Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

Admin

™ Admin
  • İçerik Sayısı

    58.050
  • Katılım

  • Son Ziyaret

  • Lider Olduğu Günler

    367

Blog Başlıkları gönderen: Admin

  1. Admin
    YouTube'da Aile dizisinden bir klibe denk geldim ve aşağıdakileri duydum:
    "Beni denemiş haspam neymiş bak ne kadar da çok seviyormuşum onu
    Öyle bir zehir ki bu çok sevmek bütün kötülüğü çok severek yapıyoruz birbirimize 
    Öyle miktar belirtmeden sadece dümdüz sevemiyoruz ha ya çok seveceğiz her şeyden çok seveceğiz ya da kanımızla canımızla nefret edeceğiz aileden böyle gördük çünkü
    Sonra büyüdük yalnız sevilen yalnız çocuklar olduk"
    Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?
  2. Admin

    Yaşamın İçinden
    Kendinle barışık olmak
    İç Benliğinle Bağlantı Kurmak
    Çevrenizle barışık olmak
    Önceliği Kendinize vermek
    Bakış Açınızı Değiştirmek
    Sınırlarınızı Belirlemek
    Doğayla Barışık olmak
    Şu and iyi bir yerde olsanız bile bulunduğun durumu yeniden analiz etmek ve kabul etmek
    Günlük hayatın gürültüsünü kulak ardı etmek ...     
    Sistemler oluşturmak
    Meditasyon yapmak
    Restoratif yoga yapmak
    Doğada zaman geçirmek
    Günlük tutmak ve duygularınızı serbest bırakmak
  3. Admin
    Makyaj Altında Boğulan Kadınlara Neden 'SU GİBİ' Görünüyorsun Derler Anlamıyorum (Ben Sadelikten Bahsediyorum)
    Sadelik sadece 'su gibi' olabilir. Çuvallar dolusu makyaj malzemesiyle ortaya çıkan görüntüler değil tabi ki.
    Hadi bakalım dökülün eteğinizdekileri...
     
  4. Admin

    Yaşamın İçinden
    Hayatta ben en çok babamı sevdim.
    Karaçalılar gibi yardan bitme bir çocuk
    Çarpı bacaklarıyla – ha düştü, ha düşecek –
    Nasıl koşarsa ardından bir devin,
    O çapkın babamı ben öyle sevdim.
     
    Bilmezdi ki oturduğumuz semti,
    Geldi mi de gidici – hep, hepp acele işi! –
    Çağın en güzel gözlü maarif müfettişi.
    Atlastan bakardım nereye gitti,
    Öyle öyle ezber ettim gurbeti.
     
    Sevinçten uçardım hasta oldum mu,
    40’ı geçerse ateş, çağ’rırlar İstanbul’a,
    Bi helallaşmak ister elbet, diğ’mi, oğluyla!
    Tifoyken başardım bu aşk oy’nunu,
    Ohh dedim, göğsüne gömdüm burnumu.
     
    En son teftişine çıkana değin
    Koştururken ardından o uçmaktaki devin,
    Daha başka tür aşklar, geniş sevdalar için
    Açıldı nefesim, fikrim, canevim.
    Hayatta ben en çok babamı sevdim.
     
    Can Yücel
  5. Admin

    Yaşamın İçinden
    Doğduğum günü hatırlamıyordum..!
    Sordum? Çok ağladın dedi..!
    Yüzüm kızarmıştı..!
    Acaba çok acı çektirdim mi diye düşünmüştüm..!
     
    Beni öyle görünce...!
    Ellerini ensemde dolaştırdı...!
    Yaşım 35’ti ama hala o ellerin şefkatini hissediyordum..!
    Öylece dolaştı ensemde o eller...!
     
    Büyümüştüm ama hala her ağladığımda annem diye ağlardım..!
    Karım yakalamıştı beni ağlarken..!
    Neden annen diye sormuştu..!
    Annem çünkü karşılıksız sevgiyi aldığım tek insandı o demiştim..!
     
    Annem, Annelerimiz, Anneleri..!
     
    Onu hep kucaklamak isterim..!
    Onu hep aramak ve yaptığım şeyleri anlatmak isterim..!
    Onu hep yanımda ve başım onun kucağında, saçlarımı okşarken isterim..!
    Onu hep beni karşılıksız sevdiği için isterim..!
    Onu hep beni gözlerken görmek isterim..!
    Onu hep dizimi yaraladığımda, yaramı üflerken görmek isterim..!
    Onu hep yanıbaşımda gülerken görmek isterim..!
     
    ONU HEP MUTLU VE SAĞLIKLI GÖRMEK İSTERİM..!
     
    HAYATTA BEN EN ÇOK ANNEMİ SEVDİM..!
     
