Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

Meral Koca

Φ Yeni Üyeler
  • İçerik Sayısı

    5
  • Katılım

  • Son Ziyaret

En Son Profil Ziyaretçileri

2.910 profil görüntüsü

Meral Koca - Başarıları

Çaylak

Çaylak (2/14)

  • İlk İleti
  • İçerik Başlatan
  • Birinci Hafta Tamamlandı
  • Bir Ay Sonra
  • Bir Yıl İçinde

Son Rozetler

0

İçerik İtibarınız

  1. Kimi insanlar bağnazlığın, körü körüne ve bilinçsizce uygulandığını zannederler. Oysa çoğunlukla durum böyle değildir. Bazı koşullarda cahillik ve eğitim yetersizliği sonucu benimsenen bağnazlık, bazen de yıllar süren bir eğitimle özel olarak öğrenilip uygulanmaktadır. Dolayısıyla bu eğitimi alan bağnazlar, öğretilerinin, hayatın en doğru yorumu olduğuna kesin olarak inanır ve bu fikirlerini bilerek ve isteyerek savunurlar. Kısacası bağnaz düşünce, zannedildiği gibi her zaman eğitimsizlikten kaynaklanmamakta, bilinçli tercihe dayalı bir eğitimle de elde edilebilmektedir. Bağnazlığı hayat felsefesi edinmiş kişiler, bu geleneklerini gerek aile içi eğitim, gerekse okul eğitimiyle disiplinli bir şekilde nesilden nesle aktarırlar. Hurafelere dayalı bağnaz düşünce, küçük yaşlardan itibaren ciddi ve kapsamlı bir kitap okuma eğitimine tabi tutulan çocuklara sistematik bir çalışmayla öğretilir. Ebeveynler de aynı eğitim sürecinden geçmiş olduklarından, çocukların okulda ve aile ortamında edindikleri bilgilerle paralellik gösterirler. Bu da, çocukların, bulundukları her ortamda aynı bağnaz telkinleri almalarına yol açar. Dolayısıyla bağnaz bir ailede yetişen çocuk, genellikle anne-babasından farklı bir bakış açısı geliştirme imkânı bulamaz. Bağnazların başlıca özelliklerinden biri İslam dininin yegâne kaynağı olan Kuran-ı Kerim’i -haşa- yetersiz görmeleridir. Bir kişinin Kuran’ı kendi başına okuyarak anlamasının mümkün olmayacağını, dinin yalnızca geleneksel alimlerden ve onların eserlerinden öğrenilebileceğini ileri sürerler. Bu doğrultuda bağnazlığı savunan alimlerin kitapları dışında hiçbir kitap tavsiye edilmez, hatta tamamen yasaklanır. Kuran’ı –haşa- yetersiz gören bu sapkın düşünceyle insanların Kuran’a dayalı gerçek bilgilere ulaşmaları engellenmiş olur. Bağnazlığın bir diğer özelliği de detaycılıktır. Kuran’da yalnızca tek bir ayet ile anlatılan bir konu, bağnaz öğretilerin yer aldığı kitaplarda yüzlerce sayfa ile anlatılır. Bağnazlar detaya girdikçe dinin gerçeğinden uzaklaşır, ama bunun farkına varmazlar. Ve böylece Kuran'da olmayan batıl bilgiler içinde kaybolur; Kuran’ın insanın içini açan, akılcı ruhundan uzaklaşarak hurafelerle dolu bağnazlığı yaşamaya başlarlar. İnsanları bu karanlık hayat felsefesinden kurtarmanın en iyi yolu, sistemli ve doğru şekilde yürütülecek bir eğitim programıdır. Müslüman ülkelerde din eğitiminin yalnızca Kuran esas alınarak yapılması elzemdir. Yeni nesiller dini bağnaz kitaplardan değil, bizzat Kuran’dan öğrenmelidir. Çocuklara anlatılması gereken önemli bir konu da, bilimsel bulguların Kuran ayetleri ile tam bir uyum içinde olduğu gerçeğidir. Zira bağnaz düşüncede pek çok bilimsel bulgu gündeme getirilmemekte ve önemli görülmemektedir. Müzik, resim, heykel, mimari gibi sanat dalları ise şeytan işi olarak nitelendirilerek yasaklanmaktadır. Halbuki Kuran’ın pek çok ayetinde sanat ve estetiğin güzelliğine ve gerekliliğine vurgu vardır. Açıkça görülmektedir ki bağnazlık insanları dinden ve din ahlakından uzaklaştıran en temel sorunlardan biridir. İslam ülkelerini dört bir taraftan saran çatışmaların, şiddet ve terörün ardında da yine bu sorun yer almaktadır. Bu ülkelerin bağnazlık yerine, Kuran'ında tavsiye edilen modern, sanata ve estetiğe önem veren, demokrat yaşam modelini benimsemeleri durumunda, aralarındaki hoşgörüsüz, katı, çatışmacı anlayışın ve bunun yol açtığı acıların ortadan kalkacağı ve tüm İslam aleminin huzur ve sevgi ortamına kavuşacağı açık bir gerçektir. Bölgesel değil, global bir sorun Buraya kadar anlatılan, İslam adı altında dini özünden uzaklaştırmış olan bağnazlık modelidir. Bunun çözümü, İslam dünyasında