Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

Biyolojik anne

Φ Yeni Üyeler
  • İçerik Sayısı

    3
  • Katılım

  • Son Ziyaret

1 Takip eden

Biyolojik anne - Başarıları

Acemi

Acemi (1/14)

  • İlk İleti
  • İçerik Başlatan
  • Birinci Hafta Tamamlandı
  • Bir Ay Sonra
  • Bir Yıl İçinde

Son Rozetler

0

İçerik İtibarınız

  1. Herkese selamlar. Beni tanımak isteyenler: Ben de sizleri tanımak isterim:)
  2. Biyolojik anne

    ÖNDEKİ ARACI TAKİP ET

    Siz hiç filmlerdeki gibi bi aracı taksiyle takip ettiniz mi? Ben ettim valla, hem de bir belediye otobüsünü. Yine kulağa aptalca geliyor biliyorum ama benim başıma gelen hikayeler kulağa hep tuhaf geliyor ama tümünü anlatınca kendi içinde bir bütünlüğü var yemin ederim. Hayatta en dayanamadığım, baktıkça kendimden geçtiğim kişisel eşyalarım ayakkabılarımdır. Her hafta bir ayakkabı alsam yine de sıkılmam o kadar yani. Gerçi bu aralar ayakkabı perhizindeyim, yeni evimde koyacak yer bulamıyorum. Hepsi gözümün önünde olmayınca da hatırlayıp giyemiyorum. Neyse uzun lafın kısası ayakkabılara aşığım ve o dönem yeni bir ayakkabı almışım. Böyle siyah, yüksek ökçeli, bilekten bağlamalı, fiyonklu Guess marka nefis bi parça. Ankaranın çukurlu yollarında yürüyemediğimden mücevherlerimi torbaya koymuşum, ayağımda siyah spor ayakkabılarım var. Tüm şıklığım torbadaki mücevherler ayağımda olmadığından bozulmuş, hızlı hızlı yürüyorum kızı okuldan alıcam. Alıyorum da nitekim, anneme gitmek için 413’ e biniyoruz. Bilenler bilir, 413 Çankaya civarında en çok geçen otobüstür, her 3-5 dakikada bir yeni bi tanesi geçer. Kızla bir yer bulup oturuyoruz, bayağı tıklım tıklım otobüs. Durakta indiğimizde elimde torbamın olmadığını farkediyorum. O anki yaşadığım ani üzüntüyü kelimelerle ifade etmem mümkün değil gerçekten. Yani sanki yangında tüm malımı mülkümü kaybettim, üstüne de beni işten attılar. Koşarak kızı annemlere bırakıyorum, ben hoooppp bi taksiye atlıyorum. “Önümüzdeki belediye otobüsünü takip et” diyorum şoföre. “Hangi belediye otobüsü apla?” diyor. Adam haklı önümüzde bi belediye otobüsü filan yok nitekim. “Sen sür, biraz hızlı sür hatta. Karşımıza çıkacak birazdan” O kadar endişeliyim ki, tüm yol boyunca hop oturup hop kalkıyorum. Nihayetinde bir 413’e rastlıyoruz. “Önüne kır” diye hafif bir çığlık atıyorum. Tam durağın önünde hakkaten de otobüsün önüne kırıyor. Koşarak otobüse biniyorum. O kadar telaşlıyım ki, yolcular bana müsaade ediyor. Şoföre biraz önce o otobüsten indiğimi, elimdeki torbayı unuttuğumu söylüyorum. Sonra da kalabalığı yararak oturduğum yere geliyorum. Ama torba morba yok tabii. Koşarak iniyorum. Kendi taksime atlıyorum tekrar. Bu arada benim taksi tüm trafiği dağıtmış, dörtleri yakmış beni bekliyor. Şoföre: “Bu otobüs değilmiş, daha hızlı sür bir öndeki olmalı” diyorum. “Apla sen 413 den bahsediyorsun, her beş dakika da bir geldiği hesaplanırsa bizim senin torbayı unuttuğun otobüse ulaşmamız pek mümkün değil” diyor. Sinirli bir şekilde “sen devam et” diyorum. Fikrini soracak olsam zaten sorardım di mi cık cık cık. Bir, iki, üç, beş tam altı tane 413 durduruyoruz yol boyu. Adam iyice meraklanıyor. Ne