çinli 0.7 ton, bir Hintli 0.25 ton karbondioksit üretiyor. Atmosfere yılda 220 milyon ton karbondioksit bırakan Türkiye ise 20.sırada…2010 yılında bu rakam 400 milyon tonlara ulaşacak. Atmosfere yılda ortalama 21 milyar ton karbondioksit salınıyor ve bu miktar giderek artıyor. DÜNYA ALARM VERİYOR Küresel ısınma, kutuplardaki buzulların erimesine, iklimin ve mevsim şartlarının değişmesine, okyanusların ısınmasına, deniz seviyesinin yükselmesine, orman yangınlarının artmasına, göllerin küçülmesine, ırmakların kurumasına, kışın sıcaklıkların artmasına, ilkbaharın erken gelmesine, sonbaharın gecikmesine, bitkilerin erken çiçek açmasına, göç dönemlerinin değişmesine, kıyı şeritlerinin erozyona uğramasına, bulut ormanlarının kurumasına yol açıyor. Dünya Doğayı Koruma Vakfı (WWF) tarafından yapılan araştırmaya göre, küresel ısınma bu yüzyılın sonunda bitki ve hayvan varlığının üçte birini tehdit ediyor. Küresel ısınmanın etkileri dünyanın her yanında görülüyor. Milyonlarca insanı sel, kasırga, kuraklık, susuzluk ve salgın hastalıklarla karşı karşıya bırakıyor. Yükselen deniz seviyesi Pasifik adaları ve Hint Okyanusu'ndaki adaların çoğunu tehdit ediyor. DÜNYADA NELER OLUYOR? Grönland eriyor - Kuzey Yarımküre’nin en büyük buz kütlesi olan Grönland adası, küresel ısınma nedeniyle eriyor. Grönland kütlesinin erimesi, düşük seviyedeki sahil şeridinde bulunan yerleşim yerlerinin sular altında kalmasına neden olacak. Amazon ormanları yok oluyor - Brezilya hükümetinin yaptığı araştırmalar, dünyanın akciğeri sayılan Amazon’un 2003 yılında rekor düzeyde ormanlık alan yitirdiğini gösteriyor. Büyüklüğü 4.2 milyon kilometrekare olan Amazon’un şimdiye dek yüzde 20’si yok oldu. Buzullar eriyor - Küresel ısınma, buzullarıyla ünlü Arjantin’i etkisi altına aldı. Buenos Aires’in 3 bin 200 kilometre güneybatısında bulunan Lago Argentino şehri, bugüne kadar buzullarıyla turistleri kendine çekerken, artık tursitler dev buzulların sıcaklığın etkisiyle yıkılmasını izlemek için şehre geliyor. Hollanda kıyılarının 100 yılı kaldı: Hollanda sahillerinde, zeminin gelecek 100 yıl içinde 40 santimetre dolayında çökmesi bekleniyor. Avustralya'da 2002 yılında şiddetli kuraklık yaşandı. Kuzey Pasifik'te somon balığı popülasyonunda, bölgedeki sıcaklığın normalden 6 derece artması yüzünden büyük düşüş görüldü. Kalifornia kıyılarında binlerce deniz kuşu, denizlerin ısınmasının yol açtığı besin kıtlığı yüzünden öldü. TÜRKİYE AFRİKALAŞACAK Bilimadamlarına göre küresel ısınma önlenemediği taktirde Türkiye 100 yıl içinde Kuzey Afrika’ya dönecek. Yağışlar azalınca, başta GAP bölgesi olmak üzere, tüm nehirlerin taşıdığı su miktarı düşecek. Baraj göllerinin su seviyesi azalacak, hidroelektrik enerji üretimi ciddi oranda aksayacak. Yüksek basınç kuşağının kuzeye kaymasıyla ülkemizde hakim olabilecek tropikale benzer bir iklim; düzensiz, ani ve şiddetli yağışlar, seller, hortum, kasırga, heyelan