Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

mmustafa

Φ Üyeler
  • İçerik Sayısı

    30
  • Katılım

  • Son Ziyaret

1 Takip eden

Diğer Bilgiler

  • Website URL
    http://www.varliktanveriler.com

Profil Bilgileri

  • Cinsiyet
    Erkek
  • Yer
    ADIYAMAN
  • İlgi Alanları
    Tasavvuf

mmustafa - Başarıları

Yazar

Yazar (5/14)

  • İlk İleti
  • Ortak Nadir
  • İçerik Başlatan
  • Birinci Hafta Tamamlandı
  • Bir Ay Sonra

Son Rozetler

0

İçerik İtibarınız

  1. Bilimin, bir insanın eserlerini, bilimsel buluşlarını; din, dil, ırk,mezhep ve siyasal kimliği gözününde bulundurmadan değerlendirdiğini düşünüyorum. Ve böyle olmasınıda yeğliyorum.. Ayrıca sizin bu yaklaşımınızın günümüz türkiyesinde yaşayan insanlar için geçerli olduğunu da biliyorum. Bunları Günlük hayatta her gün yaşıyor ve sizin yukardaki örneklerinizde de bolca görüyoruz. Sizin nobel olayına yaklaşımınız, bu coğrafyada yaşayan bir insanın düşünce ve yorumlama kısırlığını göstermektedir. Türkiyede ne yazkki, fikirler, eserler ve buluşlar kadar bunları ortaya koyan insanların Bağlı oldukları sendikaları, üye oldukları partileri, mensubu oldukları din ve mezhebleri, gittikleri kulüb, bağlı olduğu cemaat .... vesiresi daha önemli bir konumda olduğu için sizinde Bilim adamı yaklaşımınızda Müslüman ayrımını yapmanız gayet normal. İşte bilimin yozlaştığı ve sınırılarının daraldığı nokta bu olsa gerek.. Ayrıca bırakın yunandan, grekten, farstan ve almandan etkilenmeyi... bunlar basit ve gereksiz savunmalar.. Kimin kimden etkilendiği hiçte önemli değil, önemli olan insanlık yararına bir şeyler ortaya koymaktır. Saygılar / Sevgiler
  2. Bu mink ve aynı zamanda temelsiz bilgileri bir yana bırakıp büyük bir bilgi vermek istiyorum. Önemli olan nobel ödülü almak mı yoksa nobelin ödülünü verdiği bilimlerin mucidi olmak mı? İslam bilginleri ni tanıyalım ozaman : --- İslam Uygarlığının, Bilim ve Teknolojiye Olan Katkıları Medeniyet, dünyadaki bütün milletlerin ortak malıdır.Her toplumun bugünkü medeniyet çizgisinde az olsun çok olsun bir payı vardır.Sadece bu pay Avrupalılara ait değildir.Bu medeniyet paydasında Çin,Mısır, Hint, Roma, v.b. Medeniyetlerin de bir payı vardır.Medeniyet yarışı uzun koşulu bir bayrak yarışına bezer.Ortaçağda bu bayrağı İslam Medeniyeti almış olup sonra gerileme dönemine girince bu bayrağı Batılılar almıştır.Batı bugünkü seviyesine sadece kendi kendilerine gelmemiştir.Müslüman bilim adamlarından bir çok sahada etkilenmişlerdir. Bilim alanındaki keşiflerin bir çoğu, 9. yüzyıldan 14. yüzyıla kadar uzanan dünya tarihinde , dönemin en ileri uygarlığı olan "İslam Uygarlığı"nın ürünüdür. Akıla ve bilgiye dayanan bu uygarlık, dünyanın bugün sahip olduğu pek çok değere de kaynaklık etmiştir. Kur?an'da, evrenin yaratılışı ve kainatın düzeni ile ilgili ayetlerin bildirilmesi, İslam?da akla, bilgiye ve bilgi sahibi olmaya büyük önem verilmesi, doğada Allah'ın varlığının delillerinin görülmesi, evrendeki her nesne ve varlığın birbirine olan uyum ve bağlılığı; Ayrıca toplumsal yaşantının getirdiği ihtiyaçtan kaynaklanan ( Oruç, namaz vakitleri için Astronomi v.b.) sebeplerle söz konusu dönemde bilimsel ilerleme Müslümanlarda görülmüştür. Teknik ilimler, tıp, astronomi, cebir ve kimya gibi birçok alanda önemli neticeler elde eden Müslüman bilim adamları, medeniyet ve kültür sahasında kısa zamanda kendilerini tüm dünyaya kanıtlamışlardır. Buluşlarıyla uygarlığa vesile olan Müslümanlar, ilerlemenin yolunu açmışlardır.Batı?daki Rönesans ve Reform hareketlerine öncüllük etmişlerdir. ( Prof.J.Risler ?Müslüman astronomistler, matematik alimleri derecesinde Rönesans?ımıza tesir ettiler.? -E.F.Gautier ? Yalnız Cebir değil, diğer matematik ilimlerini de, Avrupa kültür dairesi, Müslümanlardan almış olduğu gibi, bugünkü Batı matematiği gerçekten İslam matematiğinden başka bir şey değildir.?) Müslüman bilim adamları öncelikle, bilim evrensel olduğu için ? İlim Çin?de dahi olsa gidip alınız.(Hadis) - Batı'da Roma ve Doğu'da başta Çin olmak üzere, diğer devletlerde geliştirilen bilim ve teknolojiyi rehber almışlar ve önemli kaynakları tercüme etmişlerdir. Bu bilgi birikiminin içinden imanî ve teknik anlamda yanlış ve tutarsız olan noktaları çıkartarak, kendilerine fayda sağlayacak duruma getirmişlerdir. İlk adım niteliğindeki çalışmalarının ardından, elde ettikleri bilgileri değerlendirip yorumlayarak bilim ve teknolojiye özgün olarak katkıda bulunmaya başlamışlardır. Beşinci yüzyılın ikinci yarısında doğup gelişen İslamiyet, deneye ve gözleme dayalı bilimin gelişmesinde önemli bir rol oynamıştır. İslam Tarihi'ne baktığımızda, Kuran'la birlikte Ortadoğu coğrafyasına bilimin de girdiğini görürüz. İslam öncesindeki Araplar, türlü batıl inanışa ve hurafeye inanan, evren ve doğa hakkında hiçbir gözlem yapmayan bir toplumdur. Ancak İslam'la birlikte bu toplum medenileşmiş, bilgiye önem verir hale gelmiş ve Kuran'ın emirlerine uyarak evreni ve doğayı gözlemlemeye başlamıştır. Sadece Araplar değil, Türkler, Kuzey Afrikalılar gibi pek çok toplum, İslamiyet'i kabullerinin ardından aydınlanmıştır. Kur?an'da insanlara öğretilen akılcılık ve gözlemcilik, özellikle 9. ve 10. yüzyıllarda büyük bir medeniyetin doğmasına yol açmıştır. Bu dönemde yetişen çok sayıda Müslüman bilim adamı, astronomi, matematik, geometri, tıp gibi bilim dallarında çok önemli keşifler gerçekleştirmiştir. Tıp ve eczacılıkta İbn-i Sina ve Razi gibi alimler, anatomi ve tedavi alanına pek çok yeni bilgi eklerken ; tarih ve coğrafya bilimlerinde İbn-i Haldun, İdrisi ve Taberi gibi pek çok İslam âlimi, bilimsel teorilerde önemli ilerlemeler kaydetmişlerdir. Özellikle optik alanında, on birinci yüzyılda İbn-i Heysem, bu bilim dalını tek başına yeniden inşa etmiştir. İslam dünyasında yetişen bilim adamlarından * Cabir Bin Hayyan, ?'Kimyasal maddeleri, uçucu maddeler, uçucu olmayan maddeler, yanmayan maddeler ve madenler'? olarak dört grupta toplar. Cabir Bin Hayyan'ın bu çalışması, modern kimyanın kurucusu olarak bilinen Lavoisier'e öncülük eder. * El-Kindi, Einstein'dan 1100 yıl önce 800 yılında, izafiyet teorisi ile uğraşır. El-Kindi, ?'Zaman cismin var olma süresidir, zamanla bilinebilen ve ölçülebilen hız ve yavaşlık da hareketin sonucudur. Zaman, mekan ve hareket birbirinden bağımsız değildir, göğe doğru çıkan bir insan ağacı küçük görür, inen insan ise büyük görür' der. 9. yüzyılda yaşamış olan * Sabit bin Kurra, astronomi alanındaki ilk büyük yeniliği gerçekleştirmiş Diferansiyel hesabı, Newton?dan önce belirlemiş, Geometriyi aritmetiğe ilk uygulayan kişi olmuştur. Bunlar, gerçekten zamanlarının çok ilerisinde çalışmalardır. Söz konusu çalışmaları ile bilim tarihine adlarını yazdıran Müslüman bilim adamları, çoğunlukla devlet tarafından maddi-manevi destek görmüş, teşvik edilmiş, halk arasında itibar kazanmışlardır. * Ahmet Fergani,fen bilimlerinde, deneyle sabit olmayan bilgilere itibar edilmemesi gerektiğini söylemiş, enlemler arasındaki mesafeyi hesapladığı gibi, Dünya'nın eksenindeki ekliptik eğimi 23° 27' ilk defa en doğru şekilde hesapladı. * El-Battani, Trigonometrik bağlantıları bugünkü kullanılan şekliyle formülleştirmiş, 877 yılından 929 yılına kadar sürekli astronomik gözlemler yapar; Tanjant ve Kotanjant'ın tanımını yaparak Sinüs, Tanjant ve Kotanjant'ın sıfırdan doksan dereceye kadar tablosunu hazırlar. J.Risler: ?Trigonometrinin gerçek manada mucidi Battani?dir.? * Ebubekir er-Razi, cerrahide dikiş malzemesi olarak ilk kez hayvan bağırsağını kullanır; tıp biliminde deney ve gözlemin çok önemli olduğundan bahseder. * Ebü'l-Vefa trigonometriye "Sekant ?Kosekant- tanjant-cotanjant" kavramlarını kazandırır. Gözün görülebilir cisimler doğrultusunda ışınlar yaydığını söyleyen Öklid ve Batlamyus'a karşı; ?'Görülecek cismin şekli, ışık vasıtasıyla gözden girer ve orada mercekler vasıtası ile nakledilir' diyerek, yaptığı sayısız denemelerle 'göze gelen uyarıların görme sinirleri ile beyne iletildiğini' belirtmiştir. * İbnü-l-Heysem ise optik biliminin öncüsüdür. Roger Bacon ve Kepler onun eserlerinden faydalanmışlar, Galileo onun eserlerinden faydalanarak teleskopu bulmuştur. * el-Beyruni; Çeşitli maddelerin birbirinden ayırt edilme yollarından birinin, maddelerin özgül ağırlıkları olduğunu söyleyerek, sıcak su ile soğuk su arasındaki özgül ağırlık farkını tespit etmiştir. Galilei'den 600 yıl önce dünyanın döndüğünü kanıtlamış, Newton'dan 700 sene önce dünyanın çapını hesaplamıştır. Bu konuda ortaya attığı kanun, Avrupa?da ?Beyruni Kuralı? diye bilinir. El-Beyruni, 973 yılında 'Bilimsel çalışmaların, deneylerle ispat edilmesi gerektiğini ve belgelere dayanmasının zorunlu olduğunu' söylemiştir. * İbnu'n-Nefis, 1200'lü yıllarda, Avrupalılardan 300 sene önceden küçük kan dolaşımını keşfeder. Bütün İslam ülkelerinde matematik, tıp, uzay bilimleri ve daha birçok ilimin okutulduğu eğitim kurumları, rasathaneler; dönemin en gelişmiş teçhizatları ile donatılmış hastaneler, herkese açık kütüphaneler bulunmaktaydı. 