Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

Johnydoe

Φ Üyeler
  • İçerik Sayısı

    257
  • Katılım

  • Son Ziyaret

  • Lider Olduğu Günler

    26

Johnydoe son kazandığı tarih 13 Aralık 2023

Johnydoe en çok beğeni kazanandı!

Profil Bilgileri

  • Cinsiyet
    Erkek
  • Yer
    turkiye
  • İlgi Alanları
    edebiyat

En Son Profil Ziyaretçileri

8.441 profil görüntüsü

Johnydoe - Başarıları

Düzenli Gelen

Düzenli Gelen (8/14)

  • İyi Tepki Veren Nadir
  • Adanmış Nadir
  • İlk İleti
  • Ortak Nadir
  • İçerik Başlatan

Son Rozetler

54

İçerik İtibarınız

  1. sığınacak bir yer yok ortasında fırtınanın çaresizlikler üstüne gelirken korkunun faydası yok bu sahadan yenik ayrılmak bir rövanşı yok kabullenmek efendilikse isyankar bir kölelik daha iyi değil mi? çok ağlarsan çok bağırırsan eğer geri mi verilecek çok istediklerin? birlikte yaşanabilecek güzel günlerin hayali ne zaman çıkıp gidecek aklımdan? ne zaman eskisi gibi olup alışabileceğim sıradan günlere bir yolu yok mu bunun hiç bilmeseydim mesela ya da unutabilseydim her gece alkolle uyuşturup aklımı sarhoş olmadan uyuyabilseydim sığınacak bir yer yok ölümcül bir hastalığın pençesinde ötenazi hakkımı benden saklı tutuyorlar atları bile vurmuyorlar mı? bir daha ayağa kalkamayacaksa eğer bu sürüngenlik bana göre değil... bitmedi mi söyleyeceklerim? kimlerin sofrasına meze oluyorum okundukça kimlerin hislerini anlatıyorum kaç insan tatmin ediyor kendini paylaştıkça sözlerimi katlanılır görüyor bu hayatı sığınacak bir yer yok kaybolmuş ruhların tesellisi bunlar mutlu insanların aramızda yeri yok sevda ucuz Amerikan filmlerinde kaldı artık Türkçe dublajlı yalanlara karnımız tok en sakinimiz umudunu hala koruyabilen umutsuzlarımızın dilinde küfürler inkar kime, inkar neyi? en sorumsuzu dağ başında çoban, biz çoktan geçtik bile bile üstelik çizgileri geri dönüşü olmayan ... sığınacak bir yer yok bağımlılıklar uyduruyoruz kendimize hayatta kalabilmek için yaşamak diyoruz adına bunun yaşamak, her sabah uyandığımızda biraz daha çirkin... çok güveniyor kendimize büyük oynuyoruz oynamak, elde avuçta ne varsa inanmadan kazanacağımza... umutsuzluk bulaştırıyoruz en yakınımıza sokulana karanlık büyüyor farkı kalmıyor gözlerini yummakla, acıtırcasına gözbebeklerini açmak arasında çok üzgünüz belki de anlamasın diye başka hiç kimse gülümserken tanıdık yüzlere iyi oyuncular olup çıkıyoruz işin içinden bu sahne bu dekor bu figüranlar arasında gerektiği kadarını yaşayıp çekildiğimizde kendi içimize kendimize ağlıyoruz imlası bozuk bir Türkçeyle itirafa soyunurken çılgınca bir suskunluğu soğuk bir yatakta uyumaya çalışmak gibi ağustos sıcağında bir yanım alev alev diğer yanım buz tutmuş dudaklarım titrerken öpmeye çalışmak alışmak: çok mutluymuş gibi oturup bir nikah masasına hayatını takas etmeye çalışmak bir yabancıyla... çok mutluymuş gibi, fotoğraflarda yer tutmak...