ve erozyona yol açacak. Kasırga ve fırtınaların tetikleyeceği seller can ve mal kaybına neden olacak. Isınmayla birlikte denizlerimizdeki su akıntıları ve sıcaklık rejimleri değişecek. Balıkların göç yolları bozulacak. Kuru kesimlerde yüksek sıcaklıklarla birlikte orman yangınları ile tarımsal hastalık ve tarım zararlılarında büyük artışlar görülecek. Kavurucu sıcaklar ve kuraklık tarımsal ürünlerin hem çeşidinin hem de miktarının azalmasına neden olacak. Yaz yerine bahar turizmi yapılacak. Güney bölgeleri, turizmi kuzeye kaptıracak. Akdeniz yerine Karadeniz öne çıkacak. Kar yağışı giderek azalacak. Hatta kış mevsimi ortadan kalkacak. İklim değişiklikleri, göçlere neden olacak. Türkiye'de yaşayanlar kuzeye yerleşmeye çalışacak. Daha sık ve uzun süreli kuraklıklar olacak. Araştırmalara göre, 2030’da Türkiye’nin büyük bir kısmı oldukça kuru ve sıcak bir iklimin etkisine girecek, sıcaklıklar 2-3 derece artacak. Deniz seviyesinin 2030’da 30, 2050-2100 arasında da azami 100 santimetre yükselmesi bekleniyor. Denizlerin yükselmesinden kıyı kesimleri etkilenecek. Özellikle Sadullah Paşa ve Amcazade Hüseyin Paşa gibi bazı yalılar sular altında kalacak. Deniz seviyesinde yükselmelerle birlikte kıyı şeridi ve deltalardaki tarım alanları, plajlar ve yat limanları, kullanılamaz hale gelecek. VAN GÖLÜ KURUYOR Türkiye’de küresel ısınmanın birinci derecede etkisini gösterdiği yer Van Gölü… Göl ve çevresinde yıllık ortalama sıcaklık 1 derece arttı ve Van Gölü kurumaya başladı. Göldeki su seviyesi1994’te maksimum seviyeye ulaştı. 11 yıldır bu seviyeye ulaşamaması küresel ısınmanın göstergesi… Küresel ısınma devam ettikçe su seviyesi azalmaya devam edecek. Uydu görüntülerinden Van’ın Özalp ve Saray ilçelerinde tamamı kurumuş göletler saptandı. PENTAGON’UN FELAKET SENARYOSU Amerikan Savunma Bakanlığı Pentagon’un raporuna göre, 2020 yılından itibaren dünyada su ve enerji kıtlığının baş gösterecek. Rapora göre küresel ısınma nedeniyle dünyada şu değişimler yaşanacak: Avrupa’daki kıyı kentleri sular altında kalacak. İngiltere’de “Sibirya” soğukları yaşanacak. Küresel ısınmanın kuruttuğu bölgelerde su kaynaklarına sahip ülkeler, ellerindeki doğal kaynakları korumak için nükleer silahlara başvuracaklar. Tarım alanlarının ve su havzalarının korunması ve ele geçirilmesi nedeniyle çıkacak çatışmalar, terör örgütleri kanalıyla bölgesel savaşlara dönüşecek. KYOTO PROTOKOLÜ Kyoto Protokolü, küresel ısınma ve iklim değişikliği konusunda mücadeleyi sağlayacak uluslarası tek çerçeve… Protokolü 141 ülke imzaladı. Protokol, ülkelerin atmosfere saldıkları karbon miktarını 1990 yılındaki seviyelere düşürmelerini gerekli kılıyor. 