    BENİM GÜZEL ANNEM VE ANNELERİMİZ..!
  6. Admin

    Yaşamın İçinden
    Uzun süredir bu konu hakkında düşünüyorum:
    Hoşgörü Nedir?
    Nasıl Olmalıdır?
    Nasıl Algılanmalıdır?
    Neye, Nasıl, Neden Hoşgörü Gösterilmelidir?
    Bazan hoşgörünün herkesin kendine göre algıladığı değişen ve kişiye özel bir kavram olduğunu düşünürüm, bazan da hoşgörü genel bir kavrammışta herkes onu işine geldiği gibi kullanıyormuş sanırım.
    Her ikiside bana hoşgörünün nereye kadar ve nasıl kullanılacağını tam olarak anlatmıyor...
    Bir insan ne kadar hoşgörülü olmalı veya nereye kadar hoşgörülü olmaya çalışmalı...
    Hitler'e hoşgörülü olabilirmisiniz?
    İsrail'e öldürdüğü filistinliler için hoşgörülü olabilirmisiniz?
    Sivas'ta yakılan insanlar için hoşgörülü olabilirmisiniz?
    Stalin'in öldürdüğü insanlar için hoşgörülü olabilirmisiniz?
    bu liste uzayarak gider....
    Bildiğim bir şey var yaşadığınız yerdeki renkliliğe hoş görülü değilseniz hiç bir şeye hoş görü ile yaklaşamazsınız...
    İnsanları dinleme konusunda hoş görü en önemlisidir.
    Bunu biraz açalım. Bizim insanımızda bilgiyi edinme yolu çok önemli değildir. Bunu çevrenize bakarak hemen bana başınızı sallayarak doğru dediğiniz görür gibiyim. Neden böyle söyledim? Çevrenize bakın insanlar bilgi dediğimiz yaşamanın ana temeli olan kavramları nereden öğreniyorlar. Bu öğrendikleri kavramları size gerçek doğrularmış gibi nasıl sunuyorlar. Nereden alındığını bile doğru dürüst bilmediği veya kaynağını çok iyi araştırmadığı bu bilgileri size savunmak ve kendi doğrularını o bilgiler üzrinde ispatlamaya çalışmakla görevli hissediyorlar.
    Hoşgörülü olmayan toplumlar hep aynı noktada kalmaya devam edeceklerdir. Farklılıklarınızı Kabul etmeden bir metre bile ileri gitmek mümkün değildir. Çünkü bu farklılıklar sizi oyalayacaktır Oyalayan farklılıklar hep engel olacaktır.
    Şimdilik bu kadar….
  7. Admin

    Yaşamın İçinden
    Her 10 Kasımda küçüklüğümü hatırlarım...
    Okula gitmek için can atardım neden olduğunu bilmediğim ve anlayamadığım bir gündü... Daha sonraları okumaya başladım ve anlama yolunda yol almaya başladım. Okudukça aydınlandım, anladıkça daha da anlama isteği ile Mustama Kemal Atatürkü öğrenmeye başladım. Bu bana yeni kapılar açtı... Ben MKA kendinden öğrenmek istedim... Bana öğretilenlerle değil... Ona onun gözünden bakmak, ona onun sesinden seslenmek, ona onun ayakaları ile ulaşmak, ona onun aklı ile erişmek istedim...
    http://www.turkish-media.com/ata/sl/ataturk.htm
    Ne kadar başarılı olduğumu hep sordum kendime. Yanıtı olmayan sorulardan birisini sorduğumu anlamam uzun sürmedi, çünkü onun gözü ile kendine bakman senin görevini sonsuz kılıyor, onun ayakları ile yürümek sonsuzluğa yürümek oluyor, onun aklı ile düşünmek sana sonsuzluğun ışığını veriyor...
    Gene bir 10 Kasım ve ben gene aynı heyecanı duyuyorum ama bu sefer önüm arkam şobe diyenlerin farkına varıyorum. Bunun ne anlama geldiğini siz okuyanlar kendinize sorun bakalım: nereden nasıl ve hangi yöne gidiyoruz...
    Seni anıyorum, seni yaşıyorum, seni anlıyorum, seni özlüyorum ve en önemlisi senin düşüncelerini senin anladığın şekilde yaşatmaya çalışıyorum....
    Sevgimle diyorum ve bitiyorum...
  8. Admin

    Yaşamın İçinden
    Aşk = Gidememek (Aşk eşittir Gidememek)...
    Böyle söylüyorlar peki siz buna katılıyor musunuz? Aşk'ı en iyi anlatan kelime GİDEMEMEK mi?
  9. Admin

    Yaşamın İçinden
    O her zamanki gecelerden birinde gene yanlız başıma sokakta yürüyordum başımı kaldırdım ve:
    O her zamanki dolunay oradaydı...
    Düşündüm,
    İlk insanda aynı aya bakıyordu...
    Arşimette aynı aya bakıyordu...
    İsada aynı aya bakıyordu...
    Mudahmmette aynı aya bakıyordu...
    Churcillde aynı aya bakıyordu...
    Leninde aynı aya bakıyordu...
    Atatürkte aynı aya bakıyordu...
    ve bende aynı aya bakıyordum...
    Çok tuhaf hissettim kendimi....
  10. Admin

    Yaşamın İçinden
    Turkish-Media.Com forumu bana yeni bir şey daha öğretti:
    İnsanlar Şiddetten hoşlanıyorlar...
    Korku ve Gerilim Bölümünü açtıktan sonra gördümki en sakin insan bile çok şiddet içeren şeylere bakıyor ve o bölümde ileti postalıyor. Buradan şu çıkarılmamalı hoşlanmıyor olabilirler ama bakıyorlar ve devamlı müdavimi olmuş gibi görünüyorlar.
    Kendime şu soruyu sorma gereği hissettim:
    Şiddet insanın neresinde saklı?
    Bunu herkesin kendine sormasında fayda var sanıyorum...
    Şiddetten ne kadar hoşlanıyorsunuz veya bir gün şiddet uygulayabilecek duruma gelebilir misiniz?
  11. Admin

    Yaşamın İçinden
    Aşığıdaki soruların yanıtlarını arıyorum ve düşüncelerinizi eklemenizi istiyorum
     