  2. Biraz alkol, biraz kalp ağrısı... Kıskançlık krizleri, öfke nöbetleri. Biraz, insanlara ben nakli. Sınırlarını kelimelerle çizdiğim bir ülke. Körler arasında tek gözü gören gibiyim. Yalnızım, canım sıkılıyor. Durup durup onu özlüyorum. Sonra buraya gelip bir şeyler karalıyorum. Sonra alkol ve çaresizliğin karın ağrısı. Eskiden duvarları yumruklardım, şimdi blok sitelerine iddialı cümleler yazıyorum. Ertesi sabah uyandığımda her türlü inkâra sığınıp... Şizofrenik bir alkoliğin parmaklarından çıkan her satırın şiir olma olasılığı öyle yüksek ki... Belki de o kadar ciddiye alınmamalı okurken ve belki de ben, bir kadının suya değiyor ayakları diye başlarsam cümleye, aslında o kadın çoktan duşunu almış, yatağına uzanmış ve hayallerinin arasına dalmış olabilir... Ölüm aynı ölümdür aslında araçları farklı… Hangi ölüm daha şiirseldir okunduğu zaman? Aşkın şehvetiyle yanıp kavrulan ve isli bir et gibi kokan ölüm mü? Demiş ya şair: ‘Ölüp gitmektense yanarak ölmeyi tercih ederim...’ ya da asılarak ölmek mi? Giydiğim hükümlerin, üstlendiğim suçların hiç bir gerekçesi yoktu. Bunu ben söylüyorum diye hala buradayım. En romantiğidir aslında insanın asılarak ölmesi. Çünkü en son orgazmı saklar beden nefessiz kaldıkça. İnsan son nefesini verirken ve kırılırken boynu hangi sevgiliyi düşler? Ya da hangi düşler, insanı ölürken sevgiliyle meşgul eder? Alkol kıvamında başıbozuk bir adamım ben... Şurada 'yalnızım' yazmak istiyorum, bir bakıyorum ki onlarca kelime, yıkılmış surların arasından akıp gidiyor. Oysa hala ben boynum kırılırken düşlediğim sevgilimi özlüyorum. Herkes beni şair sanıyor... Ve hayat, karşısında gardımızı indirdiğimiz her an, en acımasız yumruklarını atmaya devam ediyor...
  3. Bazen insan anlatamadıklarını, yalnızlıklara yüklüyor. Sonra alıp başını gidiyor bir gece ansızın. Eski siyah beyaz Türk filmlerinden kalmıştı bu sevdanın kural tanımazlığı, inadına vurdumduymazlığı. İkimiz de biliyorduk, başka bir şehrin adamıydım ben, başka rollerin. Repliklerimden aşırdıklarımla gelmiştim sana. Ne bekliyordun ki? Söyleyeceklerimi tükettikten sonra, sana ne kadar kalırdım? Her bulduğunda yitirdiğin, o sarıldığın, yüzüne gözüne, öpüşlerine hasret kaldığın adam; bulutların arasından gülümseyen kış güneşi gibi. Belki de ölümcül bir hastalığın, son darbesini vurmadan önce ki iyileşme belirtileri gibi... Benim geri dönüşlerim, kendime ihanetlerim. 'sen' dediğim kadınım, benim çaresizliklerim... Sarıldığın kolların ardından gülümseyen, benim sessiz çığlıklarım. Avuçlarının arasında ki dudaklarım. Ben şimdi hangi buluttan kurtulsam, aradığım senin yağmurların... Haklı olmak, kalemi elinde tutup kıran yargıç olmak neyi değiştiriyor? Kırılan her kalemde bir insan ölüyor. Ya kalemi kıranın içinde, kaç varlık kendini yitiriyor? Haklıyım! Haklı olmak hala bir halta yaramıyor... Öptüğüm, dokunduğum, sarıldığım yaraların... Kenarlarından damlayan kan, bir cam fanusun içinde ki gül gibisin... Dokunursam kırılacaksın, dokunmazsam solacak… Küçük haylaz bir çocuğun pişmanlığı üzerimde, ne zaman seni düşünsem, sana kullanılmamış bir ben getirsem, nereye gitsem, nerede bulsam, hangi yalanın gölgesine sığınsam olmuyor... Durmadan bir şeyler söylüyorum sana. Seni yanımda tutabilmek için aklıma gelen her şeyi yazıyorum. Gittiğinden beri, sessizliğinin hesabını soruyorum kendime. Ne zamandır konuşuyorsun? Ne zaman başladın, bana anlatmaya seni? Özlemlerin, seslenişlerin, haykırışların... Bu tuhaf hayat sirkinin en nadide parçalarıydık biz. Sen güneşime hasret, Ben sesine sağır... Sen varlığıma vurgun, Ben yokluğuna sürgün...