1997’de imzalanan protokol, 2005’te yürürlüğe girebildi. Çünkü, protokolün yürürlüğe girebilmesi için, onaylayan ülkelerin 1990’daki emisyonlarının (atmosfere saldıkları karbon miktarı) dünyadaki toplam emisyonun yüzde 55’ini bulması gerekiyordu. Bu orana 8 yıl sonunda Rusya’nın katılımıyla ulaşılabildi. ABD KİRLETİYOR AMA İMZALAMIYOR ABD, “Benim çıkarlarım önce gelir” diyerek protokolü imzalamayı reddediyor. Bugün başlayan ve ana gündem maddelerinden birini küresel ısınmanın oluşturduğu G-8 Zirvesi öncesi bu tavrını imzalamama tavrını sürdüren Bush yönetimi, enerji fiyatlarını artıracağı ve ABD’de 5 milyon kişiyi işsiz bırakacağı gerekçesiyle Kyoto Protokolü’ne karşı çıkıyor. Kyoto Protokolü hükümlerine uyum, imza atan ülkeler açısından zorunlu… Tüm dünyada çevrenin korunmasına evrensel standartlar getiren protokole AB ülkelerinin tamamı taraf... Kyoto Protokolü ile devreye girecek önlemler son derece pahalı yatırımlar gerektiriyor. Sözleşmeye göre, Atmosfere salınan sera gazı miktarı yüzde 5'e çekilecek. Endüstriden, motorlu taşıtlardan, ısıtmadan kaynaklanan sera gazı miktarını azaltmaya yönelik mevzuat yeniden düzenlenecek. Daha az enerji ile ısınma, daha az enerji tüketen araçlarla uzun yol alma, daha az enerji tüketen teknoloji sistemlerini endüstriye yerleştirme, ulaşımda, çöp depolamada çevrecilik temel ilke olacak. Atmosfere bırakılan metan ve karbondioksit oranının düşürülmesi için alternatif enerji kaynaklarına yönelinecek. Fosil yakıtlar yerine örneğin bio dizel yakıt kullanılacak. Çimento, demir çelik ve kireç fabrikaları gibi yüksek enerji tüketen işletmelerde atık işlemleri yeniden düzenlenecek. Termik santrallerde daha az karbon çıkartan sistemler, teknolojiler devreye sokacak. Güneş enerjisinin önü açılacak. Nükleer enerjide karbon oranı sıfır olduğu için dünyada bu enerji ön plana çıkarılacak. Fazla yakıt tüketen ve fazla karbon üretenden daha fazla vergi alınacak. ATO BAŞKANI AYGÜN Rapora ilişkin değerlendirmelerde bulunan ATO Başkanı Aygün, hükümetler ve iş dünyasını yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanımı konusunda sorumluluk almaya davet ettiğini söyledi. Küresel ısınmaya engel olmak için kömür, petrol, doğalgaz gibi fosil yakıtlar yerine su, jeotermal, ve güneş enerjisinin kullanılması gerektiğini dile getiren Aygün, vatandaş olarak herkese düşen önlemler olduğunu kaydetti. Aygün şunları söyledi: Otomobilimizde kullandığımız benzin ve evimizde kullandığımız kömür ve doğalgaz ile bireysel olarak küresel felakete katkıda bulunuyoruz. Otomobilimizin hava ve yakıt filtrelerinin her zaman temiz olmasına dikkat etmeliyiz. Çünkü kirli filtreler fazla yakıt harcanmasına yol açıyor. Otomobillerimizde klimayı yalnızca gereksinim duyduğumuzda çalıştırmamız gerek. Çünkü klima da yakıt tüketimini artırıyor. Evlerimizde ısı yalıtımına dikkat etmemiz, çift cam tercih etmemiz gerekiyor. Dünyayı ultraviyole ışınlardan koruyan ozon tabakasını incelten sprey ve deodorantlardan da uzak durmalıyız Başka dünya yok. Herkese sorumluluk düşüyor. Böyle giderse bu dünya Bush’a da kalmaz”” http://www.atonet.org.tr/turkce/bulten/bulten.php3?sira=350
  6. Anakonda

    TÜRK OLMAK.....