    (Biz bu topraklarda yaşayan bütün bireyler anlamına geliyor):
    Biz ne kadar çalışkanız? Biz ne kadar akıllıyız? Biz ne kadar bilgiliyiz? Biz güvenilirmiyiz? Biz adilmiyiz? Biz terbiyelimiyiz? Biz ne kadar yalancıyız? Biz saygılımıyız? Biz ne kadar hoşgörülüyüz? Biz toplum hayatını biliyormuyuz? Biz farklı ırklara nasıl bakıyoruz? Biz farklı inançları tolere edebiliyormuyuz? Bizim kültürümüzün kökeni nedir? Biz politikadan ne anlıyoruz? Biz sosyalmiyiz? Biz yeşilmiyiz? Biz kendimize ne kadar güveniyoruz? Biz başkalarına ne kadar güveniyoruz? Biz ne kadar birleştiriciyiz? Konuya iki açıdan bakmanızı istiyorum:
     
    1. Kendiniz, birey olarak....
     
    2. İçinde bulunduğunuz toplum açısından....
     
     
     
    Lütfen biribirinizle tartışmayınız sadece düşüncelerinizi öğrenmek istiyorum...
  12. Admin

    Yaşamın İçinden
    Böyle başlar böyle gider deniyor hep ama öylede olmuyor diye dipnot düşüldüğüde oluyor...
    Çevreme baktığımda çokca sevgi görmüyorum...
    Gördüklerimde karşılıklı sevgiler bıktıran cinsten...
    Annem bana oğlumun/kızımın sevgisi herşeyden daha temiz gelir demişti...
    Bazan içimde büyük bir devinim başlar...
    Gittikçe önüne geçilmez bir hal alır...
    Anlarım artık içimde durmak istemediğini...
    Karşılıksızdır...
    Kaçınılmazdır...
    Anlamlıdır...
    Tazedir...
    Güzeldir...
    Devinimlidir...
    Özgürdür...
    Oluşturur...
    Yardımcıdır...
    Özgüvenlidir...
    Kararlıdır...
    Düzenlidir...
    .
    ..
    ...
    ....
    .....
    ......
    .......
    ........
    .........
    ...........
     
    Paylaşmak veya bölüşmek: adını ne koyarsanız koyun karşılıksız olduğunda adını koymuş olacaksınız zaten...
  13. Admin

    Yaşamın İçinden
    I AM…
    I AM A SON. A BROTHER. A GRAND-CHILD. A NEPHEW.
     
    A COUSIN. A FRIEND. I AM A PARTNER. A STUDENT. A YOUNG
     
    BOY AND A GROWN MAN. I AM CONFIDENT AND SCARED.
     
    TERRIFIED AND EXCITED. I AM LOVING AND CARING AND
     
    THOUGHTFUL AND HOPEFUL. I AM SICK AND TIRED. I AM
     
    SHY AND FRIENDLY AND CAREFUL AND CARELESS. I AM
     
    BROKEN AND WHOLE. I AM MISUNDERSTOOD, MISGUIDED
     
    AND MISLEAD. I AM HARD WORKING AND DETERMINED BUT
     
    A LITTLE SCARED ON THE INSIDE. I WISH ON STARS AND
     
    DREAM MY DREAMS. I CRY MY TEARS.
     
    I SMILE ON THE OUTSIDE WHEN IM DYING ON THE INSIDE.
     
    I LISTEN TO OTHERS WHO WON’T LISTEN TO ME. I WALK ON
     
    EGGSHELLS AND I WALK ON FIRE. I BELIEVE IN PASSION
     
    BUT NOT TRUE LOVE. I LOVE YOU AND WILL PUSH YOU AWAY.
     
    I WANT YOU-BUT NOT SO CLOSE. I AM EVERYTHING AND
     
    NOTHING ALL AT ONCE AND ALL I WANT IS FOR YOU TO
     
    LOVE ME.
  14. Admin

    Yaşamın İçinden
    Ağzı burnunda,
    Burnu ağzında dolaşırdı hep,
    Nereden Nasıl Neden,
    ayrıldığını hiç hatırlamazdı,
    Başını 360 derece çevirebilirdi,
    Hiç görülmeyeni görebilirdi,
    Hiç bilinmeyeni bilebilirdi,
    Sonsuzluk denildiğinde başlangıç derdi,
    Başlangıç denildiğinde hatırlamazdı,
    kendi kendisine bir dünya kurmuştu,
    ve kendi kendine yaşıyordu,
    özgür, dayatmasız ve aydın,
     
    karmaşık değil basit...
  15. Admin
    Bir gün geriye baktığında ne yaptım dediğinde şunlar aklından geçiyorsa:
    denedim olmadı/oldu,
    yapabildiklerimi başardım/başaramadım,
    istenilenleri değil, istediklerimi yaptım,
    mutlu olduklarımı denedim/denemedim,
    karanlıkta yürüdüm korktum/korkmadım,
    aydınlıkta yürüdüm bağırdım/bağırmadım,
    kalbimi oyun için açmadım o hep açıktı,
    beynime emretmedim o hep özgür düşündü,
    kendimi farklı biri olarak görmedim olmak istediği gibi gördüm,
    bilemediğim şeylerin içine girip o olmadım, kendimi bilinmeyene bıraktım ve sonucuna katlandım,
    aileme her zaman dürüst oldum ama tepkilerinide fazlaca önemesemedim,
    anlıyordum kendimi, tanıyordum kendimi, doğruları seçebiliyordum, bilerek yanlış yapmayı öğrenmiştim,
    hepsinden önemlisi yatağına sırt üstü yattığında eline sihirli çubuğu alıp yaşamını değiştirebiliyorsan
    çok güzel bir insan olma yolunda yol katetmişsin demektir...
  16. Admin