  4. kaldırım kenarında söndürdük sigaralarımızı yakalanmak korkusuyla bir zabite kokusu sinmesin diye cigaralarımz üzerimize avuç içinde saklarken kafalar bir dünya travestiler geçerken yanımızdan kalkmadı sikimiz erkekliğimizle dalga geçtiler biz yakalanmaktan korktuk soğuktu çünkü silivri afili sözlerimizi yuttuk bir bir her birimiz vatansever her birimiz ezbere bilir gençliğe hitabeyi ne siyasete bulaştık ne kullanışlıydık kandıranlar tarafından allahın merhametine de sığınmadık vatandaşın ferasetine de akşam oldu üç şişe bira dört dal sigaraya inceden müzeyyen abla eşliğinde hatırladıkça yatmadığımız kadınları yalnız uyuduk uyanmamak umuduyla....
  5. Bu başlık altında okuduğumuz kitaplar ve onları yazanlar hakkında düşüncelerimizi fikirlerimizi paylaşalım. Ama bilindik beylik laflarla, hekresin konuştuklarıyla, kitabıyla fotoğraf çekip instagrama attığı şekilde değil. Bize ne ifade ediyor bizim için anlamı ne? hayatımıza nasıl dokundu? Belki okuduk ama sevmedik, belki yazdıklarını okuduk ama kendisini sevmedik tüm dürüstlüğümüzle, samimiyetimizle... Öneride bulunmak değil de öneriyorsak nedeniyle birlikte, sevmediysek eleştirilerimizle birlikte. Edebiyattan bu kadar uzak bir coğrafyada ve edebiyata dair ne varsa sadece gösteriş için kullanıldığı bir toplumda gerçek okuyucularla, kendimizi kasmadan, belki de cahilce ama içtenliğimizle tartışalım... Tartışırken öğrenelim. Belki de bildiğimiz gibi değildir okuduğumuz. Yüzleşmekten kaçmayalım... Sizi olumlu ya da olumsuz bir kitap paylaşın okuyalım ve birlikte nedenleri üzerine kafa yoralım... Bunu yapabiliriz.
  6. Fallara inanmayan biri olarak sadece merak ettiğim için araştırdığım ve kökeninin yüzlerce yıl öncesine dayandığını öğrendiğim fal çeşidi. Kartlara yüklenen anlamlar, o kartların yanyana gelmesiyle geleceğe dair kehanetlerde bulunmak yada geçmişten gelen izlerin betimlenmesi denilebilir kısaca. Tarih boyunca ülkeleri yöneten liderler, bu kartların kehanetlerine güvenerek önemli kararlar almışlar. Günümüzde ise insanlar kendi kaderleri, gelecekleri hakkında bir umut bulmak için tarotla ilgilenmeye devam ediyorlar. Aslında fal dediğimiz şey tam olarak bu değil mi? Duymak istediğimiz, umudumuzu kaybettiğimizde karamsarlığa düşmemize engel olsun diye bir anlamda psikolojik destek aracı. Araştırmalar yaparken her bir karta yüklenen anlamları, kartlarda tasvir edilen görüntülerin neleri işaret ettiğini de ister istemez öğrendim. Yine tekrarlıyorum fallara inanmıyorum ama bu başlık altına yazıp kart açmamı isteyen arkadaşlar olursa fal açabilirim. Ne kadar doğru çıkar, yada ne kadar size umut ya da karamsarlık çıkar bilmiyorum. Ama siz inanıyorsanız ve istiyorsanız bu başlık altına mesaj atmanız yeterli...
  7. Johnydoe

