Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

Senyour's Blog

  • başlık
    61
  • yorum
    32
  • görüntü
    102.835

'Cümle varlığın birliği ve kardeşliği'


Senyour

1.253 görüntü

Bediüzzaman, 'tevhid'in, yani Allah'ı birlemenin, birliği hissetmenin sonuçlarından söz ederken şöyle der: 'İman birliği, elbette kalplerin birliğini ister. Ve itikattaki birlik dahi, içtimai vahdeti gerektirir.' Bugün, etnik milliyetçiliğin yol açtığı çatışma alanlarının yatışmasında ve aşılmasında, 'cümle varlığın birliği ve kardeşliği' öğretisinin yeniden inşa edici soluğuna ihtiyacımız var.

 

Bendeniz, 'vahdet' yani 'birlik'ten, 'cümle varlığın birliği ve kardeşliği'ni anlıyorum. Bunun, egemen ve yaygın 'birlik-beraberlik' söylemiyle bir ilgisi yoktur. Yaygın söylem, örtük biçimde, doğal farklılıkları yok sayar veya yasaklar. Ulus-devlet ve onun içerdiği etnik milliyetçilik, bizde daima farklılığı lanetleme, tek tipleştirme ve ötekileştirmeye yol açmıştır. Bu, zaten cihanşümul bir ilkeye dayanmaz. Özü itibarıyla asimilasyoncu, homojenleştirici, düşman üretici ve çürütücüdür. Söz etmeye çalıştığım 'cümle varlığın birliği ve kardeşliği', Şirazlı bilge Sadi'nin, 'Beni-Adem aza-yı yek-digerend', yani, 'insanlar bir bedenin uzuvları gibidir' dizesinde ilkesini bulan bir birliktir. Bu anlamda, Fakiye Teyran, Mele Ahmed-i Ceziri, Mele Ahmed-i Hani, Mevlana Halid-i Bağdadi, Abdurrahman Taği, Seyyid Sıbğatullah gibi Kürt bilgelerinin beslendiği ortak bir irfani kaynak olan İmam-ı Ali şöyle demiştir: 'Başlangıçta Allah vardı ve onunla birlikte bir şey yoktu.' Ve eklemiştir: 'Bu, hâlâ böyledir.' Bu, hakikati ehadiyyet, yani mutlak teklik düzeyinde idrak etmektir. Bu, bizi, birlik ilkesinin kalbine götürür. Ve, Kürtlerin, Arapların, Farsların ve Türklerin meta hikâyesinin merkezine taşır. Bu büyük hikâye içerisinde, zaman, mekân ve dil farklılığıyla, her kavmin ayrı bir hikâyesi oluşmuştur. Bu özgül hikâyelerin toplamı, bize, meta hikâyeyi verir. Meta hikâyenin de kökenini 'birlik' ilkesi oluşturur. Mele Ahmed-i Ceziri'de, varlığın varolanla belirme ilkesi, aşk üzerinden gerçekleşir: "Varlıkla ayanı tersine çevirir sevgi/Bir iksirdir aşk bizse gümüş bakırız / Gaybı ilham eden Allah böyle icra eder hükmünü/Ruhu'l-Kudüs 'ten gelir medet feyzimiz / Çok yüce unsurdandır varlık cevherimiz Mela/Doğrusu, süfli ve aşağı bir unsur değiliz biz." Dünya, deni kökünden gelir, 'aşağı', 'alçak' demektir. Vahiy, yüce âlemlerden, göklerden iner. İnsan, irtifa kaybettiği, düştüğü için, Kur'an'ın inişinin simetrik gezisi olan miracı, yani yücelmeyi yaşamak durumundadır. Fakiye Teyran'ın 'Çoklarını sevda eyler / malından mülkünden eyler / ateşini kayıp eyler' dediği bu aşk yolculuğu acılarla yürür. 'Kimiz biz?' diye sorar Kürt ozan Cegerxwin, Hz. Mevlânâ bir rubaisinden ona cevap verir: 'suret hemi-zıllest.' 'Görünenler gölgedir.' İslam edebiyatının Türkçe söyleyen bilge şairi Yunus Emre şöyle der: "Dost esrüğü deliliğim, âşıklar bilir neliğim / Devşürüben ikiliğim, birliğe bitmeye geldim"

 

Birliğin mayası muhabettir...