    Yaşamın İçinden
    Hoşlanmak ve eğlenmek iki yakın kavram, birisi yaklaştırır diğeri sizi içine sokar...
    Sıralayalım bakalım...
    Canlı müzik dinlemeyi ve en ön sırada söylenen şarkıyı haykırmayı çok severim...
    Hard Rock dinlemeyi ve kafamı deli gibi döndürmeyi çok severim...
    Canlı Klasik Müzik dinlemeyi ve üçüncü boyuta geçmeyi çok severim (tabi çalanalar o boyutta ise)
    Dünyadan folk müzik veya lokal müzik dinlemeyi ve onlar hakkında bilgilenmeyi çok severim (Size bir tane son zamanlarda çok sık dinliyorum 'Kothbiro' Alberto Iglesias - Ayub Ogada)
    Ara sıra canlı spor maçlarına gidip elime bir bira alarak o en üst düzeydeki atletlerin performanslarını seyretmeyi çok severim...
    Elime aldığım koyu kahvemle kitapevlerinde kitap okumayı ve bir iki gün içerisinde para harcamak istemediğim kitapları ayakta okumayı çok severim...
    Saatlerce kitapevlerinde oturmayı ve kitap kokuları arasında düş kurmayı çok severim...
    Yağmurda sadece tişörtle uzun uzun yürürken elime değenle ıslak sıcak bir iletişime geçmeyi ve kendimi yenilemeyi çok severim...
    Karanlıkta mum ışığında kırmızı şarabımı yudumlarken arkadaşlarımın derinden gelen seslerini dinlemeyi ve ne kadar şanslı olduğumu düşünmeyi çok severim...
    Önümde oynayan oyunun sahnelerinin arasında oyunun yazarının ne anlatmak istediğini ve ne anladığımı yorumlamayı çok severim...
    İnsanlara hep bir şans daha vermeyi ve aldıkları şansın sonrasında yüzlerindeki gülücüğü görmeyi hiç bir şeye değişmemeyi severim...
     
     
     
