Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

delikızın türküsü

  • başlık
    43
  • yorum
    74
  • görüntü
    67.876

LEYLÂ


delifırtına

2.960 görüntü

“Her okyanus, çöl’ü koynunda saklar.”

 

Sana Leylâ’yı anlatmalıyım.

Yazanlar hep Mecnun’u anlattılar. Leylâ’yı, Mecnun’dan ayrı düşünemem elbette. Mecnun’un var olabilmesi Leylâ’ya bağlı. Leylâ olmazsa, Mecnun da olmaz. Leylâ’yı çıkarırsan geriye Mecnun da kalmaz.

Fuzuli, mesnevide erkek egemen bakış biçimiyle anlatır Mecnun’u. Her ne kadar Leylâ’nın adı önce geçse de asıl kahramanı Mecnun’dur. Leylâ ateştir, Mecnun pervane. Mecnun, Leylâ’nın çevresinde pervaneler gibi bu yüzden döner hep. Mecnun o ateşte yandı mı dersin? Olması gereken budur değil mi?

Fuzuli’nin de, Mecnun’un da Leylâ’ya haksızlık ettiğini düşünüyorum.

Fuzuli, Leylâ’nın ateşinde pervane Mecnun yerine, Mecnun’un ateşinde pervane olan Leylâ’yı anlatmalıydı.

Sana bunun için Leylâ’yı anlatmalıyım.

Leylâ, gecedir. Saçları gece gibi simsiyah olan kadınlar için de Leylâ derler. Leylâ geceyse, saçlarının da simsiyah olması olağandır değil mi? Geceye, gece gibi saçlar yakışır.

Hadi eğretileme yapalım, Mecnun gündüz müdür? Gece varsa, gündüz de vardır değil mi? Hiç kavuşamadıklarını da düşünürsen, biri yiter diğeri başlar ve diğeri yittiğinde öteki yoktur. Gece ve gündüz hiç kavuşmayan sevgililer gibidirler. Bir lânet gibi taşırlar bunu içlerinde. Gecenin en karanlık anı, aydınlığın başladığı ilk andır.

Pervaneleri bilirsin, pervanelerle ilgili anlatılan söylenceyi de. Bu dünyadaki insanlar da mum ateşi önündeki pervaneler gibidirler. Söylenceye göre, pervaneler toplanmışlar, kendilerini ateşe çeken aşkın nasıl bir tutku olduğunu anlamak istemişler. İçlerinden birini göndermişler, tanısın, gelip kendilerini bilgilendirsin diye. İlki ateşe yaklaşmış ve geri gelmiş. Demiş ki; “Ben aşkı biliyorum!” Yeterli bulmamışlar anlattıklarını, ikinci bir pervaneyi göndermişler. İkincisi de ateşe koşmuş ve kanadıyla yavaşça ona dokunmuş, kanatları yanmış. Geri geldiğinde şunları söylemiş; “Aşkın ateşinin nasıl yaktığını bilirim!” Bu kez bir üçüncüyü göndermişler. Üçüncü geri gelmemiş. Geri gelmeyen pervane kendini ateşin ortasına atarak yanıp kül olmuş. Onun için şu söylenebilir; “Gerçek aşkı sadece o bilir!”

Şeyh Sadi Şirazi’nin de buna benzer bir öyküsü vardır. Uyuyamadığı bir gece, başucundaki mumla pervanenin konuşmasını dinler. Pervane muma şöyle dermiş; “Âşık olan benim, yanmak bana yakışır. Ağlayıp sızlayan da ben olmalıyım. Peki, sen niçin ağlıyorsun?” Mum da bala âşıktır, bilirsin bal peteğinden yapılır. Pervaneye şöyle yanıt verir; “Benim zavallı sevgilim, tatlı balımdan ayırdılar, haksızlıkla elimden alınca Şirin’imi, Ferhat gibi ağlayıp sızlamak bana yakışır olmuştur.” Mum hem bunları söyler, hem de eriyerek gözyaşı döker. Ha, bak burada da mum haksızlık eder pervaneye. Şeyh Sadi, şöyle konuşturur mumu; “Meclisleri ışıtan nuruma bakma sen, sel gibi içime akan ve beni yakan ateşime bak. Senin aşkın kuru bir iddiadır. Ne sabır var sende, ne de direnme gücü. Azıcık bir parıltı görünce kaçıyorsun. Ben yanıp eriyene dek sabırla, inatla dikilirim ayakta. Senin sadece kanadını yakar aşk ateşi. Beni ise baştan ayağa yakmıştır.” Sence kim haklı? Mum mu, pervane mi? Mum gibi düşünürsen, onu haklı görürüsün, pervane gibi düşünürsen mum haksızdır. Öykünün sonunda mumun sahibi gelir ve üfleyerek mumu söndürür. Mum “Aşkın sonu budur” der ve canını verir.