Kuran’a dayalı eğitim ile insanlara hurafelerin yanlışlığının gösterilmesidir. Ancak fanatizm olarak da adlandırılan ve insanları karanlığa sürükleyen bağnaz zihniyete yalnızca İslam aleminde değil, Hıristiyan ve Musevi toplumlarında ya da ateist, Marksist, faşist veya batıl daha pek çok inanç içerisinde de rastlamak mümkündür. Dolayısıyla bağnazlık sadece İslam ülkeleri için değil, tüm insanlık adına ciddi bir tehdittir. Bunun da sebebi, kendi düşüncelerine aşırı şekilde bağlanıp, başka bir fikri asla kabul etmeyen bağnazların, gerekli gördüklerinde şiddet politikalarını rahatça hayata geçirebilmeleridir. Doğrulara karşı körleştiklerinden, farklı fikirlere saldırganlıkla karşılık vermekte hiçbir beis görmezler. Bu nedenle günümüzde dünya insanları, şiddeti hayat felsefesi edinmiş binlerce fırkaya ayrılmıştır ve her biri sadece kendini doğru yolda görmekte ve farklı görüştekilere yaşam hakkı tanımamaktadır. Bunun da neticesinde savaşlar, çatışmalar, katliamlar bir türlü son bulmamaktadır. Tüm bu kargaşanın bir an önce sona ermesi ise, dünya genelinde eğitim alanında çok ciddi adımların atılmasıyla mümkün olacaktır. Müslüman ülkeler gerçek Kuran ahlakını benimsedikleri; dostluk, kardeşlik, saygı ve hoşgörüyle tüm insanları kucakladıkları takdirde, hem kendi aralarındaki parçalanmışlık ortadan kalkacak hem de sevgiyi, barışı, kardeşliği ve düşünce hürriyetini öne çıkaran, adil ve demokrat tavırlarıyla tüm dünyaya örnek teşkil etmiş olacaklardır.
  2. Allah Kuran'da, mal sevgisini insanları dünyaya bağlayan konulardan biri olarak anlatır. Şüphesiz ki mal sahibi olmak, para kazanmak, bu parayla güzel bir yaşam sürmek her insanın en meşru hakkıdır. Allah dünya nimetlerini kulları için yaratmıştır. Ancak kişinin gerçekte Allah'a ait olan malı kendisininmiş gibi sahiplenmesi, yığdıkça yığması ayrı bir durumdur. İnsanın büyük bir hırsla, Allah’ı ve ölümü unutarak yaşaması, Allah'ın kendisine bahşettiği bu nimetleri ihtiyaç içindeki mazlumları görmezden gelerek sadece şahsı için harcaması ona bulaşmış manevi bir hastalıktır. Çünkü bu durumdaki bir insan ölümün yakınlığını, hayatın geçiciliğini neredeyse hiç düşünemez. Oysa insanın yaratılışının gayesi Allah'ın rızasını kazanmasıdır. Fakat söz konusu zihniyet kendisinde adeta bir tutku halini alınca bu ana gaye unutulur. Maddiyat tutkusu adeta bir hırs şeklinde benliğini sarar ve ****** bir hayat yaşamasına neden olur. Allah Kuran ayetlerinde bu gerçeği bildirir: (Mal, mülk ve servette) Çoklukla övünmek, sizi 'tutkuyla oyalayıp, kendinizden geçirdi'. Öyle ki (bu), mezarı ziyaretinize (kabre gidişinize) kadar sürdü. (Tekasür Suresi, 1–2) Kimi insanlar zengin olmanın tek yolunun bu uğurda amansız bir mücadele vermek olduğuna inanırlar. Bu yolda sağladıkları başarıların ve başarısızlıkların kendilerinden olduğunu sanırlar. Bu yanlış inancın nedeni, Allah'ın tüm varlıkların tek sahibi olduğunu bilmemeleri veya kalben inanmamalarıdır. Sadece bireylerin değil bugün dünyada yaşanan ekonomik krizlerin ana nedeni de bu çarpık mantıktır. Büyük sermaye sahiplerinde biriken dev parasal güç iş gücüne, yeni yatırımlara insanların refah düzeyini yükseltecek çalışmalara aktarılacağı yerde yine bankalara ve özel kasalara kilitlendiğinden yani kullanıma geçirilmediğinden dünya ekonomisinde büyük bir istikrarsızlık oluşmaktadır. Bunun sonucunda da dünyanın hemen her ülkesinde bir tarafta kazandığı parayı sürekli olarak yığıp biriktiren bir güruh diğer tarafta da sokaklarda yatıp kalkan, açlık sınırında yaşayan geniş kitleler meydana gelmektedir. Kapitalizmin dünyaya verdiği bu zarar tüm dehşet verici sonuçlarıyla ortadadır. Yaşam standartları açısından insanlar arasında oluşan dev farklılıklar Kuran ahlakına dayalı bir anlayışın yaşanmamasının sonuçlardır. Oysa dünya üzerinde tüm insanların refah içinde yaşamasına yetecek kaynaklar fazlasıyla mevcuttur. Ancak Kuran'da bir tehlike olarak belirtilen ve malı yığıp biriktirme tutkusu olarak adlandırılan şeytani zihniyet, insanları bu imkanları adil ve