olabilir ki o torbanın içinde? En sonunda dayanamayıp soruyor. Ne diyeceğimi şaşırıyorum. Ayakkabılarım desem, hayatta bir ayakkabı için gösterdiğim çabaya inanmaz. Zaten ben de o kadar koket görünmek istemiyorum. Hemen hızlıca bişeyler yazmaya çalışıyorum ama nafile. Hadi çalıştır saksıyı Banu. Birden meraklı gözlerle bana dikiz aynasından bakmakta olan şoförüme yaşlı gözlerle bakarak karşılık veriyorum. “Geçen sene kaybettiğim babaannemin bana aldığı son hediyeydi”. “Çok üzüldüm apla, başın sağolsun” diyor. Ohhh zekice bir hareketle adamı savuşturdum. Gerçi “neydi o hediye apla?” diye sorsa sıçmıştım biraz ama neyse. Velhasıl 6-7 otobüs durdurduktan sonra adam vazgeçmemizi söylüyor. “Nereye parkeder otobüsler işleri bitince?” diyorum. “Altınpark” diyor. Ama yüzünde pis bir gülümseme var. “Tamam Altınpark anasının nikahı biliyorum, taksi parası bayağı bir yüklü tutacak. Ama şuan elimde hiçbirşey yok diye” düşünüyorum. “Zaten yolun yarısına geldik, en azından torbamı bulma şansım hala var”. Bir yandan akşam bayağı da bastırıyor. Kızımla ve annemle sürekli telefondayım. Ya nedir bu akşam akşam başıma gelen. Otobüslerin durduğu yer hiç de hayalimdeki bir yer değilmiş ki. Böyle sıra sıra ceset otobüsler yolun kenarına dizilmişler. Ufacık bir klübe var içinde soba yanıyor. Sobanın başında otobüs şoförü amcalar. Nerden mi biliyorum? Yüzüme o ağlak ifadeyi takarak içeri girdim taksiden indikten sonra. Kırmızı paltolu, ağlak suratlı, 30 lu yaşlarda bir kadının öyle fütursuzca içeri girdiğini gördüklerinde yerlerinden kalktılar. Artık biraz da kaşarlanmış olan hikayemi onlara da anlattım. Durumuma öyle çok üzüldüler ki, kendimi nefret edilesi hissettim ya. Offf offf. Neyse tüm otoobüsleri aradık. Yok yok yok. Benim cici, güzel, harika, 40 numara pabuçlarım muhtemelen onların güzelliğinden hiç anlamayan salak bir karının kolunda gitti. Hay Allahım çıldıracağım yahu. Ayakkabılar gitti bir de 60 TL kaçtı bana. O an gerçekten japon çizgifilmlerindeki kahramanlar gibi iki yandan gözyaşlarımı fıskiye misali fışkırtırcasına ağlamak istiyorum. Durumuma öyle çok üzülen bir şoför amca “hadi sakinleş kızım seni evine bırakalım” diyor. “Tamam” diyorum boyun eğerek. Beni 413 numaralı halk otobüsüyle eve bırakmalarına müsaade ediyorum. Şaka yapmıyorum eve halk otobüsüyle bırakıldım. Ve hikayenin en ama en güzel tarafı aklımda yanan bir ampül sayesinde neredeyse çığlık atacak olmamdı. . Hani geçmişte olanları tek tek tararsınız ya, bende aklımda öyle bir tarama yaptım nasıl bırakmış olacağıma dair. Veeee bingo! Saniye saniye gözümün önüne geldi görüntüler, Kızı ve montunu alıyorum. Montu giydirirken ayakkabıları kreşdeki sandalyeye bırakıyorum. Ayakkabılar kreşteeeeJ Hay Allahım sen ne büyüksün Şoför amca beni dikiz aynasından dikizlerken yüzümdeki kocaman gülümsemeye engel olmam çok zordu ama nasıl sevinmezdim ya. Neyse bu hikaye de böyle bitti. Elimde Guess ayakkabılarım, kıçıma kaçmış 60 TL veeeeee Amerikan filmlerindeki gibi hep yaşamayı arzu ettiğim bir kovalamaca sahnesi. Hmmm hiç fena değil… www.biyolojikanne.blogspot.com