794 yılında Bağdat?ta ilk kağıt fabrikası kuruldu. Bağdat, Harran,İstanbul ve Endülüs başta olmak üzere Mısır, Kuzey Afrika ve Doğu Fırat çevresindeki birçok İslam şehrinde, eğitim sistemi ve ilim, söz konusu döneme örnek teşkil edecek düzeyde geliştirilmişti. Müslümanlar, yaşadıkları şehirleri uygarlık merkezleri haline getirmişlerdi. Bunlardan biri olan Kurtuba, hastaneleri, kütüphaneleri ve Orta Avrupa'dan öğrencilerin eğitim görmek üzere geldiği okulları ile Avrupa'nın en modern şehri olarak bilinmekteydi. * El Cezeri XIII. yüzyılın başında, Diyarbakır Artuklu Sarayı'nda 32 yıl başmühendislik görevi yaptı. El Cezeri, su saatleri, otomatik kontrol düzenleri, fıskiyeler, kan toplama kapları, şifreli anahtarlar ve robotlar gibi, pratik birçok düzeni tasarlayan ve bunların nasıl gerçekleştirileceğini anlatan "Kitab-el Hiyal" adlı kitabın yazarıdır. Cezeri, tarihte sibernetiğin kurucusudur. Sibernetik; haberleşme, denge kurma ve ayarlama bilimidir. İnsanlarda ve makinelerde bilgi alışverişi, kontrolü ve denge durumunu inceler. Bu bilim zamanla gelişerek bilgisayarların ortaya çıkmasına imkan tanımıştır. Sibernetik ve otomatik sistemlerin başlangıcı konusunda Fransızlar Descartes ve Pascal'ı; Almanlar Leibniz'i, İngilizler de R. Bacon'ı öne sürseler de, aslında Cezerî bunu ortaya koyan ve ilim dünyasına sunan ilk bilgindir. * Hazinî, ölçü ve tartı teorilerine yaptığı katkı ile tanınır. Bilime yaptığı diğer bir önemli katkı da yerçekimi hakkındaki görüşleridir. Hazinî, Newton'dan 500 yıl önce, "her cismi yer kürenin merkezine doğru çeken bir güç" olduğunu söylemiştir. Roger Bacon'dan yüzyıl önce de, dünyanın merkezine doğru yaklaştıkça, suyun yoğunlaştığı fikrini ortaya atmıştır. Hazinî, kimyasal maddelerin yoğunluk ve özgül ağırlıklarını ölçmek amacıyla icat ettiği hassas terazilerle, kimya bilimine de önemli katkılarda bulundu. Öyle ki, icat ettiği ve "Mizanü'l-Hikme" (Hikmet Terazisi) adını verdiği bu hassas terazi ile yaptığı yoğunluk ve ağırlık ölçümleri, günümüz teknolojisi kullanılarak yapılan ölçümlerden pek farklı değildir. Elementler ** **** Altın 19.05 19.26 Civa 13.56 13.59 Bakır 8.66 8.85 Pirinç 8.57 8.40 Demir 7.74 7.79 Kalay 7.32 7.29 Kurşun 11.32 11.35 Hazini , Zîc-i Sanacarî (Yıldız Kataloğu) adlı eserinde, yıldızlar ve gezegenlerle ilgili bilgilere ve Selçuklu Devleti'nin enlem ve boylamlarına da yer vermiştir. ?Risale fi'l-Âlât' (Aletler Bilgisi) adlı kitapçığında ise gözlem aletlerini konu almıştır. * Benu Musa kardeşler, Abbasi Halifesi Memun (M.S. 813-833) ve onu izleyen halifeler zamanında, matematiksel bilimlerin gelişmesi yönünde etkin rol oynamış kişilerdi. Topkapı Sarayı III. Ahmed Kütüphanesi'nde bulunan eserlerinde (A3474), sihirli kaplar, fıskiyeler, kandiller, bir dansimetre, bir körük ve bir kaldırma düzeninden bahsedilmektedir. * Hârizmi 9. Yüzyıl'da Hârizm'de dünyaya geldiği için Hârizmî adıyla tanınan (Batı?da Al Gharasmus olarak anılan) ve büyük bir olasılıkla Türk olan Muhammed ibn Musa, Memun'un Bağdat'ta kurduğu Bilgelik Evi'nde bulunmuş ve bu kurumun kütüphanesinde matematik ve astronomi alanlarında araştırmalar yapmıştır. Aritmetik ve cebirle ilgili iki yapıtı, matematik tarihinin gelişimini büyük ölçüde etkilemiştir. Harizmi,(780-850) Hint rakamlarına sıfır?ı bularak bu rakam sayesinde bugün kullandığımız rakamları oluşturuyor; ve bu sayede matematikte önemli bir çığır açılmış oluyordu. Logaritmayı ortaya koyan ilk kişidir. Hârizmî'nin cebirle ilgili yapıtı,(El-Cebir) 12. Yüzyıl'da Chesterlı Robert ve Cremonalı Gerard tarafından Latinceye (Al Gebra) tercüme edilmiştir. Yapıtların en ilginç yönlerinden biri, açıların, trigonometrik fonksiyonlarla ifade edildiğini gösteren bir takım tablolar ihtiva etmesidir. Bunların dışında, Hârizmî'nin yön bulmada kullanılan usturlabın biri yapımını ve diğeri de kullanımını anlatan iki eseri daha mevcuttur. Hârizmî, Batlamyus'un Coğrafya adlı yapıtını, ?Kitâbu Sureti'l-Ard' (Yer'in Biçimi Hakkında) adıyla Arapça'ya tercüme etmiş ve böylece, Yunanlıların matematiksel coğrafyaya ilişkin bilgilerinin İslâm dünyasına girişinde önemli bir rol oynamıştır.. * Ali Kuşçu Semerkant Rasathanesi'nin Müdürlüğü'nü yaptığı sırada, Akkoyunlular adına Osmanlılarla barış görüşmelerinde bulunmak için İstanbul'a geldi. Fatih Sultan Mehmet'in büyük desteğini gördü ve Ayasofya Medresesi'nde görevlendirildi. Burada, Mirim Çelebi, Sarı Lütfü, Sinan Paşa gibi değerli bilim adamlarını yetiştirdi. Bilhassa, astronomi ve matematik konularında çağının sınırlarını aşacak kadar önemli eğitim ve öğretim çalışmalarında bulunan Ali Kuşçu; Ayasofya Medresesi'nin çalışma programlarını da yeniden düzenlemiştir. Semerkant Rasathanesi'nde iken bir Türk hükümdar ve bilim adamı olan Uluğ Bey?in ?Zic-i Uluğ Bey' (Uluğ Bey'in Yıldız Kataloğu) adlı eserin hazırlanması için gerekli gözlem ve hesaplamaları yaptı. Söz konusu eser, çağının en ileri kurumsal matematik bilgilerini içerir. ?Risaletü'l-Fethiye' adlı eseri ise 19. yüzyılda, İstanbul Mühendishanesi'nde (İstanbul Teknik Üniversitesi) ders kitabı olarak okutulmuştur. Bu eserde, gök cisimlerinin yere olan uzaklığına yer vermiş; ayrıca dünya haritasını da kitabının sonuna eklemiştir. Burada yer kürenin eksenindeki eğikliği 23°30'17" olarak tespit etmiştir. Bu, günümüz modern astronomi verilerine oldukça yakın bir tespittir. 15. yüzyılda yaşayan Ali Kuşçu Ay'ın ilk haritasını çıkarmıştır ve bugün NASA tarafından Ay'da bir bölgeye onun ismi verilmiştir. * Şerafeddin Sabuncuoğlu Fatih Sultan Mehmet döneminin ünlü doktoru ve tıp bilginidir. ?Mücerrebname' adlı eserinde, kendi deney ve gözlemlerine yer vermiştir. Asıl çalışma alanı cerrahlık ve deneysel fizyolojidir. ?Cerrahiyatü'l-Haniye' eserinde, cerrahlıkla ilgili çalışmalarına yer vermiş ve yaptığı cerrahi müdahaleleri resimlerle tasvir etmiştir. *Bursalı Ali Münşi Tıp bilimine yaptığı en önemli katkılardan biri ?Kınakına' hakkındaki çalışmasıdır. Burada bu ağacın kabuklarının humma, sıtma gibi hastalıklara iyi gelmesi ile ilgili gözlemlerine yer vermiştir. Fatih Sultan Mehmet?in Hocası *Akşemseddin , Pasteur'den yaklaşık 400 sene önce yaşayan ve ilk olarak mikropların varlığını keşfeden kişidir. *Gıyaseddin Cemşid,(1429)Ondalık kesir sistemini bulan, Virgülü, aritmetik işlemlerde ilk defa kullanan kişidir. * Ömer Hayyam, (12.y.y.) Newton?a dayandırılan binom formülünü cebire kazandıran kişidir. * Ali Bin Abbas, 10. yüzyılda yaşamıştır ve ilk kanser ameliyatını gerçekleştirmiştir. * Mağribi, bugün Paskal üçgeni olarak bilinen denklemi Paskal'dan 600 yıl önce bulmuştur. * Sabit Bin Kurra , 9. yüzyılda yaşamış ve Newton'dan asırlar önce diferansiyel hesabını keşfetmiştir. * İbn-i Sina (980-1037), Anatomik çalışmalar yapan Müslüman,Türk bilim adamlarının başında gelir. Daha çok küçük yaşta edebiyat, matematik, geometri,müzik, fizik, doğa bilimleri, felsefe ve mantık öğrenen İbn-i Sina sadece Doğu'da değil Batı'da da ünlenmiştir. En ünlü eseri olan El-Kanun fi't-Tıb, 12. yüzyılda Latince'ye çevrilerek Avrupa üniversitelerinde 19. yüzyıla kadar temel ders kitabı olarak kabul edilmiş,okutulmuş ve Avrupa?da bu kitap ?Tıbbın İncil?i olarak ün yapmıştır. Bundan başka felsefe ve doğa bilimleri üzerine yüzden fazla eser vermiştir. El-Kanun'da söz edilen tıbbi bilgilerin büyük bir bölümü bugün dahi geçerliliğini korumaktadır. *Ali bin İsa (?-1038)'nın üç ciltlik göz hastalıkları üzerine yazdığı ?Tezkiretü'l-Kehhalin fi'l-Ayn ve Emraziha? isimli eserinin birinci cildi tamamen göz anatomisine ayrılmış olup çok değerli bilgiler mevcuttur. Bu eser daha sonraları Latince'ye ve Almanca'ya çevrilmiştir. *el-Kazvini (1281-1350) ve *İbnü'n-Nefis'in anatomi üzerine olan çalışmaları modern tıp biliminin temelini atmıştır. Bu bilim adamları daha 13. ve 14. yüzyılda kalp ve akciğerler arasındaki bağlantıları ve atar damarların temiz kan, toplar damarların kirli kan taşıdığını, kanın akciğerlerde temizlendiğini, kalbe dönen temiz kanın beyne ve vücudun diğer organlarına aort tarafından taşındığını göstermiştir. *Piri Reis, O güne kadar çizilen haritalarda yanılma payları çok olmasına rağmen bugün uydudan çekilen dünyanın haritasını %99?u doğru %1 yanılma payı ile Coğrafya alanında bir baş yapıt olan dünya haritasını çizmiştir. *İbn-i Haldun, Tarih ve sosyal alanda yaptığı çalışmalar ile ve özellikle ?Mukaddime ? adlı esri ile Sosyoloji?nin kurucusu olmuştur. Modern Sosyoloji?nin kurucusu olan A.Comte?a öncüllük etmiştir. M.K. ATATÜRK?