Şimdi söyle bana mum mu daha âşıktır, pervane mi? Yanmak bir kere yanmaktır değil mi? Öyle yanmalısın ki bir daha yanman olanaksız olmalı. Pervane bir kez yanıyor ve artık yeniden yanması olanaksız. Muma gelince, tükeninceye kadar onu defalarca yakabilirsin, öyle değil mi? Öyleyse, aşk yanmak ve yok olmaksa, pervane daha âşık mumdan…

Mecnun, Mecnun olmadan Kays’tı. Cesur, varsıl, adaletli, cömert Amir’in oğlu Kays. Doğum haberini aldığında da, doğduğunda da adına şölenler düzenlenen tek oğul.

Başlangıçta, Kays’ın en yakın arkadaşı Leyla değildi. Mahalleye yeni taşınmış komşularının kendisi ile yaşıt kızıdır. Dadısı onu komşu evine götürürdü. Onunla saatlerce oynar, yemeği birlikte yer, beraber uyurlar. Birlikte olmadıkları her an acı çeker ve ağlarlar. Babası on bir yaşında okuya gönderir oğlunu. O yaşa kadar tek kız arkadaşının o olduğunu çıkarsıyorum bundan. Taşınmasalar, izini yitirmese Mecnun belki de bütün bir ömür boyu onu sevecek, belki onunla evlenecek ve kuşku yok ki Mecnun’a dönüşmeyecek. Pervane gibi bir defada yanıp, canından mı oldu, yoksa mum gibi yanmaya devam mı etti Kays? Şimdi Mecnun için pervane mi dersin, mum mu?

Leylâ’sı olmayan bir Mecnun’dur Kays. Sen Leylâ’sı olmayan Mecnun’u bilir misin? Hiçtir! İçi oyulmuş, kocaman bir boşluk… Çiçeksiz ve yapraksız, meyvesiz bir kuru ağaç… Balıkları olmayan deniz… Kumu olmayan çöl… Yazıları silinmiş bir kitap… Sesi olmayan bir çığlık…

Leylâ’yla, okulda karşılaşacak ve yitirdiği kız arkadaşının yerine koyacaktır Kays. İçindeki boşluğu doldurandır Leylâ… Kuru ağacın yaprağı, çiçeği, meyvesi… Pullarının ışıltısıyla suların koynunda oynaşan balık… Çölde kum tepecikleri, kum fırtınasıdır savrulan ve savuran… O boş çerçevenin yitik fotoğrafıdır… Mecnun’u Mecnun yapandır Leylâ… Ölümsüzse, bugüne gelmişse, bugün de ilk gün gibiyse, gerçekse bu yüzdendir. Leylâ olmasaydı biz çölü çöl gibi görmeyecektik, kum fırtınalarından, kuytularında gizlediği vahalardan habersiz kalacaktık… Biz çölü çöl olduğu için değil, Leylâ olduğu için sevdik. Mecnun bizdik! Leylâ için çöldeydik ve kum tanesiydik… Leylâ’nın yüreğine ekildik, orada göverdik, yaprak, çiçek olduk, meyve verdik. Mecnun için değil, Leylâ için…

Sınıfındaki kız öğrencilerin içinde en dikkat çekici olanı Leylâ. Altın gibi sarı saçları var, ceylânları andıran kara gözleri, sesi kulakları okşayan bir nefes…

Mecnun vefalı mı? Leylâ’yı görünce onsuz olamadığı arkadaşını yüreğinden, bilincinden bu yüzden mi çıkarır? Onsuz yapamadığı kız arkadaşını bu kadar mı çabuk unutur? Bir daha anmaz bile adını. Şimdi Kays için “Aşkı bilendir!” diyebilir misin, “Mum değil, pervanedir!” diye mi düşünürsün? Niye o zaman ağlamadı, kendini çöllere vurmadı Mecnun? Leylâ için yapacağını, neden onun için yapmadı?