    Zaman

    Adını anımsayamadığım bir yazar demişti, anımsayamadığım için özür diliyorum kendisinden: 'Günler geçiyor diye aldatma kendini, geçen senin ömründür...' Şu martılar kadar farkında olabilseydik yeterdi aslında, özgürce kanat açıp hayallerimizin peşinden uçup gidebilseydik...
  8. Johnydoe

    Çifte güneş tutulması

    Sanki ağaç kollarının arasına almış güneşi saklayacak sabaha kadar ve sabah yeniden doğuracak dallarının arasından... deniz özler mi? gece yalnız uyuduğunda...
  9. Top Gun: Maverick Sanatsal anlamda ya da içerik olarak derinliği olmayabilir ama beni çocukluğuma götürdü. İlk filme yapılan göndermeler, karakterlerin yıllar sonra bir araya gelmesi ve değişimleri, sıradan sayılabilecek ve sonu tahmin edilesi bir hikaye olsa bile, bazı sahnelerde gülümseyerek bazı sahnelerde geçmişi hatırlayarak izledim. Tom Cruise yıllara meydan okuyarak gerçekten güzel bir oyunculuk çıkarmış. Diğer genç oyuncular da ona eşlik etmiş. İzleyecek arkadaşlara önerim önce ilk filmi izlemeleri. İLk filmi izlemeden ikincisini izlerseniz çok fazla beğenmeyebilrsiniz. Ama ikisni birden izlerseniz pişman olmazsınız.
  10. yanlış anlaşılabilme olasılıklarını düşündükçe ne çok susuyor insan sessizlik vadisinde kayboluyor ansızın.... hepimizin hayatında bir tını eksik ne olduğunu keşfedemediğimiz, diplerden gelen bir patlamaya eşlik eden yaylı sazlara ait bir tını... hepimizin ezberlediği bir şeyleri mutlaka vardı hiç değilse kuvvetli aptallıklarımız, kaçışlarımız, bir diğerinin hayatları ardına saklanışlarımız... çözemediğimiz, çözemeden yaşadığımız, bir anlamda katlandığımız tutkuların haklılığını kanıtlayan şeylere güveniyorum ben hala sana bugün, şu an ne yazabilirim? nelerden söz edebilirim? niçin böyle bir düşünce içine girerim? bittikten sonra biz, nerene gömeceksin beni? düzenli takvim aralıklarında gelip temizleyip ayrık otlarını açacak mısın? gömdüğün yeri... bilincimizi bedenimize mıhlayacak çekici tutamadık ummak ve ayak uydurmak arasında gidip geliyorken dağılıyorduk ayrılıyoruz diyemiyordum buna çünkü dağılıyorduk sadece... yalnızca sevişmek için mi kullanıyorum yeteneğimi? bu yüzden mi her gelenin aklı, aklımda... etkisi kaç kelime sürer? esaslı bir orgazmın... hayat söze dayanmıyor anlatılan anlaşılana uymuyor uyumsuzluk yayılıyor damarlarda kimse söylediğinin ardında vaat ettiği kadar durmuyor... her sevgili bize verilen kırık not gibi hiç silinmeyen, kurtarılamayan... yaz okullarında hasret giderilen sadece. bu yüzden mi kırıktı? seni sıkan sezgilerimi, alınganlığımı, çocuksuluğumu, endişelerimi bir yana ayıramıyorum itiraf etmeliyim ben hala aynı tutsağım, aynı şair... belki de susmamın nedeni, söylediklerimin geri tepmesinden korkmamdı göğsümün sol yanı acırdı sen sustuğunda... kolay sözlerin aldatıcı büyüsüyle yazıyorum... gördüğünle, işittiğinle yetinmeyi seçtiğin için içinde ne olduğunu bilmediğin çuvala elini sokamadın bundan böyle anlamın ne derinliği olabilir ki benim için? derinlik ne ifade edebilir? sabahlara ulaşıyorum oysa sana ne çok yol var...