ÜN ;?Bizim dinimiz en makul ve en tabii dindir.Ve ancak bundan dolayıdır ki, son din olmuştur. Bir dinin tabii olabilmesi için akla, fenne, ilme, mantığa uygun düşmesi gereklidir. Bizim dinimiz bunlara tamamen uygun düşer.? İfadesindeki gibi İslam?da "din-bilim çatışması" yoktur. Özellikle İslam Dini akla ve bilime önem veren bir dindir.Dinin tarih boyunca bilime karşı olduğu, bilimin ancak din terk edildiğinde gelişebileceği gibi iddialar vardır.Oysa bilimin tarihine biraz göz atmak bile, bu iddiaların yanlışlığını görmek için yeterli olacaktır.Orta Çağda Allah?a inanan Müslüman bilim adamları sayesinde İslam medeniyeti bilimsel alanda ileri gitmiştir. Tarihe baktığımızda medeniyet adına eserler ortaya koyanların ister tek Tanrılı olsun ister çok tanrılı olsun, Tanrı?nın (Allah?ın) var olduğuna inanan ,Ateist (Tanrı?ya inanamayan) olmayan ve bir dine inanan toplumlardır.Bütün Arkeolojik kazılarda ve Tarih biliminin ortaya koyduğu sonuçlarda Tanrı?yı inkar eden, bir dine inanmayan topluma rastlanmamıştır.Toplumsal olarak değil sadece bireysel çıkışlarla ateist olanlar mevcuttur. Çin,Hint,Yunan,Mısır,Arap, Türk v.b. Medeniyetlerin hepsi bir dine,Tanrı?ya inanmışlar ve ortaya muhteşem medeniyetler, eserler (Efes,Ayasofya,Selimiye,Piramitler, Katedraller v.b??) bırakmışlardır. Yani özetle din, toplumları geri bırakmaz,medeniyete,bilime katkı sağlar ve sevgi,yardımlaşma,doğruluk,adalet v.b. noktalarda da toplumları bir arada tutar. Bu konular 11.sınıf Din K.A.B. Ders kitabındaki müfredatta olan ünite konularıdır. Kaynaklar: 9.10.11. Sınıf Din K.A.B. Ders Kitapları //// Diyanet İşleri Başkanlığı Kaynak Kitapları Milli Eğitim-Din Öğretimi Genel Müdürlüğü ;Din Öğretimi,Eğitim,Bilim ve Sanat Dergisi,1985 T.C. Dokuz Eylül Üniversitesi. / İlahiyat Fakültesi Dergisi III. Ayrıca Batı medeniyetine baktığımızda da, çağdaş bilimin doğuşunun yine Allah inancı üzerine kurulu olduğunu görürüz. Allah?ı inkar eden bazı bilim adamları olsa da "Bilimsel devrim çağı" olarak bilinen 17. yüzyıl, Din?de Reform hareketlerinin büyük bir etkisiyle Din dışlanarak değil reform edilerek Allah'ın yarattığı evreni ve doğayı keşfetme niyetiyle araştırma yapan bilim adamları ile doludur. Bu dönemde İngiltere, Fransa gibi ülkelerde kurulan bilim enstitüleri, "Allah'ın kanunlarını keşfederek O'nu tanımak" hedefini benimsemiştir. Aynı eğilim 18. yüzyılda da devam etmiştir. Newton, Kepler, A.Einstein, Kopernik, Bacon, Galilei, Pascal, Boyle, Paley, Cuvier, Mendel gibi isimler, bilim dünyasına önemli katkıları bulunan ve aynı zamanda Allah'a olan imanları ile tanınan bilim adamlarından sadece birkaçıdır.Ayrıca bu bilim adamlarına ışık tutan filozofların % 90?ı da Allah?ı inkar etmeyen,Ateist olmayan inançlı kişilerdir ( Aristoteles, Descartes, J.Locke, v.b.). Bu bilim adamları Allah'a inanan, dahası bu inançtan gelen şevkle bilim yapan kişilerdir. Bu gerçeğin göstergelerinden biri, 19. yüzyılın başlarında İngiltere'de düzenlenen ve "Bridgewater Treatises" olarak anılan bir dizi bilimsel yapıttır. Çok sayıda bilim adamı farklı bilim dallarında araştırma yapmış ve vardıkları sonuçları "Allah'ın evrende ve doğada yarattığı ahenk ve uyumun delilleri" olarak tanımlamışlardır. Bu bilim adamlarının kullandıkları yöntem de, "Allah'ı doğayla tanıma" anlamına gelen "Natural Theology" (Doğal İlahiyat) kavramıyla ifade edilmiştir.
  3. Kişiler, zannıyla hareket ettiği sürece hep yanılgıdadır ve hep hata yapmaya mahkumdur. ek olarak : Kişilerin Zanna dayanılarak söylediği sözlerin hepsi yanılgıdır. Doğruyu bulmada ki en büyük engeldir. Selamlar, Saygılar.
  4. Sayın bilimselci, verdiğiniz cevapları beğenmesem bile teşekkür ederim. ***** Selamlar, Saygılar.
  5. Sayın haveran, İnananların diye ben cümle kurmuştum. Sizin masal dediğinize, inananların, birde mutlu sonla biten bir masalı olsa gerek değil mi? İnananlar kelimesini Tanrı’ya inanlar diye anlamalıydınız! Babasını reddeden bir evladı nasıl ki babası evden kovarsa, tanımazsa, Tanrı’da kendi yarattığı ve kendini tanımayan, birlemeyen ve reddeden birini de herhalde cennetine almaması ve kovması da normaldir. Sayın bilimselci, ben cinden felam bahsetmedim ve bu konuda bir cümle bile yazmadım. Ama siz kendi kendinize sormuş ve bilimsel bir şekilde de cevaplamışsınız maşalllah. Kimse size Araplara inanın demiyor. Tanrı Arap’ta değil Acem de değil.. Hiçbir ırkın hiçbir ırka bir üstünlüğü yok. Hz. Muhammed’in bu söylemi Veda Hutbesi ile de sabittir.. İşin özü Tanrı’ya inanmaktır. Kuran da Araplara iman edin diye bir cümle yoktur.. İslam Tanrı’ya ve metafizik gerçeklere ve gönderdiği Peygamberlerine iman yani inanmaktan ibarettir ve Güzel ahlakı öğütler. Gen bilimin ulaştığı seviye hepimizi heyecanlandırıyor ve mutlu ediyor. Tıb bilmine bizim bir itirazımız yok ki, olsa zaten İslam dünyasından yetişen tıp adamlarının kitapları yurt dışında okutulmazdı. Sayın Tengerin; dine masal diyen bilimselciydi aynı cümleyi bende değiştirip tarihi materyalizm masalı dedim ve siz kükrediniz Eğer bilimselci ve sizler de ta Hz. Ademle yeryüzünde söylenmeye başlayan Tek Tanrı inancına masal diyorsanız. Size tabiî ki gülerim ve bende sizin savunduğunuz fikirlere masal derim. Ayrıca Materyalizme de benim masal demem sizi şaşırtmasın.. Bu zorunuza gitmesin.. Ne güzel siz konuşurken ve insanların inançlarına saldırırken her şey güzel hoş ama birisi aynı söylemi size yönlendirdiğinde hayır sen buna masal diyemezsin diyeceksiniz.. Ne güzelll.. Evet böyle davranan dediğiniz gibi bir dini kesim var. Böyle davranan bir dini kesimin olması, bütün dindarların da aynı düşünceyi ve davranışı Savunması anlamına gelmez. Bunu genellemek yanlış olur. Zira ben hem demokrat hem cumhuriyetçi hem özgürlüklerden yana birisiyim ve yobazlığa şekilciliğe, her türlü sömürüye karşıyım. Sizin tabirinizle de dinciyim ve İslami bir sosyalistim. Buyurun bende Tanrı’ya inanan birisiyim ve yaptığınız genellemenin dışındayım. Saygılar ve Selamlar,
  6. Evet : Tarihi Materyalizm masalı gün be gün tasviye oluyor Korku masalına inananların birde Mutluluk masalları var ama siz hiç dinlemek istemediniz. Eğer siz kötü değilseniz ve çevrenizdeki kişilere kötülük yapmıyorsanız, iyilik, doğruluk, sevgi ve güzellik çereçevesinde yaşamınızı sürdürmeye gayret ediyorsanız neden hikayeniz kötü bir sonla bitsin ki? Cehennemden varsın kötüler korksun. Biz sadece kebap yemeyi seviyoruz, gayet pozitif ve mutluyuz
  7. Resimler gerçekten çok ilginç.. Bu işlerden anlayan birisi yorumlayabilirse güzel olur. Soldaki güneş sağdaki ay fakat içindeki adamların görevi nedir onu bilmiyorum. Hatta Biraz işin içine espiri katarsak: Soldaki CHP'yi (Oklar 7 adet- Demekki 2 si eskikkk kalmış yada ihmal var ) Sağdaki MHP'yi de temsil ediyor olabilir. (Hilal ve 3 ok var )
  8. Birincisi konuya espirili bir açıdan bakmak istedim. İkincisi Espiride olsa yazdığım şeyler gerçekçi yaklaşımlardır. Beni başkası ile karıştırıdınız galiba Her soruya cevap veren şahıs ben değilim benim öyle bir vaadim ve görevim yok. Konuyu açan arkadaşla beni karıştırmayın o size heralde cevap verecektir. Şahsımın verdi cevaplar sizi tatmin etmediğini biliyorum.. Ama... Sorduğunuz soruyu siz bile cevaplayamıyorsunuz cevaplasınız bile ispat edemezsiniz. Bir başkasından bu soruya nasıl cevab bekliyorsunuz onu anlamıyorum. ''dünyaya insanlardan daha üstün teknolojileri ile gelirlerse'' Diye verdiğiniz örneğe amerika uyuyor, ulaştıkları teknoloji ile zaten dünyayı işgal etmiş ve sömürüyorlar.. Uzaylılar gelene kadar dünya da bişey kalmayacak... Selamlar, (Not: Gülümsemeden bir cevap yazdım.. Umarım kale alır ve beğenirsiniz.)