Neden kaçırıyorsun gözlerini?

Şarabımız da bitmiş… Bir şişe daha söylerim şimdi. Kırmızı… Korkma sarhoş etmem seni. Daha yemeğine dokunmamışsın bile üstelik. Peki. Gece uzun… İşte şarabımız da geldi.

Kays ilk kez ne zaman ayrıldı Leylâ’dan?

Birliktelikleri dikkat çekmeye başlar! Ailesi söylentilerin önüne geçebilmek için kızlarını okuldan alırlar. Leylâ’nın ailesi için bu hoş görülebilir bir durum değildir. Bugün de çok şey değişmedi. Öyledir hâlâ…

Mecnun, Leylâ’yı okulda göremeyince düşer bayılır. Leylâ olmadan gözlerini açmak, güneşi, ayı görmek istemez. Görmek, Leylâ’yı görmektir. Mecnun değildir yine de. Zamanı var daha. Ama artık çöllerdedir. Leylâ çöldür… Leylâ’ya kavuşmak, çöle düşmektir.

Şarabından bir yudum almayacak mısın? Şerefe… Kime mi içiyoruz? Leylâ’ya… Ben kadehimi yalnız Leylâ için kaldırıyorum. Sana engel olamam, sen istersen Mecnun’a... Ben Leylâ için içeceğim bu akşam, bundan önce de öyleydi, bundan sonra da… Ve senin için… Sen Leylâ’sın!

Kays, Mecnun adını bundan sonra alır, Kays değil, Mecnun olduğunu söyler; “Ben seni bir an bile olsa unutmadım. Baktığım her şeyde seni görüyorum. Duyduğum her şey bana senin ismini söylüyor. Ben artık ben değilim. Ben Kays değilim, sevda ateşi ile yanarak kül olan Mecnun’um.”

Hayır. Kays yanılıyor. O an bile Mecnun değil. Çok acı çekiyor, kendini yadsıyor ama yine de Kays. Dur! İtiraz etme. Anlatacağım. Gerekçelerim var.

Mecnun’un Mecnun olabilmesi için, Leylâ’yı görebilme olanağının bütünüyle ortadan kalkması gerek. Oysa Kays, Leylâ’yı arkadaşlarının diretmesi üzerine çıktıkları çöldeki vahaların birinde yeniden görecek. Dile düşmesinden korkan arkadaşları Leylâ’yı ondan uzaklaştırırlar. Leylâ, Kays’ı tekrar görebilme umuduyla gitmeye katlanır. Mecnun, evinin bundan böyle çöller olduğunu söyler.

Babası onu Leylâ’nın evde kendisini beklediğini söyleyerek eve götürmek ister. Leylâ’yı istemeye de o zaman karar verir. Leylâ’nın ailesi bu evliliğe tek bir koşulda izin verecektir; aklını başına toplamalı ve çölden vazgeçmelidir. Mecnun bunu yapsa hiç kuşkun olmasın Mecnun olmayacaktı. Sevdiğine kavuşabilecekti.

Yapmadı. Yapmadığı anda artık Kays değil Mecnun’du. Neden yapmadı Kays? Leylâ’yı sevmiyor muydu? Neden aklını başına toplayıp Leylâ’ya kavuşmadı?