  11. eski arkadaşlar da aramıyor artık. aynı dünyayı paylaşıyor olmamızı yadırgamış olmalılar. oysa eskiden birlikte yaşlanmak konusunda ne çok anlaşmalar imzalamıştık, alkol kokan nefeslerle öpüşüp mühürlemiş. belki de eskiden alınmış kararların ortakları eskidiği için, yeni kararlar almakta zorlanışlarım. geçmişine bağımlı yaşayan insanlara Amatem yardımcı olabilir mi? mesela alkol gibi sigara gibi bu bağımlılıktan da kurtulabilir mi insan, ilaçla ya da telkinle bir tedavisi var mı bunun? yoksa nefesi kuvvetli bir hocaya mı gitmeli... unutunca geçmişini gelecekleri boşlukta, tutunamıyormuş gibi hissetmez mi insan? her geminin ayrıldığı bir liman yok mu? rotası yok mu balıkçının? kaybolduğun dalgaların arasında daha mı mutla olacaksın sanıyorsun? yaşamadan öğrenmenin de bir yolu olmalı! açık öğretim lise ve üniversiteleri yanılıyor olamaz... insanlar birbirlerine güvenmedikleri için mi dini nikah kıyarlar? Tanrı'ya verdikleri sözü tutarlar diye mi? hastalıkta ve sağlıkta, ölüm bizi ayırıncaya dek... diye söz verdiklerinden beri, boşanma davalarına bakan hakimler birer Azrail, avukatlar sorgu melekleri mi? evlilik sonrası mal paylaşımı da saçma değil mi? hani kefenin cebi yoktu? bari ses sitemini ben alsaydım... yazarken sessiz olmalıydım oysa, adım gibi biliyordum! içimden gürültüyle kopup gelen her kelimeye susturucu takıp usta bir katil gibi öldürmeliydim aklımdan geçenleri. bomba imha ekiplerinin çalışmalarını izlemek isterdim oysa üzerlerinde ki giysilerinin bir halta yaramayacağını bile bile korkmuyorlar mı? belki bu defa patlamaz diye mi kandırıyorlardı kendilerini? ta ki bu defa patlayana dek mutlu yaşıyorlardır umarım... sıradan insanlar da öyle değil mi? belki bugün de ölmeyiz, belki bugün aşık oluruz, belki bugün zengin oluruz, belki bugün o otobüs boş gelir, belki bugün, yok akşam iş dönüşü iki tek atarız... bunu kesin yaparız! diğerlerinin olmazlığına katlanabilmek için... bazen korkuyor insan, kendinden başka kimseyi bilmemekten korkuyor bir süre kırılma numaralarıyla mesafeler koyarken o mesafeler arasında kayboluyor önsezilerine güveniyor yoksa yenik mi düşüyor? bulmacaları çözmeye çalışırken buluyor kendini biri bitmeden diğeri, biri gitmeden diğeri geliyor. yine de güveniyor önsezilerine hastalıklı bir romantizme teslim olmaktansa rutubetsiz kuru bir ev hayal ediyor duvarlarının rengini bari o belirleseydi... belki yeterince mesafe koyamadın! demek ki hala kaybolmadın... yenilmemişsin bak, şimdi sıradaki bulmacaya geçelim mi? en sevdiği renk hangisiydi? renkleri sevmezdi oysa... bu yüzden renksizdi odaların duvarları bomboş hoş değildi belki beğenmemiştin bunu önerdiğimde duvarın da, tuğlanın da, harcın da rengi var görmüyor musun! derken bir kez daha ispatlamıştın renkleri sevmediğini nasıl istersen'e bağlayıp konuyu kapattım.
  12. oturduğum yerden yazıyorum bunları on beş metrekarelik bir odanın sarı duvarları arasından ve ruhumun sonsuz uçurumlarından atıyorum kendimi düştüğüm yerler acıyor mudur? acıyor olmalı, yoksa bu kadar kötü hissetmezdim değil mi? kimi hayatıma alsam yani düşsem üzerine sonrasında hep bir kalp ağrısı bir can yangını ne söndürebiliyorum içime alsam diyorum zaten içimde diye değil mi bu yangın? aklımın oyunlarıyla büyütüyorum kendimi yazdıklarımla etkisiz hale getirmeye çalışıyorum olmuyorum olmamışlık hallerim bir simit satıcısı