  9. Sayın Artropod, uzayı hiç gezdinizmi diye soru sorulduğu için, bende hayır gezmedim görmedim dedim. Bu konuyu sadece ben değil, bir çok dinden ve ırktan insan da hayali ve saçma buluyor.. Şu bir gerçektir insan oğlu ilk çağlardan beri hep yıldızlara, gezegenlere ilgi duymuş ve merak etmiştir. Bir çok çalışmalar yapmış ve yeni şeylerde icad etmişlerdir. Zamanla Kendi kendine acaba bu gezegenlerde ve yıldızlarda hatta evrende bizden başka varlıklarda varmı? Sorusunu sormaya başlamıştır.. Benim komik bulduğum bundan sonrası.. Tamam evrende bizden başkaları da varmı diye merak etmeyi anlıyorum ama bizden üstün yaratıklar fikrini anlamıyorum.. Bu uzaylıların insandan üstün yaratıklar olduğu fikrine nerden varıldığını çok merak ediyorum. Acaba kaçtane uzaylıyı inceleme fırsatı buldular?? Yakaladılar diyemiyorum çünkü bizden üstün olan bize yakalnmaz heralde:) Yada bizden üstün olan yanları neler??Bizden üstün olmaları fikri, uzaylı oldukları için mi ? Eeee Bizde uzaylıyız Birde hakketten uzaylılar, biz bir gün dünyaya geleceğiz ve bu dünyayı ele geçireceğiz diye birşey söylemişler mi?? Yaf bu ekolojik dengesi bozulmuş, ozon tabakası delinmiş, herşeyin hormonlu olduğu bir dünyayı ne yapacaklar Bütün uzaylı tiplerine baktım bir çokta ufo masalı dinledim ve izledim. Yaf en azından bizim onlardan yakışıklı olduğumuz su götürmez bir gerçek.. Çok tipsizler çoookkk:) Şimdi ben tipsiz dedim diye bunlar benim evi de basmasınlar. Birde amerikadaki annelerin çocuğum sütünü iç ve yat.. Yoksa uzaylı amcaların gelir sana cıssss yapar!! diye çocuklarını korkuttuklarını biliyorum Ufo hikayeeleri içerisinde en çok üzüldüğüm konu bu uzaylı arkadaşlarımızın ikidebir dünyaya gelip tecavüz olaylarına karışmaları.. Hani insanların bastırılmış cinsel duyguları olduğunu biliyoruz ama yaf bir uzaylının tecavüzcü olmasını cidden yakıştıraamadım Sen bu kadar üstün bir yaatık ol bu kadar üstün teknolojiye sahip ol dünyayı istila etmek gibi bir evrensel ideolojin olsun ama egona yenik düş olacak şeymi çoookkk ayıp çokkkk.. Gerçekten Bir uzaylıya yakıştıramadım Adamların işi gücü yok dünyaya bir amerikalı kıza tecevüz etmeye gelecekler.. Yoksa orada da aile planlaması mı var Hani her fırsatta bilimsellik diye çığırtkanlık yapılıyorya elle tutmak gözle görmek karşılatırmalar yapmak bir sürü bilimsel deneyden hipotezden bahsediyoruz ya hani herşeyi bilimsel temellere oturtmaya çalışıyoruz ya, bu uzaylılar konusu için bilimsellik geçerli değil mi...! Ben konuyu ciddiye alıyorum fakat çokta komik buluyorum. Hangi ufo yada uzay filimi izlesem, Cem Yılmaz'ın GORA filimine güldüğüm kadar gülüyorum. Ama bu senaryoları yazan insanların zekasına ve hayal gücüne her zaman hayranıdmdır. Uzaylılar kadar olmasalarda Süper zeki insanlar gerçeekk
  10. Sadece İslâm Dinine Göre değil, bir çok Dine göre de İnsan en üstün yaratılan canlıdır. Bizler Uzayı gezmedik ve araştırmadık:) olmayan hayali ve filim kahramanı olan uzaylıları araştırma gereğide duymuyoruz . Sadece Kutsal Kitabımız Kuranı Kerimin açıklamalarına dayanarak Cinlerin ve Meleklerin varlığına inanıyoruz. Onlarında Soyut varlıklar olduğunu biliyoruz. Uzaylılar üsütün bir teknoloji ile bir gün dünyaya gelirse demişsiniz, yahu sanki Amerikan filiminden bir sahne anlatmışsınız. Peki size bir soru ya tam tersi olursa, buraya geldiklerinde biz onlardan daha üstün ve teknolojide daha ileri olursak ne olacak?? Bu seneryoları yazan senaristler hiç böyle bir senaryo yazmıyorlar değil mi ?? İnsan oğlu herzaman kendisini kurtaracak kensinden güçlü ve gelişmiş özellikleri olan He- Man - Bad Man- Örümcek Adam- SuperMan gibi insanları hayal etmiştir. BuNA uzaylılarda dahil.. Ezilen, sömürülen toplumlar bir kurtaracı beklentisi içerisinde hep böyle şahsiyetleri hayal etmiştir. Bu istek ve arzuarı beyaz perdeye yansımış ve uyarlanmıştır. Bu uzaylı masalları senaristlerin uydurmasıdır. Yıllarca Hortlak filimleri izledik ama hiç hortlak görmedik. Yada yıllarca Vampir filimleri izledik üstün yaratıklar havada uçup milletin kafalarını koparan yaratıkları hiç görmedik. Hayalet adam da görmedik... Bu örnekler çoğaltılabilir.... Bir filim seneryosuda ben yazardım ama ne uzayı nede uzaylıları hiç görmedim
  11. ŞEKİLCİ OLMAMAK İslâmiyet ve Son Peygamber Hz. Muhammed'de (a.s.v.) asla şekilcilik yoktur. İslâmiyet baştanbaşa samimiyete, kişiye ve kişinin düşüncesine saygıya, sevgiye, hoşgörüye dayanır. Bu nedenle kişiyi, ibadetinde serbest bırakmıştır. Tanrı'nın her yönde olduğunu ve O'na her temiz yerde ibadet edilebileceğini önermiştir. İslâm'ın diğer Dinlerden ayrıldığı en önemli yanı, bu yönüdür! İslâmiyet Tanrı'yı her yerde bilir. Bu nedenle Camide ibadeti şart koşmamıştır. Bu zorunlu tutmama özelliği çok önemlidir. Gerçi, büyük bir zâtın ardında topluca Namaz kılmak, hep beraber içtenlikle, riyâsız olarak Tanrı'ya dua etmek çok faydalıdır. Sevabı çoktur. Ancak, bununla beraber kişiyi Camiye gelmeye zorunlu tutmaması, çok düşündürücüdür! Nedenleri vardır. İslâmiyet'ten başka bütün Dinlerde mabet (tapınak) vardır. İslâmiyet, mabedi kabul etmez. Çünkü mâbed; içinde mâbud (tapınılan şey) bulunan kutsal yer demektir. Bir totemci, toteminin bulunmadığı; bir Hristiyan, Hz.İsa'nın (a.s.) ve Hz.Meryem'in temsili resimlerinin bulunmadığı bir yerde ibadet edemezler. Onun için İslâmiyet, Mescit ve Cami (toplanılan yer) kabul etmiştir. İslâm'ın ilâhı Bir’dir ve "bir yerde" düşünülemez! O, Tanrı'yı "her yerde" bilir!.. Sonsuzu getirip, bir binanın içine sığdıramaz! (1) Ayrıca her kişinin, Tanrı'yla ilişki kurabileceğini kabul ettiğinden; kişinin düşünce ve ibadetine saygılıdır. İslâmiyet, kişide daha çok "istikamet (doğruluk), samimiyet (içtenlik) ve güzel ahlâk " arar. -"Kâlu Rabbünallahu sümmestekâmu- O inançlı kişiler, Rabbımız (yöneticimiz, büyüğümüz, efendimiz) Allah'tır.’’ Derler; sonra 'doğru' olurlar (Eğrilikten,yalancılıktan, dolandırıcılıktan, her türlü samimiyetsiz ibadet, söz ve davranışlardan kaçarlar.)!" Fussilet 30). Âyeti, bunun kesin ve tartışmasız delilidir. Demek ki, Tanrı'ya göre; "Tanrı'ya1 inanan; Rabbım, Efendim, Allah deyip, sonra doğru olandır!" Eğer bir kişi doğru değilse; "O kişi Rabbım Allah" dememektedir. Rabbımız Allah'dır diyen, doğru olandır!.. Mevlâna'nın, "Ya olduğun gibi görün, ya da göründüğün gibi ol!" sözü, işte İslâm'ın bu gerçeğini yansıtan, çok önemli bir kural­dır. İslâmiyet'te, "Kilise disiplini" yoktur! Her konu, tartışmaya açık bırakılmıştır. Din adamı da yoktur! Herkes, Din adamıdır. Ancak bir öğreten ve bir de öğrenen vardır. Bu da kişinin, vazgeçilmez haklarındandır. İşte İslâmiyet bu hakkı kişiye tanıyan yeryüzündeki tek Dindir. Son Peygamber Hz. Muhammed (a.s.v.), toplumun her kesimindeki insanlarla her konuyu konuşur. Onlara saygılı davranırdı! Onları dinler, sözlerini kesmez, "Sus kâfir oldun!" demezdi. Herkesi insan bilir, her sınıfla konuşur, her sınıfla oturur (kalkar, yer içer), kimseye üstünlük taslamaz, asla büyüklenmez; Din öğreti ve hizmetinden dolayı kimseden ve toplumdan ücret almazdı! Kimseyi sıkmazdı. Gayet toleranslı (hoşgörülü) davranırdı. îbadeti öğrettikten sonra kişi yi zorlamaz, sıkmaz, serbest bırakırdı. Amellerine değil, fikirlerine ve toplum içindeki doğruluğuna, toplum ile olan ilişkilerindeki davranışlarına bakardı. İbadetlerde kimseyi tecessüs (anlama merakı, gizlice bakma) etmez bunu şiddetle men ederdi! (2) Gerçek ve ilk Müslümanlık böyleydi ve onun özüne erenler arasında, halen de böyledir!. Ama sonraları, kral-papa ikilisi gibi Sultan-Şeyhülislâm ikilisi kabul edilince; durum, şekilciliğe, türlü Dini merasimlere dönüştürüldü. Bir nevi siyasi örgüt haline sokuldu. Kralların, Sultanların burjuvanın ve onlardan yana papaz ve mollaların, sahte şeyhlerin, kişisel çıkarlarına âlet edildi!.. İbadetlerde, Kilise Disiplinini aratan, Ruhbanlıktan da ötede bir "Sus! itaat et!.," şeklinde zorbalığa dönüştürüldü!.. Bunun acısını yüreğinde duyan gerçek Müslümanlar; Mevlânalar, Abdulkadir-i Geylâni, Seyyid Ahmed er Rufai, Muhyiddin-i Arabi, Maktul Suhreverdi, Cüneyd-i Bağdadi, Bayazıd-ı Bestami, Cemaleddin-i Efgani, Pakistan'lı Muhammed İkbal, Niyazi Mısri, Muhammed Abduh, Şeyh Bedreddin, Urfalı Şeyh Saffet, Mehmet Akif gibi aziz insanlar çok çırpındı, çok uğraştılar ama kimi öldürüldü, kimi sürüldü.,. İkbal'in dediği gibi; "İmparatorluğun fidanı kuvvetlenince, cihangirliğin adı, cihad oldu." Netice ne oldu?.. İzzetin yerini, zillet aldı. çünkü ne yapılırsa yapılsın; Sâf ve temiz Muhammed Dini kendi rayından çıkarıldığında, sonumuz zillet olur!.. Din'e ne olur?.. O'na hiçbir şey olmaz! Ornu sahibi korur!.. Sen korumaz da.O'nu başka yorumlarsan; O'nu doğru yorumlayacak başka bir millet yaratır. Önce yıkar, sonra en güzel nitelikte gerçekçi ve gerçeğe saygılı aydın bir millet yaratır!.. Ama tutucular, bağnazlar beğenmezmiş!.. Saçı uzunlara, başı açıklara kâfir dermiş!.. Zaten başka silahları yok ki; varsın desinler.... Ama unutmasınlar ki; O, Tanrı’nın öz eliyle yarattığı Güzel Muhammed (a.s.v.)de saçlı idi! Ve mübarek Efendimiz (a.s.v.) dalgalı saçlarını ortadan ikiye ayırıp tarar ve güzelliğine güzellik katardı! (3) Öyle ki; aşıklarını, deli edercesine!. (1) Allah, ancak kalp aynasında yansır."Yere,Göğe Sığmam Mü'min kulumun kalbindeyim". Bu Tanrı’'nın bir yere hulul ettiği, yani girdiği anlamında değildir. Zira "Mânevi Kalp", Nur'dan bir Ayna, bir yansıtıcıdır. Güneşin bir aynada yansıması gibi. (2)"Şu bîr gerçek ki ben Haniflik, hoşgörü ve kolaylık Peygamberi olarak gönderildim". (Ibn. Hanbel, C.5, S.266 Buhari, İman, 29) (3) Bkz. Sevgili Peygamberimizin "Hilye"sinİ anlatan Hadis ve İslâm Tarihleri. KAZIM YARDIMCI/ADIYAMAN
  12. mmustafa