    Sadece görmek istediklerini gören,duymak istediklerini duyan insanlar umarım bu anlamlı yazıyı okurlar. Tabii bunun için gönül gözlerininde açık olması gerekir... Yosa siz ne yaparsanız yapın görmezler,duymazlar ve anlamazlar... Çünkü bunu istemezler,çıkar saiki...vs... bir nevi idefix olur bu bakış açısı
  7. Maalesef konu Türkiye'yi ve/veya Türkleri ******mak (ki bu eleştiri maskesi altında yapılıyor) olduğunda bazı arkadaşların başka konularda hiç olamayacakları kadar yaratıcı olduklarını üzülerek gözlemlemekteyim. Irkı,inancı,milliyeti,cinsiyeti ve kökeni ne olursa olsun Dünya üzerinde yaşayan her insanı aynı ölçüde ilgilendiren bir konuyu dahi kendi ideolojik çıkarları uğrunda kullanabilmenin izahatı nasıl yapılabilir bunu bilemem tabii ki. Ben yinede Dünyamız ile ilgili son derece insani bir kaygıdan yola çıkılarak bu başlığın açıldığını farz ederek kendi görüşümü paylaşmaya çalışacağım. Dünyamızı ve üzerinde yaşayan canlı cansız tüm varlıkları tehdit eden sorunlar uzun zamandan beri mevcut. İnsanoğlu'nun kendi dışındakilere bakış açısının yanlışlığının temel teşkil ettiği sorunlar bunlar. Günümüzde sonuçlarını daha çok hissettiğimiz diğer bir deyişle "ektiğimizi biçmeye başladığımız" birtakım bilinçli ve/veya bilinçsiz yok edişler ve tüketim çılgınlıkları. Tekbaşına insan ve insanın giderek daha çok yükselen egosu, manevi olandan uzaklaşıp maddi olana esir olma. Evet maalesef Türkiye(devlet olarak) ve ülkemizde yaşayan insanlarında bu konuda çok duyarlı,yeterli bilgi ve bilinç düzeyine eriştiğini söyleyemeyiz. Ancak şunun altını özellikle çizmek gerekir ki bugün gelişmiş olarak ifade ettiğimiz ülkeler kendi gelişme süreçlerinde (gelişmekte olan ülke iken) çevre konusunda şu an gelişmekte olan Türkiye'nin gösterdiği duyarlılığın binde birini dahi göstermemişlerdir. Kendi gelişmişlik düzeylerini tamamlayıp (tüm dünya kaynaklarını fütursuzca sömürüp,çevreyi kirletip,doğadan ve kaynaklarında ölçüsüzce faydalanıp) bugün "gelişmiş" olarak tanımlanan ülkelerin günümüzde benzer süreçleri yaşayan "gelişmekte olan ülkelere" birtakım yasaklar ve hatta yaptırımlar uygulamaları ne tip bir iki yüzlülüğün hayata geçirilmesidir bunuda belirtmek gerekir. Bunun ötesinde bir yanlışıda düzeltmekte fayda var diye düşünüyorum günümüzde hala çevrenin yok oluşuna neden olan ve doğal kaynakları en fazla yok eden faaliyetleri yürüten ülkeler yine bu gelişmiş ülkelerdir. Başta Kuzey Amerika,Batı Avrupa ve Birtakım Asya ülkeleridir. ABD'de bu konularda mevcut sivil toplum örgütlerinin birtakım global faaliyetleri elbet mevcut. Ancak unutulmamalı ki ABD çevre ile ilgili Uluslararası antlaşmalara imza koymayan ülkelerin başında gelmektedir. Keza aynı şey batı Avrupa ülkeleri içinde geçerlidir. Türkiye'yi Dünya'nın kaynaklarının yok edilişinde birinci sıraya koymak izah edilebilir gibi değil. Ancak şu var ki bu konuda gerek devlet olarak gerek sivil toplum örgütleri ve halk olarak kat etmemiz gereken çok yol vardır....
  8. İyi dileğin için Teşekkürker Marcus. Bilmukabele diyorum...
  9. Ya Evrensel kusura bakma ama bu son derece sığ ve yüzeysel bir yorum olmuş.. benimde onlarca gayrımüslim ve yabancı arkadaşım hatta akrabam var. o insanlarla yaşadığın ikili munasebetlerden yola çıkarak böyle bir tahlil yapamazsın. kaldı ki burada kimse genelleme yapıp şu halk toptan Türk'lere düşman falan diyemiyor,demez,dememeli... bu da aynı derecede yüzeysel ve abes olur.... realiteler bunların çok ötesinde....