ihtiyaca göre kullanmaktan alıkoyar. Gücün ve malın Allah'tan geldiğine inanmayan, kazandıklarını kendi başarısı zanneden bir insan için parasını harcamak adeta bir kabustur. İşte bu nedenle parayı yığar, mümkün olan her şekilde saklar, hiç durmadan biriktirir. Böyle bir insan yeni bir fabrika açmak, bu vesileyle daha çok insana para kazanma imkanı sağlamak, ülkesinin üretim gücünü, sanayisini geliştirecek yeni yatırımlar yapmak, parayı herkesin faydasına olacak hayırlı işlerde kullanıp işletmek yerine yastık altında tutmayı tercih eder. Oluşan bu son derece bencil yapı içinde fakir olan daha fakir, zengin olan da daha zengin bir hale gelir. Bugün dünyada yaklaşık 842 milyon insan açlık sınırının altında yaşamaktadır. IMF’nin tahmini 2014 verilerine göre kişi başına en fazla yurtiçi gelire sahip ülke 105.995 dolar ile Lüksemburg iken Hindistan’da bu rakam sadece 1.483 dolardır. Görüldüğü gibi ülkelere göre büyük değişiklikler gösteren kişisel gelir dağılımındaki dengesizlikler aslında Kuran ahlakının yaşanmamasının dehşet verici sonuçlarından sadece biridir. İnsanlar paralarını bir yere yığıp kimseye kullandırmayarak bu büyük zulüm çarkının bilerek ya da bilmeyerek dönmesine katkıda bulunmaktadırlar. Pek çok insanın mallarını yığıp biriktirmelerinin altında yatan önemli nedenlerden biri de şeytanın içten içe kendilerine telkin ettiği "fakirlik korkusu" dur. Allah'a tam güvenmeden yaşayan büyük bir kitle sürekli gelecekte başlarına olumsuz bir şey gelmesinden; parasız kalmaktan, tek başlarına yaşlanmaktan, muhtaç duruma düşmekten, iflas etmekten korkarlar. Bu nedenle hayatlarının neredeyse her anı geleceklerine dair planlar yaparak geçer. Ancak geleceklerine yönelik bu kadar endişe içinde olan birçok insan, varlığı kesin olan ahiret günü için hemen hiçbir hazırlık yapmazlar. Hesap günü Allah'ın huzurunda ne söyleyecekleri, kendilerini o güne nasıl hazırlamaları gerektiğini neredeyse hiç düşünmezler. Gelecek planları çoğunlukla ileride başlarına gelebilecek olası zorluk ve sıkıntılara karşı, "bir köşede" para biriktirme üzerine olur. Oysa bir insanın yaşamı boyunca karşılaşacağı zorlukları da, kolaylıkları da yaratan Allah’tır. Eğer Allah takdir ettiyse ne kadar para biriktirse de yatırım yapsa da bunlar onu başına geleceklerden korumaz. Çünkü her insan kaderinde olanı yaşar. Eğer hiçbir zorlukla karşılaşmıyorsa, bu geleceğini sözde kendi elleriyle garanti altına aldığı için değil, Allah ona lütfettiği içindir. Aynı şekilde, kendi aklınca aldığı tüm tedbirlere rağmen zorluk içinde yaşayan da yeterince tedbir almadığı için değil, Allah öyle takdir ettiği ve bunda gizli hayırlar yarattığı için o durumdadır. Ümitsizliğe kapılmasının, "Daha çok tedbir alsaydım böyle olmazdı" gibi cahilce çıkarımlarda bulunmasının hem hiçbir anlamı yoktur hem de bu düşünceler Kuran'a uygun değildir. Aynı olay bin kere başına gelse yine aynı aşamalardan geçecek yine aynı sonuçla karşılaşacaktır. Bu durumda insanın Allah'a tevekkül etmesi;, Allah'ın kendisini koruyacağından, yaptıklarına ahirette en güzeliyle karşılık vereceğinden emin olması, en akılcı olandır. Bu da gelecekte karşılaşacağı durumlara karşı mal yığıp biriktirerek değil, Allah'ın rızasını umarak sürekli helal yoldan sermayesini kullanmakla mümkündür. Allah'ın adıyla bir işe başlayan, malını ve parasını Allah yolunda, Allah rızası için harcayan bir insan, sürekli olarak Allah'ın koruması altındadır. Her işte Allah'ın yardımı olduğunun bilincindedir. Allah'ın, zahiren olumsuz gibi görünen sonuçları bile, mutlaka onlarca hayırla yarattığını bilir. Bu nedenle de samimi bir Müslümanın Allah'a güvenerek yaptığı her işte, alışılmadık bir bolluk ve bereket oluşur. İman etmeyenlerin bir ömür boyunca hırs edinerek sahip olmak istedikleri başarı ve mülk salih Müslümanlara hiç durmaksızın ulaşır. Şu unutulmamalıdır ki Yüce Allah her şeyi en kusursuz ve en mükemmel şekilde yaratmıştır. Bunun konforu ve rahatlığı içinde yaşamak, yalnızca gönülden Allah'a güvenen Müslümanlara ait bir ayrıcalıktır.