 

Deliliğim Dost'a, yani İlahi Hakikat'e olan aşkımdandır, mahiyetimi, ne olduğumu ancak benim gibi âşıklar, Niyazi Mısri'nin deyişiyle, 'mantıku't-tayr'ın lugat-ı mutlakından söyleyen'ler bilir. İkiliği toplamaya, derlemeye, birliği yetiştirmeye geldim. "Yetmiş iki millete birlik ile bakmayan/ Şer'ile evliyasa hakikatte asidir" Yunus Emre, tam da, 'cümle varlığın birliği ve kardeşliği'nden söz ediyor. Sadece insanı değil, yaratılmışın cümlesini hoş görmeyi kastediyor, 'vahdet'i doğruluk/bağlılık ve imanın gereği sayıyor: "Bir isen birliğe gel, ikiyi bırak elden / Bütün mana bulasın, sıdk u iman içinde" "İkiligi terketgil birlik makamın tutgil / Canlar canın bulasın, işbu dirlik içinde"

 

Sıdk ve iman içinde anlam bulmanın yolu 'birlik'tir. Canlar canını bulmak, deyim yerindeyse 'parçanın bütüne kavuşması'dır. 'O'ndan geldik, dönüşümüz O'nadır.' Pir Sultan Abdal, bunu, 'karşıda görünen ne güzel yayla/bir dem süremedim giderim böyle/ela gözlü pirim sen himmet eyle/ben de bu yayladan şaha giderim'de dile getirir. Hakikat birdir, zuhur ve tecelli sürekli ve kesintisizdir. Ahmed-i Ceziri, Yunus Emre'nin verdiği haberi doğrulayarak şöyle der: "Her varlığın var bir ruhu, bir bedeni, tılsım yüklüdür her biri/ İsim olmuş her biri diğerine, ihtilafsız yerli yerinde/ Vahdet sırrı ezelden ebede kadar tutmuştur, / Zatıyla vahittir, tektir, ferttir, onun adedi yoktur" der. Bediüzzaman'ın, "tevhid ve vahdette İlahi Cemal ve Rabbani Kemal tezahür eder. Eğer vahdet olmazsa, o ezeli hazine gizli kalır" belirlemesi, Eşrefoğlu Rumi'nin: "vahdetin şarabından bir cür'a nuş edeyim/ ene'l-hak çağırayım feryad edeyim canım" dizeleriyle birlikte okunabilir. Ezeli hazine, Cemal ve Kemal'dir ve bu, şarap imgesiyle ifade edilen, 'hakikat-i Muhammedi'nin içilmesi, yani fark edilmesiyle gerçekleşebilir. Bediüzzaman, 'tevhid'in, yani Allah'ı birlemenin, birliği hissetmenin sonuçlarından söz ederken şöyle der: 'İman birliği, elbette kalplerin birliğini ister. Ve itikattaki birlik dahi, içtimai vahdeti gerektirir.' Bu birliğin gereklerinden olarak, 'mümine muhabbet etmek gerekir,' çünkü 'mü'min kâinata bir uhuvvet beşiği olarak bakar.': 'Bir memlekette beraber bulunmakla uhuvvetkârâne bir münasebet hissedersin. Halbuki, imanın verdiği nur ve şuur ile sana gösterdiği ve bildirdiği İlahi İsimler sayısınca vahdet alâkaları ve uhuvvet münasebetleri var. Meselâ; her ikinizin Hâlikınız bir, Mâlikiniz bir, Mâbudunuz bir, Râzıkınız bir, bir, bir... bine kadar bir, bir. Hem Peygamberiniz bir, dininiz bir, kıbleniz bir. Bir, bir.. yüze kadar bir, bir. Sonra köyünüz bir, devletiniz bir, memleketiniz bir... ona kadar bir, bir. Bu kadar bir bir'ler vahdet ve tevhidi, vifak ve ittifakı, muhabbet ve uhuvveti iktiza ettiği ve kâinatı ve küreleri birbirine bağlayacak manevî zincirler bulundukları halde, şikak ve nifaka, kin ve adâvete sebebiyet veren örümcek ağı gibi ehemmiyetsiz ve sebatsız şeyleri tercih edip mü'mine karşı hakiki adâvet etmek ve kin bağlamak, ne kadar o râbıta-i vahdete bir hürmetsizlik ve o muhabbet sebeplerine karşı bir istihfaf ve o kardeşlik münasebetine karşı ne derece bir zulüm ve i'tisaf olduğunu, kalbin ölmemiş ise, aklın sönmemiş ise anlarsın.' Âlemdeki birlik, dirliği, dirlik, düzenliği, düzenlik, çeşitlilik ve farklılıkların meşruiyetini ve karşıtlıklar içinde tevhidi içerir. Girişte vurguladığımız üzere, bu birlik, 'milli birlik ve beraberlik' retoriğinden tümüyle farklı bir kozmik ilkeden beslenir. Bugün, etnik milliyetçiliğe yol açan ve etnik milliyetçiliğin yol açtığı çatışma alanlarının yatışmasında ve aşılmasında, böylesi bir cihanşümul ilkenin onarıcı, yeniden inşa edici soluğuna ihtiyacımız var. Ötekini yok ederek kendini var kılan, asimilasyoncu, otoriter ve zehirleyici/çürütücü politik algı ve uygulamalardan kurtulmanın, insana yakışan, özgürlükçü, katılım kanallarının açık olduğu, onaran, sorun çözen ve daha sağlıklı bir empatinin, diyalojik bir iletişimin önünü açan bir yaklaşım için, 'cümle varlığın birliği ve kardeşliği' öğretisi, bize yol gösterebilir.

 

 

 

 

 

Sadık Yalsızuçanlar

0 Yorum


Önerilen Yorumlar

Gösterilecek hiç bir yorum yok

×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.