  3. http://biyolojikanne.blogspot.com/90'>http://biyolojikanne.blogspot.com/90 lı yıllar. Cik cik cik kapı çalar. (Evet cik cik cik diye çalıyodu o yıllarda kapılar. Pek moda pek, tüm kapılar cik cikliyo. Deliceydi ama ya, şimdi kim, her kapı çalışında bi kuşun boğazlanma sesini dinlemek ister ki? Hayret bişey ) Kapıyı açarsın “kim o?” diyerek. Zira annen sıkı sıkı tembih etmiş sakın tanımadığın kimseye kapıyı açma. Ama sen yine de her “i” harfini uzatmak suretiyle “beniiiim” diyene kapıyı açarsın. Sen kimsin demek aklına gelmez o kadar da salaksın yani. Bu aptal huy yüzünden bi keresinde başıma boktan bi hikaye geldi ya neyse, sonra bi ara anlatırım. Neyse kapıyı açarsın, ya elinde sıra sıra tencereler, ya torba torba deterjanlar ya da akla hayale gelmeyecek abuk subuk malzemeler taşıyan tıraşlı, takım elbiseli bir adam bön bön bakıyodur suratına. Daha sen ağzını açmaya fırsat bulamadan o sözcükleri birbiri ardına öyle bir sıralamaya başlar ki bu kez bön bön bakma sırası sendedir. Dakikalar sonra, senin imzalamış olduğun satış sözleşmesi elinde, pis sırıtışıyla“iyi günler” dileyerek ayrılır apartmandan. Sen de kıçına girmiş tencereler ve senetlerle kalırsın öylece kapıda. Yok, ben o yıllarda pek de reşit olmadığımdan yapmadım böyle bi alışveriş çok şükür ama yapan çok tanıdık duymuştum. O senetleri geri almak için çırpınmaları ve en kötüsü de nefret ettikleri tencerelerin mutfaklarının baş köşesinde durmak zorunda olması içler acısıydı valla. Yani sonuç olarak artık tükenmekte olan bu meslek erbaplarından, tencerecilerden, hiç haz etmedim yıllarca. Adlarını duymak sinirlerimi bozmaya yeterdi o derece yani. Ve fakat şimdi gönlümde bi that kurdular. Birinin yapmış olduğu takdire şayan bir davranış, onun kişiliğinde hepsini sevmeme yol açtı. Allahım ben ne iyi kalpli, affedici bi insanım ya… Tencerecileri severim ben o kadar! Şimdi başka bi konuya atlıycam ama hikayenin sonuda ikisini birbirine bağlıycam, yani yapabilirim bence. Evde kalmış olma ihtimali, 30’lu yaşların ilk yarısının sonlarında olan tüm kadınları derin bir hezeyana sürükler. Hatta Ferda arkadaşım bu kadın tipine “duvak beyinliler” diyor gerçi “gelin beyinliler” diyo ama ben modifiye ettim. Evlilikten başka hiçbişey düşünememe, odaklanma durumu… Yani komik ve negatif bi tanım gibi algılansa da evliliğe odaklanmanın o hezeyan döneminde kaçınılmaz olduğunu düşünüyorum ben. Çevremde tanıdığım, bu hezeyanı yaşayan öyle çok akıllı, iş ve mevki sahibi, güzel, iyi eğitimli, evinde kedi, dışarda dişi aslan, kalbi kadar temiz bir sürü kadın var ki. En büyük korkuları da çocuk sahibi olamamak tabii. Bir çocuğum olmasına rağmen bende bile böyle bir korku yok desem yalan söylemiş olurum. Hem zaten yumurtalarımı dondurmaya karar verdim ben. Yani kullanmazsak kırıp yeriz artık sonuçta. Sonuç olarak, Türkiye’de her bir HARİKA kadına 4 de 1 pek de HARİKA OLMAYAN erkek düştüğü sonucunu çıkardım ben, hiçbir bilimsel araştırmaya dayandırmadan. Dayandırmıycam da zaten, bence öyle. Bu kadınların eli yüzü, işi düzgün bir erkek bulma olasılıkları gitgide düşüyor. Manavdaki tüm taze meyveler satılmış, geriye çürükler kalmış. Bahsetmiş olduğum yaş ortalamasına sahip erkeklerin çoğu çoktan kapılmış