  3. Her gün televizyon ve gazetelerde haberlere bakacak olursak ölüm, kan, gözyaşı, terör ve savaşların büyük bir bölümünün İslam topraklarında yaşandığı görülecektir. İlginç olan da İslam aleminde bu kadar dram varken, çoğu insanın sanki normal birşey yaşanıyormuş gibi hayatlarına devam etmeleri, hiçbir yorumda bulunmamalarıdır. Örneğin Mısır’da yaşanan olaylar Paris’te yaşanmış olsa hangisi daha çok dünyada ilgi görürdü? Muhtemelen Paris’te ölecek olan bir kaç kişi, Mısır’da ölen yüzlerce insandan daha önem taşırdı. Ve bir daha bu olayların yaşanmaması için alınacak önlemler de Paris’te daha hızlı olurdu. Özetle İslam aleminde yaşanan taciz olayları, binlerce mazlum insanın haksız yere öldürülmesi, hukuktaki adaletsizlikler Batı ülkelerinde yaşanıyor olsaydı dünyanın bakışı elbette farklı olurdu. Elbette dünyanın hiçbir ülkesinde mazlumların zulüm görmesini hiçbirimiz istemeyiz. Ancak yukarıda belirttiğim olay açık bir gerçektir. İşte burada tüm dünyada Müslümanları bu derece değersiz gösteren sebebin ne olduğunu bulmak gerekir. Batı’nın tarihten bu yana Sosyalist zihniyetle hareket ettiği bilinmektedir. Bu yüzden kendi ırkından başka insanlara değer vermemek, Darwinizm’in bir öngörmesi olarak insanları hayvan gibi değerlendirmek ve İslam’ın yanlış tanınması Batı’yı Müslümanlara karşı önyargılı hale getirmiştir. Bu sebepten Batı ülkelerinin İslam toprakları üzerindeki önyargılarını kırmak için güçlü bir imani anlatım şarttır. Ancak bunun, modern ve kaliteli yöntemlerle yapılması gerekmektedir. Burada sadece Batı ülkelerini suçlamak akılcı bir yaklaşım olmayacaktır. Sonuçta Müslümanlar kendi kardeşlerine zarar vermektedir. Kimse bize bunu zorla yaptırmamaktadır. Bu yüzden Müslümanların özeleştiri yapması da hayatidir. İslam topraklarındaki sorunlar ekonomik ve siyasi olabildiği gibi özünde Allah korkusundan uzaklaşmak vardır. Resulullah (sav)’den sonra Kuran’ın özünden uzaklaşan Müslümanlar dağılıp ayrılmaya başladı ve bugüne gelindi. Allah’ın hükümlerinin yerini hurafe anlatımlar aldı. Bunun sonucu olarak da; kadını ezen, sanat ve estetikten uzak, bilimi gereksiz gören, bir lokma bir hırka mantığında, kof, pasif, neşesiz, anlayışsız Müslüman modeli ortaya çıktı. Bu da Müslümanların tüm dünya tarafından yanlış tanınmasına neden oldu. Oysa Kuran ve Peygamberimiz (sav)’in hadislerine uyan bir Müslüman dünyanın en modern, en kaliteli, en şefkatli, en akılcı, en onurlu ve en saygılı insanıdır. Ayrıca Müslümanların İslam topraklarında yaşanan zulmün bitmesi için sevgi birliği oluşturmaları farzdır. Nasıl ki Batılı ülkeler birlik olup, AB gibi yardımlaşmaya dayalı bir güç oluşturabiliyorlarsa, Müslümanların da bunu yapmamalarının hiçbir sebebi yoktur. Müslümanlar birlik olduğu taktirde, başka ülkelerin bizi ezmesi mümkün olmayacaktır. Ekonomik olarak da güçlenen bir Müslüman alemi, dünyanın da güçlenmesi demektir. İnkar edenler birbirlerinin velileridir. Eğer siz bunu yapmazsanız (birbirinize yardım etmez ve dost olmazsanız) yeryüzünde bir fitne ve büyük bir bozgunculuk (fesat) olur. (Enfal Suresi, 73)