  10. Türkiye-Ermenistan Siyasi İlişkileri Türkiye, 16 Aralık 1991 tarihinde Ermenistan'ın bağımsızlığını tanımış ve bağımsızlığının ardından ekonomik güçlüklerle karşılaşan Ermenistan'a insani yardımda bulunmuştur. Türkiye, ayrıca, toprakları üzerinden Ermenistan'a insani yardım malzemesi gönderilmesine imkan sağlamıştır. Ermenistan, Türkiye tarafından Karadeniz Ekonomik İşbirliği Örgütü'ne kurucu üye olarak davet edilmiştir. Bununla birlikte, Ermenistan’ın uzun bir süreden beri izlediği, iyi komşuluk ilişkilerinin ruhuna aykırı, sabit bazı politikaları nedeniyle Türkiye’nin Ermenistan ile diplomatik ilişki kurması mümkün olamamıştır. Türkiye, Ermenistan ile ilişkilerin normalleştirilmesini istemektedir. Bu bağlamda, Dışişleri Bakanı Sayın Abdullah Gül Ermeni meslektaşıyla uluslararası zirveler marjında birçok kez biraraya gelmiştir. Ancak, Ermenistan yöneticilerinin Türkiye karşıtı tutum ve beyanları ile Ermeni yönetiminin iyi komşuluk ilişkilerine uygun davranmaması, bu ülkenin uluslararası hukukun temel ilkelerine ve BM Güvenlik Konseyi Kararları’na aykırı resmi tutumu Türkiye’nin bu komşusu ile diplomatik ilişki kurmasına imkan vermemektedir. Ermenistan Bağımsızlık Bildirisi’nin 11. Maddesinde, Türkiye’nin Doğu Anadolu Bölgesi için “Batı Ermenistan” ifadesine yer verilmektedir. Ermenistan Anayasası’nın 13. Maddesinin 2. paragrafında, Devlet Arması’nda Ağrı Dağı’nın da bulunduğu kayıtlıdır. Ermenistan, Sovyetler Birliği’nin halefi olarak, Türkiye ile Ermenistan arasındaki sınırı belirleyen 1921 tarihli Kars ve Gümrü Antlaşmalarının yürürlükte olmadığını savunmaktadır. Ermenistan sözde soykırımın uluslararası alanda tanınmasını öncelikli dış politika hedefi olarak benimsemiştir. Asılsız soykırım iddiasına Ermenistan Bağımsızlık Bildirisi’nde de yer verilmektedir. Ayrıca, Ermenistan 822, 853, 874 ve 884 sayılı BM Güvenlik Konseyi Kararlarına uymayarak, Azerbaycan’ın toprak bütünlüğünü tanımamaya ve halen Azerbaycan topraklarının yaklaşık yüzde 20’sini işgal altında tutmaya devam etmektedir. Son Güncelleme: 01.11.2006 Kaynak:Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı http://www.mfa.gov.tr/MFA_tr/DisPolitika/B...+Ermenistan.htm Türkiye Cumhuriyeti Sınırları içerisinde yaşayan herkes ülkemizdeki mevcut hukuk kurallarına uymak durumundadır. Ülkemiz insanının Ahlaki değerlerine,kültürüne,tarihine ve ortak değerlerine kimse sövme ve iftira etme hakkına sahip değildir. Herhangibiri bir konuda görüş beyan ediyorsa bu genel saygı kuralları içerisinde yapılmalı ve ilgili konu ile alakalı bilimsel belge ve kanıtlarla desteklenmelidir. Aksi taktirde bu bir düşünce değil düpedüz iftira olur.(Ya da provokasyon) Ülkemizde yaşayan azınlıklar ( hernekadar Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı da olsalar) Türk halkının hoşgörüsünü istismar edemezler. Ülkemizde mevcut ermeni kökenli Türk vatandaşları aksine Türkiye ile Ermenistan arasındaki ikili ilişkilere olumlu katkıda bulunmalıdır. Bunun gerçekleşmesi adına gerek Ermenistan gerekse diğer ülkelerde yaşayan ermeni gruplar nezninde girişimde bulunmalıdırlar. Yoksa Türk karşıtı ermeni tezlerini destekler bir biçimde belge ve dökümanla desteklenmeyen birtakım açıklamalar yaparak iki toplum arasında iyi ilişkilere katkıda bulunamazlar. Aksine yaptıkları tahrik edici ve kötü niyetli bir eylem olur. Hiçkimse herhangibir konudaki farklı görüş ve düşüncelerinden dolayı hiçbir şekilde şiddete