yani. Piyasadakiler de ikinci turu atıyor ve evlenmeye pek de niyetleri yok. Piyasadaki ikinci grup erkekler de olgun kadınlardan hoşlanan piliçler (ay bu lafı seviyorum). Onların da doğal olarak evlenmeye hiç niyetleri yok. Hem, duvak beyinlilerin, hayatlarının tüm alanlarında başarı sağlarken, hayatlarının erkekleriyle tanışma fırsatları o kadar düşük ki. Benim favorim şuaralar görücü usulü. Çok ciddiyim ya, sen sokaktan buluyosun da noluyo? En azından yeni dönem çöpçatanlar, iki kişiyi de iyi tanıyıp birbirlerine uyabileceklerini düşünüyolar. Ailelerini tanıyolar. Yani kesinlikle güvenli ve risksiz bi yöntem. Dibine kadar destekliyorum. Lafı uzatmayım bir gün ofiste bu meseleyi konuşuyoruz. “Kader kısmet işte” diye bitiyo tüm hikayeler. Aralarında bir hikaye var ki bu duvak beyinlere umut ışığı olur, sevgi pıtırcığı olup mutluluğa kanat açabilme şansları doğabileceğine olan inançları artar diye anlatmak isterim. Çok acayip bi hikaye bence. Evvet bakın şimdi iki hikayeyi nasıl bağlıyorum. Sene 90’lar kapı cikcikliyor. 30 lu yaşların sonunda bir bayan açıyor kapıyı. Kapının diğer tarafında kim var bilin bakalım? Bizim meşhur tencereci. Adam başlıyor şatış taktik uygulamalarına. Ama kadıncağız dudağının ucunda bir gülümsemeyle adamı dinlermiş gibi yapıyor. Artık dayanamayacağı sırada da lafını ağzına tıkıveriyor: “Kardeşim iyi güzel getirmişsin tencereleri de benim evim tencere kaynıyor. Gel bak içeriye göstereyim çeyiz dolabım hıncahınç tencere dolu. Lakin evlenecek adam bulamazken ben tencereyi ne yapayım?” Ah adam birden insafa geliyor. “Ablacım sıkmayın canınızı ben sizi münasip bir beyle tanıştırırım ama o zaman alırsınız benim tencereleri”. Aralarında bir yakınlaşma doğuyor. Seviyorlar birbirlerini. Böyle karşılıklı şakalar espriler eşliğinde ayrılıyolar birbirlerinden. Gel zaman git zaman, bizim tencereci evleri gezmeye devam ediyor. Başka bir kapıyı cikcikletiyor bu kez: Kapıyı orta yaşlarda bir beyefendi açıyor. Bizim tencereci laf kalabalığı yapıyor yine tencereleri üzerine. Adam sıkkın ve baygın diyor ki: “ Valla kullanmayacağım tencereyi alamam kardeşim. Ben yemek pişirmeyi pek beceremem. Bana yetecek üç beş tane tencerem var evimde. Hem zaten bana yemek pişirecek bir karım da yok, hadi ona alayım desem. Yani kusura bakma” “Eşin yok mu abi senin? “Yok kardeşim, kafama göre birini bulamadım ben, yıllardır yalnız yaşıyorum” “İstermiydin abi evlenmek filan” “E isterdim tabii yalnızlık zor be kardeşim” BingoJ Tencereci hemen düzeneği kuruyor, çeyizleri bol olan ablayla üç beş tenceresi olup ama eşi olmayan abiyi tanıştırıyor. Resmen birbirlerini seviyorlar ve evlenmeye karar veriyorlar. Evlenmişler nitekim. Tencereci de nikah şahitleri olmuş ve çocuklarının ismini de Tencer koymuşlar tencereyi anımsattığı için. Yoksa o Tuncer miydi o isim, herneyse. Yok şaka oğlum ben nerden biliyim sonunu ama hikaye gerçek. Hikayenin kadın kahramanı bizim ofisteki bi arkadaşımın tanıdığı. Bence gerçek hayat filmlerdekinden bile daha olasılık dışı yemin ederim.[/size][/size] http://biyolojikanne.blogspot.com/[/size][/font]
×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.