  4. “Ahir zamanda türemeler çıkacak: beyinleri çalışmayacak. Konuşurken çok güzel konuşacaklar. Kuran okuyacaklar, fakat imanları gırtlaklarından aşağıya geçmeyecek...” (Buhari, Sahih 3611, 5057, 6930, Müslim, 1066, Ebu Davud 4767, Ahmed bin Hanbel, Müsned 1, 81, 113, 131, 289; Tayalisi, el-Müsned, nr. 1984.) Ahir zaman kıyametten önce dünyanın yaşayacağı son vakittir. Peygamberimiz (sav) ahir zamanda yaşanacak olaylarla ilgili birçok bilgi vermiştir. Bunlardan biri de, ahir zamanda çıkacak, hurafelerle birçok insanın İslam’ı yanlış tanımalarına neden olacak olan ulema olarak bilinen kişilerin türemesidir. Hadiste de haber verildiği üzere bu kişiler insanları Kuran ile kandırmaya çalışacaklardır. Ancak bu kişiler Kuran’ın özünü bilmeyen kimseler olacaktır. Bu insanlar Kuran’a uymadıkları gibi Kuran’ın hükmüymüş gibi yeni hükümler getireceklerdir. Bu bağnaz insanların amacı Kuran’ın özünden insanları uzaklaştırmaktır. Bu insanlar Kuran’da var olan sevgi, saygı, adalet, hoşgörü, incelik, temizlik, sanata değer verme gibi güzel ahlak özelliklerini yok etmeye çalışacaklardır. Kısacası bu bağnaz kişiler kaliteli Müslüman modelini ortadan kaldırmaya çabalayacaklardır. Ancak elbette ki bağnaz kişiler ile bilgisizliğinden dolayı hurafelere uyan insanları birbirinden ayırt etmek gerekmektedir. Bu insanlara Kuran’ın özü tebliğ edildiği taktirde Allah’ın izni ile hakka uyacaklardır. İslam barış dinidir. Yani bağnaz zihniyetin öğrettiğinin aksine Kuran’da öfke, kin, düşmanlık ve kan dökme yoktur. İslam hangi dinden olursa olsun insanların barış içinde yaşamasına teşvik eder. Bağnaz insanların bildiğinin aksine Kuran’da haber verilen savaş sadece kendini savunmak içindir. Peygamberimiz (sav) zamanındaki savaş Müslümanların kendini koruması içindi. Hz. Muhammed (sav) savaş ortamında dahi sahabelere affedici olmayı ve zulmetmemeyi öğütlemiştir. Sizinle savaşanlara karşı Allah yolunda savaşın, (ancak) aşırı gitmeyin. Elbette Allah aşırı gidenleri sevmez. (Bakara Suresi, 190) Onlar, (savaşa) son verirlerse (siz de son verin); şüphesiz Allah, bağışlayandır esirgeyendir. (Bakara Suresi, 192) Bu zihniyeti ortadan kaldırmanın tek yolu ise gerçek Kuran ahlakının tebliğ edilmesidir. Yani Peygamberimiz (sav) zamanında yaşanan İslam’ı günümüze tanıtmaktır. Kuran’daki Müslüman’ın neşeli, sevgi dolu, barış yanlısı, hoşgörülü, nezaketli, modern, adalet sahibi yüzünü insanlığa anlatmaktır. Bu anlamda dindar Musevi ve Hıristiyanlar da Müslümanlara yardım etmelidirler. Ahir zamanda tüm dünyaya barışı ve sevgiyi getirecek olan Hz. Mehdi’dir. Bu sebepten Kitap Ehl-i ve Müslümanların Mehdiyeti savunup, desteklemesi çok hayatidir. Bütün kutsal dinler için tehlike arz eden bağnaz sistem ancak Hz. Mehdi’nin desteklenmesi ile sona erecektir. Bütün bu anlattıklarım her şeyden önce Allah’ın emridir. İslam’ın doğru yaşanması bir tek Müslümanların değil yeryüzündeki tüm insanların huzura kavuşmalarına vesile olacaktır. Deccal tarafından alınmış neşe ve sevgi geri gelecektir. Ölü olan sanat yeniden canlanacak, bilim ve teknoloji en üst seviyede yaşanacaktır. Tüm bunların kaynağı Allah sevgisi olacaktır. Ahir zamanda Deccaliyetin son bulması ile meydana gelecek ortamda yaşanacak olan rahatlığı Peygamberimiz (sav) şöyle haber vermiştir: Benim ümmetim o devirde öyle bir refah bulacak ki, o güne dek onun mislini kesinlikle bulmamıştır. Yer yemişini (gıda ürünlerini) verecek ve insanlardan hiçbir şey saklamayacak (vermemezlik etmeyecek)tır. Mal da o gün çok birikmiş olacaktır. (Sünen-i İbni Mace, 10-347/ Ramuz el Ahadis, s. 508/ İbni Mace-Tabaranai'nin Kebiri) Mehdi insanlara malı ve eşyayı dağıtırken, saymadan bol bol verecektir. (El-Kavlu Muhtasar Fi Alamatil Mehdiyy-il Muntazar, s. 24) NİLGÜN GÜNEY MAKALESİ