maruz bırakılamaz. Ancak düşünce ile iftirayı birbirinden ayırmak gerekir. Düşüncenin dile getiriliş biçimi,dile getirildiği,yer,zaman ve platform, geçerli kanıtlarla desteklenip desteklenmediği önemlidir. Aksi taktirde bu konularda özen gösterilmeden dile getirilen bir düşünce ancak provokasyon amaçlı,bilimsel olmaktan uzak bir düşüncedir ve iftira niteliğindedir. Gerek Ermenisatn'ın tutumu gerekse Dünya'nın diğer ülkelerinde yaşayan ermenilerin tutumu Ülkemize karşı genelde barışçı ve uzlaşmacı olmaktan uzak ve "Düşmanca" olarak tanımlanabilecek bir tutumdur. Bu noktada ülkemizde yaşayan ermeni asıllı vatandaşlarımızın görüşlerinin hernekadar bunlar ile aynı ölçüde olmasada bunlardan çokta farklı olduğunu düşünmüyorum. Eğer barış adına bir adım atılması gerekiyorsa bu adımların %30'unu ülkemiz atacaksa %70 ini Ermeniler atmalıdır. Ermenilere karşı bir husumet beslemeyi doğru bulmamakla birlikte ülkemize yönelik izlenen düşmanca politikalarada sessiz kalınmaması gerektiğini düşünüyorum. Sadece savunmada olmanında çözüm olmadığını belli bir noktadan sonra karşı saldırı(politik,diplomatik,siyasal,ekonomik ve diğer alanlarda) yapılması gerektiğini düşünüyorum. Ermenilerin Türklere karşı izlediği "Irkçı" tutumu Azerbaycanı işgal etmeleri ve Azeriler sırf Türk kçkenli diye onları katletmeleri ve göçe zorlamalarından anlayabiliyoruz. Bu Birileri "Irkçılık" kavramları ile ilgili atıp tutmaya başlayacaklarsa bunu Ermeniler nezninde yapmalarını Önemle rica ve tavsiye ediyoruz. SAYGILAR
  11. "Milliyetçilik iyi birşey değilmiş,övünülecek birşey değilmiş" şeklinde buyurmuşlar bir arkadaş. Öyle ki kendisi 1789 fransız ihtilalinin gerçekleştiği,milliyetçilik akımının çıkış noktası olan bir ülkeden bizlere ulaşıyor diğer mesajlarından edindiğim kadarıyla. Fransızların (hernekadar genelleme yapmaktan hoşlanmasamda) karşınıza çıkabilecek en patriotik insanlar olduğunu belirtmeme gerek yok herhalde bunu herkes bilir. Nedense şu "milliyetçilik" kavramı sadece biz Türkler sözkonusu olduğunda "kaka" bir kavram oluyor. Milli duygularla hareket edenler şovenlik ile ya da faşist olmakla itham ediliyorlar. Bu garip ve herkesin malumu olan çifte standart sürüp gidiyor. Acaba Ermeniler hangi duygulardan yola çıkarak yıllardır biz Türklere olan kinlerini kusuyorlar her fırsatta? Acaba Enternasyolist duygular mı? Ya da hümanistler mi? Belkide aslında halkların kardeşliğine inanıyorlardır ama Türkler birazcık üvey kardeştir.?? Kim kimi kandırıyor acaba.Yoksa bazıları kendinimi kandırıyor sadece.. Bana göre "milliyetçilik" iyi ve yüceltilmesi gereken bir duygudur ve herkeste az veya çok bulunmaktadır(hernekadar inkar etsekte). Yanlız sözkonusu olayda çıkış noktası milliyetçilik ise(ki bu olay en çok Türkiye'ye zarar vermiştir) biz bunu milliyetçilik olarak değil direkt egosu şişirilmiş hasta bir ruh halinin eyleme dönüşmüş hali olarak görebiliriz. Sözde milliyetçilik duygusunun ardına saklanmış aşağılık kompleksi ya da toplumda yer edinme kaygısı.Maalesef bunun gibi insanlar var ülkemizde ancak kimse bunu genele yayıp toplumumuz tarafından kabul görmüş yaygın bir anlayış olarak lanse etmemelidir. Şunuda tekrar belirtmek gerekir ki foruma yazı yazan herkes sırf farklı düşünüyor diye bir insan canına kıymanın yanlış olduğunu defalarca ifade etti. Ama temcit pilavı gibi sanki bu insanlar böyle dememiş gibi yazılar yazılıyor. Başka diyecek sözünüz yoksa susun. Susmakta bir erdemdir.