gibi tezgahını açmış cami avlusuna sabah ezanı vakti ne gelen var ne giden... kimse uykusundan vazgeçmiyor sanki tanrım bundan alınıyor mudur şimdi? satamadığım simitleri ufalayıp güvercinlere atıyorum nasip onlarınmış... sonra uyanıyorum yatağımda biraz da bu tarafıma yatsam diyorum diğer tarafım yorulmuş taşımaktan beni derken uykum kaçıyor gidip çöpleri topluyorum çuval bezinden yapılmış el arabamla eğilirken çöp konteynırına elimde metal bir kanca hayatları karıştırıyorum birileri kafayı çekmiş koyu renkli bira şişeleri yarım bırakılmış pasta görüyorum sinekler üşüşmüş kimin hoşuna gitmemiş? doğum günleri... açılmış ama kullanılmamış bir prezervatif özeline girdiğim için şimdi yadırgar mı sahibi? içinden çıkamıyorum bu içimdeki çöplerin düşünce artıklarının geri dönüştürmesi olmalı ders alınmalı diyorum kendime ama kaç paradır ki o derslerin saati? hem daha önce o okulu bitirmeli sonra atanacak, beki sonra yine sever beni... dönüyorum sonra duvarları sarı renge boyalı odama siyah keçeli kalemle parmaklıklar çiziyorum tavanı mavi hücresinde yatarken hayal etmeyen var mıdır acaba? yoksa yasaklanıyor mu insana? gökyüzünün renkleri.... perdenin köşesini kıvırıp bakıyorum dışarı aydınlık bir sokak, gri renkli üzgün bina bir balkon kışın kullanılmayan o evde yaşayanların umurunda bile değil benim umurumda da ne oluyor sanki? bir süre daha bakıyorum bu sene bahar gecikecekmiş, ben görmem belki... dönüyorum odama sarı renkli duvarlarımda silik parmaklıklar pek düzgün olmamış kimi hapsediyorum? şimdi ruhunu özgür bıraktığım kim? martının gözlerinden bakma cüretini kim verdi İstanbul'a! altımda üst üste evler, üstümden bir uçak geçiyor içinde bir kadın pencere tarafında bana bakıp gülümsüyor ben süzülüyorum aşağıya deniz sıkışmış karaların arasında ama bu haksızlık değil mi? bir dilencinin yanına konuyorum Allah rızası için... diyor. rızanın bedelini söylemiyor ama ne verirsen yeter sanki... peki bir kalp kırmanın bedeli? altmış dört bin satır yazsan yeter mi? ya sussan, zamanla geçer diyorlar ya, kimin için neye göre inandım ben buna inanç özgür bırakacak mı? teslimiyeti nereye koyuyorduk? senin içindeki de geçer mi? hatırlanmaz mısın ben sana her yazdığımda inancın seni benden kurtaracaksa şimdi ardına bile bakma çuval bezinden yapılma el arabamla hayatları karıştırmaya devam ederim ben sen bana karışma bazen karşıma çıkacaksın biliyorum sokakta yürürken, bir otobüs durağında elinde kitabın, okurken belki geç kalmamak için okuluna alelacele giyinmişsin saçların karışmış birbirine uzanıp düzeltmeye çalışırken suçüstü yakalayacaksın beni kaşlarını çatıp ne münasebet! belki oturuyorsundur bir kafede çayını yudumlarken kaldırımın üzerinden geçiyorum ardımda çuval bezinden yapılma el arabamla tenimin kirli rengi bakışlarım değerse sana kirlenme diye çevir başını geçer giderim ben belki uyumuyorsundur şimdi yatağında dönüp dururken koynunda oyuncak tavşanın nasıl kızmışsın bana sabah olsa geçmeyecek akşam olsa dinmeyecek nereye gitsen ne yapsan aklında olduğum için kızacaksın anlayışsızlığım için, vurdumduymazlığım için, beceriksizliğim için kızacaksın ‘biz’ olduramadığım için kızacaksın bakışlarını çevireceksin başka bir yere ben yanından geçip gideceğim duvarları sarı, silik parmaklıkları odamın kasvetine bürünürken bir çağ kapanıp yeni bir çağ açılamıyorken mezapotamyadan bu yana aşk anlatılamıyorken bu kadar da yaklaşmışken üstelik küllükler doluyor şişeler boşalırken içim gidiyor bu kaybolma, bana doğru gelmiyor...
