Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

griksiar

  • başlık
    47
  • yorum
    2
  • görüntü
    26.661

Ulusçuluğun Çeşitli halleri Ve Ulus Düşmanlığı


griksiar

503 görüntü

Hanımlar, Beyler,

 

Şunu görelim: ‘Bugün’ yani aslında yıllardır Türkiye PKK teröründen daha ciddi ve tehlikeli,

Zararlı bir psikolojik savaşla yüz yüzedir.

Buna can kaybı da dahildir.

 

ASALA militanlarının öldürdüğü diplomatlarımız; 1990’lardan buyana işlenen suikastlerde yitirdiğimiz Atatürkçü düşünen beyinlerimiz ( Uğur Mumcu’lar, Kışlalı’lar, … ), keza Madımak’ta yakılan yurttaşlarımız, yine suikaste kurban giden yurttaşımız Hırant Dink, … öldürülen rahipler, tümü, aslında Türkiye’ye karşı açılan aynı psikolojik savaşın birer münferit çatışma ânıdır. Ve bu çatışmada at izi, it izi özellikle birbirine karıştırılmaktadır. Keza Muavenet zırhlımızın batırılışı, Jandarma Genel Komutanımız Eşref Bitlis paşanın uçağının düşüşü, Irak’taki askerlerimizin başına çuval geçirilişi de aynı kategoriye dahildir.

 

Bu kanlı psikolojik savaş kuşkusuz daha büyük ve stratejik bir siyasal savaşın parçasıdır. Keza bunun yanı sıra götürülen ve medya üzerinden yürütülen kansız psikolojik savaş (ki akademisyenlerden, gazetecilere, siyasetçilerden kimi sivil toplum örgütlerine dek uzanan geniş bir yelpazede tipik bir 5. Kol rolü oynayan geniş bir ‘hain kontenjanı’nın eseridir) aynı büyük siyasal stratejinin uzantısıdır.

 

Psikolojik savaş ...

 

İkinci Cumhuriyetçi 4 ampulün başlattığı sözde ‘1915 özrü’ kampanyası bu çerçevede değerlendirilmesi gereken çok tipik ve çarpıcı bir ‘psikolojik savaş’ eylemidir. Bunun güya ‘vicdan’la, ‘geçmişimizle yüz yüze gelmek’le vs uzaktan yakından zerrece ilgisi yoktur. Tamamen Türk toplumunu manen çökertmeye, suçluluk psikolojisi içine sokmaya, sindirmeye ve bunun sonucunda siyaseten intihar demek olacak bir alay sözde demokratik ve barışçı açılımı haplanmış gibi bir ruh hali kıvamında kabule uygun hale getirmeye yönelik onlarca oyundan en taze bir örneğidir.

 

Açık konuşayım: Bu koşullarda kimse benden dışarıda kıyamet kopsa da istifini bozmayan ‘fildişi kulesindeki kibar aydın’ tavrı beklemesin. Gerçek Gündem’deki bu köşeden sizlere seslenirken, gündemde Türkiye’ye yönelik güya çok vicdanî, çok medenî gerçekte ise tipik emperyalist emellere hizmet eden hainane bir saldırı varken buna ilgisiz kalmamı yahut sanki diyelim ekonomik krizle ilgili bir konuyu akademik bir ortamda tartışıyormuşçasına konu edinmemi beklemesin. Bazılarının ( örnek: TARR ) nedense ‘yadırgadığı’ o sert üslup tamamen konunun gerektirdiği ve hedef alınan muhataplarının fazlasıyla hak ettikleri bir şeydir. Öbür türlüsü komik olur!

 

Ve istesek de istemesek de, son çözümlemede, hepimiz fiilen iki tepki seçeneğiyle karşı karşıyayız:

 

 

Sinmek ( farkında değilmişiz gibi hiç oralı olmamak / yahut sanki derin bir kuramsal akademik tartışma yürütüyormuşçasına davranmak ) yahut karşı koymak, ampul takımının maskesini düşürmek, 5 nci kol faaliyetlerinin iç yüzünü açığa çıkartmak, o çok insanî, o çok medenî gibi gözüken özür dileme sahtekârlığının gerçek yüzünü duyurmak ve kamuoyunu uyarmak, halkı bilinçlendirmek, tuzağı bozmak.

 

Ulusçuluk deyince ...