  17. Admin

    Yaşamın İçinden
    Demokrasinin en tuhaf tarafi oylama sistemidir. Yani her secmenin bir oy hakki vardir ama hicbir ise yaramamaktadir. Cunku her insanin bir oy hakki
    olmasi adaletsizlik. Adini yazmayi bilmeyenle yaziyi icat edenin esit oy hakki olmasi butun duzensizligin kaynagidir.
    Bence saglam bir bilgisayar agiyla vatandaslarin uretime katkisi, odedigi vergi tutari, yaptigi hayirli ve hayirsiz is sayisi ogrenilip belli bir katsayiyla carpildiktan sonra (Bu katsayiyla carpma hikayesini niye istedigimi bilmiyorum, devlet hep oyle yapar diye yazdim.) kisinin verebilecegi oy sayisi hesaplanabilir.
    Dusunsenize ikiyuz milyar vergi verenin de bir oy hakki var o tutardan fazla vergiyi kaciranin da.Orman yakanin da bir oy hakki var agac dikenin de... Secme durumu bu. Secilenlerde de durum farkli degil. En fazlasindan ilkokul bitirmis olma sarti araniyor o kadar. Yani heykel yapan da secilebiliyor, icine tukuren de! Memlekete katki ne kadar fazlaysa oy hakkinin da o kadar fazla olmasi gerekir. Varolan durum bence hukuka aykiridir. Hatta anayasanin bir maddesine de aykiridir ama su anda kacinci madde oldugunu hatirlamiyorum.
    Oylamada bu haksizlik yapilirken sonuclari degerlendirmede de yanlis yapilmaktadir. En cok oy alan parti kazaniyor simdi. Bu yanlis! Butun yarismalarda en yuksek puan veren juri ile en dusuk puan veren jurinin verdigi oylar degerlendirmeye alinmaz. Geri kalanin ortalamasi alinir. Evet bu sacma bir fikirdir. Ama yine de bu konuya kafa yordugunu gosterir. Enflasyon devletin alenen suc islediginin kanitidir. Cunku devlet besbelli ki kalpazanlik yapmaktadir. Yani devlet acik acik sahte para basmaktadir ve bunlari aslindan ayirmak imkansizdir.
    Ekonomi neden batti soyleyeyim: Bir kere ekonomi ureticiler arasindaki bir tuketici iliskisine donmedikce refah gelmez. Her uretici ayni zamanda bir tuketicidir ama pek cok tuketici sadece tuketicidir. Hicbir sey uretmez, hicbir ise yaramazlar. Hicbir meslek erbabi degildirler. Hicbir konuda yetenekleri yoktur. Ya da o boyle olduguna inanmistir. Mukemmele yakin okey oynar ama bu spor henuz olimpiyat kapsamina alinmamistir maalesef. Bir ekonomide bu kadar TUKETICI olursa batar tabii.
    Dunyanin en az icat yapilan ulkesi Turkiye'dir. Zaten "basimiza icat cikarma simdi!" diye bir deyimin uretildigi bir ulkede sonuc baska turlu olamazdi. Ama su acik ki pek cokseye ihtiyacimiz var, bunlarin bazilarini kendimiz bulsaydik fena mi olurdu? Cunku bunun gelismeyle ilgisi yok. En buyuk
    buluslar mum isiginda yapildigina gore?
    Biliyorsunuz mesela Edison ampulu bulana kadar henuz ampulu bulamadigi icin mum isiginda calismistir. Yani ampulu mumla aramistir. Ve hep
    ironi ironi dedikleri iste budur. Cunku icat dedigin patent hakki demektir ve kayda deger bir bulus insanin yedi ceddini zengin eder. Ama ulkende saglam
    bir telif haklari yasasi yoksa insanin icinden icat yapasi da gelmez herhalde. Yani demem o ki en azindan bir vantilator filan icat edebilirdik. Ya da
    tost makinesi. Bunlar atla deve degil diye soyluyorum. Yani MR cihazi demiyorum mesela. O zor tamam ama herhalde bir teflon tava yapabilirdik. Ama
    kendi icatcilarimiza deli muamelesi yapinca uygarliga katki saglanamiyor tabii. Her mahallede vardir kendisi hakkinda "Bu mu? Manyagin teki mucit
    o! Kendi kendine acayip seyler icat eder.." diye bahsedilen biri.
    Dunyadaki icatlar doneminin kapandigi soylenir ama bu dogru degildir. Hala insan pek cok seyi yapamamaktadir. Mesela ucamamak, isinlanamamak,
    yeteri kadar sIk sevisememek, aya gidebilmek ama orada henuz para aklayamamak, zaman tunelinin sadece filmini yapabilmis olmak, hicbir zaman dogru partiye oy verememek gibi daha cogaltabilecegimiz pek cok eksigi vardir. Dusunsenize dunyanin yuvarlak oldugunu ogreneli kac sene oldu ki sunun surasinda. Yani insanoglu binlerce yil ustunde yasadigi gezegenin birak detaylarini seklini bile bilmeden yasadi. Bati bile bu iste iyi degilken bizim durumumuzu dusunmek bile istemiyorum.
    Bir tek uluslararasi ismimiz Behcet Bey'dir. Kendisini tanimiyorum ama Behcet Hastaligi dunya tip literaturune girmistir. Tabii gonul isterdi ki hastaligi degil ilacini bulsaydi ama zamanla o da olacaktir. Yani koca tarihe baktiginizda bula bula bir hastalik bulmusuz. O da tam bir icat sayilmaz aslinda. Hastaligi Behcet Bey uretmedigine gore. Mesela matbaayi biz bulmadigimiz gibi bulani da ciddiye almamisiz. O yuzden hala buyuk harfleri ya da kucuk harfleri ya da hicbirini tanimayan insanlar yasiyor aramizda. Soylememe gerek yok ama onun da sizin gibi bir oy kullanma hakki var.
    Tarih boyunca bilime hic katkida bulunmamis bir topluma bir cok icattan yararlanma imkani verdigi icin dunyaya sukran borcluyuz. Adamlar telefonu
    buldu, biz de bari en azindan jetonu bulaydik be agbi, ayip yani? Cunku bizim orta ogretimimizde akilda kalan cumle sudur Yahu bu matematigin gunluk
    hayatimizda bize ne faydasi olacak?.... Hemen herkes matematikten nefret eder ve faydasiz bir sey oldugunu dusunurler. E bir toplum ya dayak yememis
    ya da hesap bilmiyor durumundaysa batar tabii. Matematik insanoglunun buldugu (ki herhangi bir rakkami dahi biz icat etmis degiliz. En azindan
    sifiri bul bari degil mi? Hayir onu da bulan bir arap alimidir ama simdi isim ver deseniz verecek durumda degilim.) en yararli derstir.
    Matematikten anlamamak bir kusurdur. Ama bununla ovunmek esekliktir. Cunku bu basarisiz ogrenciler arasinda yaygindir. Onlar akillari sira matematikten anlayani ve basarili notlar alani marjinal yapmak isterler... Yani onlara gore matematikten kalmak degil ondan gecmek tuhaftir. Caliskan ogrenciye inek derler ama tembel ve sorumsuz ogrenciye takilmis herhangi bir hayvan ismi yoktur.
    Matematik butun bir hayati, bir hayatta basa gelebilecek tum ihtimalleri, sadelestirmeleri, basitlestirme ya da karmasIklastirma eylemlerini, ozetle tum detaylariyla insan hayatini anlatan bir sifredir. Sifir hicbir sey degil aslinda herseydir. Bir, bir tek tanrinin ailedir. Sonra cokluk vardir azlik vardir. Bir rakam digerinden buyuktur ama sifiri neyle carparsan carp sonuc yine sifir olur. Sizin zekaniz karsinizdakinin zekasiyla sinirlidir. Yani hic kimsenin karsisindakinin kendinden daha zeki oldugunu anlamasina imkan yoktur. Herhalde o yuzden herkes kendini zeki zannediyor, hicbir salak, salak oldugunun farkinda degil.
    Matematik felsefenin de temelini olusturur. Herhangi bir sayfada gordugunuz iksler yeler, abuk sabuk isaretler filan size hayattaki cok karmasIk bir
    durumu formule eder ve size bilinmeyeni yani X'i sorarlar. Anlasana be sapsal o X dedigi sensin. Ileride yolunu kaybettiginde nasil bulacagini bilmen
    icin bu formul.
    Matematikteki problemler hayattaki problemlerin aynisidir. Yani iki kere iki her zaman dort eder. Matematik bunu bize garanti ediyor. Ya her zaman iki
    kere iki dort etmeseydi? Ticaret cok riskli bir hale gelmez miydi? Sen hala de ki "Ulan bu karekok alma da neyin nesi?" Ya da "Integral mi? delirdi bu
    herhalde.!"
    Matematikten hoslanmayan ogrenciler sonraki hayatlarinda genellikle tercihlerini hep yanlis yapan insanlar olurlar. Sanirim ulkemizdeki secim sonuclari buna kanit olusturmaya yeter.
    Evet matematik zordur ama hayat da oyledir. Matematigi seviniz cunku fazla seceneginiz kalmadi. Siz matematigi gereksiz buldukca enflasyon yukseliyor. Birbiriyle satranc oynayan kari koca sayisi artmadikca bu isler duzelmez. Herkesin oturup ya da daha iyisi oturdugu yetisir kalkip "acaba ne icat edebilirim" diye dusunmesi gerekir. Ama ondan once sahip olduklarimizin degerini bilmeliyiz.
    Kendi yerel zenginliklerimizin de farkinda degiliz. Sozgelimi Bodrum'daki otellerin neredeyse hicbirinde Bodrum zeytini yoktur. Koylerinde bin cesit peynir
    yapilan turistik bir beldede oraya uc yuz kilometre oteden gelmis ve otelin satin alma mudurunun zimmetine gecirdiginden artanla alinmis bir beyaz
    peynir sunulur. Yani otelin hemen arkasindaki tepenin yamacindaki koyde yapilan muhtesem keci peynirinden otelde kalan Italyanin haberi olsa sirf
    o peynir icin seneye bir daha gelecek ama maalesef bu olmamaktadir. Ustelik getirilen peynirin yanina bir parca hiyar, biraz da maydanoz konarak turiste
    "bizim yalnizca peynirimiz degil sebzelerimiz de igrenctir" mesaji verilmektedir.
    Turizm deyince bu arada turistik sapiklar icin bir ikazim olacak. Evet belki bazi kadin turistlerin beldemize geldiklerinde bir iki hemsehrimizle sevistigi olmustur ama emin olunuz ki hicbirinin buraya gelis maksadi bu degildir. Cunku seks turizmi yapanlar genellikle uzakdoguya falan giderler bize
    gelmezler. O yuzden kendilerine tecavuz etmesek iyi olur. Onlar senin ustune alindigini bilseler o mini etegi giymezlerdi ama seni bilmiyorlar tabii...
     