  12. Kusura bakma ama "Hepimiz Ermeniyiz" sloganının manasını izah etmeye çalıştığın yukarıdaki yazında pek te başarılı olduğunu belirtemeyeceğim. Aslında burada tartışılan konu Hrant Dink'in kim olduğunun,neden öldürüldüğünün doğru algılanması ve değerlendirilmesidir. Cinayet sonrası yaşanan ve toplumun her kesiminden gelen tepkilerdir. Suçluların kim olduğu nasıl yakalandığıdır. İşlenen suçun niteliği,yeri ve zamanlamasıdır. Hadiseye karşı içte ve dışta sergilenen yaklaşımlardır. Bunların ötesinde şahsın cenaze merasımi ve merasimin nasıl gerçekleştiği ve öncesinde yapılan birtakım eylemleride doğru analiz etmek gerekir. Şunun altını hemen çizmek gerekir ki Türk insanının diğer insanlardan daha hoşgörülü olma hele kendisine karşı aleni ve düşmanlık beslediği tüm Dünyaca bilinen bir topluma karşı hoşgörülü olmak gibi bir misyonu helede mecburiyeti hiç yoktur. Elbette cinayet hem hukuki hemde ahlaki açıdan kabul edilebilir bir eylem değildir ve "insan" olma paydasında birleşen herkes bunu kınayacaktır. Suçlu veya suçlular yakalanıp adalet karşısına çıkarılıp gerekli cezayı alacaklardır. Bu zaten hukuk devleti olmanın kaidesidir. Ancak hiçkimse Türk halkından ve devletinden bunun ötesinde birşey beklememelidir. Türk halkı Ermeni halkına göre zaten çok daha barış sever ve toleranslı bir halktır. Türk halkının ermenilere olan kızgınlığının nedeni Ermenilerin Türk halkına karşı sergiledikleri bitmez tükenmez ve bıktıran düşmanca tutum ve politikalarıdır. Ermenistan sırf tarihte yaşandığını iddia ettiği sözde soykırımın öcünü almak adına bizlerle akraba olan Azerbaycan topraklarını yasadışı olarak işgal etmiş binlerce azeriyi katletmiş ve sürmüştür. Azerbaycanın bir kısım toprağı hala Ermeni işgali altındadır. Dünya'nın neresine giderseniz gidin Türklere karşı nefret tohumları eken ermeni yapılanmaları ile karşılaşırsınız. Her aklı başında Türk vatandaşı bilir ki ermenilerin asıl amacı Türklerin sözde soykırımı tanımasının çok ötesindedir. Ermenistan ve ermeniler düşmanımın düşmanı dostumdur felsefesi ile Türkiye'ye karşı birtakım terör örgütlerine dolaylı ve doğrudan destek verirken hatta üs vazifesi görürken özellikle Yunanistan ile ve Güney Kıbrıs Rum yönetimi ile Askeri iş birliğine gitmiştir.... Azerbaycan ile İran arasında Hazar denizinde kriz patlak verince Ermenistan İran'a da yaklaşmıştır. Şimdi hal böyle iken yapılabilecek hiçbir açıklama birtakım Türkiye Cumhuriyeti Vatandaşları'nın (Ermeni kökenli değilse) "Hepimiz Ermeni'yiz" şeklinde pankart taşımasını ve sözkonusu törenin bu derece show a dönüştürülmesini izah edemez. Bu tip pankartlara tepki gösteren insanları "ırkçı" veya "kafa tasçı" olmakla itham etmekte oldukça vahim bir yaklaşım olarak nitelendirilebilir.