  5. Bir toplumun gelişmişlik ve refah düzeyinin en önemli göstergelerinden biri kuşkusuz sanat, estetik ve kalitede ileri seviyede olmasıdır. İslam dininde de sanata verilen önem büyüktür. Bugüne kadar mimari, edebiyat gibi pek çok alanda izler bırakmış olan son derece şık İslam sanatı örnekleri bunun en açık göstergelerindendir. Sanat dendiğinde ilk olarak resim, müzik gibi sanat dalları akla gelse de müminler bununla yetinmez ve hayatlarının her alanında sanat ve estetiği, mümkün olan en fazla seviyede uygularlar. Kuran ahlakının önemli özelliklerinden biri olan temizlik de sanat ve estetikle birleştiğinde, müminlerin yaşamlarında yüksek kalite kendini gösterir. Kıyafetlerde ve Dış Görünümde Sanat ve Estetik Müminler her an ve her yönüyle Allah'ın dinini temsil etme çabası olan insanlardır. Bundan dolayı dış görünümlerine her zaman çok dikkat ederler. Bazı kişiler, kıyafete ve dış görünüme özen göstermeyi sözde dünya hayatına meyletmek, insanların beğenisini beklemek şeklinde yorumlamak gibi bir hataya düşerler. Hâlbuki müminler hal ve tavırlarıyla olduğu gibi dış görünümlerindeki kalite, temizlik ve özen ile de insanları İslam ahlakının güzelliğine, asaletine davet ederler. Peygamber Efendimiz (sav), güzel giyinmenin kibir olmadığını hadislerinde şöyle ifade etmiştir: "Allah güzeldir, güzelliği sever, güzel giyinmek kibir değildir, kibir (mazhar olduğun nimeti kendinden bilip) hakkı reddetmek, halkı hakir görmektir." (Kütüb-i Sitte, Muhtasarı Tercüme ve Şerhi, Prof. Dr. İbrahim Canan, 7. cilt, Akçağ Yayınları, Ankara, s. 208) Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav), her durumda mümkün olan en şık ve güzel kıyafetleri giymiş ve sahabeye de her zaman bunu tavsiye etmiştir. Peygamber Efendimiz (sav)'in torunu Hz. Hasan (ra), Resulullah (sav)’in giyim konusundaki görüşünü şöyle ifade etmiştir: "Peygamber Efendimiz (sav) bize elde ettiğimizin en iyisini giymemizi ve bulabildiğimiz en hoş kokuları sürmemizi emrederdi." (Buhari, et-Tarih'ul-Kebir, I, 382, nu:1222) Kıyafetlere özen gösterilmesi Allah'ın Kuran'da belirttiği açık bir emridir. Müddessir Suresi'nde şöyle buyurulur: Elbiseni temizle. Pislikten kaçınıp-uzaklaş. (Müddessir Suresi, 4-5) Kıyafetler haricinde de bakımlı ve temiz olmak dinin gerekliliklerindendir. Peygamber Efendimiz (sav) temizliğe çok önem verdiği için, saç ve sakal bakımına yani dış görünümdeki tüm detaylara da önem vermiştir. Bazı kaynaklarda yanında daima tarak, ayna, misvak, kürdan, makas, sürmedan gibi eşyalar bulundurduğu bildirilmektedir. (Ali el-Kari, Cem'ul-Vesail fi Şerh'iş- Şemail, İstanbul, s. 96-97) Yaşam Alanlarında Sanat ve Estetik Müminler her an Allah rızasının en çoğunu hedeflerler. Ahlaklarını, Allah'ın sevdiği ve kendilerinden razı olduğu kullarını aldığı cennet ahlakına yükseltmek için var güçleriyle çabaladıkları gibi, yaşam alanlarını da cennet tasvirlerine mümkün olduğunca benzetmeye çalışırlar. Evlerinin temiz, aydınlık, ferah olması, gereksiz eşyalarla aşırı dolu olmaması, eşyaların mümkün olduğunca uyumlu ve hoş seçilmesi, çiçek ya da tablo gibi süsler kullanılması, ev eşyaları yenileriyle değiştirilemiyorsa bile yerlerini zaman zaman değiştirerek farklılık oluşturulması gibi uygulamalarla müminler evlerini güzelleştirirler. Ev bakımıyla ilgilenmenin gereksiz olduğunu ya da vakit kaybı olduğunu düşünmek çok hatalı olur. Hz. Süleyman (as)'ın sarayının güzelliğinden Kuran'da ayrıntılarıyla bahsedilmesi, bu konunun önemli olduğunun bir göstergesidir. Neml Suresi'nde Hz. Süleyman (as)'ın sarayının güzelliği ve bunun Sebe Melikesine yaptığı tebliğde ne kadar etkili olduğu şöyle anlatılmaktadır: Ona: "Köşke gir" denildi. Onu görünce derin bir su sandı ve (eteğini çekerek) ayaklarını açtı. (Süleyman:) Dedi ki: "Gerçekte bu, saydam camdan olma düzeltilmiş bir köşk zemindir." Dedi ki: "Rabbim, gerçekten ben kendime zulmettim; (artık) ben Süleyman'la