Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

Bağ Bozumu

  • başlık
    16
  • yorum
    74
  • görüntü
    53.988

Sen Yoksun ya, Bitiyor Bu Şehir!


tülvent

3.478 görüntü

Duygular kağıda döküldüğünde insan hafifliyor da, aşk için bu mümkün olmuyor. O, yazdıkça derinleşiyor ruhumuzda. Yazdıkça yoğunlaşıyor, anlamlaşıyor aşk… Yazı ne kadar özgürlükse, aşk bir o kadar tutsaklık. Her türden duygumuzu, dile çok daha rahat getirebilirken, sevda; sözcüklerin yetersiz kaldığı yoğunlukta yaşandığı için galiba...

 

O sevdayı, o sevdanın bıraktığı acı ya da tatlı tadı kağıda dökmeyi becerebilmek oldukça zor. Nasıl anlatayım peki şu an hissettiğim tadı sana? Bir zamanlar içtiğin suya karışman tadı da varsa…

 

 

Şimdi ne gerek lafı dolandırmaya, değil mi? Belli ki, hissettiklerimi ifade de zorlanıyorum işte! Bir türlü doğru sözcükleri, duygularımı tam anlatabilen sözcükleri seçemiyorum, seçtiklerim de yeterli gelmiyor zaten.

 

 

Allak bullak olmuş düşüncelerimi parçalara ayırmak, yeniden düşünmek ve her bir parçayı tonlarca toprağın altına bırakabilmeyi istiyorum, birtanem.. Kendimi, hiçbir şeyi umursamamak... Sana dair duygularla, seni hatırlatan her şeyle, anılarla kanlı bıçaklı olmak…

 

 

Yok olsam ya da… Ya da hafızamı kaybetsem... Her şeyi; kim olduğumu, ismimi, en sevdiğim tadı unutsam. Yüzüme bir yabancının yüzü gibi baksam, yüreğimi tanımasam, hissettiklerime yabancı olsam…Yeniden mi doğsam ya da...

 

 

Bu gece tüm yıldızları sönüktü bu şehrin. Işıklarında, bırakıp gidenlerdeki hüzün… Titrek ışıkların yansıdığı, benim dışımda herkesin yaşamaya devam ettiği bir gün daha yavaş yavaş sona erdi.

 

 

Gecenin kollarına birlikte daldığım, sabahı birlikte karşıladığım bu şehir, şimdi yalnız, mutsuz ve gelecekten hiç olmadığı kadar umutsuz. Sen yoksun ya birtanem, bitiyor bu şehir. İçimde garip bir hüzün, öylesine bir başıma, öyle tek kalakalmışım gibi… Bir başıma değilim, çok da kalabalığım aynı zamanda. Ne yana dönsem kalabalığımda boğuluyorum, ama her şey olduğundan daha yabancı… Her şey rengini kaybetmiş… Şimdi her şey siyah, simsiyah. Dünyalar kadar büyüttüğüm her şey! Göğsümde konuk ettiğim nefesim, yüreğim… Son kez baktığım yüzün, gözlerin, ellerin…

 

 

Sonsuz dünyanın nokta bir şehrini cehenneme çeviren hayat akıp gidiyor. Şimdi gösteriyor kendini yorgunluklarım, yavaş yavaş… Durulmak istiyor ruhum, ya da düşünmekten yorgun düşmüş aklım. Bu gece yorgun bedenimden, zihnimden arta kalanlarla, ihtiyacım; o hüznün yorgunluğunu silmek değil mi?

 

 

Seninle birlikte büyüyen yüreğimin yerine, bir çocuk yüreğini koysam göğsüme … Minik kedilerimin memeye sarıldığı andaki kadar tutkuyla sarılabilsem yaşamaya…Yüreğimdeki tortularla, damıttıklarımla ve yüreğimin bana kalmış yarısıyla... …Hayatı en karışık, en gizli yönleriyle kabullenerek… Bütün bir hayatı içinden akıtmadan, taşırmadan, dökmeden…

 

 

Hayatın asıl satır başı başlıyor şimdi. Yaşarken fark etmediklerimizi bitiş anlarında hatırlamak ne acı! Geçmişin satır aralarına sıkıştırdığımız tenhalıkları da aradan çıkarmanın zamanı ise çok geç… Yavaş yavaş silikleşirken görüntüler, ben peşi sıra bakıyorum öylece…

 

 

Göz kapaklarım kurşun gibi ağır. Başıma, kollarıma, gövdeme ve ayaklarıma artık bütün vücudum ağır, çok ağır... Tatlı bir masal tadında uyumak istiyorum, tedirgin kış hüznünden uzak, temmuz güneşi deymiş gibi üzerime uyumak istiyorum öylece... Ya da hiç uyanmasam... Rengarenk kelebeklerin uçuştuğu, kaynakların fışkırdığı, uçsuz bucaksız yemyeşil bir vadide, tertemiz havanın sarhoşluğu içinde öylece…

zmir.jpg

1 Yorum


Önerilen Yorumlar

×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.