Kays’ın bir yanıtı yok belki ama Mecnun’un var. Çölde ceylan’la konuşurken söyler… Yuvasından ayrı, sevgilisinden uzak olduğunu söylerken Leylâ’yı sevgiliden çok avcıya benzetir. “Bak,” der, “seni bir avcı avlamış. Beni de Leylâ adında bir avcı avladı.” Leylâ başka biridir artık. Uğrunda ölünecek, çöllere düşülecek sevgiliden de ötedir. Aşk değildir söz konusu olan. Tuzaktır! Ceylan’ı avcıdan kurtarmak için kurtarmalık olarak inci verir. Mecnun, ceylan için yaptığını niçin kendisi için yapmaz? Verebileceği başka bir inci yok mu? Aklını başına toplayabilir, çöllerden vazgeçebilir, Leylâ’ya kavuşabilir. Ceylan için yaptığını kendisi için yapmaz, geri çevirir. Yeniden Kays olmak istemez, ama Leyla’yı da istemez… Yalnızca acı çekmeyi ister, artık Leylâ’ya değil, Leylâ’ya duyduğu aşkın acısını çekmek ister, “Ben kendimi bu çöllerde yalnız sanırdım. Sen bana arkadaş oldun. Sen de sevdiğinden uzaksın benim gibi. Ben ancak bu çöllerde rahat ediyorum. Ancak onun adını sayıklayarak, Leylâ, Leylâ diyerek gezebiliyorum. Bana aşkın acısını bırak diyorlar. Oysa ben bu acıyı tutmak için çöllerdeyim. Bu dert benim omuzlarıma yüklendi. Elbette çekeceğim. Sevgilinin aşkını çekerken öf denir mi?”

Leylâ acı çekmiyor mu? Leylâ’nın acısı daha mı hafif Mecnun’unkinden? Evde hapistir, sevdiğinden o da uzaktır. Üstelik birlikte olabilme olasılığını Mecnun geri çevirmişken… Bahtının gittikçe karardığını söylüyor Leylâ. Neden karanlık dünyasına güneş gibi doğmadığını, bu karanlıktan neden kendisini kurtarmadığını soruyor. Neden? Sonra istemediği bir evlilik yapıyor ve her şeye karşın eşine teslim etmiyor kendini, Mecnun’a saklıyor.

Mecnun çölde yaşlı bir adam görüyor. Zincire vurulmuş bir köleyi taşıyor yaşlı adam. Bir oyun aslında. Yaşlı adam, zincire vurduğu köleyle insanların acıma duyguları uyandırıyor, onu satıyor ve geçimlerini böyle sağlıyor. Köleyi satın alan azat edince, o da yeniden zincirine koşuyor. Mecnun, zincire akıllı birini bağladığını, onun yerine zincire mecnun birini vurmak gerektiğini söylüyor, kendisini zincire bağlamasını istiyor. Böylelikle Leylâ’yı bir kez daha görebilecektir. Ama bu açıkça bir çelişki değil mi, vazgeçeceksin ve vazgeçtiğini yeniden isteyeceksin. Leylâ’yı değil de, onun verdiği acıyı seçmişsen, neden şimdi sana acı veren pınarı görmek isteyesin? Mecnun’un tutarsızlığı bu! Düşünceleri saf değil, katışık, kararsız. Leylâ, onu zincire vurulu görünce dayanamıyor, inci bir gerdanlık karşılığı salıvermesini istiyor. Yaşlı adam, inci gerdanlık karşısında Mecnun’u köle olarak Leylâ’ya satar. Mecnun; “Ben zaten onun kölesiyim” der, “Değil inci kolyeye, beni bir kum tanesiyle bile satın alabilir.” Yaşlı dolandırıcı için aynı şey söylenebilir mi? Bir kum tanesine satar mı kölesini? Leylâ, Mecnun’u satın alır, kabile erkeklerinin onu öldürmelerinden korkarak, onu özgür bırakır ve ondan kaçar.

İbni Selam, Leylâ’nın kocası, o da Leylâ’yı sever, onun derdinden hasta olur ve ölür. Leylâ, yasını tutar. Sonra mecnun’a koşar. Ona bulmak umuduyla bir kervana katılır, çöllerde onu arar. Devenin üzerinde uyuyakalır, kervandan ayrılır ve çölde kaybolur. Deve onu Mecnun’a götürür. Çölde Mecnun’la karşılaşır Leylâ. Mecnun insanlıktan çıkmıştır, tanıyamaz onu. Mecnun olduğunu anlayınca da ona geldiğini, onunla olmak istediğini söyler. Sevgililerin yeniden ve son kez karşılaşması değil midir bu? Bir mutlu son bekleriz Fuzuli’den, “hakkımızdır” deriz, “haklarıdır” deriz. Öyle olmaz, gönlümüzce olmaz. Ne Fuzuli’nin mutlu sona, ne de Mecnun’un Leylâ’ya gereksinimi vardır artık. Şu unutulmaz sözleri söyler Leylâ’ya; “Bir bütün idim ben Leylâ ile. Sense Leylâ'yım diyorsun. Sen Leylâ isen eğer; beni yakmaya hayalin yeter, takatim yok sana kavuşmaya. Varlığı olmayan bir zerreye aynadan ne fayda? Canım gideli hayli zamandır, cismindeki bir başka candır; bir özge candır. Sensin beni benden ayıran, uzaklaştıran. Ben yoğum, senin tecellin var. Vuslatının ağır yükünü kaldıramam ki...”