    Cem YILMAZ.....
  18. Admin

    Yaşamın İçinden
    Kendi kendime konuşuyordum, uzaktan duyduğum seslerin arkasından kendime sorular soruyordum ama bir türlü tatmin olamıyordum, bu sanal yorumlardan. Duyduğum seslerden bir tanesi: 'Kadın meta olmaktan nasıl kurtulur' sorusuydu. Diğeri 'Kadınmı yoksa insanmı' hadi bakalım çık işin içinden çıkabilirsen..!
    Annemi hatırladım, acaba metamıydı, yoksa ben annemi insan olarakmı algılamıştım..! Gene kafam karıştı içindeki ile dışındaki farklı algılanıyordu. Annen, ablan, yengen ve kız arkadaşın ve modeller ve yıldızlar ve en önemlisi medya aaaaa diye kendine geliyorsun birden. Sorun birden şekillenmeye başlıyor ama çözümü hala kaf dağının arkasında.
    Toplum ve aileniz sizin karekterinizi şekillendirirken, size öyle enteresan şeyler öğretiyorki farkına vardığınızda iş işten geçmiş oluyor veya geçtiğini sanıyorsunuz. Nasılmı? Annem ve babam bana hep kız kardeşlerime bir yere gittiklerinde eşlik etmemi istemiştir ve her defasında kız kardeşlerim benim neden onlarla gittiğimi bana sormuşlar ve her defasında aynı cevabı almışlardır 'Babam öyle istiyor'. Bunun gibi yüzlerce olayı hatırlıyorum ve bunların yanyana geldiğinde benim karekterimde neyi şekillendirdiğini bugün anlayabilmekle birlikte bana kadının toplumdaki yerini ve kadının değerini öğretmiş olduklarınıda seziyorum (tabi sadece bir örnek değil yüzlercesi var önümde çok uzatmadan devam edelim diyorum).
    Bir gün ablamın oğluna nasihatini duymuştum 'Bak oğlum o kız sana yaramaz, erkeklerle sürtüyor'. O sıralar ablamlarda kalıyordum hasbelkader bu kızıda tanıyordum, o kadar şeker o kadar içten bir insandıki, yeğenimin ondan daha güzel bir insanla birlikte olmasını düşünemezdim. Ablamın söylediği şeyler ona öğretilenler, toplumsal baskının, yerel dinsel öğretinin, ve kişisel birikimin ortaya çıkardığı yaklaşımlardan kaynaklanıyor olduğunu görüyordum. Kendine sorduğumda bana kızın kişiliğinin hiç bir önemi olmadığı, önemli olanın erkeklerle arkadaşlık kurduğu bağlamıydı. Bir süre sonra ablamın kendi küçük kızı ergen bir kız oldu. Ablam kendi kızına erkeklerle gezdiği için aynı şeyleri söylemedi: Çünkü kendi kzının 'kötü şeyler' yapmayacağını biliyordu (ha ha ha).
    İşte tam burasıydı filmin koptuğu ve gerçeklerin içeri akmaya başladığı yer. Sanki Matrix filmindeki kurşun sahnesinde hissediyorsunuz kendinizi. Erimiş kurşun vücudunuz kaplamaya ve sizi başka biri olmaya zorluyor ve kendi kendine bir dönüşümün parçası oluyorsunuz. Farkına varıyorsunuz bu farkın bir şeyleri değiştirmesini istiyorsunuz ama o değişimin ne kadar zor ve bir o kadarda mücadele gerektirdiğini seziyorsunuz. Çok çabuk vazgeçebiliyorsunuz dedim ya çok zor bir değişim....
    Ve özellikle o insanlar yok mu, o çok bilen, o ben biliyorum öyledir diyen. Hayır bütün suç şunlardadır diyen ve bir toplumu veya bir anahtarı yok sayan...
    Önünde durduğum pencerenin, pencere olduğunu biliyorum ama bana neyi doğru gösterdiğini anlamaya çalışıyorum. İnsan olarak kendimi zorunlu hissediyorum ve gördüklerimin doğruluğu en zorlandığım şey olarak beynimde yer ediyor...
    Saygılar
    Intelligence plus character-that is the goal of true education
    Zeka artı karekter-doğru bir eğitimin ana amacıdır
    Dr. Martin Luther King. Jr.
  19. Admin