    Tasavvuf

    Sayı saklıgerçek ; Yazınızı okudum fakat İslamı eleştiren islama saldıran bir ateistin Tasavvufla ilgili yazdığı yazı samimiyetten uzak boş cümleler içeren yazıdan ibaret benim için.. Ayrıca yukarda yazdığınız Peygamberler böyle zevki safa içerisinde yaşan insanlarda değildi sana bunu anlatan yanlış anlatmış. Bizim kaynaklardan da değil avrupalı tarihçilerin peygamber efendimiz hakkında neler yazdıklarını nasıl bir yaşam sürmüş ne yemeiş ne içmiş ne giymiş bunları öğren tarihi gerçekleri bul ordan oku üç beş cümle öğrenipte papağan gibi ortaya çıkmayın. Adam gibi tartışacaksan tartışırım yok çoğu cahil ukala ateistin yaptığını gibi herşeye saldırmaya başlarsan seni kale bile almam düzgün bir üslupla oturup konulacaksak tartışacaksak buyur yoksa İşin Rast gelsin sana güle güle kardşim..
  13. mmustafa

    İŞİN ÖZÜ

    İŞİN ÖZÜ Hazret-i Peygamber’den(S.A.V.) 30 yıl sonra Haşimi’lerin ezeli düşmanı Emeviler Nebevi sistemi(Hilafet’i) kaldırmış, yerine faşizmden başka bir şey olmayan krallık(meliklik) sistemi kurmuşlar. Ne Kur’an tanımışlar ne Sünnet tanımışlar. Beşeri emirlerle Devlet’i ve Millet’i şedit baskı altında yönetmişlerdir. Ve hep Haşimoğulları ve onları sevenlerle uğraşmışlardır. Onların ne dini vardır ne de imanı. (Zaten Fetih Günü korkularından kerhen Müslümanlığı kabul etmişlerdir. Allah, Fetih günü iman edenlerin imanlarını kabul etmemektedir.) '’Ve yekulune meta hazel fethu in küntüm sadikıyn-Eğer doğru söyleyenler iseniz şu fetih ne zamanmış? diyorlar'(Secde 28) 'Kul yevmel fethı la yenfeullezıne keferu iymanühüm ve la hüm yünzarun- Deki; fetih gününde inkarcılara imanları fayda vermeyecek ve kendilerine nazar da edilmeyecek.'(Secde 29) 'Fe ağrid anhüm ventezir innehum muntezirun- Artık sen onlardan uzak dur ve gözetle, onlar da gözetlemektedirler.(Secde 30) (Süleyman Ateş-Kuran'ı Kerim ve Türkçe Açıklamalı Tercümesi) Peygamber Efendimize(S.A.V) bu fetih günü korkularından iman edenler hakkında sorulduğunda, 'Bunlar müellefetil fil kulûb'-Bunların kalbi dönmemiştir'buyurmuşlardır (yani kalplerinden al-ver ediyorlar, bir türlü inanamıyorlar) (Hadisi Şerif) (Bakınız Kazım Yardımcı-Rufai Külliyatı 2.cilt sayfa 296, 303 Ayrıca M.Asım Köksal,İslam Tarihi Devleti Aileleştirmeyi de onlar yapmıştır. Kayzerin, Kisranın zulüm sistemini getirmişlerdir. Tamamen gayri İslami olan zulüm devletini kurmuşlardır. Sonra Haşimi Abbasiler bu küfür devletini imha etmiş ancak onlar da Kayzerin sistemini benimsemişlerdir. Fakat onların zamanında Hanefi, Şafii, Maliki ve Hanbeli Mezhepleri kurulmuş Tasavvuf tekkeleri serbest bırakılmış, Felsefe ve Kelam çalışmalarına izin verilmiş, Abbasiler Hanefi mezhebini resmi mezhep olarak kabul etmişler, Eş'ariliği de benimsemişlerdir. Ama onlar da taht elden gider korkusu ile halkın sevdiği Evlad-ı Resul-ü, Evlad-ı Ali’yi incitmişlerdir. Devlet sistemi olarak küfridir. Ancak İtikat ve Fıkıh olarak İslami bir devlettir. Abbasi Devleti yarı İslami bir devlettir. Türki devletler olan Gazneliler ve Selçuklular da; Haşimi-Abbasi devlet sistemini ve Haşimi-Abbasi din yorumunu benimsemişlerdir yani Sünniliği. Sünnilik şudur: Dört mezhep, Tasavvuf, Eş'arilik, maturidilik. Osmanlılarda aynı Haşimi-Abbasi din yorumunu kabul etmişlerdir. Ancak Sultan Selim ve Şah İsmail’in kavgalarından sonra(1514) Osmanlılarda bir kırılma olmuştur. Hem Şiiliğe şiddetli bir aleyhtarlık hem de Haşimi Abbasi sultanlarına bir aleyhtarlık başlatılmıştır. Hilafeti Abbasilerden savaş neticesi aldıkları için Abbasilik aleyhtarlığı yapılmıştır. (Bakınız; Hoca Sadeddin’in Tacut Tevarih isimli kitabı, Kültür Bakanlığı yayınlarındandır.) Bunu fırsat bilen Osmanlı ulemasının bir kısmı Emevi din yorumcularına (İbn-i Hazm ve İbn-i Teymiye gibi) yönelmiş, Abbasi din yorumu ile Emevi din yorumu sentez yapılarak karma bir din yorumu yapmışlar ve Emevi Meliklerinin aleyhine gitmeyi yasaklamışlardır. Bunu Selim’den sonraki Osmanlı Medreseleri ve Şeyh-ül İslamlar yapmıştır. Medreseler kaldırıldı ama sonra açılan İmam Hatipler işte bu son Osmanlı karma din anlayışını devam ettirmişler ve devam ettirmektedirler. Bununla Şii bahanesi altında hem Ehl-i Beyt’e, Evlad-ı Ali’ye, Seyyidlere karşı hem de Haşimi Abbasilere karşı bir tavır sergilemektedirler. Bu bir batıl zihniyettir. Bu zihniyeti belki Padişahlarını korumak için geliştirmişlerdi. Ama şimdi Padişahlar yok. Peki ne diye devam ettiriyorlar, Padişahlara ve Şeyhül İslamlara toz kondurmuyorlar? Akla gelen şudur: Şiddetten yana, baskıcı ve dünyevi (seküler) düzen olan Padişahlığı özlüyorlar ve bu hayalleri ile yaşamak istiyor olabilirler. Ütopyaları, umutları yok olmasın istiyorlar. Bu durumda, bu zihniyette olanların gerçek cumhuriyetçi olmaları mümkün değildir. İşte Türkiye’mizdeki sıkıntı da bundan kaynaklanmaktadır.İŞİN ÖZÜ BUDUR.Diğerleri, türban, haşema ve benzerleri meselenin özü değil, şeklindendir. Türban ve benzeri şeyler dinin aslından olmayıp, füruundandır. Dinde ve İslam’da bu gibi şekli konular kebairden olmayıp, sağairdendir. Yani türban, tesettür büyük günahlardan olmayıp, küçük günahlar kategorisindedir. Küçük günahları ise, Allah’ın affedeceği vâdi vardır. Bunun böyle olduğunu bütün din bilginleri bilir. Şeriat(fıkıh ilmi) İslam Devletini yönetenler ve kadılar için geçerli idi. Peygamber’den 30 yıl sonra Şeriat(Nebevi Hilafet) kaldırılmış yerine Sultani Hilafet getirilmiştir. ‘’ Elhilafetü badi selasune seneten summe caele melikül adud ‘’(Benden sonra Hilafet-yani şeriat 30 senedir, sonra ısırıcı-vahşi bir melik gelir.) ’’ Gerçek nebevi hilafetin olmadığı yerde şeriat olmaz. Sultani hilafeti, Emeviler icad etmiştir. Sahte ve batıldır. (Hadisi Şerif- Said Bin Ümhandan Ebu Davut, Tirmizi, Nesei, Tac terc. Cilt 3 sayfa 79 Bekir Sadak İst. 1973, ayrıca Sahihi Buhari ve Tecridi Sarih terc. Diy. İşl.Bşk. Yayınları) Ama şu var ki: Nebevi Hilafet’in(ilk dört Halife gibi) olmadığı yerde Şeriat(İslam Fıkhı-hukuku) olmaz. Dört Halifeden sonraki devletlerin hiç birisi İslami değildir. Hepsi sözde İslami’dir ve şeriatın cezai hükümlerini fukara halklara baskı aracı olarak kullanmışlar, şeriat adına zulüm yapmışlardır. Şeriat’ın, İslam Devletinin olmadığı yerde ise Fıkıh-İslam Hukuku okutmaya gerek yoktur. Herkes kadı olacak diye İslam’da bir emir de yoktur. Şeriat –Fıkıh yani İslam hukuku kadılar için gereklidir. Dört halifeden sonraki sözde İslam devletlerinin kadılarının beş-on tanesi dışında adil bir kadıya rastlanamaz. Hepsi şeriat adına, sultanlar şahlar, padişahlarla yani sarayla işbirliği yaparak şeriat adına zulüm yapmışlardır, hep kitabına uydurmuşlardır. Onun için diyoruz ki; sadece ibadet edecek kadar özet bir ilmihal bilgisi kafidir, diğeri Maneviyattır. Ledünni-Allah katından gelen manevi ilimlerdir ki Allah’ın “ilim” dediği de budur. Okuma-yazma ile öğrenilen Fıkıh ilmi değildir. Onun adı Fıkıh-Hukuktur. Kadılar için lazımdır. Bu Maneviyat ilmi ise Tasavvuf Pirleri, Arif Velilerdedir. İlahiyat Fakülteleri boşuna Fıkıh ilmi okutmakta; ayrıca İtikatta da, Tasavvuf-Kelam (Eş'arilik-Maturdilik’ten) uzaklaşmış Abbasiler çağında geliştirilen Aristo-Yunan Felsefelerine yönelmişlerdir. İlahiyat’ta ağırlıklı ders; Felsefe ve Rasyonalizm(akılcılıktır) -Vahiycilik değildir, felsefedir. Allah Kur’an’da, dini ikmal ettiğini buyurmaktadır. Elyevme ekmeltü leküm dineküm’’ Bugün sizin dininizi ikmal ettim. (Maide 3) Ama hiçbir kimse Allah’ın İman işini tamamladığını iddia edemez. İman ve İrşat devam etmektedir ve kıyamete kadar sürecektir. Allah’ın ilim dediği: okuma-yazma, defter-kalem ile olsaydı, Allah’ın ve Peygamber’in muhataplarının yüzde 97’si ümmi olan(okuma-yazma bilmeyen) ilk Müslüman kardeşlerimiz olan Ashab-ı Kiramdır, hiçbir kimse bu okuma yazma dahi bilmeyen büyük kardeşlerimize cahil diyemez. Onlara Allah, derece derece ilim verdiğini beyan buyurmuştur. ‘’Utul ilme derecatin’’ -Derece derece ilim verildi.