 

Sorun şurada:

 

Atatürk’ün, 1923 Cumhuriyeti’nin içimizdeki yeminli düşmanları iki yüzlüce saldırır ve suret-i haktan gözükmeye çaba gösterirken bir yandan yalan, dolan, iftira ve saptırmaya başvurmakta; diğer yandan da gerçek bazı yanlışları ve hatalı tavır alışları rahatça istismar edebilmektedirler. Gerçekten de bazen hayli çelişkili, tutarsız tavırlar da söz konusu olabilmektedir. Dahası bizzat ‘derin devlet’ zaman zaman rezilce şeyler yapmıştır. Bu da ayrı konu. Lakin suçlu devlet aygıtı ile vatanı / ulus-devleti aynı kefede tartıp mahkum etmek 5. Kol’un işidir. Bu gaflete de düşmemek gerekir.

 

Görünüşte hem sağda, hem de solda üzerinde birleşilen ilke: insanları değerlendirirken / yargılarken etnik veya dinsel / mezhepsel kökenlerini kendi başına (kafadan) bir ‘suç’ veya ‘erdem’ gibi varsaymamak. Bence de doğrusu budur. Lakin uygulamada böyle olmuyor !

 

‘Ulusçuluk’ (milliyetçilik / nationalisme) yerleşik söylemde bu anlamda haklı olarak ‘kötü’ bir üne sahiptir. Ucu kafatasçılığa, ırkçılığa dek varan çeşitli halleri vardır; kendisininki dışında diğer ulusları veya etnik kökenleri küçümseyen; saldırgan, militarist, yayılmacı olan bir içeriğe sahiptir. Nitekim buna karşı tavır alan Sol, ulusçuluğu değil yurtseverliği kendine esas alır.

 

‘Atatürk milliyetçiliği’ ise bu anlamda klasik milliyetçilikten ayrılmaktadır. Çünkü etnik kökeni değil kişisel irade ve duyuşu temel alır (‘Ne mutlu Türküm diyene’). Diğer ulusları da eşit görür; saldırgan ve yayılmacı değildir yeter ki başkası da kendisine saldırgan emeller beslemesin (‘Yurtta barış, dünyada barış’). Bir yanıyla ‘Enternasyonalist’ denecek derecede diğer uluslara dostça bakar (Bkz. Atatürk’ün Anzaklara hitabı). Uzatmayalım dürüst bir bilim adamı topluluğu çok rahatça bu sonuçlara varacak bol malzemeye sahiptir. Ama Atatürk düşmanı, ikinci cumhuriyetçilerin (hepsi de ‘okumuş-yazmış’ zevat, lakin şu veya bu güdüler sonucu Atatürk’ten nefret ediyorlar ve o’nun ‘ulusalcı’ çizgisini tahrif ediyorlar; ‘iş’leri bu) cümle ikinci cumhuriyetçilerin çok tipik bir tavrı var:

 

Sadece Türk milliyetçiliğini kınıyorlar, sadece ona saldırıyorlar. Daha doğrusu bunun da ötesine geçerek düpedüz Türk ve Türkiye düşmanlığı yapıyorlar! Kısacası hiç de gözükmeye çalıştıkları gibi ‘bilimsel’, ‘akademik’, ‘entellektüel’ değil düpedüz patolojik bir davranış içindeler. Onlardaki bu ‘pathos’ (tıbbi anlamda arıza) nereden kaynaklanıyor: Aşağılık kompleksi mi, tamamen ‘duygusal’ mı, yetişme bozukluğu mu, her ne ise … ama sonuçta bu tipler, asla gerçek anlamda dürüst ve bilimsel tutarlılığa sahip hakiki ‘liberal aydınlar’ gibi davran(a)mıyor: Türklere ve Türkiye’ye karşı bırakın taraf tutmayı, tarafsız ve nesnel olamıyorlar. Bu bir.