birlikte alemlerin Rabbi olan Allah'a teslim oldum." (Neml Suresi, 44) Sanatsız Yaşayan Toplumlarda Görülen Kavrukluk Sanat ve estetikten uzak, kalitesiz bir yaşam süren toplumlar ise çok büyük bir eksiklik taşırlar. Böyle bir toplumun fertlerinin geniş bir ufka sahip olmadıkları ve her alanda geri kalmışlık içinde oldukları görülür. Sanattan uzak yaşamanın sebep olduğu kavrukluğun bazı örnekleri şunlardır: İnce düşünme yeteneğini kaybederler Sanat ve estetikten uzak yaşamak, insan ruhunun bütün inceliğini öldürür. Böyle bir kişini günlük yaşamında ve kişisel bakımında gösterdiği özensizlik, bütün tavır ve konuşmalarında da görülür. Bu kişilerin, ailesine, arkadaşlarına ve hatta alışveriş vb. esnasında yapılan küçük konuşmalarda bile gösterdikleri kabalık ve kullandıkları uygunsuz üslup hemen dikkat çeker. İslam dininin taşıdığı kalite anlayışıyla taban tabana zıt olan bu tavırlar, insanların kalbinin İslam'a ısınmasında yıkıcı bir etki oluşturabilir. Allah Kuran'da şeytanın müminlerin arasını açmaya çalıştığını bildirmiş ve müminlere üsluplarına en fazla şekilde dikkat etmelerini emretmiştir. İsra Suresi'nde şöyle buyurulur: Kullarıma, sözün en güzel olanını söylemelerini söyle. Çünkü şeytan aralarını açıp bozmaktadır. Şüphesiz şeytan insanın açıkça bir düşmanıdır. (İsra Suresi, 53) Müminler, gerek dış görünümlerine gerek yaşam alanlarına gösterdikleri özenin bir neticesi olarak ince düşünme yeteneği kazanırlar. Bu gibi konularda ayrıntılara dikkat etmek, özenli olmak müminlere her konuda ayrıntıları görmeyi, ince düşünmeyi kolaylaştırır. Böylece yaptıkları konuşmalarda da sözlerini gelişigüzel seçmez, üsluplarına çok dikkat ederler. Bu da, yukarıdaki ayette de dikkat çekildiği gibi, müminlerin kardeşlik bağını güçlendiren çok önemli bir konudur. Doğadaki sanat ve estetiği müşahede edemezler Hayatlarında sanatın hâkim olması için gayret göstermeyen kişilerin çevrelerindeki sanatsal yapılara karşı duyarlılığı büyük ölçüde körelir. Bunun negatif bir sonucu olarak bir çocuk, güzel bir çiçek, sevimli bir kedi vb. bu insanların ruhlarında neredeyse hiçbir güzel etki oluşturmaz. Böyle güzel varlıklarda Allah'ın sanatının tecellisini görmenin heyecanını ruhlarında hissedemezler. Bu, kuşkusuz, çok büyük bir kayıptır. Hâlbuki kıyafetlerinin uyumlu olmasına özen gösteren biri, çiçeğin kendiliğinden şık yaratılmış olmasını; saçının güzelliğine dikkat eden biri, kedinin daima parlak tüylerinin olmasını; evinin güzel dekore eden biri, gördüğü günbatımı manzarasındaki renk uyumunu kuşkusuz daha iyi müşahede eder çünkü bu güzelliklere yönelik algı hassasiyeti çok daha fazladır. Müminler gördükleri her güzelliğin Allah'ın güzelliğinin bir tecellisi olduğunu bilirler ve bu güzellikler kalplerinde bir ferahlık meydana getirir. Güzellikleri daha iyi fark etmek ise, Allah'ı daha çok anmalarına ve şükretmelerine vesile olur. Dine hizmette gerekli özeni gösteremezler Dine yapılan hizmette sanat ve estetik büyük önem taşır. Müslümanların başlıca hedefi ateizmle mücadeledir. Bugün herkesçe bilindiği gibi ateizm, evrim teorisiyle sözde bilimsel bir kılıfa bürünmüştür. Müslümanların ateizmle mücadele adına yaptıkları çalışmalarda özenli olmaları ve tüm ayrıntılara dikkat etmeleri çok önemlidir. Çünkü bu çalışmalarda asıl hedeflenen; yaratılış gerçeğini Darwinizmin sözde bilimsel görünen yalanlarına kendini kaptırmış olanlara göstermektir. Ve bir eserin (internet sitesi, kitap, belgesel vb.) estetik ve güzel görünümü, özenli bir çalışma olması insanlarda o eseri inceleme meylini arttırarak faaliyetin etkisinin Allah'ın