    Yaşamın İçinden
    Takılıp kalmayın aynı şeye
    Takılıp kalmayın aynı duvarlara
    Takılıp kalmayın aynı perdeye
    Takılıp kalmayın aynı konuya
    Takılıp kalmayın aynı söze
    Takılıp kalmayın aynı cümleye
    Takılıp kalmayın aynı surata
    Takılıp kalmayın aynı insana
    Takılıp kalmayın aynı gruba
    Takılıp kalmayın aynı partiye
    Takılıp kalmayın aynı ruh durumuna
    Takılıp kalmayın aynı stadartlara
    Takılıp kalmayın aynı soruya
    Takılıp kalmayın aynı çelişkiye
    Takılıp kalmayın aynı ırmağa
    Takılıp kalmayın aynı dağa
    Takılıp kalmayın aynı sokağa
    Takılıp kalmayın aynı semte
    Takılıp kalmayın aynı şehre
    Takılıp kalmayın aynı tiyatroya
    Takılıp kalmayın aynı sinemaya
    Takılıp kalmayın aynı şeylere
     
    VE TAKILIP KALMAYIN AYNI KENDİNİZE
  20. Admin

    Yaşamın İçinden
    Herhangi bir şeye başlarken önkoşul öne sürmeden başlamanın ne kadar zor bir şey olduğunu hiç düşündünüzmü? Önkoşulsuz ama gerçekten önkoşulsuz başlamak.
    Koşulları kimin koyduğu veya ne kadar zor olduğundan bahsetmiyorum, önkoşulsuz başlamaktan bahsediyorum.
    Sevginin tam olarak koşullarının kendine özgü olduğunu anlamak uzun sürmedi.
    Anladığımda sevginin ne kadar saf ve temiz bir duygudan oluştuğunu anladım ve şimdiye kadar gördüğüm ve izlediğim sevgilerin birçoğunun karekter tatmininden başka bir şey olmadığınıda söyleyebilirim. Belkide bu konuda anlama önkoşulunun yaşamak olduğunu söyleyebilecek kadarda cesaretliyim demem gerekiyor.
    Özellikle sevginin kendinden çok karşındakinin ihtiyaçları ve yapısal özelliklerine endeksli olması apayrı bir canlılık getiriyor. Nedir bu canlılık ve anlam yükleme?
    Kendini tanımayan o kadar çok insan varki çevrenizde:
    Aldatılmayı bekleyen kadın...!
    Terkedilmeyi bekleyen erkek..!
    Ağlamak için hata bekleyen kadın ve erkek...!
    Hiç bir şey yapmadan bekleyen onlarca insan ve sonra suçlanan bir yığın dişi ve erkek..!
    Bu liste uzar gider. Adına kendini tanıma dediğimiz şey belkide ilişkilerde anahtar görevi gören en önemli etken. Çünkü kişinin kendini tanıması ilişkilerde olgunluk ve karşıyı tatmin etme ve evrensellik açısından olmazsa olmaz bir önceliktir. Kişinin kendini tanıması yapmacık davranışların sonudur. Sevginin açık ve net anlatımıdır kendini tanımak.
    Bu söylendikten sonra, fark etmek ve onun bir parçası olmaya geçelim. Öyleki kendiniz için evet demeden önce onun için hayır demeyi öğreniyorsunuz. Kendiniz için hayır demeden önce onun için evet demeye çalışıyorsunuz ama bu evetler ve hayırlar sahiplenmeden kaynaklanmıyor onun mutlu olmasının ve karşılık beklemeden algılanmasının bedeli oluyor.
    Dokunma, önce kendimi hep farklı görür ve üzülürdüm bu konuda ama daha sonra anladım ki ben dokunmayı sevginin kendisi olarak algılıyorum ve özlüyorum. Ayakta dururken ellerimde, omuzumda, ayaklarımda, boynumda, göğsümde, farklı yerlerimde dolaşmasını istiyorum aynı şekilde kendimde aynısını yapmak istiyorum. Beni hissetmesi ve benden düşünmesi belkide yakalayacağımız en güzel ortaklık olacak diye düşünmüşümdür. On metre ileride birileri ile konuşurken birden yanında olmadığımı hissettiğinde, eksiklik hissetmesi, ve konuşmaya devam ederken gözleri ile çevrede beni araması, ve bu aramada beni yakalaması ve o gözlerdeki sevginin aktarımı beni en çok duygulandıran anlardan birisi olarak yerini almıştır demeliyim... Böyle binlerce, milyonlarca, küçük, ama anlamı büyük şeylerin oluşturduğu sevgi açılımı insanın kendini tanımasına ve tanıdığı kendisini daha da yoğun bir şekilde anlamlaştırmasına yol açıyor.
    şimdilik diyerek burada duralım...
  21. Admin

    Yaşamın İçinden
    Yılın yeni olması 1 Ocak olmasından kaynaklanıyor diye söylediler bana...
    Ve bende hep 1 Ocağı gördüğümde yeni yıl geldi diye kendi kendime sevindim...
     