 

İkincisi, güya ‘milliyetçiliğe karşı’ geçinen lakin uygulamada sadece ve sadece Türklere fiilen tarafsız ve nesnel bile kalamayıp konu ne olursa, devir ne olursa, coğrafya hangisi olursa olsun otomatiğe bağlanmışçasına olumsuz tavır takınan ve yargıya varan; Türklerin hanesine yazılan elbette bir alay yanlışı gündeme getirmekten ve teşhirden marazi bir zevk duyan (maddi kazanç kısmı da ayrı) lakin Türklere karşı işlenen en az bir o kadar yanlışa tamamen kör, sağır ve dilsiz kalan; hatta dahası ‘olağan’ ve mazur gören bu tipler, o anki konuya ve konumlarına göre Rumların, Ermenilerin, Kürtlerin, vb. ‘milliyetçiliğini’ yapmaktan, onların söylemini benimsemekten, dahası onların tezleri doğrultusunda düpedüz 5. Kol faaliyeti sürdürmekten ise kaçınmamaktadırlar. Bunun sayısız ve birinci elden somut örneklerine yıllardır tanığız.

 

Bu katmerli çifte standartın ‘bilimsel dürüstlük’, ‘akademik nesnellik’ ile uzaktan yakından bir ilgisi var mı? Bunların sadece payeleri, unvanları ‘akademik’; asla kendileri değil. Bunlar sırasında Yunanistan’ın, sırasında Kıbrıs Rumlarının, sırasında Ermenistan’ın ve tabii onların da asıl hâmilerinin hizmetinde Türkiye’ye karşı kamuoyu cephesinde yıpratıcı, bozguncu düpedüz psikolojik savaş yürütmektedirler.

 

Canan Arıtman’ın tepkisinden Yalçın Küçük’e ...

 

Tam da bu noktada CHP milletvekili Canan Arıtman’ın öfkeli çıkışı haklı bir tepkinin yanında istismara çok kolayca açık bir iddiayla birlikte seslendirilince 5. Kol veya artık her türlü utanma sıkılma duygusunu bırakmış olarak düpedüz malum tavır içinde olduklarından ötürü ‘İkinci 150’likler’ diye yaftalanan zevat bir anda tartışmanın zeminini kendi üstlerinden sayın Arıtman’ın üstüne çevirme çabasına girdi.

 

Dikkat edilirse tartışma konusu bir anda ‘özür imzası’ olmaktan çıkıp ‘Arıtman kafatasçı’ linçine döndürüldü! Normaldir. Burada doğru tavır: Sayın Arıtman’a bir de bizim (vatanseverlerin) vurması değildir. C.başkanının soyu sopu ne olursa olsun yanlış olan o’nun bulunduğu konumu ‘hakemlik’ sanmasıdır! Keşke Çankaya’da Garo Mafyan otursaydı … Ama zaten iş ta en başından bozuk. Daha birkaç yıl önce ‘Ne mutlu Türküm diyene’ sözünü ‘ilkellik’ diye nitelemiş birinin Tazminat ve Toprak taleplerinin önünü açmaya yönelik tamamen hesaplı, planlı bir hamleyi ‘demokrasiyiz, olur o kadar’ diye meşrulaştırmakla yetinmesine belki de aslında şükretmek gerekir !

 

Bu arada ısrarla sorduğum soruya sayın Arıtman’a linç kampanyası açanlardan özellikle de güya Sol’dan ve Yalçın Küçük taraftarları da dahil kimse yanıt vermiyor:

 

Canan Arıtman’ı ‘Gül’ün annesi Ermeni kökenli’ dedi diye (sadece bu kadar, buna hakaretamiz bir anlam yüklemekten de ısrarla uzak durdu haklı olarak) Sol’dan ve 5. Kol’dan eleştirenler Yalçın Küçük, örnek olsun Mimar Sinan, keza Sabiha Gökçen, keza Yaşar Kemal’in etnik Türk olmadığını iddia ettiğinde, ilk ikisinin Ermeni olduğunu vurguladığında (ki bunu da Türkleri küçümseyen bir üslupla yaptığında) neden itiraz etmediler, neden tepki göstermediler. Çifte standart değil mi bu ?

 

Dahası Yalçın Küçük hayranlarına soruyorum özellikle: ‘şecere avcılığı’ yapmayı aşırı sağcıların tekelinden kendi uhdesine alıp Sol’a da bulaştırmanın neresi solculuğa sığar ? Neresi bilimsellikle bağdaşır. Hiç hata yapmamak insanın elinde değildir. Ama tutarlı olmak insanın elindedir. Hata da bilime dahildir, ama tutarsızlık değil.

 

 

Nazım GÜVENÇ

0 Yorum


Önerilen Yorumlar

Gösterilecek hiç bir yorum yok

×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.