  13. Hrant Dink sadece Agos gazetesi genel yayın yönetmeniydi. Bir gazeteciydi. Ermeniydi ve Türkiye Cumhuriyeti Vatandaşıydı. Ulusumuzun tarihine yönelik hiçte tarafsız sayılamayacak Ermeni tezlerini destekler birtakım açıklamalar yaptı ve ister beğenin ister beğenmeyin hukuka aykırı hareket etti(301). Mevcut bir kanunu ihlal etti. Böylece adı toplumun daha çok kesimine ulaştı. Doğal olarak Anti-Turk olan yurt içi ve yurt dışı odaklarca desteklendi. Şimdi soruyorum "Aydın" ne demektir. Bu şahıs kendisini "Aydın" addetmemizi sağlayacak hangi fikirleri üretmiştir? Ülkemizin düşünce ve sanat hayatına ne gibi katkılar yapmıştır? Yoksa Sadece Gazeteci olması veya Türkiye'nin resmi tezlerine karşı birtakım açıklamalar yapması(ki bu açıklamalar hangi bilimsel tezlerle desteklenmiş muamma) bir insanın "aydın" olarak tanımlanması için yeterli (hatta olmazsa olmaz)mı?
  14. Show TV'de Perşembe günleri saat 20:00 de yayınlanan yerli yapım "Doktorlar" dizisi bence seğredilmeye değer bir dizi. Gerek senaryo zenginliği,gerekse oyunculuk kalitesi ile dikkat çekiyor. Hernekadar mekan olarak ülkemizin en donanımlı hastahanelerinden bir tanesi seçildiysede doktorların ne kadar zor koşullarda çalıştığını ve mesleklerinin ne derece zor ve sorumluluk isteyen bir meslek olduğunu anlayabiliyorsunuz. Araya serpiştirilen duygusal sahneler ve fazla abartılmadan verilen aşk hikayeleri diziye ayrı bir tad katmış. Umarım dizi aynı çizgide daha çok seyirciye ulaşarak devam eder....
  15. Sen ne kadar ben Laik"im ben batı değerlerini savunuyorum,ben halkların kardeşliğine ve evrensel olan insan hak ve özgürlüklerine inanıyorum dersen de sonuç hep aynı olacaktır.. Dünya üzerindeki ülkeler tarihlerini biliyorlar(yanlışta olsa doğruda). buradan yola çıkarak bir takım ulusal politikalar üretip bunları adım adım hayata geçiriyorlar.. tarihsel hesaplaşmaları ve düşmanlıkları ayakta tutuyorlar....... bizimkiler ise halkların kardeşliği yok barış güvercinleri (bunlara karşı değilim herkesin temennisi ama Gerçekte böyle birşey Yok olamıyor....tek tarafın çabasıyla o güvercin yaşatılamıyor) Türk olmak ve İslam olmak bile en barışçı olanların size karşı olumsuz duygu ve düşünceler beslemelerine yeterli sebep oluştururken siz burada "hepimiz ermeniyiz" diye garip bir davranış kalıbının çığırtkanlığına soyunuyorsunuz. Evet frozen bunları göremiyor bazıları temelde iyi niyetli ve barışçı olsalarda(ki bu hepsi için söylenemez hesaplı ve bilinçli olarak böyle davrananlar var) göremiyorlar... Türkiye gibi uzun ve köklü bir tarihe sahip onlarca imparatorluk ve devlet kurmuş,bir zamanlar dünya'ya hükmetmiş imparatorluk geleneğne sahip, Atatürk gibi tüm Dünya'nın önünde saygı ile eğildiği liderler çıkarmış bir ülkenin halkının düştüğü ve düşürüldüğü durumlara bakıp bakıp hüzünlenmemek mümkün değil..
×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.