  13. sevgisiz hissettikçe hatalar yaptım, hatalar yaptıkça beni seveni kaybettim. bir yerden sonra da uğraşmayı bıraktım. beni sevsin diye delirdiğim kadının yanında, benden bir mesaj almak için bekleyen kadını göremedim. ben, yırtındığım kadının canımı nasıl yaktığımı anlatırken, dinlerken ağladığını bana belli etmeyen kadını duyamadım. üç günde bir attığım günaydın mesajnı okurken nasıl mutlu olduğunu bilemedim. sırf ben istiyorum diye, o an mutlu olayım diye, sonrasında arayıp sormayacağımı bile bile, benimle sevişmenin ona ne kadar ağır geldiğini anlayamadım. gerçekten seni seveni nasıl anlıyorsun biliyor musun? senin birini sevdiğin gibi, biri seni sevdiğinde... ama bu hep terste kalıyor işte. sen başkasını seviyorsun, diğeri seni, onu bir başkası... bu saçmalık denkleminde savrulup duruyoruz. bir gün sen sevildiğinin farkına varıyorsun ama seni seven vazgecmiş oluyor ve elinden hiç birşey gelmiyor. Bunun ağırlığıyla yaşamaktan başka...
  14. haklı olmanın bir halta yaramadığı dönemlerden geçiyoruz. düşünmek işkence gibi farkındalık, uykusuzluk ilacı... ve hatırlamak en ağırı herşeyi unutanlar ülkesinde... nasıl giyineceğimizi söylüyorlar bize neyi içmeyeceğimizi annesinden ninni bile dinlememişler öyle nefret dolular ki şarkı dinlesek dinden çıkarıyorlar sanki onlar almışlar gibi kimi seveceğimize de onlar karar veriyor nefretimize de yeşilden başka rengi sevmiyorlar onu da tabut üzerinde diye öyle yaşamaya düşman azıcık gülümsesek ilk taşı atacaklar en önde bilmiyorlar sevişmeyi ne de sevmeyi babası mecbur kalmış evlendi diye annesi görevi gereği girmişler gerdeğe tövbeler peşi sıra nasıl girmişler böyle bir günaha böyle sevgisiz bir andan sonra zorla getirilmişler gibi dünyaya düşmanlar yanyana gelen her erkek ve kadına...
  15. bekliyorsun sonra makyajını yapıp yalnız çıktığında evden yürürken kalabalık sokaklarda korna sesleri kırık kaldırım taşları nasıl yürüyorlar hızlı hızlı acelesi çokmuş insanların yetişecek yerleri daha çok yol veriyorsun durmadan vermesen çarpacak şüpheleniyor durup bakıyorsun bir vitrine gerçekten görünmez miyim? bekliyorum gecenin yarısı sigaranın dumanı sis gibi çökmüş odama damağımda alkol kurumadan bir yudum daha kalemim huzursuz parmaklarımın arasında ne yazsam arıza çıkacak şimdi yazmasam çok aceleci bu insanlar... bekliyorsun otobüs durağı saatini şaşırmış gelecek olan gözlerini daldırıp çatlak asfaltın arasından başını kaldıran yaban otuna basar üzerine diye geçen yanından acelesi çok insanlar üzülüp sanıyorsun ki o da görünmez senin gibi... bekliyorum alarmı çalarken saatin uyanma zamanını kaçırmışım uyanıkken... on dakika daha ertelesem bir sigara daha sararmış parmak uçlarım neyse ki görmeyeceksin artık yitirdiğimden beri beklediğin olma vasfını ne taranıyor saçlarım ne de çıkıyorum arasına yetişecek yerleri çok olan insanların...
×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.