dilemesiyle artmasına vesile olur. Buna karşılık, bir çalışmanın yeterince özen gösterilmemiş, tabiri caizse baştan savma olduğu hemen fark edilir. Bu da yapılan faaliyetin etkisini kırmak gibi istenmeyen sonuçlar doğurabilir. Günlük yaşamlarında sanat ve estetikten uzak yaşamış olan kişilerin din adına etkili bir faaliyet yürütmek konusunda çok zayıf kalacakları açıktır. Kişisel bakımında bile özensiz olan bu kişiler, kuşkusuz ki yaptıkları faaliyetlerde de pek çok önemli ayrıntıyı gözden kaçırırlar. Hatta bazı kimseler, bir Müslüman'ın çalışmalarını yönlendirmesi gereken asıl tehlikenin Darwinist-materyalist sistem olduğunu görmekten bile uzaktırlar. Ateizm tehlikesi varlığını sürdürürken, bu tehlikeye karşı ilmi çalışma yapmak yerine dikkatlerini sadece diğer bazı Müslümanları eleştirmeye yöneltmek gibi hatalara düşerler. Oysa Müslümanlar, her an Allah'ın dinine en fazla şekilde hizmet etmek gayretinde olan, Allah rızasının en çoğunu hedefleyen insanlardır. Hac Suresi'nde "insanlardan kimi Allah'a bir ucu ile ibadet eder" (Hac Suresi, 11) şeklinde ifade edilen kimselerden olmaktan titizlikle kaçınırlar. Müminlerin Allah Yolunda hayırlarda yarıştıklarından Kuran'da şöyle bahsedilir: Bunlar, Allah'a ve ahiret gününe iman eder, maruf olanı emreder, münker olandan sakındırır ve hayırlarda yarışırlar. İşte bunlar salih olanlardandır. (Al-i İmran Suresi, 114) İslam'ı tanımayanların kalplerinde buğz oluşmasına sebep olurlar İslam güzel olan, asil olan, kaliteli olan her şeyin toplandığı bir dindir. 'Müslüman', aklınıza gelebilecek en düzgün, en yüksek ahlaklı, en kaliteli insandır. Kuran’da bildirilen gerçek Müslümanlık herkesin gıpta edeceği bir durumdur. Ancak, sanat ve estetikten uzak, kavruk bir yaşam sürdürülmesi ve bunun sözde İslam adına yapılması, İslam dinini tam tanımayan insanlarda İslam'a karşı yanlış bir önyargı oluşmasına sebep olur. Bugün pek çok insanın ateizme meyletmiş olmasının başlıca nedenlerinden birini bu oluşturmaktadır. Bu durumun, kuşkusuz ki İslam'ın gerektirdiği kaliteye ulaşmak için gayret etmeyen, dini sığ ve çarpık yorumlayarak bakımsız ve temizlikten uzak yaşayanlar üzerinde büyük bir vebali vardır. (En doğrusunu Allah bilir.) Müslümanların, Kuran'da Hz Süleyman (as)'ın kıssasında da anlatıldığı gibi, sanat ve estetiği tebliğde başlıca yöntemlerden biri olarak benimsemeleri gerekir. Bu konuda Kuran'a tam uymak, tüm dünyada İslam'ın süratle yayılmasına vesile olacaktır. Hz. Süleyman (as), Sebe Melikesine yaptığı tebliğde Sebe Melikesinin kendi tahtını getirtmiş, onu sarayında ağırlamış ve sarayının dekorasyonundaki muhteşemlik Sebe Melikesinde büyük etki uyandırarak imanına vesile olmuştur. Hz. Süleyman (as)'ın tebliğinin tüm aşamalarında ince düşünceli tavırları ve sanattan faydalanışı açıkça görülmektedir. Kuran'da anlatılan bu tebliğ yöntemi tüm Müslümanların izlemesi gereken yöntemdir. Sonuç Tüm bu sayılanlar, sanattan uzak kavruk bir yaşamın Müslümanlara ne kadar büyük bir zararı olduğunu açıkça göstermektedir. Tüm Müslümanların İslam dininde önemli bir yeri olan sanat, estetik ve kalitede yüksek bir seviyeye ulaşmak için samimi bir gayret içinde olmaları gerekir. Kıyametten önceki son dönem olan Ahir Zaman'da geleceği hadislerle müjdelenmiş olan Hz. Mehdi (as) İslam'ın sanat ve kalite anlayışını tam canlandıracak ve tüm yeryüzüne Allah'ın dilemesiyle hakim kılacaktır. Hz. Mehdi (as)'ı aşkla seven ve onun talebesi olmayı gönülden isteyen her Müslüman bu alanda kendini geliştirmesi dinin bir gereğidir.
×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.