(Mücadele 11) Peygamberimiz sadece sohbet etmiş, ilk Mü’minler de sohbetinde bulunarak onun İlahi lisanından kulak yolu ile ilmi öğrenmişlerdir. Peygamberimiz, hiç bir Ashab-ı Kiram’a “kağıt-kalem getirin, size ders vereceğim.” “Öğrenin gelin sizi müzakere yapacağım” dememişlerdir. Bu bir tarihi gerçektir. Sadece sohbet(söyleşi yapmış) Mü’minler de dinlemişlerdir. Bütün Peygamberler de böyle yapmışlardır. Ancak Peygamberimiz(S.A.V) yazı öğrenmeyi teşvik etmiştir. Fıkıh kitaplarının yazdığına göre, Efendimiz(S.A.V) zamanında Fıkıh ilmi bilenlerin sayısı, 10 binleri aşan eshab içinde 20 yi geçmez. Bu yirmi kişi de peygamberi dinleyerek öğrenmişlerdir. Nebevi sistemde medrese yolu ile tedrisat-öğretim yoktur. Medreseler, Peygamber’den 50 yıl sonra işte hep o Sultanlar(Melikler-Krallar) tarafından açılmış ve ondan sonra, Din-İman, kültür olmuştur.(Kültür, İman ve İlahi ilim değildir) . Okuma yazma yolu ile sadece fiziki bilimler, hukuki ve sosyal bilimler öğrenilir. Akılla metafiziği (Uhrevi bilimler) bilmek mümkün değildir. Akıl fizik ötesi RUH, melek, cin, şeytan, cennet ve cehennem gerçeklerinin ne olduğunu vahyin dışında bilemez. Çünkü bu saydıklarımız soyut varlıklardır. Aklın gücü fizik aleminin bittiği yere kadardır. ‘’Onlar zahiri bilirler ancak maneviyatı (ahireti) yani fizik ötesi gerçekleri bilemezler.’’ (Sure-i Rum Ayet 6) (Bknz.’’Aklın Çeşitleri’’isimli yazı Rufai Külliyatı 3.Cilt Kazım Yardımcı Ayrıca www.varliktanveriler.com den ‘’59 nolu Veri-Aklın Çeşitleri’’) Bu ayet açıkça aklın neleri bileceğini ve neleri bilemeyeceğini açıklamıştır. Zaten bu bir gerçektir. Akıl, soyut varlıkların nasıllık ve nitelikleri hakkında fikir yürütemez. Bilgi elde edemez. Ancak kutsal kitaplar yolu ile bu gerçeklerden haberdar olabilir. Zaten aklın Türkçe'si anlama yeteneğidir. İnsandaki akıl ise, ancak fizik aleminin gerçeklerini anlayabilir.fizik ötesi gerçekleri, evreni yaratan Allah, istediği kullarına bildirir, öğretir. Bunlar başta peygamberlerdir. Eğer akılla fizik ötesi gerçekleri anlamak, çözmek, bilmek mümkün olsaydı her akıl sahibi peygamber veya arif veli olurdu. Yağma yok! Ayet: ‘’Amenna ve Ata’na ‘’(Nur 47) (Ya Muhammed inandık ve itaat ediyoruz diyenler iman etmedi) .’’Semi’na ve Ata’na’’ (İşittik ve İtaat ediyoruz diyenler İman ettiler(Bakara 285 Nolu Ayet) .) Hazreti Peygamberdeki O İlahi ve tatlı sesi, pâk ve kutsal nefesi işitip etkilenenler-Algılayanlar; İman ettiler. Bu bir gerçektir.İman, Okuma-Yazma ile öğretilemez. Ama; Dini Fıkıh ilimleri Okuma-Yazma ile olur. Bir gerçektir ki; Okuma-yazma ile İslam Fıkhını gayri Müslimlerde (Papazlarda, Ateistlerde) öğrenebilir. Ancak gene de Papaz papaz, ateist ateisttir. Salih Mü’min’i ve onun yüzündeki Muhammedi(İlahi) Nurlu yüzü ve ondaki Fazileti, dürüstlüğü görmeden bir kimse (onun tatlı sesini duymadan) okuma ve yazma ile İman’ı bulamaz. İman kesin olarak Hidayet meselesidir ve Vehbidir, Kesbi değildir. Bir Mevhibe-i Rahman’dır. İlahi bağıştır. İman kazanç değildir. Allah’ın Hibesi-bağışı, Hidayetidir. Bu yazdığım Hidayet meselesi Kur’an ile sabittir. Okuma-yazma ile herhangi bir dini veya tüm dinleri öğrenebilirsin. Ancak İman’ı öğrenemezsin. İman gökseldir, gökten kula gelir. Allah diridir ve her an bir şanda-bir tecellidedir. İstediğine İman’ı hibe ve Hidayet eder ve O’na bir veli-mürşid gönderir. Allah inanmayanlar için: Onlara bir veli-mürşid yoktur.(Kehf Suresi 17) ayetini Kur’an ile açıklamıştır. Demek ki, inananlar için Allah Onlar’a birer Veli mürşid lütfetmek suretiyle yardım etmektedir. Bu bir İlahi nusrettir (yardımdır) . Not: İbni Hazm (Kurtuba 994- Manta Lişan 1064) Soy olarak Emevi kökenli olup, Emevi bilginlerindedir. Hem dört mezhebe, hem de Şii mezheplerine karşı Zahiriye mezhebini kurmuştur. O dört mezhebe ve şii mezheplerine karşıdır ve kendisi mezhep müctehididir.Mezhebinin adı Zahiriye mezhebidir. Yani asla Ehli sünnet ve Sünni değildir. İbni Teymiye (Harran 1263-Şam 1328) de onun mezhebini benimsemiş ve onun yolunda yürümüş zahiriye mezhebi müçtehitlerindendir. O da Sünni ve ehli sünnet değildir. (Bu iki zahiriye mezhebinin kurucusu ve bilginlerini birer Sünni müçtehidi ve bilgini olarak (halkımızın bu konuda bilgisizliğinden yararlanarak) bazı çevrelerce Sünni alimi diye sinsice sunulmaktadır ve ehli sünnet halkımız bu suretle şaşırtılmaktadır. Bu iki zahiriye mezhebinin kurucusu ve taraftarı olan bu iki bilgin asla ehli sünnet (Sünni alimi) değildir. Sünniliğe karşı oldukları gibi şiiliğe de karşıdırlar. Bunlar dört mezhebe olduğu gibi diğer bütün İslami mezhepler ve ilk dört halifeye de (Hz.Ebubelir, Hz.Ömer, Hz.Osman, Hz.Ali) muhalefet etmektedirler. İşte Vahhabilik, Zahiriye mezhebinin kurucularından İbni Hazm ve İbni Teymiye’nin görüşlerinin pratikleştirilmiş şeklinden başkası değildir. Asla bilimsel bir mezhep olmayıp katı, zorbacı, dayatmacı şiddet içeren bir ideolojidir. Vahhabilik, asla İslami bir mezhep olamaz. Zaten 18.asrın sonları ile 19.asrın başlarında zuhur etmiştir. Yani bu dört mezhep ve diğer İslami mezheplerin kuruluşundan 1000 sene sonra ortaya atılmış bir görüştür. Bunlar, bütün eski kadim İslâmi mezhepleri, İslam tasavvufu ve İslam felsefesini protesto etmektedirler. Yalnız kendi görüşlerinin doğru olduğunu; diğerlerinin hepsinin yanlış olduğunu vurgulamak suretiyle bir nevi İslam'ı ve ilmi tekellerine almak istemektedirler. Yani ilmi inkâr etmektedirler. Kendilerinden evvelki, bütün İslam bilginlerini, tasavvuf ariflerini, İslam'ın velilerini, İslam'ın Feylezoflarını, kelam alimlerini (Eş'ariliği ve Maturidiliği) de inkâr etmektedirler. Bu suretle, ilmi ve İslam'ı tekellerine alıp, sadece kendi görüşlerinin doğru olduğunu türlü demagoji ve propagandalarla dayatmak istemektedirler. Tartışmalarda hep karşı tarafın sık sık sözünü kesip, bir nevi şamata yapmaktadırlar. Halbuki İslam’da şiddet,dayatmacılık, zorbalık ve şamata yoktur ve İslam’ın kendilerinden evvel yetiştirdiği binlerce İslam Alimlerini inkâr etmek yanlıştır. İslam’ı ve ilmi tekeline almak hiçbir kimsenin ve hiçbir gerçek mezhebin haddi değildir. Bunlar İslam’ı ve ilmi tekellerine almak isteyenlerdir. İslam'ı ve ilmi tekeline almaya çalışmak ise en büyük sapıklıktır. Hiçbir bilgin kendisinden evvelki binlerce İslam Alimini reddedip, kendi görüşünün doğruluğunu Müslümanlara dayatamaz. Zaten o eski İslam Alimlerini inkâr etmek, ilmi de inkâr etmektir. İlim, Alimlerle yaşar ve sonsuza dek devam eder. Gerçek Alimleri (İslam'ın bilginlerini) inkâr, ilmi inkardır. İlmi inkâr edenin dinden söz etmek hakkı yoktur. Onların ki olsa olsa bir ideolojidir-bir düşüncedir.Mezhep ve inanç değildir. İbni Hazmın ve İbni Teymiyenin her ikisinin de gayesi, Seyyidleri (ki bunların hepsi Evlad-ı Resul, Evlad-ı Ali, Evlad-ı Fatime, Evladı Hasan ve Hüseyin'dir) ve evliyaları, Müslümanların gözünden düşürüp, Seyyidlere ve evliyalara düşman etmektir. Emevilerin onulmaz Haşimi düşmanlığını devam ettirmektir. Bu arada, koskoca Tasavvuf ilim ve kültürünü yok etmeye çalışmaktır. Yani maneviyat, metafizik aleyhtarlığı yapmaktadırlar. Şu bir tarihi gerçektir ki; tasavvuf medreseden tezahür etmemiştir. Tasavvuf, tekkeden tezahür etmiştir. Türk edebiyat tarihindeki, tekke ve tasavvuf edebiyatı bunun kesin şahididir. Hiç bir gerçek tasavvufcu yoktur ki; O bir tekke piri veya mensubu olmasın. Bu tekke tasavvuf pirlerinin ise yüzde doksanı Evlad-ı Resul olan seyyidlerdir, Haşimoğullarıdır. Tabii ki biz, rant peşinde koşan ZAMANE ŞEYHLERİNDEN söz etmiyoruz. Bunlar hakkında biz konuşmayalım ama iki büyük fikir adamımız söz etsin istiyoruz: 1-Yahya Kemal Beyatlı'dan: 'Aradım İstanbul'u dergâh dergâh Aradım bir pir-i dilaragâh Aba var, post var meydanda 'ER' yok Horasan erenlerinden hiç bir eser yok' 2-Kaygusuz Abdal'dan: 'Zengin konuşunca beli (evet) diyorlar, Fakir konuşunca deli diyorlar. Zamane ŞEYLERİNE VELİ diyorlar, Gittikçe çoğalır DELİMİZ bizim. Bu yukarıda genişçe söz ettiğimiz İbni Hazm ve İbni Teymiye zihniyetini devam ettirmek isteyenler; dini, dünyevi (seküler) kılıp, Müslümanların özgürlüğünü elinden alıp; baskıcı ve dayatmacı, şedid krallıklar, diktatörlükler kurmak istemektedirler. ONLARIN DEFTERİNDE ASLA CUMHURİYET VE ÖZGÜRLÜK YOKTUR, OLAMAZ. KAYNAK KAZIM YARDIMCI / ADIYAMAN 18.08.2006 [email protected] www.varliktanveriler.com
  14. mmustafa