Büyük sözler, güzel sözler… Ama aptalca. Şimdi sen diyeceksin ki, önemli olan birini sevmek değil, yalnızca sevmek… Sevmek düşüncesini sevmek, sevmeyi sevmek… Sen de Mecnun gibi düşünüyorsun, Leylâ gibi değil. Oysa sevmek paylaşmaktır. Yalnızca sevmeyi sevmek, sevmek düşüncesini sevmek bencillik… “Selvi Boylum Al Yazmalım”da, Asya ne diyordu? “Sevgi neydi? Sevgi insan eliydi, sevgi iyilikti, sevgi emekti.”

Gözlerini kaçırıyorsun benden, sıkıyor muyum seni? Belki de geceni berbat ediyorum. Sen başka şeyler bekliyorsundur. Peki bitiriyorum. Belki son bir şey daha… Leylâ nasıl bir kadındı sence? Nasıl düşünüyorsun, gözlerinin önünde nasıl canlandırıyorsun? Mecnun’u düşünmek daha kolay oysa, çöldeki Mecnun’u… Fuzuli Mecnun’u gösterdi bize hep… Hep Mecnun’u görmemiz istendi bizden.

Leylâ mı?

Halife Harun Reşit de merak etmiş Leylâ’yı. Mecnun’u kendin geçirip, kendini yitirip çöllere düşüren bu kadını kim merak etmez? Nasıl bir kadındır ki bu, insanı alıp kendinden, kendi olmayan birine dönüştürür. Güzellikte eşi benzeri olmayan, türünün tek örneği olarak düşünürmüş Leylâ’yı. Harun Reşit’in içindeki bu merak giderek aşka dönüşmüş, Leylâ’yı görebilmek için bütün servetinden, şöhretinden vazgeçecek kadar tutulmuş ona. Sarayındaki hiçbir kadını gözü görmemiş, hiçbirini Leylâ kadar güzel ve çekici bulmamış Halife. Tutkularına ve merakına yenik düşmüş, ne derler, nasıl düşünürler önemsemeden Leylâ’yı bulup getirmelerini istemiş askerlerinden.

Saraya getirmişler Leylâ’yı. Haremdeki cariyeler, kokulu sularla yıkayıp, mücevherlerle donatıp, süslemişler onu.

Halife Harun Reşit, Leylâ’nın peçesine uzandığında elleri titriyormuş. İnandığı kutsal kitabının sayfalarını çevirir gibi açmış peçesini… Uzun uzun bakmış peçenin ardındaki yüze. İmgeleminde kurguladığı, düşlerinde yarattığı kadar güzel bir kadın değilmiş gördüğü. Tamam, çirkin, sıradan bir kadın değilmiş Leylâ ama abartıldığı kadar da güzel değil…

“Bu mu,” demiş, “Leylâ, Leylâ dedikleri.”

Leylâ gülmüş Harun Reşit’e. “Evet,” demiş, “Ben Leylâ’yım ama sen Mecnun değilsin?”

“Ne demek şimdi bu?” diye sormuş Harun Reşit.

Leylâ, “Mecnun’un aşkını anlayabilmek için,” demiş, “ sen beni bir de Mecnun’un gözleriyle görebilmelisin…”

İşin asıl önemli yanı da bu işte… Mecnun, Leylâ’yı görebilmek için Mecnun gibi bakmıyordu Leylâ’ya, Kays gibi de bakmıyordu.

Bakmayı unutmuştu.

Bu yüzden benim masal kahramanım Mecnun değil, Leylâ’dır.

Şimdi izin verirsen, artık gitmeliyim…

Çünkü çöl bekliyor beni.

 

 

 

HALİT PAYZA

1 Yorum


Önerilen Yorumlar

×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.