    Acaba 1 Haziran olsaydı ne yapardım diye düşünmedimde değil...
    40 derecenin altında Yılbaşı nasıl olurdu veya,
    Olmayan bir ay 'Maravan' gibi 1 Maravan'da kutlasaydık...
     
    Veya yıl 365 gün yerine 15 bin gün olsaydı, yeni yılı beklemek nasıl olurdu diye de düşünmekten kendimi alamadım...
     
    Ya dostlar bazan kendi kendimize saçmalıyoruz böyle...
     
    Yeni yılda herkesin bir parça daha çok çalışarak, bir başkasını bir parça daha çok mutlu etmesi dileği ile...
     
    Saygılar
  22. Admin

    Yaşamın İçinden
    Öylece otorup kendi kendinize baktığınızda gördüğünüz ilk şey kendi ruhunuzun çıkmazı ise sizde başa dönmenin zorluğunu yaşayanlardansınız demektir. Başa, ama taaa en başa dönmekten bahsediyorum. Unutmayın en başa dönmek veya dönmeye karar vermek öyle kolay bir şey değil... Öncelikle bu iki kişilik bir karar ve bunu yapabilmek yürek ister. Karar vermek ve onu uygulamak iki ayrı şeydir...
    Herşeyin sonlandığı, çıkış yolunuzun kalmadığı, artık bitti dediğiniz anda, en başa dönelim dediniz; ve hiç bir ses çıkmadı...
    En başa, kendi içindeki yokluğun taaaaa en başına dönmecesine...
    Elindeki bütün kozlardan vazgeçmecesine...
    İçindeki bütün çıkmazları sıfırlayacasına...
    Elindeki bütün delilleri yakmacasına...
    Kafanın içindeki bütün siyah noktaları beyazlatacasına...
    Önyargılarının hepsini orada öylece bırakmacasına...
    Kafanda eleştirecek tek nokta kalmamamacasına...
    Kaldığın yeri hiç hatırlamamacasına...
    Nerde kalmıştık cümlesindeki 'NERDE KALMIŞTIK' unutulmuşcasına...
    İşte sanki yeni başlıyormuş gibi, taze başlangıç veya yeni tanışmışcasına...
    Gerektiğinde Kendi kalıplarınızla veya duyduklarınızla savaşacaksınız, gerektiğinde onları duymamazlıktan gelerek ısrarla yapışacaksınız...
    İşte böyle dostlar... Yeniden, taaa başa dönmek...
  23. Admin

    Yaşamın İçinden
    Başka kombinasyonu yokmudur acaba diye merak etmedim de değil...
    Bazan yaşamaktan çok ona anlam yüklemeyi ve olayı tam bir PowerPoint Şiir şovuna dönüştürmeyi seviyoruz.
    Öylesine alışmışız ki bu şovlara her zaman elimizin altında, e-posta kutumuzda bir tane duruyor.
    Bir açıyorsunuz karşınızda aşkın en yalın, yaşanacak en güzel hali, belkide anlatılabilecek en güzeli diyebilirim...
    Peki sonra ne oluyor. PowerPointle yapılmış bu aşk, kendi programının ekranından dışarı çıkamıyor ve hep söylenmemiş veya yaşanmamış olarak orada kalıyor.
    Herşeyin sonunda, birşeyi hiç unutmuyorsunuz çaresizliği ve bunun sizi gene PowerPoint şiirlerine geri göndereceğini...
    Aynı zevki almasanızda, hiç çaba sarf etmediğiniz aşkı kaybetmenizi gene o şiirlerdeki inanılmaz ve görüntülerle süslenmiş aşklardakini bulamadığınıza bağlıyorsunuz....
    Emek isteyen bu kombinasyondaki harfler ta başından ucuz şeylerin esiri oluyor ve kendini yenileyemiyor.
    Soruncuklardan kendini aşamıyor. Aşsada aştığı ile kalıyor.
    Aşk bir çılgınlıktır. Ama tek başına da hiç bir şeydir. Aşkı karşılıklı anlayanlar onu aşk olarak yaşarlar yoksa aşk gene anlattığım rutinlere ve kalıplara döner.
    Parantezlere saklanmış gibi.... Onu, iki tarafından sıkıştırarak, sıcaklığını hissetmek istiyorsun.
    Bunun anlamı olsun istiyorsun. Hatta anlamdan çok ona kendini kaptırmak istiyorsun.
    Aşk öldü diyorlar ya en çok ona gülüyorum...
    Sadece bir şey ölüyor oda aşkı anlamayan veya kalıpların içinde bırakanlar...
    Ve aşk gene yalnız gene sevecen hiç yılmadan aynı puntolarla kalbinizde çarpıyor...
    Bazan bir zürafa olmak istemediğimide saklayamam ha...

×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.