    GERÇEK DİYALEKTİK

    GERÇEK DİYALEKTİK Allah bir, eli ikidir. Allah, Mukaddes Kitabı Kur'an-ı Kerim'de; 'iki elinden' söz etmektedir. Bunun anlamı: Tanrı'nın vücudu, kendisi bir,- Sıfatları - nicelikleri iki kategoride top­lanmıştır. Bunlara "Celâl" ve "Cemâl" denir. Yani Tanrı'nın Celâli (şiddeti) ve Cemâli (merhameti, şefkati) vardır. "Biliniz! Allah, şedidü'l ikâb'dır ve Allah, Gafurürrahim'dir". (Maide-98) "Halaktübiyedeyye - iki elimle yarattım". (Sâd -75). Yani Tanrı'nın Zâti zamiri (özne) Bir, Tek, Eşsiz, Son­suz; Sıfatları: ikidir. İşte doğadaki "dualizim, ikilik", yani "çelişkiler", hep bu "İki Sıfatından" kaynaklanmaktadır. Zi­ra doğa, Tanrı'nın 'kozmik görüntüsüdür. "Ayna" sıdır. Ayna­da bu iki Sıfatını göstermekte ve temaşa (görüp gözetmek) et­mektedir. Pozitif-Negatif, Erkek-Dişi, Sert-Yumuşak, Öfke-Şefkat, Kuvvetli-Zayıf, Güzel-Çirkin, Bilgin-Cahil, İyi-Kötü. Gece-Gündüz, Gök-Yer... Tüm çelişkiler; dualizmin-ikiliğin temel nedeni ya da kaynağı, Tanrı'nın Celâl ve Cemâl niteliğinin çeşitli yansımalarıdır. Celâlinden; kahri, şiddet, keskin koyu kırmızı ışınlar; Cemâlinden; şefkat, merhamet, tüm güzellikler, tatlı yeşil, sarı, pembe ışınlar yansır. Ve bu ışınlar, doğada ve insanda "çelişkiler" yaratır. Ve dengeyi sağlar. Bazen Celâli, bazen da Cemâli, objektif ve sübjektif âlemde hâkim olarak doğa ve bi­rey yaşamına devam eder. "O, her an bir şandadır (bir belirmede, bir iş yapmakta­dır)". (Rahman-29). Bu durumda Allah, Hay-diri ve Fail'dir-işleyendir. Tüm işleri; bazen Celâlinden ve bazen da Cemâlindendir. O neden­le doğada ve insanda "hal-durum" bir değildir. Hal-durum iki­dir. Zaten hal bir olsa; doğada hayat-yaşam çekilmez olur. Do­ğa ve insan hal-durum değişiklikleri ile her an yeni bir durum alır yeni bir değişiklik olur. Doğa ve insan tazelenir. Yaşam, heyecanlı canlı ve tatlı olur. Doğada statik durum yoktur. Dinamizm hâkimdir. İşte diyalektik budur. Diyalektiğin Özü, gerçeği de budur. Tanrı-Vücud, Var olan "Bir" ve "Tek" ve de "Eşsiz (Zira Tanrı, gerçek var. Gerçek varın, yani vücud'un yapısı Nur, Işık ve Kuvvettir)", Var (Vücud) Bir, Eli (nitelikleri) ikidir: Celâl-Şiddet ve Cemâl-Şefkat ve güzellik. Celâl ve Cemâl'in teza­hürleri-belirtileri doğada yaygındır. Bu çelişkiler yukarıda da söz ettiğimiz gibi "İlk İnsan", "Âdem"in cesedinde ise toplu haldedir. Âdem'in cesedinde (dış yapısında) doğada olan "her şey”in özü-cevheri (element­leri) bulunur. Onun için çok girift ve karmaşık bir durum al­mıştır. Doğadaki vahşet, tüm vahşi bitki’de hayvanlar; İnsan'ın bedeninde gizlenmiştir. İnsanda iç güdüler özelliği olarak gö­rülen 'şiddet ve saldırganlık' içgüdüsü, 'tahakküm etmek' içgü­düsü, 'seks' içgüdüsü v.b. kötü ve tehlikeli içgüdüler... KAYNAK KÂZIM YARDIMCI / ADIYAMAN www.varliktanveriler.com
  15. mmustafa

    İTIKAT - İMAN - TASAVVUF

    İTIKAT - İMAN - TASAVVUF Başlangıçta da söylediğimiz gibi itikat ve iman meselelerinin Fıkıh’la, amel’le, Dört Mezhep’le hiçbir alakası yoktur!.. Selefiyyun : Arif olan Tasavvufçular, Evliyalar: soyut akılla (küçük akılla) Aristo Mantığına göre iman gerçeklerini açıklamayı kabul etmezler. Onu Kelamcılar ve İslâm Felsefecileri yapmış. Peygamberimizden 100 yıl sonra yeniden İtikat Mezhepleri kurulmuş, Abbasiler zamanında. Selef (Arifler); Âyet, Hadis-i Şerif ve Hadis-i Kudsi’lerle bildirilen iman gerçeklerini izah ve tefsir ederler. Yeniden Kelâmcılar gibi akıl ve Mantık’la (rasyonal olarak), Itikat kurmaya kalkmazlar. (31) Bir de; İsmailiye Mezhebi’nden, Batıniler vardır. Onlar da; ‘Kur’an, batın’dır. Âyetlerin ve Hadislerin zahiri anlamı yok’, diyorlar, bu da yanlış. İsmailiye’nin batıniye kolu ise; Âyetleri batınen yorumlayalım derken; giderek aşırı teşbih yaparlar. Bunun sonucunda da gene mütecessime, yani Cisimcilik çıkar. Bu da Şekilcilik olur. Dolayısıyla bu da Putçuluktur. Kur’an ve Hadis’in hem zâhir, hem de bâtın anİamı vardır. Zâhir anlamının da, bâtın (Manevl) anİamının da yorumu ve yorumcuları vardır. Mesela, Kuran-ı Kerim’de Allah, ‘Kendi yüzünden, gözünden, elinden” söz etmekte ve ayrıca ‘Arş’a (tahta) oturduğunu”, buyurmaktadır. “Errahmanü Alel arşisteva- Rahman, Arş’a istiva etti”. (Ta-Ha:5 ) Bunlar ve buna benzer birçok mecazi (kapalı, kinayeli) Âyetler vardır. Bu Âyetler, izah edilmez, yorumlanmazsa; Allah-ü Taâla’ya şekil verilmiş olur. Şekil vermek ise putçuluktur. Onun için Tasavvufçular, Gazali ve büyük Din bilginleri, Kur’an’ın muhakkak yorumu lazım geldiğini ve batın’i (manevi) anlamları da olduğunda ittifak etmişlerdir. Bu ittifaka karşı olan tek kişi, İbni Teymiye’dir Gerçek Selef olan Tasavvufçular (Veliler), Ehl-i Sünnet’in ve Şia’nın kabul ettiği budur. Doğru olan da budur. Batıniler ve Zahiriyeciler; İslâm’da çok az, ifrat ve tefrite gitmiş azınlıklardır. İtikat’ta Ârif olan Selef ve Onların yolunu tutanların delili; Âyet, Hadis-i Şerif ve Hadis-i Kudsi’lerdir. Bunun en büyük izahçısı Peygamber Efendimiz (A.S.) ve Âl-i, Ashabı’dır. Ve Onlardan öğrenenlerdir. Onlar İtikat tefsircileridir, açıklayıcılarıdır. Itikat kuruculuğu yapmazlar. Yani İtikat’ta, Kur’an ve Hadis-i Şerifler ne diyorsa; odur. Bu Itikat meselelerinin hepsi zaten Kur’an ve Hadis’lerde var. Bunlar ancak Peygamberimiz ve O’nun Mânevi Vârisi olan Ârifler cüz’i aklı, Kül’li Akıl’la irtibata geçirerek; Kül’li Aklın (Ruhu Muhammediye Aleyhisselamın) yardımıyla; Aklı, Ruhu gelişen büyük Veliler tarafından açıklanabilir. Bizler de Onlardan öğrenebiliriz. İtikat’ı Allah ve Resulü kurmuştur. Başkaları kuramaz! Kelamcılar, Âyet ve Hadis’lerin izahını yapmamış, Onlar Aristo Mantığına göre; nazari (rasyonel) olarak Kadim, Muhdes, Zat, Sıfat, Fiil (kader) konularında soyut akılla hükümlere (yargılara) vamışlardır. Yeniden Itikat oluşturmuşlardır. Kelamcıların delili, Âyet ve Hadis’ler değildir. Onların delili ‘Akıl ve Mantık’tır’. Âyet ve Hadis’lere göre ltikad’ın izahını yapmazlar. Selef olan Ârif Evliyalar (Tasavvufçular), “Biz Âyet ve Hadis’lerden kaynaklanmayan bir İtikadı kabul etmeyiz, derler. Bir ‘UsuI-u Kelam’ kitabı alıp okuyan insan; Kelamcıların, Âyet ve Hadis’lere göre hareket etmediklerini, hep akılla hareket ettiklerini görür. Onların Itikat ve iman gerçeklerini bildiren Âyet ve Hadis’lerle ilgilenmediğini; Onların izahını yapmadığını görür. Onların konusu hep Vücud (Varlık, Zat), Vacib-ül Vücud (Varlığı zorunlu), Mümkün-ü Vücud (Varlığı mümkün), adem(yokluk), Mevcud (Var olan), Kadim (İlk) muhdes (sonradan oluşmuş), ayn (belli, açık), araz (kendiliğinden oluşmayıp başka bir cevherden oluşan), Cüz’i lâ yeteceza (atom), hayz (bir şeyin uzayda doldurduğu yer), hayula (zihinde tasarlanan şey), Zat, Sıfat, Ef’al (Fiiller, yani dolayısıyla Kader meselesi) v.b.’dir. Bunların hepsi de cüz’i -küçük akılla ve Aristo Mantığı’nın kuralıyla (tikel’den tümel’e, tümel’den tikel’e); akli kıyasla istidlal yaparak (Bir delile dayanarak bir şeyden sonuca varma); izah ve ispata kalkışmışlardır. Bu nedenle de türlü litikat Mezhepleri doğmuştur. Zaten bu konular eski Yunan Felsefesinde daha milattan önce var idi. Bunlar ve Aristo’nun mantık kuralı; Emevi, Abbasi çağında İslâm bilginlerine geçmiştir. Kitap (Kur’an) ve Sünnet’le hiçbir alakası yoktur. Kur’an-ı Hakim ve Sünnet’i Nebi’de ise; herbir İtikat (İman gerçekleri - metafizik konular) mevcuttur. Bunları Kelam’da ve Felsefe’de aramaya gerek yoktur İşin tehlikesi de şu ki: Mu’tezile olsun (Şiiler ekseriyetle), EhI-i Sünnet bilginleri olsun (Eş’ariler ve Maturidi’ler ekseriyetle), bu Kelami, Akılcı hükümlerin, Kur’an’a ve Hadis’lere uygunluğunu sağlamaları gerekirken; sonradan bunların taraftarı olan Medrese Alimleri, ‘İtikat konusunda Âyetleri ve Hadisleri Kelami, Akılcı Mezhep kurucularının görüşlerine uydurmaya çalışmışlardır’. En tehlikeli olan da şu ki; Hatta bu İtikat’lara uymayan Âyetleri mensuh (hükmü kaldırılmış) saymaya kalkışmışlardır. Hadis-i Şeritleri görmezlikten gelmişlerdir!.. Çok tutucu (skolastik) bir şekilde itikat’la ilgili Âyet ve Hadis’i; Eş’ari’ye, Maturidi’ye, Cubaiye (Mutezile) göre izah etmeyen bir Ârifi, dalâlet ve sapıklıkla itham etmişlerdir. Halbuki Âyetler ve Hadis-i Şerif’ler Kelam’dan, Eş’ari’den, Maturidi’den, Cubai’den (Mu’tezile) ve benzerleri Mantıkçı Itikat kurucularından 150 yıl önce var idi. Gel gör ki; Kur’an ve Hadis’le sabit, itikat bırakıldı; yukarıda adı geçen akılcı bilginlerin görüşleri, Itikat kabul edildi. Bunu Şii Medrese Âlimleri de yaptı, Sünni Medrese Âlimleri de yaptı... Şu da var ki; Tasavvufçular akIi istidlal -akılcı delillerle Allah’ın varlığı, Ruh’un varlığı, metafizik gerçeklerin varlığı hakkındaki Felsefeci ve Kelamcıların savunmalarına karşı değildir. Bilakis bunu destekler ve kendileri de icabederse yapar. Bu mücadeleyi, kim olursa yapanın yanındadırlar. Ancak; Allah hakkında, Allah’ın Zatı, Sıfatı, Fiilleri, Vasıfları hakkındaki görüşlere karşıdır (Felsefi ve Kelami görüşlere). Hak’kın Varlığını müdafaa ayrı şey, Hakkın Vasıfları hakkında görüş ortaya atmak ayrı şeydir! Hak ve Hakkın gerçeği, vasıfları hakkındaki görüş, Âyetler ve Hadis’lerle bildirilmiştir. İtikat’ı Allah ve Resülü oluşturmuştur. Bunun en büyük izahçısı (açıklayıcısı) ise; Fahr-i Âlem Efendimiz, Ehl-i Beyt, Ashab’ın bilginleri ve Ârif olan Evliyalar, yani Tasavvufçulardır; Selefi Salihin’dir. AkIi delil ile itikad oluşturan Farabi, İbn-i Sina, Kindi, İbn-i Rüşd, Mu’tezile Kelamcıları; Eş’ari, Maturidi kim olursa olsun; kendini Allah ve Peygamberinin yerine koymuş olur. Çünkü İman gerçekleri (İtikad) Kur’an Âyetleri, Hadis-i Şerif’ler ve Hadis-i Kudsi’lerle bildirilmiştir. Hatta Tasavvufçular, yukarıda adı geçen İslâm Felsefeci ve Kelamcıları bir yana; Batıdaki Allah’ı ve Din’i savunan Felsefecileri de destekler. Dehri, Materyalist Felsefeyle mücadele eden Descartes, Spinoza, Kant, Hugo, Goethe ve Hegel’i de destekler. Desteklemek ayrı şeydir. (Hakkı her şekilde savunmak her dindarın görevidir.) Ama onların oluşturduğu bir itikad’ı kabul etmek (Mu’tezile, Eş’ariye, Maturidiye vb, gibi) ayrı şeydir. Kitap ve Sünnet’le bildirilen itikadi Gerçekleri, Ârif Evliyalar izah etmiştir. Öyleyse Tasavvufçu olan Selef’in ltikadı’ndan başkası; Şii olsun, Ehl-i Sünnet olsun, Müslümanların Itikadı değildir! Ancak, Ehl-i Sünnet’in Medrese Âlimleri, Selefıye Mezhebi’ni de İtikad’da kabul etmişlerdir. Mesela biz şimdi, Eş’ari, Maturidi’ye sempati ile bakıyoruz. Fakat Onların Itikadını kabul etmeyiz. Cüz’i akıl’Ia yapılan Itikadı değil; biz ‘Selefi Itikadı’ kabul etmişiz, Selef-i Salihin nasıl inanmışsa; biz de öyle inanmışız. Tasavvuf erbabı nasıl inanmışsa biz de öyle inanmışız. Tasavvufçuların (SufiIer) Piri, İmam-ı Hasan el Basri Hazretleridir. 0 da Tasavvufu hidayet yolunun İmamı Hazret-i Ali (K.V.) Efendimizden almıştır. Selef-i Saihin olan Sûfiler ve Onları destekleyen Gazali Hazretleri, Maturidiye ve Eş’ariye’nin akılcı - Mantıkçı Metodlarını, reddederler; yoksa Onların hükümlerinin Kitap ve Sünnete ve Selef-i Salihin’in İtikadına uygun olanlarını değil. Onlar, Akıl ve Mantık Metodu’yla İtikat oluşturmanın ve bunların yargılarının çoğunun Kitap ve Sünnete ters olacağını savunurlar. Selef-i Salihin’in İtikad yolunu seçen büyük Arifler, Maturidi’nin ve Eş’ari’nin her sözünü reddetmezler. Biz de bu görüşteyiz. Tasavvuf :Yukarda da epeyce anlatıldığı ve bilindiği gibi Tasavvuf, İman hakikatleri ile uğraşan bir kol’dur. Peygamber (A.S.)’in Ruh-u Muhammedi ile temas ederek Kur’an’ı öğrenmektir. ‘Kur’an’ın Fıkıh tarafını değil; İtikad, iman tarafını...” Mârifet-i İlâhi, Zât- Sıfat-ı İlâhi Ef’alini, Asarını, Kader, Ruh, Melek ve Seyr-i Sülük’ü (İnsanın Ruhunun tekasüf, yani kesif-yoğun âlemden, latif-güzel aleme geçişi.) öğrenmektir. Peygamber (A.S.) Tasavvuf’u, Hz. AliyyeI Mürteza Elendimize ve Ebubekr-i Sıddık Efendimize vermiştir. Tasavvuf tarihi bunun şahidi. Tasavvuf’ta bir de ‘mârifet’ ve ‘aşk’ meselesi vardır. Üstadlar, kendilerine bağlanan insanların bir kısmını aşk’la, bir kısmını da mârifet’le Ruhlarını parlatıp tekrar Rab’larına kavuşmalarını sağlarlar. Fenafi Resül, Fenafillah, Bakabillah sırlarına kavuşturup, iman Hakikatlerine Ârif kılarlar. Yani “Men arafı öğretirler. “Men arefe nefsehu, kad arefe Rabbehu -Nefsini (kendini) bilen, Rabbını bilir... (32) Tasavvuf, Peygamber (A.S.)’ın kendisinde mevcut! Kur’an-ı Kerim’de Mevcut (vardır)! Çünkü Tasavvuf, İman ve İrfan meselesidir. Peygamber’in (A.S.) bütün meselesi zaten; Allah’a İman ve İrfan’ı artırmaktır. Peygamber (A.S.) en büyük Ariftir Hocayı Kâinat’tır. Bu, Enbiyalarda da var. Meleğin hakikati, Ruhun hakikatı, Nübüvvet, Velâyet, Risalet, Vahy’in, Kelam’ın hakikati, Zât-ı Akdes, Allah’ın kadimliği, Allah’ın Kelamı, Allah’ın Sıfatları, Allah’ın Esma-i Hüsna’sı... Tasavvuf budur işte! Tasavvuf, sonradan çıkan birşey değildir! Peygamber (A.S.) bunu Şah-i Velayet’e ve Ebubekr’i Sıddık Efendilerimize öğretmiş, Onları yetiştirmiştir. Bu iki büyük zat, Peygamberimizin iki büyük kapısıdır. Öbür Ashablardan da istidatlı (yetenekli) olanlara öğretmiştir. Öbür Ashab’lardan da gelen kollar varsa da; sonradan ya unutulmuş, ya inkita’a (kesintiye) uğramış; ama Hz. Ali ve Hz. Ebubekir’deki Tasavvuf devam etmektedir. Çünkü Mârifet son bulmaz! Bazıları der ki; Tasavvuf, ‘Keşf’dir... Tasavvuf, yalnızca bir hal değildir. Tasavvufta Ruh, Peygamber’e (A.S) ve Allah’a kavuştuğu zaman, Allah ve Resülünden ilim öğretilir. İman hakikatleri; hakiki İtikad öğretilir. Hak’kel yakin iman öğretilir. Abdülkadir-i Geylâni’nin, Rufai Hazretlerinin, Muhyiddin-i Arabi, Maktul Suhreverdi, Mevlâna’nın, Hacı Bektaş’ın, Yunusun, Şeyh Hasan-ı Şazili’nin, Bedevi, Dusuki Hazretlerinin, Ahmed Yesevi’nin, Muhammed Bahaeddin, Ahmed Faruk-u Serhindi Hazretleri, Gazâli Hz.’leri ve benzeri zatların eserleri okunduğu zaman; Tasavvuf’un bizzat Peygamberlerde, Aleyhisselat Efendimizde, Âl-i Aba’da, Hulefa-i Raşidin (Dört Halife)’de, On iki Ehl-i Beyt İmamı’nda, büyük zatlarda; Hasan el Basri’de, Cüneyd-i Bağdadi’de, Maruf-u Kerhi’de, Sırri Sakati’de olduğu görülür. Hasan el Basri Efendimiz, Hz. Ali Efendimizin talebesidir. Bizzat O’ndan Mânevi Hilafet almıştır. Tasavvuf, Mârifetullah ve Aşkullah’dır. İki tecellisi var. Talibin istidadına (dileyenin yeteneğine) göre yada 0 aşk’la, ya da Mârifetle Allah’a kavuşturulur. Bir Tasavvuf şairimiz şöyle diyor: “Savm-ı Selat ile sanma biter işin senin, Meğer Salike vuslat, Zikr ile İrfan imiş...” Allah, “Beni çok zikredin” diyor. Tasavvuf, Allah’ı çok çok, gayet çok çok, kesir kesir zikretmektir. Zikir Aşktır; Aşkı doğurur. Bismillahirrahmanirrahim: “Ya eyyühellezine âmenüzkürüllahe zikren kesira - Ey İman edenler! Allah’ı çok çok zikredin!..” (Ahzab: 41) “Vezkürüllahe kesiren lealleküm tüflihun - Allah’ı çok zikredin ki; kurtulasınız’. (Cuma: 10) “Elâ bizikrillahi tatmeinnül kulûb - Ayık olun! Allah’ın zikri, kalpleri yerine oturtur’. (Râd: 28) Bakınız! Kalp ne ile otururmuş yerine?.. Zikrullah ile!.. Yerine oturmayan Kalp n’oldu?.. Olmadı!.. “Fezkürûni ezkürküm - Beni zikredin ki! Ben de sizi zikredeyim”. (Bakara: 152) Yani beni anın! Beni çağırın! Anlamlı, şuurlu biçimde... Zaten Peygamber (A.S.) buyurur: “Efdeli zikri Lâ ilâhe İllallah -Zikrin efdeli, Lâ ilâhe illallah’dır (Allah’dan başka ilâh yoktur)”. (33) Allahu Taâlâ, “Fezkur isme Rabbike - Rabbı’nın ismini zikret!” (34) “Ya Muhammed! Allah’ı tesbih et!” (35). Bütün Peygamberlere de emir var; Resülüllah Efendimize de, Mü’minlere de emir var. “Allah’ı, sabah-akşam tesbih ediniz” (36) “Vele zikrullahi ekber - Allah’ın zikri en büyüktür; En büyük şey, Allah’ın zikridir’. (37) Selat; ‘dua, yalvarma’ anlamınadır. Ayrıca; İbadet, Rüku, Secde Âyetleri de var. Bu konuda Allah ne buyuruyor?.. “Ve akimüsselate, innesselate tenha ani’l fehşai’vel münker - Selat’a ikame edin; Selat’a yönelin. Yani Namazınızı kılın! Namaz insanı kötülüklerden, fuhuştan, münkerden alıkor”. (38) Ama Âyetin sonunda ne buyuruyor?.. “Vele zikrullahi ekber - Allah’ın zikri ise, ‘en büyüktür”. Zikir, kalbi yerine oturtturacaktır. “Zikri ise” diyerek; Zikri, Selat’tan ayrı kılıp; en büyük şeyin Zikir olduğunu buyuruyor, Rabbımız Allah. Zikir, İman’la ilgilidir. Önce ‘Allah’ denilecek ki; sonra Namaz kılına. Allah’ı zikretmeden Namaz olmaz. “Allahu Ekber - Allah en büyüktür’, demek; Allahu Taâlayı büyüklemektir. “Ya Muhammed! Sabah akşam beni zikret!” (39) “Sabah akşam beni tesbih et!” (40). 31) Şimdi biryeni Zahiriyeciler (Teymiyeciler) çıkmış; biz Selefiyeyiz, diyorlar. Bütün Fıkhi Mezhepleri, Kelami ve Felsefi Mezhepleri, Tasavvuf’u (Mâneviyatı) inkar ediyorlar. Kur’an’ın ve Hadis’lerin, Hadis-i Kutsi’lerin batıni (Mânevi) anlamı yok, diyorlar. Bunlar Selef değil, bir nevi hariciler, yani Zahiriyecilerdir. İbni.Teymiye’ye göre ‘Kuran izah edilmez’, Arapçası okunur veya tercüme edilir. 0 kadar. Hem öyle deyip izahçılarını reddediyor; ondan sonra kendi izah ediyor.Yani kendine caiz, başkalarına caiz değil! ilmi tekeline almaya çalışıyorlar... 32) Binbir Hadis, Şemseddin Yeşil, 1983, İst., S.212 ve diğerleri 33) Cabir(r.a.)’dan;Tirmizi, Riyazü’s-salihin, Diy.İşl.Bşk.Ya., 1976, 3. Cild, S. 39 Ayrıca; ibn-i Mâce, Sünen C. 2, S. 1249. 34) Müzzemmil :8 35) Ahzab:42 36) “Ve tüsebbihûhü bükraten ve asîla” Fetih: 9 37) Ankebut:45 38) Ankebut : 45 39) Â’raf: 205 40) Tâ-Hâ: 130 KAYNAK KÂZİM YARDIMCI / ADIYAMAN www.varliktanveriler.com
×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.